24.BÖLÜM : KURALLAR VE KURALSIZLAR

Duman - Her Şeyi Yak

Gökhan Türkmen -Mahşer

🌺

YAZARDAN

Saniyeler geçtikçe umutlar tükeniyor, saniyeler geçtikçe canlar daha çok yanıyor, saniyeler geçtikçe korku daha çok bedeni sarıyor, saniyeler geçtikçe çiçekler soluyor, saniyeler geçtikçe hasar riski yükseliyordu.

Doğuş doktor asla parmaklarını çekmeden durmaksızın Manolya'ya kalp masajı yapmaya devam ediyordu. Onun için düşünmeyi bırakmıştı resmen. Tek bildiği onu kurtarmak, onun kalbini attırmaktı. Sırf bu yüzden tek bir göz yaşı bile akıtmıyordu. Çiçeğini kurtarmalıydı.

İnatçıydı. Bir şeyi isterse onu oldurmadan bırakmazdı. Şuanda tek istediği onu kurtarmaktı ve bunu başarmanın pahasına her şeyi yapardı. Bu zamana kadar inat ettiği her şeyi başarmıştı ve bunu da başarmak istiyordu.

Baskılarını durmadan ısrarla devam ettiriyordu. Hala umudu vardı. Onun için her zaman umudu olurdu. Umudu bittiği an, işte her şey o an biterdi çünkü.

Üç dakika olmamıştı henüz. Dakikaları düşünüp aklını dağıtamazdı. Tek düşündüğü şey onun kalbini attırmak olmalıydı. Yerde ölü gibi yatan kadını yaşamına döndürmek olmalıydı.

Bir elini hemen tekrar alnına koydu. Başını hafifçe yukarı kaldırdı. Alnına koyduğu elinin baş ve işaret parmağıyla burnunu kapattı. Bir soluk alarak üzerine eğildi. Dudaklarını Manolya'nın dudaklarının arasına alacak şekilde yerleşti. Diğer eliyle dudak çevresini kapatıyordu. Kendi nefesinden tekrar iki kere ona verdi.

Tekrar dikleşerek kalbine baskılarına devam etti. Nefes bile almadan onu yaşatmak için uğraşıyordu. Arada aldığı nefesler sadece nefessizlikten ölmemek içindi, dolayısıyla ölürse onu kurtaramazdı. Sesler geliyordu ama hiçbirini algılamıyordu.

"Hadi hadi hadi! N'olursun lütfen..." Esma'ya ait ses.

"Allah'ım lütfen yaşasın..." Bayar'a ait ses.

"Ölmesin. Ölmemeli..." Burak'a ait ses.

"Ay çok kötü..." Firdevs'e ait ses.

Elleri tekrar kalbine gittiği an bir hareketlenmeyi hissettim. İçten bir hareketlenmeyi. Gözleri açılmak üzereyken anında eğilerek kalp atışlarını dinledi. Atıyordu. Çiçeği solmamıştı. Doğuş doktor çiçeğinin solmasına izin vermemişti. Onu hayatına döndürmüştü.

Doğuş doktor dikleşmeden ömrü boyunca susmamasını istediği ninnisini dinledi. Yüzünde gülümseme oluşurken bağırdı. "Atıyor! Manolya yaşıyor!"

Sadece bir saniyeliğine sessizlik oldu. Hemen ardından hep bir ağızdan sevinç bağırışları yükseldi. Etrafta neşeli gürültüler oluşurken herkes bir anda bulduğu ilk insana sarılmaya başladı yada bulduğu en yakın gelen insana. 

"Vallahi mı lan?" Bayar'ın sevinçle haykırışı ve hemen ardından bir anda yanında bulunan Gümüş'e sıkı sıkı sarışı.

"Yaşıyor! O ölmedi!" Esma'nın Fatih'e sıkı sıkı sarılırken sayıkladığı sözler. 

"Arkadaşımız yaşıyor!"  Volkan'ın Firdevs'i kolunun altına alırken söylediği neşe içindeki sözcükleri. "Neler oluyor anlamıyorum ama sanırım gerçekten yaşıyor..." Firdevs'in yorgun sesi.

Doğuş gözleri kapalı bir şekilde kalp atışları olan ninnisini dinlemeye devam etti. Şuan için ondan mutlusu olamazdı. Şu mutluluk gösterisi yaparak mutluluğunu belli eden insanlardan bile mutluydu şuan. Manolya çiçeğini yaşatmıştı çünkü.

Doğuş'un dudakları, nefesi, elleri, gücü ve varlığıyla hayat bulmuştu Manolya. Doğuş doktor elleri ve kendi dudaklarıyla hayatını geri vermişti ona. Şuan Doğuş'tan mutlusu yoktu. Olamazdı. 

Kalp masajıyla bir çiçeği kurtarmayı bu sefer başarmıştı. 

🌺

MANOLYA DİNÇER 

Nefesimi yavaşça verirken kapalı gözlerime ışık yansıyordu. Saniyeler geçtikçe daha da açılıyor gibi uyanıyordum. Gözlerim hafifçe aralanırken ben yine bir filmin sonunu daha getiremediğimi anladım. Ve artı olarak zeminim yine sert olmasına rağmen oldukça hoştu.

Gözlerimi kısık aralamışken gözlerime sızan aydınlık havanın ışığı umursaman başımı kaldırıp suratına baktım. Yüzünde çok hafif hep oradaymış gibi duran tebessümüyle beni izliyordu. "Günaydın Çiçeğim..."

Benim aksime her zaman filmin sonunu getiren insan.

"Sen film boyunca uyumadın mı? Yada hiç uyumadın mı?" diye sordum uykulu bakışlarım ve uykulu çıkan sesimle. "Öyle bir olayım var filmin sonunu getirmeden ayrılmam yada o an getiremiyorsam onu aynı gün içinde yada en yakın zamanda sonunu getiririm. Ayrıca sana dediğim gibi ben erken uyanırım. Sen geç kalkınca bende ses etmedim uyanma diye."

Elim yüzüne doğru çıkarken fısıldadım. "Doktorum benim." yüzüme muzip bir sırıtış yerleşirken içli bir nefes aldı. "Doktorun yesin seni."

İç ses ve içerdeki Manolya sakin ol. Bu gibi cümleleri önceden illa düşünmüş tiyatrosunu  kurmuş olmalısın. Ama o deyince çok garip oluyordu!!

"Şimdiki Doğuş Çekici neden eskisi gibi kibar ve utangaç değil?" diye sordum. Sorumun çıkışı daha çok sessiz kalmamak içindi. Değişik bir şekilde gülümseyerek yaklaştı. "Kibarlığımı her zaman korurum. Kaba bir cümle söylemem zaten genellikte, tıpkı şuan gibi. Ayrıca utanmamın sebebi de aramızda kesin anlamda net bir yakınlık olmadan o an ki hissettiğim hisler. Şuan aramızda netleşmiş şeyler var ve olacak her şey beni utandırmaz." diye uzun ama açıklayıcı cümleler kurdu.

Yüzümde saçma bir sırıtış oluştu. "Hiç böyle düşünmemiştim. Ama hala benim için kırmızı yanaklı, utangaç Doğuş Çay'sın!" dedim keyifle. Güldü sadece. "Nasıl istersen öyle olsun." diye fısıldadı yüzüme doğru.

Yüzümdeki sırıtış daha da büyürken kollarımı sıkıca beline sararak başımı göğsüne bastırdım. "Açım." dedim başımı kaldırmadan. "O zaman bu güzel hastanın karnını doyuralım mı?" diye sordu beline sıkıca sarılan beni tutarak dikleşirken.

İkimizde beraber dikleşmişken başımı kaldırıp güzel suratına baktım. "Yemek yapmasak?" kaşları çatıldı. "Neden?" diye sordu hemen. "Üşeniyorum." dedim direkt. Kaşları daha da çatıldı. "Olur mu öyle? Tamam ben yaparım." dedi düz bir sesle. Üşengeçlikten aç kaldığım zamanlarda olmuştu, alışkınım.

"Kalkalım mı?" diye sordu bakışlarıyla kalmamı rica ederken. Nefesimi vermemle kalkmaya bile üşendiğimi anladığı için anında bacaklarıma uzanıp beline sarmaya çalışınca ona yardımcı olmak adına bacaklarımı sıkıca beline sarıp kollarımı da boynuna sardım. Hızlı bir hareketle dikleşmesiyle düşmemek için daha sıkı sarıldım ona.

Kucağında ben ile mutfağa ilerlerken yan yana uyuyan Erik ve Kar'a göz ucuyla bakış attım. Görüntüleri mutfağın kapılarından içeriye girmemizle kayboldu. Başımı hafifçe çevirip ne yaptığını izlemeye çalıştım.

Dolabı açtı. Tam takır kuru bakır dolabıma bir bakış attı. Bakışlarımız bir anda tekrar kesişti. "Tahmin edeyim üşengeçlikten dolabını da doldurmuyorsun?" Masum tebessümümle başımı ağır ağır sallayarak onu onayladım. 

"Kucağımdan inmek ister misin?" diye sordu bakışlarını boş tezgahta gezerken. Başımı olumsuzca iki yana salladım. Beni dinlemeden bedenimi tezgahın üstüne bıraktı. "İstediğin her zaman kucağıma alırım çiçeğim, ama şuan indirmek zorundayım." dedi kibar tavrıyla.

Anında uzaklaşarak telefonunu açtı. "Sipariş mi vereceksin?" diye sorunca başını telefondan kaldırmadan salladı. Bacaklarımı sallayarak etrafı izlerken bakışlarım hemen üzerimdeki elbiseye kaydı. "Aa! Elbisem hala üstümdeymiş."

Telefondan başını kaldırarak bana döndü. Yüzünde bir gülüş oluşmuştu. "Kendi kendine çıkmayacağına göre ve sen uyuya kaldığına göre hala üzerindedir, çiçeğim." boş bir ifadeyle bacaklarımı sallarken başımı salladım. "Doğru."

Tezgahtan inmek için ellerimden destek alarak tezgahın ucuna gelmiştim ki o benden önce davranarak iki eliyle beni belimden kavrayarak hızla yere indirdi. Ardından hemen tekrar telefona döndü. Kaşlarım çatılırken mırıldandım. "Kendim de inebilirdim." Telefondan başını kaldıramadan göz ucuyla bana baktı. "Evet...inebilirdin." diye mırıldandı sadece. Ve ardından yine telefona döndü.

Bir şey demedim çünkü hiçbir şey anlamamıştım. Sanırım onunla ilişki içinde olmak düşündüğümden çok daha karmaşık olacaktı. 

"Ben üzerimi değiştireyim en iyisi." diye mırıldandım. Telefondan başını kaldırmadan başını salladı. Telefonun ekranındaki market uygulamasının açık olduğu buradan görünüyordu. Hızlı adımlarla mutfaktan çıkarak odama ilerledim. 

Kapıyı ardımdan kapatarak bakışlarımı hızlıca odada gezdirdim. Dün akşam Doğuş'un gelmesine yakın aceleyle üzerimi giyerken diğer kıyafetlerimi de biraz dağıtmıştım. Bunları umursamadan üzerimdeki elbiseyi çıkarmaya çalıştım.

Bir yandan makyaj aynamdan kendimi izlerken elbiseyi aşağıya indirdim. Elbiseyi yerden kaldırmadan yerdeki dağılmış kıyafetlerimin içinden askılı halde yerde olan blazer takımımı aldım. Zaten bugün gidecek yerlerim vardı. Şimdiden hazırlanmak en iyisiydi. 

Beyaz bir crobu da yerden alarak hızlıca üzerime geçirdim.  Ardından açık kahve çizgili desenli blazer takımın şortunu alarak bacaklarımdan hızlıca geçirdim. Takımın crop ceketini yatağa fırlatarak makyaj masamda ki kemerimi aldım. Kemeri hızlıca şortumun bel kısmındaki yerlerden geçirdim. Kemeri ince belime sardıktan sonra belime uygun olacak şekilde kapattım.

Saçlarımı savurarak aldığım tarakla düzelterek taradım. Saçlarım düzelirken bir yandan bakışlarımı aynada dolandırarak kendimi inceledim. Saçlarım beni çok uğraştırmak istemiyor gibi hemen düzeldi. 

Saçlarımın ardından yüzüme her zaman yaptığım makyajı yaparak şuanı tamamladım. Yatağımın üzerindeki ceketimi ve takacağım omuz askılı çantamı elime aldım. Kendime aynadan son bir bakış atarak masanın üstündeki Manolya çiçeği kokulu Doğuş'un yapmış olduğu parfümü alarak üzerime bol bol sıktım. Yüzümde gülümseme oluşurken bol bol sıktığım parfümü geri masama bıraktım. Ardından doktor sevgilisi kombinimle odamdan çıktım.

Keyifli adımlarla mutfağa ilerlerken duraksadım. Kaşlarım, beni duraksatacak kadar şiddetli derecede olan ağrıyla beraber derince çatılmıştı. Tamam bu baş ağrılarına alışmaya başlıyordum ama böyle bir anda şiddetli bir şekilde girmesine gerek var mıydı?

Elimle başımı sıvazlarken bakışlarım mutfağın kapısına kaydı. Duvara yaslanmış ağrının geçmesini yada azalmasını bekliyordum. Beynimin içini sanki bir matkap ile deliyor ve o matkabın sesini de beynimde yankılıyor gibi hissediyordum resmen. Şiddetiyle yutkundum. 

Elimle alnımı ovuşturmaya devam ederken başımı kaldırmaya çalıştım. Ağrının şiddetini yok saymaya, buna da alışmaya çalıştım. Hastalığın bütün etkilerine alışmak zorunda olmak dünyanın en berbat şeyiydi. 

Bir an önce şu hastalıktan kurtulmak istiyordum. Eski halim gibi turp gibi olmak istiyordum. Ne eklem ağrısı, ne baş ağrısı, ne halsizlik, ne yorgunluk, ne ateş. Hiçbirini hissetmek istemiyordum. Acı çekmekten bir türlü kurtulmak istiyordum. Acısız devam etmek istiyordum. 

"Manolya?" gelen yüksek ses sanki bütün ağrılarımı yok etmişti. Azalan ağrılarımla başımı tamamen kaldırarak mutfak kapısına baktım tekrar. "Giyinmedin mi hala?" tekrar gelen sesle yaslandığım duvardan çekilme gücü buldum. 

Yorgun adımlarımı belli etmemek ister gibi hızlı davranmaya çalışarak mutfağa girdim. "Geldim! Sipariş verdin mi?" diye sordum neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle. Bakışları anında bana çevrildi. Yüzümde dolanan bakışları kısıldı. "İyi misin? Bir sorun mu var?"

Başımı hemen iki yana salladım. "Yok, her zaman ki baş ağrıları işte." dedim halsiz sesimle. Bakışları değişti. Başını salladı. Sanki bu üzerimde oluşan semptomlara oda dayanamıyor gibiydi. Acı çekmemi istemiyor gibi baktı.

"Yazdığım ağrı kesicilerin nerede? Öğrenebilir miyim?" diye sordu. İkinci çekmeceyi işaret ettim. İkinci çekmeyi açarak bir ağrı kesiciyi anında buldu. Direkt uzatmadan bir tanesini içinden çıkardı ve diğer eliyle de üst dolabımdan yerini bildiği su bardaklarından birini aldı. Bardağa  arıtmadan su doldurdu. 

Ardından bardak ve hapı bana uzattı. Önce hapı alıp ağzıma attıktan sonra bardağı aldım. Hapı gırtlağımdan geçen bol suyla beraber yutarken bakışları dimdik bendeydi. Bardağı ona uzatmamla anında alarak bardağı suyla kısaca sudan geçirdikten sonra köşeye sularının akması için ters bir şekilde bıraktı. Bak mesela ben bunu yapmazdım. O bardak o tezgahta bir hafta kalırdı.

 Bana dönerek kalçasını tezgaha yasladı. Zeytin gözleriyle büyük bir dikkatle beni süzmesiyle içinde garip bir utangaç duygu hissettim. Utangaç duygu ne? Yeniyor mu?

Önce kokumu fark etmiş gibi tebessüm etti. Ardından konuştu. "Fazla güzel ve fazla özenlisin?" dedi sorgular gibi. Gülümsedim. "Her zaman ki halim çay şekerim." Beni incelemeye devam etti. "Bir yere mi gideceksin?" diye sordu sakince. Başımı salladım. "Evet. Sen zaten hastaneye gideceksin. O sırada seni beş kişiyle aldatırım her halde." dedim muzip bir sesle.

Kaşları anında derince çatıldı. "Aldatmak?" Ah! Doğru ya, onun Doğuş Çekici olduğunu unutmuşum. Tabi ki ciddiye alacaktı beni.

"Şaka şaka gül diye!" dedim gülerek. Bir şey demeden başını sallayarak önüne döndü. Eminim şuan benimle neden yakınlaştığını sorguluyordu.

"Sipariş?" diye sordum konuyu değiştirmek için. "Verdim." dedi sadece. Başımı salladım. Elimdeki ceketi bir yere bırakamayacağım için ve en yakın askılık odamla kapının yanında bulunduğu için üzerime geçirme kararı aldım. 

Crop blazer ceketi üzerimde düzeltirken onun bakışları tekrar bana kaydı. Çekinmeden beni incelemeye devam ediyordu. İçli bir nefes aldı beni incelerken. "Çiçek gibi olmuşsun." dedi kısık bir sesle. Şükürler olsun ki utanınca yanaklarım onun gibi kızarmıyordu.

Yüzünde muzip ifade oluşurken bana yaklaştı. Tam dibimde durduğunda daha da o nadiren yaşadığım duyguyu daha şiddetli hissetim. Yüzüme doğru eğildi. "Yalnız ben yanakların kızarmasa da anlayabiliyorum, güzel çiçeğim..." 

Ne? Doktorlar akıl okuyabiliyor muydu?

Ağzım aralandı. "İç hastalıklar uzmanı olunca akıl da okuyabiliyor musun?" diye sordum şaşkınlıkla. Ciddi ifadesiyle cevap verdi. "Tabi ki. Uçabiliyoruz da." Yaptığı alaya mı gülseydim, yoksa bu alaylı cümleyi kurarken ki ciddi ifadesine mi bilememdim ama ikisi için de kahkaha attım. "İyiydi bu!"

Geri dikleştiğinde bende gülüşümü dindirdim. "Sen hiç ameliyata girdin mi?" diye sordum merakla. Kaşları kalktı. "Ameliyat?" diye sordu anlamsızca. Başımı salladım. "Ameliyat işte. Hastanelerde yapılan."

Anlamış gibi başını salladı. "Ben operatör doktor değilim. Onu operatörler yapar. İç hastalıklar uzmanıyım ben sadece. Bir ameliyatlık durumu olursa ameliyatlar o doktorlar tarafından yapılır." diyerek beni aydınlatınca yanlış bildiğim şeye şaşırdım.

Merakla, "Peki onlar senin üstün mü?" diye sordum. Düz bir ifadeyle cevap verdi. "Hayır aynılar. Sadece biri ameliyat yapar, biri ise hastalara teşhis, tedavi, muayene falan yapar." diye açıkladı bu sefer.

"Doçent? Doçent olmak gibi bir hayalin var mı?" En azından doçenti biliyordum. Ellerini tezgaha yaslayarak geriledi. "Eğer olmak isteseydim şuan olmuştum zaten. Ama öyle bir hayalim yok." dedi net ve emin bir sesle.

Kaşlarımı kaldırdım. "Neden? Daha yükselirsin." dedim sakince. Hiç sıkılmadan tekrar cevapladı. "Çünkü benim istediğim bir şey değil. Ben bu işi yükselmek için yapmıyorum. Her zaman iç hastalıklar uzmanı olmak istedim ve bunu başardım. Dahasına da gerek duymadım. İşimi düzgünce ve en iyisiyle yapmak yetiyor bana." dedi ciddiyetle.

"Buda iyi." dedim tebessüm ederek. Kollarımı göğsünde birleştirdi. "Evet." dedi sadece.  Bakışlarım etrafta dolandı. Tezgahta kapağı açık bir meyve suyu görmemle gözlerim neşeyle açıldı. 

Doğuş buz dolabını tekrar açarken onun muhtemelen benim için yaptığı tezgahta ki çayı alarak ona yaklaştım. Bana doğru dönüyorken, benimde ona dönmemle bedenlerimiz birbirine çarpışırken arada kalan çay tişörtünün üzerine döküldü. 

Ağzımdan, "Aaa!" diye bir nida çıkarken hemen boşalan bardakla beraber geriledim. Bardağı hemen tezgaha bırakarak üzerine üfledim. "Ay yandın yandın!" İkimizde gerilemişken bakışlarımız aynı anda onun tişörtündeki kirlenen bölgeye kaydı. "Ağzın yanmasın diye çok sıcak yapmamıştım zaten, bir şey olmaz." diyordu.

"Kahretsin ya!" dedim asılan yüzümle. Tişörtüne kısa bir bakış attıktan sonra, "Sorun yok ya. Sıkma canını." dedi düz bir sesle.

 Bakışlarımı hızlıca etrafta dolaştırarak bez, peçete gibi bir şey aradım. Bitmişti veya yoktu. "Uğraşma, üzerimi zaten değiştirecektim." dedi sakince. Başımı anında iki yana sallayarak hızla ona yaklaştım. Dibine girmişken yine ellerim tişörtün eteklerine gitti. "Manolya!" sakin sitemli sesini umursamadan tişörtünü bir çırpıda çıkardım.

Önümde önceden de gördüğüm ama daha da sıkılaşan kaslarına kısa bir bakış atarak bakışlarımı yüzüne çıkardım. "Niye beni soyuyorsun?" diye sordu ciddi ifadesiyle. "Ya ne olacak? Yakınlığımız var zaten?" dedim umursamadan. "O zaman şimdi ne yapacaksın? Kıyafetsiz mi duracağım?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.

Yüzümde muzip, imalı bir sırıtış oluştu. "İstersen gönlünce kalabilirsin Doğuş Çay'cığım..." İmamı anında anlamış ve kaşları düz çizgi halini almıştı. "Bilerek bir şeyler döktüğünü düşünmeye başlayacağım artık." dedi imalı bir fısıltıyla. 

Ona yaklaşarak tam karşında, dibinde durdum. "Sorma, senin tişörtünü çıkarmak için her şeyle anlaşma yaparım ben." dedim alayla. Yüzüme doğru eğildi. İfadesi o kadar ciddiydi ki hiçbir zaman benimle alay edip etmediğini anlatmıyordu. "Bir sonraki çıkarışın nasıl olur acaba?" sesindeki ince olan o ima saniyeler içinde beni anlamsızca utandırmıştı. 

Yüzümdeki sırıtış yavaşça solarken gülümsedi. "Umarım yine üzerime bir şeyler dökülmez." dedi sakince dikleşirken. Bir ara bu adamın saf falan olmadığını demiştim ya şuan ona tekrar katılıyorum.

"Umarım dökülmez." diye bildim sadece. 

Hiçbir şey tahmin ettiğim gibi ilerlemiyordu. Eğer onunla bir ilişki yaşarsak nasıl olur diye bir sürü kez ister istemez düşünmüş, yeri geldiğinde dalga geçmişimdir ama asla öyle değildi. Her adımımızda utanmasını beklerken onun beni utandırması şokunu kaldıramıyordum sanırım.

"Ee? Gerçekten böyle mi kalacağım?" diye sordu bana dönerek. Elimde dur işareti yaptım. Beni sadece izledi. Koşarcasına mutfaktan çıkarak odama ilerledim. Odaya girip yerdeki çamaşırlarıma basa basa dolabıma ulaştım. Dolabın en köşesinden Volkan'ın aylar önce bende bıraktığı Adidas fermuarlı kapüşonluyu çıkardım.

Koşarcasına adımlarla tekrar mutfağa ilerledim. Mutfağa girer girmez yine çıplak olan üstüne bakmamaya çalışarak karşısına ilerledim. "O ne? O kimin?" diye sordu hemen. Henüz cevap vermeden kapüşonu ona uzattım. 

Kaşları çatılırken kapüşonu alarak kısaca inceledi. "Bu kimin? Erkek ürününe benziyor." diye sordu tekrar. "Diğer sevgilimin." dedim alayla. Kaşları daha da çatılırken başını kaldırıp anında bana baktı. "Ne?" Ve Doğuş Çekici yine beni ciddiye almıştı.

"Şapşik! Diğer sevgilim falan yok!" dedim sırıtarak. Kaşları bu sefer kalktı. "Şapşik mi?" Ciddiyetle başımı salladım. "Evet, şapşik. Sen işte." Bir şey demeden bakışlarını geri elindeki kapüşona çevirdi. "Peki bu kimin?" diye sordu dikkatle kapüşonluyu incelerken.

"Volkan'ın. Baya önce bırakmıştı." dedim rahatça. Tekrar kaşları anında çatılırken başını kaldırıp bana baktı. "Volkan'ın mı?" diye sordu hemen. Başımı salladım. "Evet." Kapüşonluyu kaldırarak bana gösterdi. "Peki sende ne işi var?" diye sordu sakince ama büyük bir merakla. 

"Baya önce bırakmıştı dedim ya!" dedim tekrar. Bir şey demeden bakışlarını geri elindeki Adidas kapüşona çekti. "Giy işte kıskanma Volkan'ı arkadaşım o benim!" dedim sitemle. Kapüşonu kollarından geçirirken nefesini verdi. "Hoşlanmıyorum ondan." diye mırıldandı. Güldüm. "Bir tek sen ve doktor tayfası hoşlanmıyor zaten! Sanki göbek bağınız bir!" diye söylendim muzip bir sesle.

 Kapüşonu üzerine oturtmaya çalışırken ona döndüm. Gülesim gelmişti çünkü kapüşonlu ona küçük gelmişti. Fermuarını boynunu geçecek kadar sonuna kadar kapatırken sırıtmamaya çalışarak onu izliyordum. Adidas siyah kapüşonlu yakışmıştı.

"Oldu mu?" diye sordu bana dönerken. Bakışanlarım üstünde gezindi. oldukça dar ve kaslarını ortaya çıkaran bir parça. Bu detaya takılma gereği duymadan başımı salladım. "Harika."

Ciddi bakışlarını üzerinde gezdirirken mırıldandı. "Sanki pek yakışmadı...biraz da dar..." gülmemeye çalıştım. "Hayır, gayet iyi." Sadece başını sallayarak başını dikleştirdi. "Sen nereye gideceksin? Ben bırakırım seni istersen?" dedi kibar bir sesle.

"Okula gideceğim. Baya dersleri aksattım mecburiyetten. Gideyim de bir notlarımı alayım." dedim ifadesiz sesimle. Başını salladı. "Tamamdır, seni bırakırım." dedi sadece. Bir şey demeden bende başımı sallayarak onayladım.

Yaklaşık on yirmi dakika sonra zil çalınmıştı. Doğuş benden önce davranarak kapıya ilerlerken koltukta kendimi düzelterek bakışlarımı salonun açık kapısına çektim. Kapımın açılış sesi geldi. Başka bir erkek sesi. Doğuş'un tek ve çok kısa cümlesi. Bekleme...muhtemelen Doğuş'un teslim aldığı poşetin sesi. Tekrar Doğuş'un sesi. Ve saniyeler sonra salonun kapısını açarak kapıdan bana bakan Doğuş. "Elli kuruş var mı?" diye sordu kibar sesiyle. 

Hayır Manolya, Adidas kapüşonla elli kuruş isteyen Doğuş Çekici gerçek değil.

Çok hafif gülmeyi başarabiliştim. "Kapının yanındaki konsolun üstünde vazo var. Onun içinde olacaktı." Tebessüm ederek geri salondan uzaklaşınca sessiz kahkahalar atmaya başladım. Diğer koltuktaki Kar ve Erik bana anlamsız bakışlar atarak ben gülmeye devam ettim.

Gülmemi kesen ses ev içinde yankılandı. "Ben bunları buz dolabına yerleştiriyorum! Sonra kahvaltımızı hazırlarım!" dedi evimin erkeği. Gülmemi dindirmeyi başararak yüksek sesle cevap verdim. "Tamam çayım! Ben hikayemi yazmaya devam edeyim o zaman!" dedim bağırarak.

Cevap alma gereği duymadan koltuğumda yanımdaki boş yerde duran dizüstü bilgisayarımı alarak dizlerime geri yerleştirdim. Açık hikaye ekranında geri Uzay ve Hayal'i yazmaya devam ettim.

🌺

Arabanın yavaşlaması ile dikleştim. Başım sürücü koltuğunda ki ona çevrildi. Onunda başı hafifçe bana döndüğünde ona yaklaştım. "Sen ne zaman hastaneden döneceksin?" diye sordum.  "Her zaman döndüğüm saatlerde dönerim." dedi sırtını koltuğa yaslarken. 

Alayla hafifçe sırıttım. "Ben senin kaçta döndüğünü nereden bileyim ya!" diye sitem ettiğimde yüzünde hiçbir ifade oluşmadı. Aynı ifadesiyle bana bakarken sırtını koltuktan ayırdı. "Bence biliyorsun..." dedi alttan alttan bana bakarak sırıtan muzip sesiyle. 

Evet biliyordum...Geliş saati genelde gidiş saatine bağlı olur ama çoğunlukla 17.00 yada 16.00 gibi dairemin apartmanın önünü en güzel gören kısmından gelişini görürdüm. Pazar günü çalışmaz. Saat 13.00 gibi de öğlen arası vardır. Haftanın bir yada iki gün ise hastanede nöbet tutar. Herkesin sandığımı sandığından daha fazlasını biliyordum.

Sadece sırıttım. "Biliyormuşum..." diye mırıldandım sessizce. Gülümsedi. "Biliyorum." Başını salladı. "Çıkmak ister misin?" diye sordu. Bir cevap vermeden daha da yaklaşarak yanağından kocaman sulu bir şekilde öptüm. Dudağıma batan sarı kısa sakallarla kaşlarımı çatarak geri çekildim. "Şu sakalını da keselim. Sen sakalını da uzatmazdın." 

Eli sakalına gitti. Kısaca ovuşturduktan sonra bakışlarını bana çevirdi. "Sakal sevmiyorum. Yada kendime yakıştırmıyorum, bilmiyorum. Bu aralar çok boşladım kesmiyorum bayadır. Dönünce hallederim artık." diye mırıldandı.

Bakışlarım onda gezinirken gülümsedim.  "Yoo! Gayet yakışmış. Sarı sarı ne güzel işte! Sakallarla baya bir karizmatik ve seksi olmuşsun." dedim cilveli bir tavırla. Yüzünde oluşan tebessüm tek olarak yanağında bulunan o minik gamzesini ortaya çıkardı. Büyü eli saçıma ulaştı. Kumral saçlarımı kulağımın arkasına usulca sıkıştırırken nefesini verdi. "Cilve mi yapıyorsun sen bana?" dedi kısık bir sesle.

Tek omzumu yüzümdeki otuz iki diş gülümsemeyle beraber silktim. "Bilmem. Yapıyor muyum?" diye sordum aynı cilveli sesle. Başını salladı. İçli bir sesle. "Cilvene ölürüm senin." dedi.

 Söylediği söz içimde nasıl bir etki yarattıysa üzerindeki ceketi sıkarak kocaman sırıttım. "Yerim adam seni!" dedim hiddetle. Güldü. "Büyük konuşuyorsun." dedi muzipleşen sesiyle. Ona yakın olduğum için burnuma buram buram çikolata kokuları geliyordu. Güzel kokusunu ciğerlerime doldururken. 

Bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Beyaz tişörtünün üstüne lacivert bir ceket giymişti. Altında ise normal lacivert bir pantolon, ayaklarında benim düz beyaz sporlarımın erkek ve daha büyük hali vardı. 

"Çok karizmatiksin bugün!" dedim sitem eder gibi. "Sen daha güzelsin ama." dedi sakince. Gülümsedim. "Güzelim tabi. Doktoru bile kendime hasta etmişim." dedim havalanarak. Güldü. "Ettin ettin."

Onun yakınındayken yüzün net bir şekilde görebiliyordum. Elini sırtıma doğru atarak beni kendine daha çok yaklaştırdı. "Artık gitmelisin bence." diye kısa bir cümle kurarak dudaklarıma hafif bir öpücük kondurdu. 

Yüzümde bir gülümsemeyle uzaklaştım. Arabadan inmemle anında birini gördüm. Kocaman açık gözleriyle,  ağzı aralı bir şekilde arabanın ön camına bakakalmış bir adet Firdevs Çalkan. "Firdevs?" Bakışları bana çevrildi. "Siz...Sen ve o doktorun...resmen öpüştünüz...oha şaka gibi...."

Doğuş'un da fark ederek sürücü koltuğundan inmesi ile bakışlarım bu sefer ona çevrildi. Arabanın ön tarafından dolanarak yanımıza doğru geldi. Hemen Firdevs'e döndüm. "Bak Firdevs bunu kimseye söyleme tamam mı?" Firdevs daha da şoka girerek bana döndü. "Ne?"

Saniyeler sonra elimi sıkıca saran güçlü bir eli hissettim. Bakışlarım elimi sıkıca saran o ele kaydı.  Ve yine saniyeler sonra o sesini de işittim. "Biz sevgiliyiz." Biz sevgiliydik.

Hayır biz iki sevgiliden öteydik. O kavram bizim için çok basitti. İkimiz Bizdik. Biz olmuştuk. Doğuş Çekici ve Manolya Dinçer 'biz' olmuştu.

Bakışlarım kalktı ama sadece onun yüzüne kalktı. Bakışlarını karşısında ki insandan çekmeden konuşmasına devam etti. "Hatta daha da fazlası. Aşığım ona..." 

Bakışlarım durmaksızın bütün yüzünde gezerken tebessüm oluştu. "Bende sana aşığım." diye sadece onun duyabileceği bir şekilde fısıldadım. Mimik değişmedi, ifade oluşmadı ama elimi daha sıkı sarmasından hissettim hislerini.

Doğuş ona bakarken tekrar devam etti konuşmasına. "İstersen yargıla ama şunu da bil umurumuzda değilsin. Biz bunlara hazır olarak bu yola çıktık. Çünkü ben bu hayatta ilk kez bir şeye bu kadar önem veriyorum. Sizler benim için önemsizsiniz." Cümlesini noktalayarak susmuştu.

Bakışlarım Firdevs'e çevrildi. Doğuş'un konuşması onu sakinliğine döndürmemiş, tam tersi daha da şoka sokmuş gibi bir ifadedeydi. "Şaka mı?" dediği şey tek bu olmuştu.

"Of! Şaka falan değil! Kendisi benim müstakbel kocam işte he!" Bu sözle ikide şokla bana döndü. "Ne saçmalıyorsun Mano?!" Firdevs'in sitemli sözüyle nefesimi verdim. 

Firdevs bir anda bana sarıldı. "Dur şuan önemli olan bir ay sonra uyanmış olman." diyerek kollarını daha sıkı boynuma sardı. Afallayarak sadece öylece duruyordum. "Seni çok özledim Mano..." dedi özlemle. "Volkan'ın çılgın Mano'sunu özledim. İsimlerle absürt bir şekilde dalga geçen Manolya'yı özledim. Bana alttan alttan hep laf sokan Manolya Dinçer'i özledim..."

Sen bir yakını bile olmayan o yalnız kadını özlemişsin.

Kolları boyumdan çekilirken duygulanmış olduğunu gördüm. "Seni özledim Manolya...ama sen gün gün değişiyorsun sanki." dedi hüzünle. Sadece bakabildim. "Belki yaralarımı sarıldıkça, belki de yaralarım açıldıkça değişiyorum. Belki de içim de ki o saklı insanı dışa vuruyorum." dedim kısıkça. Elimi kavrayan el daha sıkılaştı ama burada olduğunu hatırlatmak yada yanımda olduğunu hatırlatmak ister gibi sıkılaştı.

"Ne?" Evet, tahmin ettiğim gibi Firdevs hiçbir şey anlamamıştı. Neyse. Olabilirdi.

Firdves'in koluna vurdum. "Boşversene! Sen aramızdaki şeyi kimseye söyleme tamam mı?" diye tekrar sordum. Başını salladı sadece. "Sen bir gel de konuşalım." dedi gözleriyle ima yaparak. Onu umursamadan elimi sanki inatla bırakmayan Doğuş'a döndüm. "Sende hastaneye gitmek ister misin?"

Başını salladı. Ardından yüzünde bir anda gülümseme oluştu. Kaşlarım kalkarken bir anda bana doğru eğilerek cebinden bir şey çıkardı. Saniyeler sonra burnuma bir kutunun köşesini hafifçe vurdu. Bakışlarımın önüne gelen vişneli meyve suyuna şaşkınlıkla baktım. Onunla ikinci ilaç odasındaki karşılaşmamızda ki yere dökülen vişneli meyve suyum...

Dudaklarım arasından çıkan neşeli nida ile hemen meyve suyu paketini kaptım. Bir çocuk gibi sevinerek benim için aldığı meyve suyu kutusunu ondan almıştım. "Kan verdiğin zamanlar hastaneden almak için ultra dil döktüğün meyve suyular..."

"Aa! Hastaneden mi dızladın?" diye sordum sırıtışımla. Ciddileşen sesiyle hemen cevap verdi. "Hayır tabi ki, marketten aldım. Küçük meyve sularını görünce aklıma sen geliyorsun." dedi boş bir ciddiyetle. Güldüm. "Benimde her türlü Doğuş çay görünce aklıma sen geliyorsun." 

"Benim burada olduğumu ne çabuk unuttunuz?" Firdevs'in sitemli sesinin araya girmesiyle bakışlarımız ona çevrildi. Ve bir anda bahçeden yüksek bir ses geldi. Ardından çığlıklar. Hepimizin bakışları oraya döndü. Bir kız yerde nöbet geçiriyor gibi sallanıyordu. Yakınları ise çevresinde tedirgince onu izliyordu. 

Doğuş'un, daha doğrusu şu an içinde Doğuş doktor olarak koşarak oraya ilerleyişini izledim. Saniyeler içinde oraya ilerleyerek hastanın etrafındakileri çekerek kendine yer açtı. Arada insanları çekmek için Doktor olduğunu sadece tek kelimeyle, bazen ise iki kelimeyle çok kısa ve hızlı bir şekilde açıklamıştı. 

Saniyeler içinde yaşanan bu olayla eklem ağrımı umursamadan bende koştum. Benim koşmamla Firdevs'te merakla peşimizden gelmişti. Herkes merakla Doğuş'un yaptıklarını izliyorlardı. Aralarına karışarak görünür bir yere arkasına yakın bir noktaya geçtim. 

"Biri ambulansı arasın!" Bağırışıyla birkaç kişi telefonuna abandı ama en önce davrananı görünce diğerleri ellerini geri çekerek ambulansı arama hakkını ilk önce telefonuna abanan ürkek görünen endişe dolu kıza bıraktılar.

Doğuş doktor kızı yan çevirmiş gömleğinin bir kaç düğmesini açıyordu. "Kalabalığı bozun! Kızın etrafının açılması lazım! Çekilin!" diye bağırdı. Firdevs'e beraber anında dönerek etraftaki kalabalığı uzaklaştırmaya çalıştık. Kızın yakınları da etraftaki kalabalığı önlemeye çalıştılar.

Doğuş doktor kıza acil müdahaleyi yaparken muhtemelen sevgilisi olan adam Doğuş doktora yanaştı. Onlar birkaç kere fakültede gördüğüm yüzlerdendi. "Doktor musunuz?" diye sordu telaşla. Doktor olduğunu kalabalığa karışırken söylemesine rağmen sormuştu. Doğuş doktor tam ona dönmeden cevap verdi. "Doktorum." 

"Pek hallede bilecek misiniz? Ona bir şey olacak mı?" diye sordu tedirginlikle. Doğuş bu sefer cevap vermeden ben araya girdim. "O her şeyi halleder. Çok iyi bir doktor o merak etme." dedim onu kolundan geri çekerken.

Doğuş doktor müdahalelerini yaparken herkes uzaktan burayı izlemeye devam ettiler. Ambulans gelene kadar hastanın durumu çok olmasa da normalleşmişti. Ambulans gelmiş hastayı alıp götürmüştü. 

Doğuş doktora olan o takdir ve bazı kızlar tarafından gelen beğeni dolu bakışlara karşı derin bir nefes alıp umursamamayı başarmıştım. Doğuş arabasına ilerlerken ellerini birbirine yavaşça sürttü. Vişne suyumun pipetinden meyve suyunu içerken arkasından baktım. Arabasına binmeden önce göz ucuyla bana baktı. Tebessüm ederek göz kırptı. Ardından hemen siyah arabasına bindi.

Hareketine karşılık bende meyve suyunu dudaklarımdan ayırmadan sırıtarak göz kırptım. Ön camdan bana bakarken tebessümünü çoğalarak arabasını çalıştırdı. Onun uzaklaşmasıyla yüzümde kocaman sırıtış ile fakülteye ilerledim. 

Hemen yanıma gelen Firdevs yanıma geldi. "Gözlerime kaç kere inanamadım bilemezsin!" Derin bir nefes alarak Firdevs'le dünyanın en sıkıcı muhabbetine girmeye hazırlandım. "Ne çabuk ayaklandın. Birde hemen doktorunla sevgili olmuşsun!"

"Bu seni ilgilendirmez Firdevs. Doğuş'un bu konu hakkında yeterince konuştuğunu düşünüyorum." dedim umursamazca. Firdevs alayla güldü. "Ben birde seni Burak'tan hoşlanıyor sanıyordum!" diye mırıldandı.

Ona göz ucuyla Ciddi misin? dercesine bir bakış attım. "Burak ve ben mi? Ne alaka be? Ona da herkes gibi davranıyorum nerden onu çıkardın? Ayrıca Burak'ta benden hiç hoşlanmıyor!" dedim sitemle. Alayla gülerek başını tabi tabi dercesine salladı.

"Bu konunun seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum." deyince sustu. Saniyeler içinde dayanamayarak tekrar konuşmaya atıldı. "Tamam. İlgilenmiyorum. Ama farkındayım Manolya. O senin hoşlanacağın yada aşık olacağın tip değil. Belki onu elde edemedin diye hırs yaptın. Belki de ayrı bir havası var diye tutuldun. Yada kudurdun? Cidden kudurdun mu kızım?" diye sitem etmeye devam etti.

Sinirle ofladım. "Gerçekten hiç olmamış annem gibisin Firdevs! Ne bu azar? Sanki, o her hastasına sulanan bir doktor. Bende bir gece onunla yatıp üstüne ona aşık olup kendime eziyet etmişim gibi davranıyorsun..." Fakültenin içinde hızlı hızlı ilerlerken bakışları etraftaydı. Devam ettim. "Doğuş benim için bu hayattaki en mükemmel insan. Ve ben ondan eminim. Kimse umurumda değil." dedim ciddiyetle.

Doğuş benim için herkesten önce geliyordu. Herkes ayrı Doğuş ayrıydı. O benim kimsemdi. Beni ilk kez gerçek anlamda düşünen, bana iyi gelen, benimle ilgilenen insandı. Her zaman yanımda olan biricik kimsem, her zaman yaralarımı saran canım doktorumdu.

Firdevs bu sefer gerçekten sustu. Sınıfa girdiğimize sınıfın çok kişi olmadığını gördük. Zaten daha erkendi ve ben notları almak için bu kadar erken gelmiştim. Bakışlarım her zaman oturduğum noktaya kaydığında, her zaman yan sıramda oturan o kişiyi de gördüm. Ve yine her zaman ki yatış pozisyonundaydı. Kollarını masaya bastırarak bağlamış ve kafasını da kollarının arasına doğru gömmüştü. Fuzuli Burak Saydam...artık adını biliyordum.

Yüzümde oluşan sırıtışlar beraber hızlı adımlarla yanına ilerledim. Onu da özlemiş olmam oldukça garipti. Firdevs'te elinde kitaplarıyla peşimden gelirken anında Burak'ın yanına geçerek kulağına bağırdım. "Ya Manolya'dan bahset ya da sus, demiş Fuzuli!"

Burak'ın anında irkilerek başını kaldırıp sesin geldiği tarafa yani bana bakmasıyla gözleri irileşti. "Geveze?" Gözlerimi devirdim. "Manolya Dinçer beyb-" Bir anda oturduğu yerden kalkarak bedenime sıkıca sarılmasıyla baya bir afalladım. Bunu beklemiyordum doğrusu.

Güzel erkeksi kokusunu alıyordum. Hiçbir şey yapmadan sadece onun geri çekilmesini bekledim. Sarılışında çok garip bir duygu, his vardı. Beni özlemiş miydi o?

Burak'ın saniyeler sonra kollarını yavaşça benden çekmesiyle şaşkın bakışlarım yüzünü buldu. Kirli sakallarının uzamasıydı yüzündeki tek değişiklik. Açık mavi okyanus gözleriyle bana bakarken gülümsemesini anında soldurdu. "Dün geldim bir aylık uykuya hala doymamış gibi, camış gibi yatıyordun!" 

Kaşlarım çatılırken bana fırsat vermeden devam etti. "Demin yine ayarsızca bağırarak söylediğin sözün doğrusu da, 'Ya Leyla'dan bahset ya da sus.'" dedi açıkçası özlediğim o bilmiş sesiyle. Omuz silktim. "Ben kullanıyorsam Manolya diye geçer canısı."

"Uyusaydın keşke biraz daha!" dedi gülerek. Alayla güldüm. "Tabi canım belli! Öyle bir sevindin ki ilk görünce." Elini saçlarıma atarak saçlarımı uyuzca karıştırdı. "Belki beyin sarsıntısı geçirirsin başın falan döner diyeydi o!"

Başımı tabi tabi dercesine sallarken yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Oda hemen geri sandalyesine yerleştiğinde ona döndüm. "Sen şimdi baya bir ders kaçırdın. Eğer otoparkımda ki bütün arabalarımı yıkarsan konuları sana anlatırım." dedi ukala bir tavırla.

Alayla kaşlarımı kaldırdım. "Özel hoca tutarım daha iyi be! Ama bir tane Porsche versen kabul." dedim sırıtmaya başlayarak. Güzel gözlerini devirdi. "Sus geveze, sus!"

"Notlarını alim mi? Valla senden not alırım diye geldim sırf!" dedim yalvarır gibi bir tınıyla. Göz ucuyla bana baktı. "Ağır isteklerim olur, geveze." dedi sinsi bir sesle. Sabır istercesine derin bir nefes aldım. "Bana geveze deyip durma!" dedim sitemle.

"Geveze olma o zaman." dedi alayla. Alayla sahte bir şekilde gülümsedim. "Sessiz çocuğun dili açılmış anlaşılan." Burak'ta ifade değişimi olmadı. Bu genel bir şeydi zaten. Ayaklanan Firdevs'le bakışlarım çevrildi. "Nereye?" Tebessüm etti. "Lavaboya gidip geleceğim." başımı salladığımda çıkmak için ilerledi.

Bakışlarım geri Burak'a çevrildi. "Ee bir ay bensiz ne yaptın?" diye sorunca yüzü belli etmemek ister gibi asıldı. "Cennet gibiydi." dedi aksini bağıran ifadesi ve sesiyle. Alaya alarak güldüm. "Yanında senin gibi sessizlik oluşmuştur. Ne güzel. Ama sadece bir aylığına. Şuan kraliçe geri döndü." dedim büyüklenerek.

Bir şey demeden beni izlemeye başlayınca derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Diyecek, konuşacak bir şey bulamazken bakışlarım düşünceli bir şekilde beni izleyen onda gezindi. Sadece açık mavi gözleriyle beni süzüyor izliyor, arada gözlerini kısıyor, bazense hisli bakıyor aklımı karıştırıyordu. Ona karşı net bir kalıpta konumum vardı. O benden nefret ediyor ben onla uğraşmayı seviyorum. Sadece bundan ibaret olduğunu düşünürüm hep. Dahasını düşünmeye kafa bile yormadım hiçbir zaman.

Sonunda beklediğimi yaparak kırmızı dudaklarını araladı. "Aklımda hep bir düşünce dolanıyor Manolya." Bana geveze demeyince bir garip oluyor ve sanki ciddileşiyor gibiydi. Bu beni de geriyordu anlamsızca. Acaba mafya falan mı olduğunu söyleyecekti?

"Nedir?" diye sordum kısık çıkan sesimle. Konuşmak zor gibi derince yutkundu. "Aşk nedir bilir misin?" diye kelimeler döküldü dudaklarından. Kaşlarım havalanırken ifadesizce konuşmaya atıldım. "Herhangi kurgularda ilgi çekmek, okur, izleyici çekmek için eklenen, gerçek hayatta nadiren karşılaşılan, kurguda olunca zevk veren, gerçekte olunca süründüren, zıkkımdır." Çok minik ama burukça güldü. "Aşkı ne güzel tanımlıyorsun."

Anında aklıma gelen gözlerim açıldı. "Aa! Aşık mı oldun yoksa?" diye sordum heyecan ve hiddetle. İfadesizce dudağını sarkıttı. "Bilmem. Sen hiç aşık oldun mu? Nasıl oluyor anlat da ona göre kararlaştırayım." dedi ruhsuz bir sesle.

Aklıma hemen Doğuş çayımın gelmesiyle yüzümde kocaman bir sırıtış oluştu. "Aşık olmuşsun." diye sesini duydum. Bakışlarım sınıfın duvarlarından ona çevrildi tekrar. Ciddiydi. fazla ciddiydi. 

"Yani...yakın zamanda." dedim sırıtışla. "Yakın zamanda?" diye tekrarladı zor duyduğum kadar kısık bir sesle. "Aslında çokta yakın sayılmaz da. Neyse. Başta bayağı bir kötü geldi. Dedim neden. Birçok kere neden diye düşündüm..." dedim ciddileşerek.

Dirseğini sıraya çenesini avcuna dayamış boş bir ifadeyle beni izliyordu. "Bir yaklaşıyor kalbim ağzıma geliyor resmen. Bir gülüyor gamzesi beliriyor, dünyam şenleniyor. O gamzede kaybolmak istiyorum. Bir ciddiyeti var o haline bile ayrı aşık oluyorum. Ama her şeyden önce bir kalbi var, onu kalbimi her odacığına kadar yerleştirecek derecede güzel."

"Adı da Doğuş Çekici." dedi hiçbir zaman görmediğim bir ciddiyetle. 

Göz bebeklerimin şaşkınlıkla irileştiğini hissederken onun bunu nasıl bildiğini sorguladım. "Sen...ne? Yok canım." dedim sahte bir şekilde gülmeye çalışırken. Bana öyle bir ifadeyle baktı ki adeta ifadesinin altında ezildiğimi hissettim. "Yalan söyleme geveze." dedi Geveze kısmını bastırarak.

Nefes verdim. "Tamam be! Evet o." dedim kısıklaşan sesimle. İfadesinde zerre değişiklik yoktu. "Tamam. Peki ona ne kadar aşıksın?" diye sordu sakin ama buruk bir sesle. Bakışlarım sanki bir durmaksızın dalgalar oluşturan bir okyanus gibi görüntü oluşturan harelerinde gezindi. "Tahmin ettiğinden daha çok. Ama bunun senin için ne önemi var ki?" diye sordum kısık sesimle.

"Hiç. Hiçbir önemi yok." tek dediği bu oldu. Tekrar dudaklarını araladı. "Peki ona nasıl aşıksın?" diye sordu. Çenesi tekrar eline yerleşmişti. Pür dikkat beni izliyordu. Yeşim gözlerimi özenle süzüyor, ezberlemek ister gibi açık mavi gözlerini gözlerimde dolaştırıyordu. "Anlatamam. Yada sanırım anlatabilirim..." Sadece baktı ama aynı zamanda anlatmamı bekler gibi baktı.

Boğazımı sessizce temizledim. "Bir Manolya çiçeği sadece ilkbahar ve sonbaharda yetişir, büyür ve ağaca dönüşür. O benim ilk ve son baharım. Bu Manolya sadece onda çiçeklerini açar. Sadece onda o güzel kokusunu verir. Sadece onda güzel görüntüsünü gösterir." 

Onun sarı-kumral saçlarının dağılmış görüntüsü, bana tek gamzesiyle baktığı an gözüme gelince gülümsedim. "Yada sadece onun için Manolya kokar. Herkesin sevdiği gamzeyi hiç sevmeyen bir kadının iki gamzeyi de değil, tek gamzeye sadece onda aşık olması gibi. Çikolata çok tüketmeyen bir insan olarak çikolatanın kokusuna tutulmak gibi. Sarı saçı asla sevmezken onun için kendi saçını da sarıya boyatma isteği oluşturur gibi..."

Burak hafif bir şekilde burukça tebessüm etti. "Ne güzel. Adına sevindim." dedi sadece. Tebessüm ettim. "Peki sen aşık olup olmadığına karar verdin mi?" diye sordum neşeyle. Başını salladı. "Tek taraflı. Bana karşı hiç bu tarz bir düşüncesi olmadığına yemin edebilirim. Arkadaş bile değiliz. Tek taraflı bir aşk." dedi buruk bir sesle.

Yüzümdeki neşe tebessümü yavaşça silindi. "Emin misin? Belki oda seni seviyordur?" diye sordum bir umut. Aynı buruk ifadesiyle gülümsedi. "Eminim Manolya. Sen emin misin?" diye sordu ciddiyetine dönerek. Başımı salladım. "Eminim." 

"Peki kim bu kız?" diye sordum hemen. Bir omzunu umursamaz olmayan bir şekilde Boş ver dercesine indirip kaldırdı. "Boş ver. Bana kalsın." dedi kısık bir sesle. "Ya söyle ama! Bu şanssız kız kim?" diye sordum gülmemeye çalışarak. "Geveze...uzaklaş yada sus!" dedi sinirle.

Gülüşüm sert çıkışıyla beraber kesilmişti. "İyi be! O kimse öl geber onun aşkından da aklın başına gelsin." diyerek önüme döndüm. Sıkıntıyla ofladığını duydum. "Tamam sert çıkmak istemedim ama sende zorlama." dedi ciddiyetle.

Yüzümde oluşan gülümsemeyle ona döndüm. Ağzımda olan bir fermuarı çekiyor gibi hareket yaptım. "Tamam o zaman notları verir misin?" diye sordum. "Bir ayın notu var. İstersen bir ara sana geleyim hem sana özet geçerek anlatırım hem de notları yazarsın olur mu?" dedi sakinleşen sesiyle.

Başımı salladım. "Olur olur! Teşekkür ederim sessiz çocuk!" Bana sadece alaylı olduğunu düşündüğüm kısa bir bakış atarak önüne döndü. 

Firdevs'in bir anda yanıma oturmasıyla bakışlarım ona çevrildi. "Geldim!" dedi neşeli çıkan sesiyle. Bakışlarımın arkadan gelene kaymasıyla Volkan'ı gördüm. Onu görmemle yüzümde oluşan kocaman gülümsememle sandalyeden kalktım. "Volki'li Yanardağ?"

Volkan anında yüzünde ki benden çok daha fazla olan gülümsemesi ile koşarak belimden sıkıca beni kavrayıp havalandırdı. Beni hızlıca birkaç kere etrafımızda döndürmesiyle başımın döndüğünü hissettim ama ses etmeden kollarımı ona sarmaya çalıştım. "Mano'm!"

Firdevs ve Burak'ın bakışını üzerimizde hissederken Volkan'ın beni bir anda geri bırakmasıyla sendeler gibi geriledim. "Valla hastanede gördüm ama hasret gideremedim!" dedi sırıtarak. Güldüm. Parmak uçlarımdan destek alıp boyumu uzatarak kafasının arkasına hafifçe bir tane patlattım. "Yanardağım benim!"

Gülerek yanağımdan makas aldı. "Senin için sırf kendi fakültemden buraya geldim." dedi. Saçımı savurdum. "Ee böyle arkadaşın var, geleceksin tabi!" dedim büyüklenerek. Gülmesini kesmedi. "Şu halini bile özlemişim. Ee dün ne yaptın Doğuş doktorunu buldun mu?"

Yüzümde gülümseme asılı kaldı. Yandaki iki insana belli etmemeye çalışarak yavaşça başımı salladım. "Buldum buldum. Acil işi varmış." deyince Volkan'ın kaşları kalktı. Bir aydır her geldiğimde onu yanında görüyorum, sen uyandın ve onun işi varmış öyle mi? Pek inandırıcı gelmedi ama." Gözlerimi belertmemle korkarak hemen sözünü değiştirdi. "Sen öyle  diyorsan öyle, Mano'm."

Sahte bir gülümsemeyle sandalyeleri işaret ettim. "Hadi Volkan oturalım." Volkan başını iki yana salladı. "Kendi fakülteme dönmem lazım. Ders başlayacak." Israr etmeden başımı salladım. "Peki o zaman görüşürüz Volkan." Volkan kapıya ilerlerken elini dudaklarına götürerek öpücük attı. "Görüşürüz Mano!"

Ders saatinin yaklaşmasıyla oturuşumu düzelterek öne çevirdim kendimi. Hemen önümde konuşmakta olan kızın yarım saattir konuştuğunun farkındaydım ama umursamıyordum. Birkaç kere önümde otururken gördüğüm kızı omzundan hafifçe dürtükledim. 

Yuvarlak gözlüklü kız omzu üstünden bana döndü. Gözlerim kısıldı. "Adın neydi senin?" diye sordum. Kız bana anlamsızca bakarken arkadaşları da bana döndü. "Alkış?" dedi kız anlamsızca. Yüzümde sırıtış oluştu. "Alt üstü adını sordum alkış istemene ne gerek vardı?" 

Kız bana Ciddi misin? dercesine bakarken diğer arkadaşlarına döndüm. Esmer olana işaret yaptım. "Senin adın ne?" diye sordum. Oda diğeri gibi anlamsız bakarken cevap verdi. "Aydoğan." Kaşlarım çatıldı. "Aydoğan mı? O şalgam markası değil mi?"

Yanımda ki Burak'tan gelen fısıldamayı işittim. "İnsanları isminden soğutmaktan başka boş işin yok mu senin?" demişti alayla. "Sana ne be, Fuzuli! Git kitap yaz, sözler söyle sen!" diye sakince sitem ettim ona.

Önüme dönerek bakışlarımı henüz çok dolu olmayan sınıfın içinde gezdirdim.  "Herkesin ismi de bir çeşit. Ben dalga geçince de suçlu ben oluyorum..."

🌺

Hastanenin kapılarından içeriye doğru ilerledim. Çantamı ve üzerimdeki blazer takımımı kısaca düzelttim. Saçlarımı düzletiyorken bakışlarım bir yanda etraftaki insanların içinde belki tanıdık vardır diye dolanıyordu. 

Etrafı boş bir bakışla tararken asansörü çağırma tuşuna bastım. Altmışlı yaşlarında ki bir teyzenin ve muhtemelen on altılı yaşlarında ki bir gencin de yanıma gelmesiyle asansör kapısı açıldı. Beraber asansöre girdik. İlk hemen ben ikinci kata bastım. Genç kız telefondan başını kaldırarak beşinci kata bastı. Teyze elindeki sopasının ucunu tuşlara uzattı. Bakışları bana çevrildi. "Hangisi üçüncü kat yavrum? Hele söyle bari ben okuyamıyorum."

"Ben basmıştım zaten. Beraber çıkarız teyzeciğim." dedim sevecen bir sesle. Kadın sopasını geri çekerken başını salladı. "Allah razı olsun kızım." Dua almamla yüzümde tebessüm oluştu. "Ne demek." diye mırıldandım çok sessiz bir sesle.

Bakışları durmadan bende geziniyordu. "Çok güzel kızsın maşallah." dedi samimiyetle. Gülümsedim. "Teşekkürler teyzişko ya!" dedim neşeyle. Kadın tekrar başını salladı. "Hastaneye gelme sebebin nedir?" diye sordu yaşlı sesiyle. "Valla ölmüşek bitmişek biz teyze. Vahim, çaresiz bir hastalığın esiri olmuşuk gidiyek ölüme." Kadının yüzünde hüzünlü bir ifade oluştu. "Vah vah! Gencecikte kızsın!"

Asansör hareketlenirken genç kız telefondan başını kaldırarak bana baktı. "O nasıl bir şey be? Öyle hastalık mı olur?" diye sordu anlamsızca. "Yok Nurgül'cüğüm ben atıyorum. Yalan bunlar yoksa." dedim saçma bir ciddiyetle. Kız bana anlamsızca bakmaya devam etti. "Adım Nurgül değil?" 

"Peki Nurçay'cığım." dedim bu sefer. O tekrar konuşacaktı ki ondan önce davrandım. "Yok ya böyle de Doğuş Çay'a benzedi. Nurzalim'iğim peki. diye düzelttim. Kız bana deliymişim gibi bakış atarak telefonuna döndü. 

Bakışlarım teyzeye çevrildi. "Sen ne için geldin teyze?" diye sordum. Teyze hemen bana döndü. "İç hastalıklar kızım.  Bende şeker var onun için yavrum." Kaşlarım kalktı. "Aa anladım...hangi doktor?" diye sordum merakla. Kadının yüzünde gülümseme oluştu. "Doğuş Çekici."

Kadının dudaklarından çıkan isimle, benim ise işittiğim isimle beraber ikimizin de yüzünde sırıtış oluştu. "Benim de doktorum o." dedim memnuniyetle. 

Açılan asansör kapısından beraber çıktık. Kadın başını bana çevirdi. "Valla çok yakışıklı yavrum. Helal süt emmiş, kaymak gibi adam. Otuzuna da gelmiş. Uzman doktor, Çocuk, evlilik vakti de gelmiş." Kadının yüzüne imalı bir ifade otururken benim gülümsemem yavaşça soldu. "Şu doktoru bir benim toruna ayarlasam gözüm açık gitmem." dedi hevesle.

Koridorun sonundaki odaya ilerlerken kadına sahte bir şaşkınlıkla baktım. "Aa! Siz bilmiyor musunuz o adamın nişanlısı var. Yeşim gözlü, bir yetmiş boyunda, kumral saçlı, dünya güzeli bir kız." Kadının yüzüne şaşkınlık oturdu. "Ama hani bekardı!" diye mırıldandı.

"Değil teyze değil. Nişanlısını da tanıyorum ben. Ayrıca o doktor her kıza bakmaz. Muhtemelen senin toruna da bakmaz." Kadın hemen çantasını karıştırmaya başladı. "Dur fotosu olacaktı göstereyim!" ilerlerken bir yandan koridoru inceledim bir yandan teyzeyi bekledim.

Teyzenin çıkardığı vesikalık fotoğrafı bana uzatmasıyla kaşlarım çatıldı. Fotoğrafı alarak okul üniformalı ergenlik çağlarında olduğu her halinden belli olan kıza baktım. Kaşlarım daha da çatılırken teyzeye döndüm. "Teyze bu liseli?" 

Kadın bana sırıtarak bakarken başını iki yana salladı. "Yok kızım yok bu eskidir eski." Kaşlarım kalktı. "Tam olarak ne kadar eski?" diye sordum. "On yıl önce çektirivermiştik bunu." dedi her şey normalmiş gibi bir gülümsemeyle. Solan ifademle başımı yavaşça salladım. "Anlıyorum..."

Kapıya yetişmemizle durduk. İçeri girmeye yelteneceğim sırada arkamda kalan teyzenin sesini duydum. "Kızım dur senin sıran mı? Hem ayrıca doktor öğlen arasındaymış şimdi." Omzum üstünden teyzeye baktım. Etrafta Uzman doktor Doğuş Çekici'yi bekleyen bir sürü hastası vardı. Onların duyamayacağı şekilde teyzeye doğru fısıldadım. "O bana istediğim her zaman muayene yapıyor. İstediğim her an derdime deva oluyor, bana torpilli." dedim sinsi bir sesle.

Ardından hemen yavaşça kapıyı açarak içeriye girdim. Sandalyesi arkasındaki boydan cama çevrili bir şekilde telefon konuşuyordu. "Tamam Birim. Halledince haber veririsin. Sonuçlara göre artık bakacağım." 

Sandalyesine doğru ilerlerken, "Birim mi? Kaç birim? Neyin birimi?" diye sessizce fısıldadım. Sandalyesini anında sesin geldiği yöne yani bana çevirdi. Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Kadının adı o." 

Kaşlarım kalktı. "Ne? O nasıl isim?" diye mırıldandım. Şuan ki konumuzu umursamadan elini bana uzatınca ona daha da yaklaşarak kollarımı boynuna sardım. O da bana sıkıca sarılırken mırıldandı. "Kadın adıyla mutlu." 

Kaşlarım kalktı. "Niye? Kusura bakmasın ama geri zekalı mı? Şaka şaka o kadar da kötü değil aslında." diye mırıldandığımda bana tavrımı hoş karşılamamış gibi bir bakış attı. "Ne baktın öyle? Ağzıma acı biber mi süreceksin? Alt üstü argo kullandım."

 Kollarımı ondan çekerek masasına çıkarak  oturmamla oda sandalyesine tam yerleşti. Tam karşımda, çok az aşağımda duruyordu. Akıma gelen şeyle içimde bir yaramazlık hissettim. Sırıtmamaya çalıştım. "O değil de ben yetimhanedeyken müdüre hanım bana hep, "Yaramazlık yaparsan doktoruna veririm, iğne yapar, cezalandırır seni derdi..." Bana merakla bakarken hafifçe eğilerek doktor önlüğünün yakalarını düzeltmeye başladım. "Sen beni yaramazlık yaparsam cezalandırır mısın? İğne dışında."

İmalı ifademe karşılık yavaşça sandalyesinden kalkarak ellerini iki yanımdan masaya dayadı. Yüzlerimiz arasında karışlar mesafe kalmışken nefesini verdi. "Eğer yaramazlık yaparsan..." Kaşlarım heyecanla kalktı. Bakışlarıyla masasında boş boş duran iğneyi işaret etti. "Sonu yine iğne olacak cezalar verebilirim sana." Bunu anlayan insan benim dışımda çıkmazdı. Utanç duyusuyla ısındığımı hissettim.

Sonu, aşırı heyecandan dolayı iğne olan anım...

Utanç beni sinirlendirirken anında masadan kalkmamla dizlerimiz birbirine sürtündü. Hafifçe eğilerek boynundaki stetoskopu uçlarından çekerek onu kaldırmaya çalıştım. Beni zorlamamak için kalkarken bakışlarım ondaydı. Boynundaki tuttuğum stetoskopun uçlarından onu muayene alanına doğru çekiştirdim.

Doğuş sadece beni izleyerek takip ederken sırıttım. "Bugün ben doktor olabilir miyim?" diye sordum. "O nasıl olacakmış?" diye sordu muzipleşen sesiyle. Muayene paravanının yanına gelmemizle durduk. Ona döndüğümde boynunda olan stetoskopun uçları hala elimdeydi.

"Ben doktor olacağım, sen hasta işte!" dedim gülümseyerek. Bakışları gülümsememe takıldı. Ondan ses çıkmamasıyla yerimde zıpladım. "Hadi ama! Doktorculuk oynayacağız sadece!" Doğuş'un gözleri kısılırken bütün şirin halime bürünmeye çalıştım. Yüzünde tebessüm oluştu. "Peki doktor hanım." Otuz yaşında adama da doktorculuk oynatacaksın ya, Manolya.

Sevinçle yerimde birkaç kere zıpladım. "Hadi o zaman bana önlüğünü ver." dedim neşeyle. Önce boynundan omuzlarına doğru asılan stetoskopu çıkarıp bana uzattı. Hemen heyecanla kaptım. Çok hafifçe gülerek üzerindeki önlüğü de çıkardı. Heyecanla bu sefer onun önlüğü vermesini bekledim. Bana yaklaşarak önlüğü sırtıma yasladığında kollarımı önlüğün bana koca gelen kollarından geçirdim. Önlük üzerime baya bir büyük olsa da üstümde duracaktı.

Stetoskopu onun yaptığı gibi boynuma asıp omuzlarıma bıraktım. Ellerimle önlüğü düzeltirken etrafımda dönerek Doğuş'a kendimi gösterdim. "Nasılım? Blazer takımımla da tam doktor kadın gibi oldum dimi?" diye sordum hevesle. Yüzünde hala olan o tebessümlü gülüşüyle başını salladı. "Benden daha çok ilgi çeken bir doktor oldun." dedi tok sesiyle.

Dudaklarımda bir gülüş peyda oldu. "O zaman doktor oluyorum tamam mı? Sende hastasın." Başını beni onaylarcasına salladı. O sandalyesine ilerlerken bende onu izledim. "Ama önce yanıma gelmelisin..." kaşlarımı çatarak üzerime elbise gibi olan doktor önlüğüyle beraber peşinden gittim.

Oldukça rahat olduğuna her zaman emin olduğum koltuğunu geri çekerek oturmam için beni bekledi. "Doktorsan bir masan olmalı." dedi bakışlarıyla sandalyeyi işaret ederken. Sırıttım. Ardından havalı adımlar atarak sandalyeye oturmamla sandalyemi düzelterek geri çekildi. 

"Doğuş doktorun sandalyesine oturan tek insansın." dedi göz ucuyla bana bakarken. Cilveli bir sesle mırıldandım. "Ya Doğuş!" Bu cümlenin A'sını uzatarak söylemiştim. Manolya  kızım sana ne oluyor? NE BU HAREKETLER?

Ben heyecanlı bakışlarımı masada gezdirirken 'Doğuş Çekici' yazığını ve hemen altında da 'Uzman doktor' yazısını gördüm. Parmağımla isimliği işaret ettim. "Burada Uzman doktor Manolya Dinçer, yazıyormuş gibi düşün." Sadece başını salladı.

Tekrar heyecanlandım. Ellerimi masada gezdirirken bakışlarımı kaldırıp Doğuş'a çevirdim. Benim her zaman oturduğum deri koltuğa oturdu. "Merhabalar doktor hanım. Direkt gelip oturdum ama sorun yok değil mi?" Öyle bir ciddiyetle söylemişti ki bir an gerçekten beni doktor sandığını düşünecektim.

Yüzümden istemsizce eksik olmayan sırıtışla konuştum. "Evet. Kalk şimdi tek ayak üstünde dur." Anında afallamasıyla güldüm. "Şaka şaka! Adın ne senin?" diye sordum. Doğuş, doktorluğumdan hiçte hoşlanmamış bir ifadeyle cevap verdi. "Doğuş." 

Yine güldüm. "O ne be, Doğuş Çay gibi!" Bana bomboş bakarken ben gülüyordum. "İyi ki doktor değilsin." diye mırıldandığını duydum. Çok sessizce söylemişti ama duymuştum. 

Başını kaldırıp tekrar bana baktığında gülüşümü dindirerek boğazımı temizledim. "Şikayetiniz nedir?" diye sordum.  Yüzünde oluşan asla anlamlandıramadığım için değişik dediğim o gülümsemesini yüzüne kondurdu. "Göğüs kısmımda ağrı hissediyorum sürekli olarak, kalbe kadar çıkıyor bazen, ağrı çok yayılmıyor ama oldukça şiddetli." 

"Kalp hastalığıdır o! Kalbiniz vardır sizin! Onun içinde kalp bölümüne gidersiniz işte he!" Kaşları çatıldı. "Nasıl yani test, kan alma falan yok mu yada muayene?" diye sordu ciddiyetle. Ağzım aralı bir şekilde kısaca düşünüp başımı salladım. "Muayene yaparız ya sıkıntı yok."

Başımla muayene sedyesini işaret ettim. "Geç bakayım oraya!" Ayaklanmamla oda ayaklandı. "İyi bakalım." diye mırıldandığını işittim. Masanın yanından dolanarak onunla beraber muayene sedyesine ilerledim.

Paravanın arkasına geçmesiyle bakışlarımla üstünü gösterdim. "Soyun bakayım yakışıklı." Bana bakış atarak üzerindeki beyaz tişörtü tek hamlede çıkardı. Çıplak üst vücudu bakış açıma girmişti. O fark etmeden hemen güzel kaslarını kesmeye başladım.

Doğuş tişörtünü hastaların eşyalarını asması için bulunan askılığa astı. Ardından sedyeye oturdu. "Yalnız erken çıkardık sanki?" dedi bakışlarıyla sormak yerine bilgi verdiğini belli ederken. Elimi aman dercesine salladım. "Boş ver, doktorunum ben senin çekinme." 

Avuçlarını arkasından sedye bastırarak beni bekledi. Nefesimi vererek sedyenin uç kısmındaki masadaki aletlerden salma olarak ateş ölçeri aldım. Karşısına geçerek ateş ölçeri tek tek kulaklarına soktum. Ateşine bakarak köşeye koyduktan sonra boğaz çubuğu aldım.

"Aç ağzını, Manolya de ama, A'sını ben tamam diyene kadar uzat." Bana ciddiyetle baktı. Hemen ardından tek kelime etmeden ağzını açtı. Çubuğu bir anda fazla bir şekilde ağzına sokmamla çubuk boğazına kaçacaktı az daha. Hemen geri çekmemle öksürdü. "Çiçeğim dikkatli olsana biraz." dedi öksürüklerinin arasından.

Üzüntüyle ona bakım. "Ay! Valla çok özür dilerim. İstemeden kaçtı." dedim hemen. Başını kaldırarak bana baktı. "Sorun yok tamam, üzülme." Konuşmasını bitirerek tebessüm etmesiyle gülümsedim. "Devam ediyorum o zaman Doğuş Hanım." dedim Hanım kısmını vurgulayarak.

"Devam edecek misin gerçekten? Peki." sessizce bunu demişti. Kaşlarım çatılırken suratımı astım. "Kötü mü doktorluk yapıyorum yoksa?" diye sordum tedirginlikle. Bana baktı ama bir şey diyemedi. "Kötü demeyelim de, herkesin iyi olduğu bir alan vardır. Senin için o alan pek bu değil gibi. Yada uygun değil sanki..." Cevap vermedim çünkü haklıydı.

"Tamam ya o zaman devam edeyim ben muayeneye. Yat bakayım yakışıklı." İfadesizlikle yerinde kıpırdanarak sedyeye uzandı. Çıplak vücudu bu sefer tam elimin altındaydı. Evet! Doktorculuk oyunu planım işe yaramıştı. 

Şaka şaka!

"Ne yapmam gerekiyor?" diye sordum sakince. "Parmaklarının sırtını üzerimde gezdir..." Bakışlarımı vücudundan çekerek zeytin gözlerine çektim. "Dilediğin gibi gezdirebilirsin." dedi o değişik gülümsemesiyle. 

"Bu dilediğin gibi gezdirme bana özel mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Başını onaylarcasına salladı sadece. "O zaman başlıyorum!" Tekrar başını salladı. "Başlayabilirsin." 

Parmaklarımın sırtını kolundan başlayarak gezdirmeye başladım. Parmaklarımın sırtı güzel teninde gezindi. Kolundan yukarı doğru çıkarken mırıldandım. "Bunun amacı ne peki?" Parmaklarımın sırtı omzuna doğru çıkarken onun konuşmaya başlamasıyla teni de hafifçe oynadı. "Tenimi kontrol ediyorsun." demişti sadece.

Parmaklarım göğsüne doğru indi. Bakışlarımı yüzünde hissediyorken yutkundum. Parmaklarımın sırtının yanıyor gibi ısındığını hissettim resmen. Vücudu o kadar sıcak olmamasına rağmen sanki bedenimin ısınışı gibi onun bedenin etkisi de parmaklarımın ona dokunduğum sırt kısmını yakıyordu.

Parmaklarım daha da aşağı indi. İçten büyük bir istekle karın kaslarında gezdiriyordum bu sefer. Kasları tahmin ettiğimden çok daha sertti. Ellerim karın kaslarının az biraz aşağısına inmesiyle nefesini tuttuğunu fark ettim. Parmaklarımın sırtını yukarı çıkarırken, "Nefesini tutma." diye fısıldadım onun bana her fırsatta dediği gibi.

Bakışlarımın yüzüne çıkmasıyla gözlerimiz kesişti. İki yeşil göz sürtünerek büyük bir yangın çıkarmış gibi bir etki oluşturmuştu. Ağır ağır dudaklarını oynatmasıyla bakışlarım dudaklarına kaydı. "Senin ki muayeneden çıkıyor, ne dersin ha?"

Ellerimi bedeninden çektim. "Yok yok! Dışına çıkmam etik değil. Profesyonel bir doktorum ben. Etik olmayan şeylerle işim olmaz. Tıpkı seninle olmadığı gibi." dedim imalı bir sesle. Bana o dediği cümlelerin hepsi kelimesi kelimesine aklımdaydı ve ben kinci bir insandım.

"Bak sen...etikçi ve kuralcı insanları severim." Kaşlarım anında çatıldı. "Sevme! Ben öyle değilim çünkü!" dedim hemen. Bakışlarımız kesişti. Gözlerinin içiyle gözlerimin içine iltifatlar ederken dudakları kıpırdadı. "Seni her türlü severim. Kuralsızlığını da severim, seni de severim."

Sözleri içimde bir şeylerin ayaklanma hissini oluştururken yüzümdeki gülümsemeyle bakışlarımı bakışarak vücuduna dokunmaya devam ettim. "Şuan bana sorular sormanız gerekmiyor mu doktor hanım?" diye sordu beni izlerken.

"Ha! Sorayım..." ellerim vücudunda gezerken aklıma gelen ilk soruyu sordum. "Beni ne kadar seviyorsunuz?" dedim sırıtışla. Bir an gülecek gibi oldu ama kendini tuttu. "Soru derken, yemek yediniz mi? İlaç kullanıyor musunuz?  Tarzında."

Anında içimi bir utancın kapladığını hissettim. "Ha..." diye mırıldanabildim sadece. "Peki o zaman...ilaç kullanıyor musunuz?" Yüzüme bakarak gülümserken başını iki yana salladı. "Hayır doktor hanım."

Ellerim çaktırmadan kaslarında gezinmeye devam etti. "Kapının önünde o kadar hastan bekliyor sen burada benim hastam oluyorsun." dedim sırıtarak. Sendeye de oturur pozisyona geçti. "Öğlen arasındayım. Elbet onlara bakacağım ara bitince." dedi sadece. 

"Bak bak." diye mırıldandım boynumdaki stetoskopu çıkarak kulak uçlarını kulaklarıma takarken. Bakışlarımı net bir şekilde üzerimde hissediyorken stetoskopun diyaframını alarak kalbine yasladım. Ona yaklaşmamla bakışları dikkatle yüzümde gezinmeye başladı. Kalp atışı normal gibiydi. 

Ben kalp atışlarını dinlerken gözleri kapandı. Kirpikleri göz altlarının yarısını örterken derin iç çeker gibi nefes aldı. "Kokunu tutturabilmişim...şimdi emin oldum." diye mırıldandı içli bir sesle. Kalp atışlarının daha hızlandığını hissetmiştim. "Tutturdun." dedim dudaklarımı oynatarak.

Stetoskopu çekmemle gözleri de açıldı. Stetoskopu köşeye bıraktım. "Sanki bir şeyleri unutuyorsun ama?" dedi. Farkındaydım. Bir sürü şeyi atlayarak yapmıştım. Kafama göre. "Boş ver." dedim umursamazca. "Ne kadar da iyi bir doktorsunuz." diye mırıldandı.

Gülerek ona yanaştım. "Söyle bakalım şimdi ne yapmam gerekiyor." Ellerini arkasından sedyeye bastırdı. "Kontrol ettin mi, Dudaklarımı? Yüzümü? Boynumu? Saçlarımı? Gözlerimi? Kulaklarımı?" diye üst üste sorular yağdırdı. 

Sakince nefesimi dışarı verdim. "Gözlerinin muayenesine gerek yok. Onlar zaten ezberimde." Kaşları anında havalandı. "Nerden biliyorsun? Belki ben renk körüyüm? Belki çift görme yaşıyorum?" diye sordu ciddiyetle.

"Ne bileyim ben ya tıpçı mıyım senin gibi? Hem gözünde sorun varsa bana niye geliyorsun kardeşim? Yürü git, göz hastalıkları bölümüne o zaman!" dedim sitemle. Başını senden olmaz dercesine iki yana salladı.

Yüzümde muzip bir gülümseme oluşurken yüzüne yaklaştı. "Dudaklarını kontrol edelim o zaman." Hızla yüzüne tamamen yaklaşarak dudaklarını kısaca öperek geri çekildim. Bana tebessümle bakarken dudaklarını yaladı. Başımı ağır ağır salladım. "Dudaklarınızın kontrolü de tamam!" 

Kaşları kalktı. "Her hastanıza böyle misiniz?" diye sordu imayla. Güldüm. "Sadece yakışıklı hastalarıma." Kaşları bu sefer sertçe çatıldı. "Ne?" Sertleşen sesiyle hemen düzelttim. "Şaka şaka! Sadece size özel." dedim. Son cümlemi cilveli bir şekilde söylemiştim.

İfadesi hemen yumuşadı. Bakışlarını benden çekmeden uzanarak stetoskopunu aldı. Stetoskopu boynuna astı. Stetoskopun uçları çıplak kaslı vücuduna değiyordu. Beni kendine yaklaştırmasıyla nefesini yüzüme doğru verdi. 

Bir anda kapının açılmasıyla ikimize irkilerek geri çekildik. Doğuş hemen ayaklanarak koca elini ağzıma kapatarak sırtımı nazik olacak bir şekilde paravana yasladı. Tedirgin bakışlılarım onun yüzündeyken bakışlarını hemen bana çevirdi. İşaret parmağını dudağına bastırarak sus işareti yapınca hemen başımı salladım.

"Doğuş?" Bayar'ın sesi duyuldu. Daha da tedirginleştim. Doğuş elini ağzımdan çekmesiyle oraya doğru sakin kalarak seslendi. "Buradayım!"

"Ne yapıyo'n lan orada tek başına?" diye tekrar Bayar'ın sesinin gelmesiyle gerildiğimi hissettim. Dudaklarımı ağzımın içine doğru çekerek dudaklarım yokmuş gibi bir görüntüye getirerek olacakları derin bir sessizlikle bekledim.

Doğuş tişörtünü giymesiyle hemen paravanın arkasından çıktı. "Odama nasıl pat diye girersin? Tıklamayı unuttuğunu umuyorum. Odama girmeden izin almalısın!" dedi sitemle. Çok kısa bir sessizliğin ardından Bayar'ın sesi geldi. "Tamam ya! Bundan sonra çalarız Doğuş, gerilme hemen!"

Doğuş'un önlüğü hala çikolata kokusuyla beraber üzerimdeydi. 

"Asistanın geldi de, içeri girmeye utanıyor kızcağız. Onu diyecektim." dediğini duydum Bayar'ın. Ne? Asistan mı?

"Heh! Gelsin gelsin." Dediğini duydum Doğuş'un. Paravana daha da yaklaştım. Paravanın arkasına kısıkça gelen adım sesleri yükselmeye başlayınca Bayar'ın sesi tekrar ortama girdi. "Gel bakalım, Eylül." 

Onları daha dikkatli dinlemeye koyuldum. Doğuş'un sesi geldi. "Hoş geldin seni bekliyordum bende." dedi sakin ve ciddi tavrıyla. "Biraz geç kaldım ama Doğu-" İsmini söylerken duraksadı. Tekrar konuştu. "Da ben sana nasıl hitap edeceğimi bilmiyorum. Nasıl etmeliyim?" 

O da ne demek? Doğuş doktor? Doğuş hocam? Doğuş Çekici hocam? Doğuş Çekici Doktor? Doktor bey? Bunlara ne oldu? 

Doğuş'un ciddiyetli sesi tekrar duyuldu. "Sınır aşılmadan istediğin gibi hitap edebilirsin ama Doğuş Hoca'mı tercih ederim." Yüzümde memnun bir gülümseme oluşurken sessizce dinlemeye devam ettim.

"Birde öğle saati bitmek üzere haberiniz olsun. Hastaları yönlendireceğim zaman bana haber verirsiniz." dedi kız kibar bir sesle. Sesi çok büyük çıkmıyordu. Genç, hatta benden biraz daha genç gibi çıkıyordu. "Tamamdır." dedi Doğuş ciddiyetle.

"Gideyim o zaman bende." dedi Bayar sessizce. "Tamam." dediğini duydum sadece. Ayağımı hafifçe öne koyacaktım ki bir an bacağıma yüklenen ağrıyla kayacak gibi oldum düşmemek için hemen paravana tutundum. Paravanın ayağından çıkan ince  sesle gözlerim irice açıldı. Odada büyük bir sessizlik oluştu.

"Sesi sizde duydunuz mu?" diye sorduğunu duydum Bayar'ın. Elimi ağzıma kapatarak ses çıkarmamaya çalıştım. Kalp atış ritmimin hızlandığını hissediyordum. "Ben bir ses duymadım." dedi Doğuş oldukça inandırıcı bir sesle.

"Yok ya sanki paravanın oradan bir ses geldi...dur bi' bakacağım..." Ağzım aralanırken başım hızlıca etrafta saklanacak yer aradı. Hiçbir yer yoktu!

Adım seslerinin duyulmasıyla Doğuş'un sert sesi de duyuldu. "Bayar diyorum! Artık odamdan çıksan mı? Ses falan yok." Bayar onu dinlemeden adımlarımı olduğum yere doğru atıyordu. Adım sesleri yükselerek yaklaştıkça kalbimin atış hızı da yükseliyordu.

Paravanın altından ayakkabılarını görmemle iyice panik oldum. O tam buraya dönecekken paravanın diğer tarafına sessizce geçtim. Bu sefer Doğuş'la asistan kızın görüş açısına girmiş olsam da Bayar'dan iyiydi. Asistan kızın beni görmesiyle kaşları şaşkınlıkla kalktı. Gerçekten gençti. Yirmili yaşlarına yeni girmiş gibi duruyordu. Sarı saçları, kahve gözleri, saf bir güzelliği vardı.

Doğuş bana bakışlarıyla işaretler yapıyorken Bayar'ın sesi tekrar duyuldu. "Hiçbir şey yokmuş gerçekten..." paravanın arkasından çıkıyorken hemen oldukça sessiz adımlarla geri paravanın arkasına geçtim. Beni fark etmemişti. "İyi ben gidiyorum hadi görüşürüz!" Bekledim. Kapı sesinin gelmesiyle derin bir nefesi vererek paravanın arkasından çıktım.

Doğuş'un yanına ilerlerken asistan kız hala orada duruyordu. Elimi kalbime koydum. "Heyecandan öleceğim sandım!" diye mırıldandım. Bakışları bende gezindi. "İyi misin?" diye sordu ilgiyle. Başımı salladım sadece.

İkimizde asistan kıza döndük. Kız hala şaşkın görünüyordu. Elimi uzattım. "Selam. Ben Manolya." diye düz bir sesle kendimi tanıttım. Kız şaşkınlığını geçerek elini karşılık olarak uzattı. "Selam...Eylül bende." Doğuş'un espri yapmamam için attığı bakışlarını hissetsem de umursamadım. "Ocak da bende olsun o zaman."

Kızın kaşları kalktı. "İsim olarak Eylül. Adım Eylül." dedi kız masum bir ifadeyle. Başımı anlıyorum dercesine salladım. Minyon tipliydi ve tatlı, hanım hanımcık denilen bir tarzı vardı. "Siz? Doktor musunuz sizde?" diye sordu kız tebessümüyle. 

Kaşlarım kalktı. "Doktor mu? O da nereden çıktı? Doktora benzer bir halim falan mı var acaba?" dedim sırıtarak. Bakışlarım Doğuş'a kaydığında üzerimi işaret ettiğini gördüm. Üzerimde Doğuş'un kocaman olan doktor önlüğü olduğu aklıma gelmesiyle saniyeler içinde olayı çözdüm. "He! Evet ya..." 

Yüzüme oyuncu bir ifade kondurarak derin nefes aldım. "Kalp uzmanıyım. Aslında beni başhekim yapacaklardı da ben Kenan abi yerinden olmasın diye kalp uzmanı kalmak istedim. Ayrıca hastam çoktur. Uzman Doktor Manolya Dinçer. Odam on dokuzuncu katta, bana ulaşmak kolay değil. Benim gibi mükemmel bir doktora."

Kız tekrar şaşırmak üzereyken Doğuş hemen araya girdi. "Kendisi bir hastam olur. Doktor falan değil." diye bilgilendirince kızın bakışları ona çevrildi. "Dünyalarca ünlü yazarım." dedim sırıtarak. Kız tekrar bana döndü. "Ya? Eseriniz nedir?" diye sordu ilgili bir sesle. "Henüz yayımlanmadı." dedim tebessümle. 

Kızın kaşları kalkarken Doğuş'un gülmemek için kendini tuttuğunu hissettim. "O nasıl oluyor?" diye sordu kız saf bir sesle. Gülümsedim. "Hislerim kuvvetlidir ve kendime fazla güveniyorum diyelim." dedim net bir sesle.

Kız başını salladı. "Kendine güveniyor olmanız güzel." Bende başımı salladım. "Bence de güzel." Doğuş öksürükle araya girdi. "Eylül benim asistanlığımı yapacak bugünden itibaren. Ayrıca eskiden komşumuzdu. İyi ve bu işte de başarılı olacağını düşündüğüm bir kız." dedi ciddiyetle. Cümlelerin güzel seçiyor ve güzel bir şekilde dışarı aktarıyordu.

Kız bu cümlelere gülümsedi. "Teşekkür ederim Doğuş abi- pardon Doğuş Hocam..." diye düzeltti hemen. Abi mi? Ondan mı nasıl hitap edeceğini sormuştu? Ona abi dediği için mi? 

"Rica ederim, Eylül." dedi Doğuş, her zaman ki duvar gibi ciddi sesiyle. Eylül ne yapacağını bilemez gibi etrafı inceleyerek bekledi. Ardından bakışları bana dokununca dudaklarını konuşmak için araladı. "Bu arada haddim mi bilmiyorum ama Manolya Hanım sadece hastanız mı? Yani bilmeden bir şeyler yapmayayım diye diyorum..." 

Doğuş'un bakışları göz ucuyla bana dokundu. Bana bir bakış attıktan sonra asistanına döndü. "Manolya Hanım sadece hastam." dedi. Öyle bir oyunculuk ciddiyetle söylemişti ki ben bile inanırdım. 

Üzerimde ki doktor önlüğünü bir çırpıda hızlıca çıkararak ona uzattım. "Sağ olun. Artık soğuk gelmiyor. Soğukluğu da bir anlığına hissettim sanırım. Hastalığımla ilgili olduğunu sanmıyorum." dedim Doğuş'a doğru. Anında anlayarak başını salladı. "Peki Manolya Hanım. Çıkabilirsiniz." dedi mesafeli bir sesle. Hemen ardından bakışları Eylül'e kaydı. "Sende Eylül." dedi ciddiyetle. 

Eylül hemen başını sallayarak benimle beraber kapıdan çıktı. Hızlı adımlarla koridorda ilerlemeye başladım. İlk günü kazasız, belasız, baskınlı ama basılmadan atlatmayı başarmıştık. 

Asansöre yetişmemle asansörü çağırma tuşuna basarak beklemeye başladım. Sabırsızca asansörü beklerken bakışlarımı etrafta gezdirdim. Her zamanki gibiydi hastane. Geçip giden doktorlar, hastalar, hemşireler, herhangi personeller...

Açılan asansör kapısından girdim. Üzerimdeki crop blazer ceketi kısaca düzeltirken asansörün içindeki beklemediğim kişinin varlığını umursamadım. Omuzdan asılı çantamı düzelterek kapıya doğru döndüm. "N'aber?" diye sordu her zamanki hiperaktif sesiyle.

"İyi sen?" dedim boş bir sesle. "Seni gördük bir şey fark etmedi. Normalim." dedi açık bir şekilde. Umursamadan göz ucuyla malum insan Ufuk'a bakış attım sadece. 

Ardından önüme dönerek duruşumu düzelttim. "Aa! Seni gördüm bak aklıma ne geldi." Bakışlarım tekrar istemsizce ona kaydı. "Ne var?" diye sordum merakla. Elini doktor önlüğünün cebine attı. Ve katlanmış beyaz bir kağıdı gözler önüne çıkardı.

Kaşlarım çatılırken katlanmış kağıdı kaldırarak işaret etti. "Sana özel bir sürpriz bebeğim. Beğeneceğine eminim." dedi laubali bir şekilde. Sözlerine takılmadan bakışlarımı kağıttan çekemdim. "Ne ki bu?" diye sordum merakımla.

Kağıdı bir oraya bir buraya götürerek salladı. "Bilmem. Onu sen bilirsin bence." dedi bilmiş sesiyle. Salladığı kağıdı elinden kaparak katlanmış kağıdı açmaya başladım. "Çabuk meraklandın." dediğini işittim.

Kağıdın açılmasıyla, kağıdı düzelterek göz gezdirmeye başlıyordum ki Ufuk bir anda kağıdı elimden çekti. "Ne yapıyorsun be?" diye sordum kaşlarım derince çatılırken. Ufuk ciddileşen ifadesiyle ellerini arkada birleştirdi. "Dur canım ben sana özet geçeyim...bu bir dilekçe. Burada Doğuş Çekici'nin, sayın hastası Manolya Dinçer ile yaşadığı gönül ilişkisini kısaca anlatan bir dilekçe. Yasak aşk için yazılan bir dilekçe ve eğer bu işleme geçerse Doğuş'un ceza alacağı bir dilekçe."

Paniklemeye başlayarak kalp atışlarımın yükseldiğini hissetmemle başımı kaldırdım. "Ne demek bu? Aramızda böyle bir şey yok ki? Ne saçmalıyorsun Ufuk?" diye sordum sinirle. Ufuk'un yüzünde sinsilik derecesi oldukça yüksek olan bir çarpık gülümseme oluştu. Öyle bakıyordu ki sanki her şeyi görmüş, biliyor gibiydi. 

"Günaydın bu arada." Kaşlarım anlamsızca çatıldı. Panikten dediklerine de anlam veremiyordum artık yutkunduğumda tekrar konuştu. "Bir ay sonra uyandın ya. Günaydın dedim." dedi sinsi ifadesiyle. 

"Sen o dilekçeyle anca bize iftira atmış olursun." dedim sertleşen sesimle. Çarpık gülümsemesini tekrar yüzüne kondurdu. "Sen zamanında benimle yaptığın iş birliğini çabuk unutmuşsun sanırım." Aklıma gelen sarhoşluk videosuyla ağzım aralandı. 

Bunu yapmazdı değil mi? O kadar da değildi? Böyle karşıma çıktığına göre o kadardı...

Peki ya gerçekten her şeyi öğrenmiş miydi? İçime doluşan panik ve endişeyle nefes almaya çalıştım. Korku sanki kanıma enjekte edilerek kanımı donduruyor gibi hissettim. Tek korkumun sebebi Doğuş'un üzülmesiydi. O üzülürse bu karşımdaki insanı kimse elimden alamazdı.

Sadece umdum. Yapmayacak yada yapmamış olmasını. Her şeyi bilmiyor olmamasını umdum. Ama bana öyle bir bakış atmıştı ki o bakış net bir şekilde her şeyi bildiğini gözlerime anlatmıştı resmen.

Sanırım günü kazasız belasız atlatamamıştık...

Bölüm sonu geldi!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Bölümden pek emin olamadım. Bölümlerden asla emin olamıyorum bu yüzden size soruyorum. Manolya ve Doğuş'un bu halini beğendiniz mi?  

Bana destek olmak için oy verip yorum atarsanız çok mutlu olurum💖

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤍

Ig: dilek.wt

Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top