22.BÖLÜM : BELKİ SON KEZ - I.KİTAP FİNALİ

Emre Aydın - Sen Beni Unutamazsın

🌺

Yıllar sonra bu sahneyi yaşayacağımı asla düşünmezdim Babam, onun çok sevdiği kızı ve onun hiçbir zaman sevmediği kızı.

Kendimi tutmaya çalışırken titrediğimi fark ettim. Sanki aynadan kendi gözlerime bakıyormuş gibi onun yeşim gözlerine bakıyordum. Her şey durmuş gibiydi. Ben onu görüyordum ve biz yıllar sonra tekrar göz gözeydik. 

Onun karşısında kendimi son derece güçsüz hissediyordum ve bu his beni delirtiyordu. O küçük kız gözlerimin önüne gelmiş gibi hissetmiştim. İçimde onun anıları canlanmış gibi hissetim. Kolumdaki yanık izinin acısını hissettim. Babamı son görüşümdeki gibi beni yetimhanenin kapısına sürüklediğinde yere sürtünen dizlerimin acısını hissettim. Canımın her anlamda yandığını hissettim.

Babamın gözleri kısıldı. "Kimsiniz? Manolya Dinçer mi dediniz demin?" diye sordu şüpheyle. Benimle aynı olan gözleri kontrol etmek ister gibi dikkatle gözlerimi inceliyordu. Yutkunarak sendelercesine geri adım attım. Ardından kendime geleye çalışlarak hızla başımı iki yana salladım. "Ben...ben kimse değilim gerçekten." diye bir şeyler gevelemeye çalıştım. Kalbimde ağrı vardı. Yaşadığım duygular kalbime etki yapıyor ve hastalığımı tetikliyordu.

Hemen babamın omzuna çarparak odadan çıktığımda gözlerim sanki bu anı bekliyormuş gibi daha fazla dayanamayarak dolmaya başladı. Ağlamamalısın. Onun yüzünden tekrar ağlamamalısın. Güçlü durmalısın. 

Tam kaçmak için ilerleyecektim ki kolumdan tutan güçlü bir el hissettim. El hemen beni kendine çevirdiğinde bu kişinin babam olduğunu gördüm. Kaşları çatıldı. "O'sun değil mi sen? Gözlerin, adın, soyadın, kızımın karşısına kadar geçmen!" diye kükrediğinde ağzım titreyerek aralandı. Bana bağırışı hala aynıydı ve o günlerin dejavusunu yaşatıyordu.

"Kimden bahsediyorsun?" diye sordum titreyen sesimle. "Evet! Yeterince de büyümüşsün! Koskoca genç kız olmuşsun! Ölmüşsündür diye düşünmüştüm ama ölmemişsin. Hayatta kalmayı başarmışsın." dedi alayla. Hiçbir zaman bana karşı ağzından çıkardığı kelimelere dikkat etmemişti. Hiçbir zaman benimde bir insan olduğumu düşünmemişti.

Hıçkıra hıçkıra ağlayasım gelse de güçlü durmaya çalıştım. "Ben Manolya, evet! Ama tek başıma Manolya." dedim sesimi ifadesiz çıkarmaya çalışarak. Dikkatle bedenimi süzdü. Yüzümde durduğunda alaylı bir ifade oluştu suratında.  "Güzelsin. Aynı annene benzemişsin. Gözlerin dışında her şey ona benziyor." dedi ciddiyetle.

Bir şey demeden kolundan kurtulacaktım ki izin vermedi. "Kızıma ne dedin? Ne anlattın ona!" diye sordu sertçe. Bu sözüyle ile beraber içimde bir sinir oluştu. Hışımla ona döndüm.  "Hiçbir şey anlatmadım ona!" diye bağırdım son gücümle. Bağırışım koridorda yankılanmıştı. Bana bakan insanlar umurumda bile olmamıştı.

Tehditkar bir ifadeyle bana yaklaştı. "Sakın onu kardeşin sanıp bağ kurma arada. Hayatımdan yok ol! Bu hastanede ne işin var senin?" diye sordu sinirle. Dik durmaya çalıştım. Her zaman ki Manolya gibi olmaya çalıştım. "Meraklı değilim canın kızına!" diye bağırdım yüksek bir sesle.

Eliyle koridorun ucunu gösterdi. "Siktir git! Gelme bir daha! Kızımın yanında görmeyeyim seni!" diye bağırdı suratıma doğru. Güçlü dur. Sen o eski kız çocuğu değilsin. Babam sinirle bana bakarken alayla güldüm. "Feyza hanıma memnun olduğumu söylersin." dedim adını özellikle bastırarak. 

O afallarken ben tekrar konuştum. "Acaba karın kızının adının nereden aklına geldiğini biliyor mudur?" diye mırıldandım sinsi bir tınıyla. Adamın gözleri şaşkınlık yada öfkeyle saliseler içinde büyüyüp küçüldü. Beni anında boğazımdan tutarak duvara yasladığında sırtımın ve kafamın duvara çarpışıyla sessizce inledim. Babam boğazımı sıkarken tehditkarca bana baktı. "Öyle bir şey yaparsan. Seni bitiririm, Manolya! Şuna bak! Büyümüş, karşıma geçmiş beni tehdit ediyor!" diye tısladı yüzüme doğru. 

Elimi boğazındaki elinin üstüne koyarak çekmeye çalıştığımda daha da sıktı. Ağzım aralandığında şapkam yere düştü. Tam bu anda babam bir anda sertçe yakalarından çekilerek yanımdaki duvara yaslandı. "Sen kimsin lan?! Ebesini bellediğimin dayısı!?" diye kükredi sık duymadığım tanıdık bir ses.

Derin nefesler alırken sırtımı duvardan ayırarak babama ve beyaz önlüğüyle karşısındaki babamın boğazını sinirle sıkan Evren'e gözümden düşen yaş ile baktım. Bakışlarım hemen arkasına çevrildiğinde, yanında ve arkasında birkaç doktoru daha gördüm. Hepsi öfkeyle babama bakıyordu. Sanki Evren bıraksa sırayla onlar saldıracaktı. Evren dışında hiçbirini tanımıyordum.

Yerden şapkamı alarak tekrar Evren'e döndüm. Evren başını bana çevirdi. "Kim bu Manolya? Ne yapayım buna?" diye sordu adamı kıpırdayamayacak derecede tutarken. Yutkundum. "Hiçbir şey yapma. Boş ver bırak gitsin." dedim umursamaz bir sesle. Babamın bakışları sadece karşısındaki adamdaydı.

Diğer doktorlardan biri hemen araya girdi. "Ne bırak ya? Adamın teki hastanenin koridorunda gelmiş yengemize saldırıyor!" diye bağırdı sinirle. Kaşlarım çatılırken Evren'e döndüm. "Evren bırak lütfen." diye fısıldadım. Evren sertçe elini boğazından çektiğinde babam derin nefesler almaya başladı.

Bakışlarım Evren'e çevrildiğinde hemen karşıma geldi. "İyi misin sen?" diye sordu beni incelerken. Başımı salladım. "Tamamdır o zaman. Yalnız bu herife bir şey yapalım ya?" diye söylendi. Başımı iki yana salladım. "Yardımın için teşekkür ederim ama gerçekten gerek yok." dedim kısık bir sesle. Sadece başını salladı.

Bakışlarımız diğer doktorlara çevrildi. "Oğlum siz ne ara geldiniz?" diye sordu Evren. Aralarından en uzun boylu, saçlarını arkada toplamış olan doktor konuştuk. "Valla ben koridordayken gördüm. Baktım Manolya'ya saldırıyorlar, hemen müdahale edecektim ki benden önce sen davrandın." dedi ciddiyetle. Yaka kartındaki yazana göre adı, Atakan Oğuz'du.

Babam bana bir bakış atarak uzaklaşmaya başlayacaktı ki başka bir beyaz önlüklü doktor onun kolunu tuttu. "Şşş nereye?" diye sordu kalın sesiyle. Babam kolunu adamın elinden kurtardı. "O benim kızım. Karışmayın." diye mırıldandı sessizce. İşine gelince kızı oluyordum. 

Kolunu tutan doktor alayla güldü. "Başlatma lan kızına. Burada da bizim koridorumuz. Ayağını denk al yersin yumruğu!" dedi kalın sesiyle. Kara kaşlı, kara gözlü, buğday tenli bir doktordu. Yaka kartındaki yazana göre adı,  Fersah Kaymaz'dı.

Babam hızlı adımlarla umursamadan kızının odasına ilerlediğinde doktorlar arkasından bakıyordu. Bakışlarım tek tek hepsinde gezinirken bana döndüler. "Hepinize teşekkür ederim. Bana yardım ettiğiniz için sağ olun." dedim tebessüm etmeye çalışarak.

Hepsi tek tek başını salladı. "Ne demek. Kim olsa yapardı." dedi aralarındaki sarışın, mavi gözlü, yaka kartında, Yurt korkmaz yazan adam. Zoraki gülümsememi büyüttü. "Kimse yapmazdı. Yapmadılar da. Ama siz yaptınız. Teşekkür ederim." dedim. Başları tekrar sallandı. "Her zaman Manolya." dedi Evren.

Gülümsedim. "Teşekkürler." diye tekrar fısıldayarak diğer doktorlara döndüm. "Yalnız, bunlar yayılmasa?" diye sordum çekinerek. Esmer olan başka bir doktor hemen konuştu. "Yayılmaz da, Doğuş hoca öğrenmesin mi?" diye sordu adı, Okan Taştan olan.

Herkesin bakışları bana çevrildiğinde hemen cevap verdim. "Öğrenmesin öğrenmesin!" dedim aceleyle. Evren gözlerini kısarak, "Neden?" diye sordu. "Öğrenmesin işte." diye mırıldandım hemen. Evren dışındaki doktorlar başını salladı. "Tamamdır başkan." dedi Okan sırıtarak.

Onlar koridorda ilerlemeye başlarken, "Başka zaman tekrar gelin o isimlerinizle dalga geçeceğim!" deyişimi sadece gülerek karşıladılar. Fersah ve Atakan diğer yönden ilerleyerek yollarına gittiklerinde Evren bana döndü. "Neyse bende gideyim. Bir şey olursa her zaman buradayım." dedi göz kırparak. 

Başımı salladım. "Görüşürüz." dediğimde oda başını salladı. Ardından kafamda ki şapkamın üstüne elini koyarak salladı. "Hadi görüşürüz." dedi ve yanımdan hızlıca esip geçti. 

Onun gitmesiyle bende nefesimi vererek hızlı adımlarla asansöre ilerledim. Bakışlarım etrafta dolandı. Her şey yine eski haline dönmüştü. Hemşireler, doktorlar, hastalar sanki daha deminki şey yaşanmamış gibi bir havayla durup, koridordan geçip gidiyordu.

Tuşa basmamla asansör beşinci kattan birinci kata inmeye başladı. Birinin bacağımı dürttüğünü hissetmemle irkilerek başımı bacağıma indirdim. Okyanus gözlü kız hemen yanımda başını kaldırmış gülümseyerek bana bakıyordu.

Şaşkınlıkla kıza baktım. "N'aber Yeşim gözlü kız?" diye sordu keyifle, bir yandan sallana sallana. "Sen yine buradasın..." diye mırıldandım şaşkınlıkla. Başını salladı. "Sende yine buradasın." dedi neşeyle. Kaşlarım çatıldı. "Neden yine buradasın?" diye sordum sessizce. Omuzlarını indirip kaldırdı. "Annemi kaybettim. Onu arıyorum." dedi. Hala mı? Hep gelip annesini mi arıyordu burada?

Açılan asansör kapılarından içeriye girdiğimde oda benimle girdi. "Anneni hala bulamadın mı?" diye sordum annesinin zaten öldüğünü tahmin etsem de. Başını hafifçe eğerek başını salladı. "Evet. Onu hala bulamadım..." dedi sessizce.

İkinci katın tuşuna bastım. Ardından önüme dönerek eğildim. Elimi hafifçe çenesine bastırıp başını kaldırdım. "Bak bakalım..-." diye fısıldadığımda gözlerime baktı. Bakışları kısaca gözlerimi inceledikten sonra dudağını sarkıttı. "Senin gözler yine kırmızı." diye fısıldadı hep dediği gibi.

"Benim gözler hep kırmızı, Okyanus. Sen beni boş ver." dedim umursamaz bir sesle. Başını salladı. "Annemi bulmak istiyorum." dedi sessizce. "Nerede kalıyorsun?" diye sordum ona. Yutkundu. "Bizim evimiz var. Kocaman evimiz var. Ama annem bir anda yok olduğu için beni şimdilik kalmam için çocukların olduğu bir eve götürdüler. Bende annemi arıyorum." dedi. 

Bir elim yanağına çıktı. Yanağını şefkatle okşadım. "Hayatına alışmaya çalış. Üzülme sakın." diye fısıldadım. Koca gözleriyle sadece bana baktı. "Sen çok güzel bir kadınsın." dedi üzerimi büyük bir dikkatle incelerken. 

Gülümsedim. "Ne anlamda güzel?" diye sordum gülerek. "Her anlamda, çok güzelsin! İnşallah büyüyünce senin gibi olurum." dedi hevesle. Minik ellerini tuttum. "İnşallah büyüyünce benden daha güzel ve mükemmel bir insan olursun, Okyanus." diye fısıldamama karşılık gülümsedim.

Asansörün kapılarının açılmasıyla dikleşerek dışarı çıktım. Üzerime attığım ceketi, şapkamı ve çantamı düzelttim. Kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Gözlerimin altını dikkatle silerek kızarıklığı geçirmek için elimle gözlerime hava yapmaya çalıştım.

Kendime gelmeye çalıştıktan sonra asansöre döndüm ki kız içindeyken asansör kapıları kapandı. Son gördüğüm şey bana el sallaması olmuştu. Kaşlarım çatılırken boş boş asansör kapısına baktım. 

Önüme dönerek koridorun sonundaki odaya doğru ilerlemeye başladım. Kalın topuklarımı yere vura vura yürürken saçımı savurdum. Birkaç bakış üzerimde gezindiğine göre yeterince mükemmeldim. 

Bakışlarım Esma'ya kaydı. Hemen yanımda biraz önümde hemşire üniformalarıyla ilerliyordu. "Esma?" Başı hemen bana çevrildi. "Manolya? Geldin mi?" diye sordu keyifle. Ciddiyetle başımı salladım. "Geldim." Yavaşlayarak yanına yetişmeme izin verdi. "Akşam bende geliyorum. Maçı izleyeceğim."

Gülümsedim. "Gel gel, sensiz olmaz zaten. Birinin saf saf Fatih'i desteklemesi gerekiyordu." dedim alayla. Yüzünü ekşitti. "Onun için geleceğimi nerden çıkardın?" diye sordu hemen. Güldüm. "Esma bana laf anlatma." dediğimde sıkıntılı bir nefes verdi.

"Doğuş doktor odasında mı?" diye sordum ciddiyetime bürünerek. Sırıtarak başını salladı. "Evet." Başım ona çevrildi. "Hastası var mı?" Başını iki yana salladı. "Şuan müsait." dedi. Elimi kapısının koluna attığımda Esma'ya döndüm. "Artık değil." dedim göz kırparak.

Güldüğünde ciddiyetime tekrar bürünerek sanki kendi odammış gibi direkt kapıyı açıp odaya girdim. Birkaç adım atarak ikili koltuklara yaklaştığımda yana dönük sandalyesini bana çevirdi. Kulağına sabitlediği telefondan biriye konuşuyordu. Bakışlarımız kesiştiğinde konuştu. "Gönderdiğim şekilde bir deneyin, elinizden geldiğince hızlı olalım. Şimdiden teşekkürler." dedikten sonra karşı tarafı dinlerken ayaklarımdan başlayarak dikkatle çekinmeden beni süzdü. 

Bakışları tekrar yüzüme çıktığında başını hafifçe salladı. "Hı hı, öyle yaparız." dedi sessizce. Yavaşça ilerleyerek her zaman oturduğum deri koltuğa oturdum. Bakışları dikkatle gözlerimde dolanırken telefonu yavaşça kapattı. "Merhaba Doğuş bey." dedim bana yabancı olacak bir  şekilde.

Başını salladı. "Merhaba Manolya hanım. Bir sıkıntı mı var?" diye sordu sandalyesini ileri iterken. Başımı iki yana salladım. "Yoo, öyle geçerken uğradım." Nereden geçerken? 

Boğazını temizlerken başını salladı. "Anladım Manolya hanım. Peki sağlığınız nasıl?" diye sordu mekanik bir sesle. Üstüme attığım ceketi çıkarıp koltuğun koluna astığımda sadece altıma giydiğim ince askılı kısa crobumla kalmıştım. Kafamdaki şapkayı da çıkararak masasına bıraktım. "Ne yapıyorsunuz?" diye sorarken çanta mı da masasına bıraktım. 

Sırtımı koltuğun deri kumaşına bastırarak ona döndüm. "Ağırlık yapıyorlardı. Çıkardım." dedim sadece. Başını anladım dercesine salladı. "Sağlığımda iyi gibi. Bana dediğiniz belirtiler dışında şuan bir şey yok." dedim.

"Tedavinizi de hala araştırıyorum." dediğinde başımı salladım. Masadaki elinde duran kalemi durmadan çevirip duruyordu. Bakışlarım istemsizce çevirdiği kaleme kayıyordu. "Siz iyi misiniz gerçekten?" diye mırıldandı ciddiyetle. Panik olmamaya çalışarak başımı salladım. "Gayet iyiyim." diye mırıldandım sesimi sakin çıkarmaya çalışarak.

Sandalyesinden yavaşça kalktı. Telefonun çalmasıyla telefonunu açarak kalçasını masasına yasladı. Şuan tek gördüğüm şey beyaz önlüğünün örttüğü sırtıydı. "Efendim teyze? Derdini söyler misin?" diye sordu ciddiyetle. Sanki teyzesiyle değil de sağlık bakanlığıyla konuşuyordu.

Bakışları omzu üstünden bana kaydı. "Çocuk mu istiyormuş?" diye sordu şaşkınlıkla. Oha! Yuh! Çüş yani teyze! Bakışlarını tekrar önüne çevirdi. "Teyze ne evlenmesi?" diye fısıldadı. Sinirle içerde volta atmaya başlayınca şaşkınlıktan nasıl açıklama yapsam bilmiyordum.

"Teyze emin misin? Gerçek mi bu dediğin?" diye sordu ciddiyetle. Ardından karşı tarafı dinleyip nefesini verdi. "Bu nasihati dün de vermiştin teyze." dedi duvar gibi bir sesle. Tekrar karşı tarafı dinledi. "Teyze işteyim kapatır mısın lütfen, yapacağım ben sana çocuk, merak etme." dedi atlatmak ister gibi. Kapatmadan önce son duyduğum şey Menekşe teyzenin yüksek bir sesle tövbe çekmesiydi.

Telefonu kapatarak cebine attığında hemen söze girdim. "Biz Menekşe teyzeyle asansörde karşılaştık ama gerçekten ben ona çocuk istiyorum tarzı bir şey demedim! Ondan onu nasıl çıkardı hiç anlamadım." diye açıklamaya çalıştım. Karşımdaki deri koltuğa oturdu. "Teyzemi tanıyorum. Sıkıntı yok Manolya hanım." dedi anlayışla.

Durumu yumuşatmak ister gibi güldüm. "Sözlüden çocuğa kadar çıkardı Menekşe teyze de." diye mırıldanmama karşılık sadece başını salladı. "Siz de yapacağım falan dediniz..." diye mırıldanmamla tek kaşı kalktı. Hızla başımı çevirerek bakışlarımı kaçırdım. "Ay bakmayın şöyle ya!" dedim sitemli çıkan sesimle. "Kendi esprilerimi bile yapamıyorum." diye mırıldandım sadece kendi duyacağım şekilde.

"Siz çok rahat bir insandınız. Ne oldu da kendi esprilerinizi bile yapamıyorsunuz?" diye sordu. Ne kulak vardı bunda da! Boğazımı temizleyerek ona döndüm. "Hiçbir şey olmadı! Ben size karşı herkese olduğu gibiyim." diye inkar ettim hemen. Gözleri kısıldı. "Peki Manolya hanım." dedi sadece.

"Ee? Hayat nasıl gidiyor?" diye sordum sahte bir gülümsemeyle. Dümdüz baktı. "Aynı gidiyor Manolya hanım. Size sormalı. Buldunuz mu Uzay'ınızı?" diye sordu ciddiyetle. Kaşlarım çatıldı. "Ne?" diye sordum bir an anlamsızca. "Kendi hikayenizde yeri olmayan doktorunuz size Uzay'ınızı bulup bulmadığınızı soruyor." diye duvar gibi ifadesiyle açıkladı.

"Bir şey soracağım." diye mırıldandığımda başını salladı. "Buyurun." dedi kibar tavrıyla. "Hikayemde size yer versem, harap olan ben olacaktım. Siz etiklik diye dolanırken ben arkanızdan savrulacaktım." dedim ciddiyetle. Sadece bana baktı. "Size haksız olduğunuzu söylemedim Manolya hanım." dedi ifadesizce. "Haklı olduğumu bilmem için bunu demenize de gerek yok. Ben zaten haklı olduğumu biliyorum." dedim sert bir sesle.

Yavaşça koltuktan kalktım. "Ben gideyim." dedim sadece. Çantamı ve şapkamı aldım. Çantamı hızla koluma asarak şapkamı dikkatle kafama taktım. Saçlarımı savurarak topuklarımı yere vura vura kapıya ilerledim ki sesiyle durdum. "Manolya hanım! Durun." durdum.

Başımı omzum üstümden arkama çeviriyordum ki, saniyeler içinde omuzlarıma bir şey örtüldü. "Ceketinizi unutmuşsunuz..." Bakışlarım onun hemen dibimde ama fazlasıyla yukarıda duran zeytin gözlerine kaydı. Ceketimi hafifçe çekerek üzerime atmıştı. Çikolata kokuları çok yakınımdan buram buram geliyordu. 

Yeşim gözlerime dikkatle bakarken yutkundu. "İyi günler Manolya hanım." diye fısıldadı yüzüme doğru. "İyi günler Doğuş bey." diye fısıldadım bende onun gibi. Yavaş ve isteksiz bir adım attı geriye doğru.

Bir ceketin omzu hafifçe aşağı kayarken bunu aldırmadan odadan çıktım. Tam bu sırada Papatya'yla karşılaştık. Beni görünce adımları yavaşladı. Onu görmemiş gibi hızla başımı yana çevirerek dudağımda bulaşan ruju siliyormuş gibi bir hareket yaptım. 

Kız dikkatle beni izlerken başımı tekrar ona çevirip ceketimin düşen omzunu ve eteğimi hafifçe düzelttim. Saçımı savurup topuklarımı yere vura vura yoluma devam edecektim ki kız önüme geçti. Sahte bir şaşkınlıkla kıza baktım. 

"Aa! Sizi sanki davette görmüştüm?" diye mırıldandım hatırlamaya çalışır gibi. Papatya hemen başını salladı. "Papatya ben." Başımı hatırlamış gibi bir ifadeyle salladım. "Kime geldin? Ne işin var burada?" diye sordum sahte bir samimiyetle.

Kız derin bir nefes aldı. "Firdevs hastane gelmişti. Bende gelmişken bir Doğuş beye selam vereyim dedim." dedi samimiyetsiz bir gülümsemeyle. Kıza doğru bir adım attım. "Yalnız, o gelmişken bir selam vereyim diyebileceğin bir insan değil. Düşünsene hayatında bir kez gördüğün herkes sana selam vermeye geliyor. Resmen zaman kaybı." dedim gülümseyerek.

Kız sinirle fark etmeden yumruğunu sıktı. Zafer sırıtışıyla bakışlarımı yüzüne çıkardım. "Ha birde sana duvar gibi davranırsa alınma. O herkese öyledir." dedim. Kız bıkkın gülümsemesini bana sundu. "Hadi git selamını ver." diyerek koluna iki kez vurup koridorda asansöre doğru ilerlemeye başladım. İfadem saliseler içinde ciddiyetine dönmüştü. 

İşimi hallettikten sonra bütün havamla ceketimi ve çantamı düzelterek yoluma devam ettim. Beğeni dolu bakışları aldırmadan hastaneden çıkmaya çalışma vakti gelmişti.

🌺

Beyaz ve kırmızı renkle karışık olan amigo eteğimi düzelttim. Üzerimdeki kolsuz beyaz, eteğim gibi kırmızı şeritleri olan amigo üstümle kombin yapmıştım. Saçlarımı savurarak elimdeki lisede ilgim olduğu için amigo takımındayken kullandığım beyazla karışık kırmızı renginin olduğu ponponlarımı sallayarak salona ilerledim. Hem seksi, hem tatlı görünüyordum.

Kar'ın karşısında durarak ona kısa bir şov yaptım. "Nasıl bebeğim? Beğendin mi mükemmel annen beni?" diye sordum kollarımı iki yana açarak. Kar kulaklarını kıpırdatır gibi bir hareket yapınca gülümsedim. "Bunu evet olarak kabul ediyorum!" dedim neşeyle. Kendi kendime konuştum. "Doktorun da mı ateşti be! Şu güzelliğe bak! Ay gitmesem mi, saha falan alev almasın?" dedim eğlenerek. 

Kar bana Doğuş doktor bakışları atarken zıplaya zıplaya yürüyerek kapıya ilerledim. "Annen dünyanın en iyi koçluğunu yapıp gelecek Kar'cığım! Bekle sen beni!" diyerek kapıya çıktım. Hazırladığım siyah spor çantasını almayı unutmamıştım. Ponponlarımı da içine koyarak fermuarı kapattım. 

Ardından hemen beyaz sporlarımı giyerek Kar için ışığı kapatmadan kapımı kilitledim. Her olana rağmen dik durmalı ve hayatıma devam etmeliydim. Hiçbir şey beni yıkamazdı. Manolya Dinçer'i yıkmak o kadar basit değildi. İçimde acı olsa bile onu umursamazdım ben. Çok umursamaz bir insanım ya.

Hızlı adımlarla aşağıya inmeye başladım. Sahanın nerede olduğunu Burak'a sorarak öğrenmiştim. Bayar ve Doğuş doktor beni götürmek için alabileceklerini söylemişlerdi ama ben onlara kendim gelebileceğimi söylemiştim. Altı katı ilk kez merdivenlerden inerek apartmanın çıkışına ilerledim.

Apartmandan çıkmamın ardından koşarcasına bildiğim yoldan ilerlemeye başladım. Hava kararmış yıldızlar ortaya çıkmıştı. Adımlarımı hızlandırarak karşı kaldırıma geçtim. İnsanlar yanımdan geçip gidiyorlar, bazıları bana kısa bir bakış atıyor, bazıları ise umursamadan geçip gidiyordu.

Kimseyi takmadan nefesimi vererek koşarcasına yoluma devam ettim. Çıkan yokuştan aşağıya dikkatle inmeye çalışırken bir yandan elimde ki çantayı tutuyordum. Yüzüme çarpan saçlarımı geriye atarak adımlarımı hızlandırdım.

Maalesef kulaklığımı almayı unuttuğum için şuan müzik dinleyemiyordum. Geçen arabaları umursamadan duranların karşısından geçip karşı yola geçtim. Bana yada eteğimin kısalığına bakan gençleri, yaşlıları umursamadım. Umursamama değmeyecek tiplerdi.

Dümdüz hızlı adımlarımla, elimde çantayı kaldırıp yoluma devam ediyordum. Yaklaşık yirmi dakikanın sonunda sahayı görmüştüm. Elimdeki çantayı daha çok kaldırarak koşarak sahaya ilerledim. Çok geniş ve büyük olmayan sahanın içinde birkaç kişi vardı sadece. 

Sahanın demirlerinin dışındaki koltuklarda seyredecek kişiler duruyordu. Gördüğüm kadarıyla Gümüş, Esma, Firdevs ve Volkan dağınık bir şekilde oturuyordu. Gümüş'ün gelmesi beni şaşırtsa da bir şey demedim.

Önce hızlı adımlarla onların yanlarına ilerlediğimde yan yana oturan Gümüş'ün ve Esma'nın bakışları bana çevrildi. "Selam!" dedim keyifle. Beni gören Firdevs ve Volkan hemen ayaklanarak yanımıza geldiler. Hepsi dikkatle beni süzdü. 

"Nasılım ama?" diye sordum saçımı savurarak. Kaşları havalan Gümüş konuştu. "Fazla hevesli görünüyorsun." diye mırıldandı sadece. Kaşları çatılan Volkan, "Amigo kombini değil mi bu? Ne alaka kızım?" diye sordu anlamsızca.

Gözlerimi devirdim. "Çok alaka Volkan!" dedim hemen. Çantanın bir kolunu omzuma asarak ağırlığı omzuma verdim. "Doktor tayfası nerede?" diye sordum hevesle. Esma başıyla sahanın diğer tarafında kalan yeri gösterdi. "Soyunma odasındalar."

Güldüm. "Birde forma giyecekler değil mi?" diye mırıldandım. "Çok heyecanlı olacak yalnız." diye ekleme yaptı Firdevs. Gülerek Firdevs'e döndüm. "Sen ne olsa heyecan yaparsın Firavun Firdevs'ciğim." dedim muzip bir sesle. Firdevs bu dediğimi pek takmamıştı. 

Hızla geri çekilerek elimdeki çantayla beraber sahanın etrafından dolanarak gösterilen bölgeye ilerledim. Bir kapılı tek katlı olan bölgeye girdim. İçerisi ikiye ayrılıyordu. İki ayrı kapı vardı. İki takım için ayrıydı. 

Anlık boşluğuma gelerek soldaki kapıyı açarak içeri girdim. Ben yine ve yine gördüğüm görüntüyü nasıl anlatsam bilemiyordum. Bir sürü uzun boylu, yakışıklı doktor ve maçta yarışacaklar üstü çıplak duruyordu. Allah'ım nereye düştüm bilmiyorum ama buranın sonu cehennem gibi.

Herkes bana anlamsızca bakarken Doğuş doktor hızla sırtını yasladığı dolaptan çekerek önüme geldi. Onun bedenin önüme geçmesiyle görüntüm kapanmıştı. Başımı kaldırarak yüzüne baktım hemen. Sinirden yada şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. "Manolya hanım erkek soyunma odasında ne işiniz var?" diye sordu şaşkınlıkla. Omzuna astığı bir forma ve çıplak üstüyle karşımda duruyordu.

Anlamsızca ona baktım. "Valla o kadar da sapık değilim, gerçekten dalgınlığıma geldi." dedim hemen. Nazikçe kolumu tutarak kapıyı açıp ikimizi de dışarı çıkardı. Kapıyı arkasından kapatması ile hemen bana döndü. "Manolya hanım geldiniz madem, niye öyle pat diye giriyorsunuz? Soyunma odası burası." dedi hafif sitemli çıkan sesiyle. 

Ardından hemen kapıyı açıp kafasını içeri doğru soktu. "Siz neyi bekliyorsunuz, giyinsenize!" diye sitemle içeridekilere seslendikten sonra tekrar bana döndü. Güldüm. "Onlara kızıyorsunuz ama sizin de üstünüz yok." dedim muzip bir sesle. 

Bir şey demeden omzundaki beyaz-yeşil karışımı olan yazısız, düz formayı başından geçirdi. Kollarını da geçirmesiyle hemen aşağı çekti formayı. Formanın gözleri gibi yeşil olması ayrı bir hoşluk katıyordu. "Oldu mu?" diye sordu saf bir sesle. Gülerek ona doğru yaklaştım. Elimle benim düşünceme göre sarı olan saçlarını düzelttim. "Oldu oldu, Doktor Ronaldo. Göster onlara Messi'nin gücünü." 

Bakışlarıyla dikkatle beni süzdü. İçimdeki anlık heyecan anlatılmazdı. "Amigo kız demek." diye mırıldandı sessizce. Yüzümde istemsiz bir sırıtış oluştu. "Beğendin mi?" diye sordum. Biz bu adamla aramıza mesafe koymayı asla beceremiyorduk. Ne ben ne de o.

"Anlamsız olmuş ama yakışmış. Pek tarzım değil ama." diye mırıldanmasıyla yüzümde ki sırıtış büyüdü. Kendi etrafımda dönerek daha detaylı kıyafetimi incelemesini sağladım. Otuz yaşında uzman doktora, lise amigo kıyafetimi beğendirmiştim resmen.

Ardından elimi üst bedenimde gezdirdim. "Ben çok mükemmel bir bedene sahip insan olduğum için lisede giydiğim kıyafet bana cuk oturdu. Maalesef boyumda uzamadığı için cuk oturdu." dedim hep övünerek hem söverek.

Bana ciddiyetle baktı. "Manolya hanım siz izleyici kısmına döner misiniz?" diye sordu kibar tavırlarıyla. Bakışlarımla kapıyı işaret ettim. "Sizinle bir konuşma yapayım, gideceğim." Kaşları çatıldı. "Ne konuşması?" Onu umursamadan kapıyı açıp içeriye girdim.

Bakışlar tekrar bana döndüğünde arkamdan Doğuş doktor da girdi. Doktorlar dağınık bir şekilde soyunma odasında duruyorlardı. Arat, Ufuk, Bayar, Döndü ve tanımadığım iki adamla beraber oturakta otururken, Fatih, Evren, Atakan, Fersah ayakta, bazısı dolaba, bazısı ise duvara yaslanarak duruyordu.

Evren, Fersah ve Atakan'ı görmemle aklıma bugünkü yaşadığım olay gelmişti. Yutkundum. Modumu düşürmeyecektim. O adam bunca zaman beni üzmüştü zaten. Hayatımı, çocukluğumu zehir etmişti bana. Artık buna izin vermezdim. Onun yüzünden üzülecek çocuk onun elleriyle yıllar önce ölmüştü zaten.

"Senin bu çapkınlık işi ciddiye binmeye başlıyor ha!" dedi Ufuk alayla. Doğuş doktor ona sert bir bakış attığında Ufuk'un dediğini umursamadan Doğuş doktora döndüm. "Ufuk'u da mı çağırdın?" diye sordum şaşkınlıkla. Ufuk'un gülüşünü duyuyordum. Doğuş doktorun bakışları Arat'a kaydı. "Arat çağırmış!" diye mırıldandı sinirle. 

Bakışlarım tekrar Ufuk'a döndü. Yeterince ciddileşmişti. "Ne kadar çok seviyorsun sende beni!" diye söylendi alayla. Doğuş doktor buz gibi bir ifadeyle ona baktı. "Çok konuşma da varlığını hissetmeyelim." diye söylendi.

Ufuk bu sözle hemen ayaklanırken öncenden tedbir olsun diye Arat ve Fatih araya girmişti. "Durun oğlum bi'!" diye söylendi Fatih. "He ya! Kocam haklı! Birazdan maça gireceğiz!" dedi Arat. Fatih, Arat'a okkalı bir tokat atınca herkes afalladı. "Kocam ne oğlum? Tövbe tövbe!" diye söylendi. Arat yanağını tutarak şaşkınlıkla Fatih'e baktı.

"Durun be!" diye bağırdı Bayar. Bütün bakışlar ona kaydı. "Aslında durmuşlardı ama..." diye mırıldanarak sessizliği bozdum. Doğuş doktorla beraber birkaç kişinin bakışları bana kaymıştı. 

Bayar'ın bakışları eteğime kayınca ağzı aralandı. Sert sert öksürerek eliyle eteğimi işaret etti. "Bu etek ne? Devamı yok mu bunun?" diye söylenince kaşlarım çatıldı. Konuşmama fırsat bile kalmadan kendisi tekrar konuştu. "Canım kardeşim sen giy ben bakana etek giydiririm ama, şuan bir sürü adam içinde bakanları kontrol ederek etek giydiremem kardeşim!"

Güldüm. "Ben, bana bakana etek giydiririm abiciğim. Sen merak etme." dedim sahte bir gülümsemeyle. Bayar anında gülümsedi ve yumruğunu sıkarak bana uzattı. "İşte benim kardeşim." dediğinde gülerek koca yumruğuna karşılık, yanında küçük kalan yumruğumu vurdum.

Fatih gülerek Bayar'ın omzunu sıktı. "Çok kişiyiz hep beraber etek giydiririz kardeşim." dedi. Ufuk anlamsızca kombinime baktı. "Neden kimse amigo kız olmasını sorgulamadı?" diye sordu anlamsızca. "Sen sor diye! Giymek istedim giydim!" dedim alayla.

Ufuk alayla yüzünü buruşturarak önüne döndü. Sinirle ofladım. "Tamam be! Neyse siz ayarlamayı nasıl yapacaksınız? Durun ben hemen yapayım." 

Bakışlarım Döndü'ye kaydı. "Sen kaleci ol. Dönüp durursun da adının hakkını verirsin." dedim elimle onu göstererek. Döndü sıkıntılı bir nefes verdi. "Şu adımı sana söylediğime milyonuncu kez pişman oldum." diye söylenerek sırtını duvara yasladı.

Elimle Arat'ı işaret ettim. "Sen sağ bek." dedim Kerimcan Durmaz gibi. Elimi bu sefer Atakan'a uzattım. "Sen sol bek." dedim aynı sesle. Ardından elimi tanımadığım adamlardan birine doğru uzattım. "Sen forvet." Hepsi bana Ne diyorsun? bakışı atıyordu.

"Of, şaka yaptık işte gülsenize!" Bu dediğimin ardında sadece Arat gülmüştü. Ufuk zoraki bir sırıtışla başını salladı. "Çok komikti." diye mırıldandı. Alayla sırıtarak onun taklidini yaptım. "Komikti tabi! Siz şakadan anlamayan insanlarsınız. Hepiniz çok sıkıcısınız!" diye söylendim.

Bakışlarım tanımadığım adamlara kaydı. Elimi forvet dediğim çocuğa uzattım. "Ben Manolya. Namı değer dünyanın en mükemmel insanı." dedim büyüklenerek. Sahte bir tebessümle uzattığım elimi sıktı. "Sadece Doğukan." dedi ifadesiz bir sesle.

Gözlerimi kıstım. "Ortaokulda arkada oturan bir çocuk vardı oda Sadece Ali derdi aklıma o geldi şuan. Havalı bulurdum ama şuan utanç geliyor. Tıpkı senin gibi." diyerek geri çekildiğime kaşları çatıldı. "Neden utanç dedin şuan bana?" diye sordu. Ufuk göz ucuyla ona baktı. "Takmayın futbol bey, kendisinin anlaşılması zor hareketleri olur çoğunlukla." dedi alayla.

"Ufuk yeter. Kes o sesini, takım sayısı azalır falan demem sürükleye sürükleye gönderirim seni." dedi Doğuş doktor son derece ciddi olan sesiyle. Ufuk sadece ona kısa bir bakış atmıştı. "Kendini buranın da en iyisi sanma." diye söylendi sessizce. Doğuş doktor buz gibi ifadesiyle bakış atarak önüne döndü.

Doğukan başını Ufuk'a çevirdi. "Ayrıca bana Futbol bey demeyi keser misiniz? Alt üstü takımdayım diye futbol bey diyorsunuz." diye söylendi sinirle. Ufuk dediğini zerre takmamıştı. 

Ellerini cebine koyarak sırtını dolaba yaslamış olan Fersah ilk kez konuştu. "Ne zaman sahaya çıkarız?" diye sordu kalın sesiyle. "Çok geçmeden." dedi Doğuş doktor. "Çok açıklayıcı oldu gerçekten." diye mırıldandı Fersah umursamaz bir sesle. 

Elimi bu sefer diğer tanınmadık adama uzattım. "Ben Manolya." dedim gülümseyerek. Köşede sessiz ve umursamazca duran çocuk elini bana doğru uzatarak sıktı. "İsmet." dedi kısık bir sesle. "Lan sen konuşabiliyor muydun?" diye sordu Arat şaşkınlıkla.

Elimi çekerken bakışlarım Arat'a kaydı. Saçlarını iki kulak gibi tepede iki tane toplamakla uğraşıyordu. Pembe lastik tokaları ve fıskiye gibi duran toplu saçına kahkaha atasım gelmişti. "Arat o ne?" diye sordu Fatih benim gibi onu fark ederek. Komik olmuştu ama aynı zamanda çok tatlı da duruyordu.

Arat topladığı saçını sıkarak sıkıştırırken mavi gözlerini ona çevirdi. "Saçlarım önüme gelmesin diye yaptım. Maç yapacağız sonuçta." dedi. Gülerek koluna vurdum. "Arat abartma! Alt üstü kulağına kadar uzunluğu!" dedim gülüşümü kesmeden. Odadaki çoğu kişi gülerken Arat sinirle tek tek gülenlere baktı.

"Sizin hiç uzun saçınız olmamış ki nerden bileceksiniz." diye söylendi. Tam bu sırada Atakan arkada topuz olarak topladığı saçını açtı. Arat'ın ağzı aralanırken elini benimkinden düz ve uzun olsan saçlarının arasına geçirdi. "Al! Gördün mü sana cevap!" dedi Fatih gülerek.

Atakan saçlarını tekrar topuz yapmaya çalışırken konuştu. "Önemli olan saçın uzunluğu değildir dostum-" Tam bu sırada herkes oflamaya başladı. Arat hızla araya girdi. "Of sus Atakan ya! Yemin ediyorum hastanece bıktık senin şu felsefelerinden! Hayır düzgün felsefe de değil yani, atıp tutuyor musun ne yapıyorsun?" diye söylendi sinirle.

Ardından Fatih'e döndü. "Hem ben nasıl toplayayım?" diye sordu başını iki yana sallayarak. Tepede iki bağlı saçıyla onu asla ciddiye alamıyordum. "Benim saçım o kadar uzun mu? Nasıl topuz yapayım? Mecbur böyle yapacağım!" diye söylenerek toplu saçını düzeltti. Güldüm.

"Şimdi kimler zaten futbol takımındaydı?" diye sordum merakla. Doğuş doktor bana döndü. "Doğukan ve İsmet." dedi ciddiyetle. Arat hemen lafa atladı. "E hani takımın çoğu yoktu? On bir kişiden sadece iki kişi var, takım yok oğlum direkt!" diye söylendi. Doğuş doktor, Arat'a döndü. "Arat bir susar mısın artık?" diye sordu sıkıntıyla. "Sana küserek susuyorum." dedi Arat sessizce.

"Kaleci kim?" diye sordum diğerlerine dönerek. "Atakan." dedi Fersah düz bir sesle. Bayar uzanarak Atakan'ın sırtına vurdu. "Göster bakayım kendini, Volkan Demirel'im benim!" dedi hiddetle. Bakışlar Bayar'a dönmüştü bu sefer. Fatih güldü. "Adam Amerika'ya gidip geldi, Fenerbahçe sevgisi bitmedi." dedi eğlenerek.

Bayar, Fatih'e döndü. "Oğlum, Fenerbahçe sevgisi bitmez. Fenerbahçeli doğulur, Fenerbahçeli ölünür. Gerçek Fenerli budur. Ben doğduğumda hastane çıkış kıyafetim bile Fenerbahçeliymiş, fotosu bile var." dedi aşk yaşıyor gibi bir sesle. Fatih alayla başını salladı. 

Bayar kaşlarını çattı. "En önemli şeyi unuttuk!" dedi hiddetle. Herkes tekrar ona döndü. "Hepiniz Fenerlisiniz değil mi?" Bakışları tek tek herkeste gezindi. "Bakın ben koyu Fenerbahçeliyim. Kontrol ettim, kanım da sarı lacivert akıyor." Bende dahil herkes ona ciddi misin? bakışı attı.

Bayar dikleşti. "Ciddiyim yalnız." diye söylendi. Ardından bakışları hemen Arat'a kaydı. "Ulan senin bana elli kuruş borcun vardı, Amerika'ya gidip geldim, üstüne birde bunu hatırlattım ama hala vermedin ha!" dedi sinirle. Arat boş boş ona baktı. "Kardeşim valla, yanımda yok kuruş." dedi anlamsızca..

"Ee? Şimdi sahaya çıkarsınız hazır olun." dedim hemen. "Ben koçunuz olarak size havlu getirdim, su getirdim, yeterli desteği de size vereceğim, hatta desteğin en iyisini vereceğim!" dedim heyecanla.

Doğuş doktor hemen araya girdi. "Ne?" diye sordu şaşkınlıkla. "Ben kabul etmemiştim ama." dedi hemen. Kaşları çatılıyordu. Nefesimi verdim. "Ben takımın diğer üyelerine sordum ve onlar istedi." dedim hemen.

"Ben kabul etmiyorum, Manolya hanım. Koçumuz olmanız doğru değil. Ya size bir şey olursa?" diye sordu aceleyle. "Takımın kaptanı kim?" diye sordum. "Ben." gelen sese döndüm. Doğukan'dı.

Derin bir nefes aldım. "Bak Doğukan'cığım. Ben sana asla utanç demedim bu arada. Sen onu yanlış anladın büyük ihtimalle, onu da şöyleyeyim de. Neyse, beni koçunuz yapsana." dedim heyecanla. Dümdüz bir ifadeyle cevap verdi. "Hayır." 

İfadem solarken geri adım attım. "Nasıl hayır." Omuz silkti. "Basbayağı hayır işte. Koçumuz olamazsın. Sen demin bana utanç diyerek moralimi bozabilirdin. Senden koç olmaz." dedi ciddiyetle. Kaşlarım derince çatıldı. "Ben az demişim ya sana. Kendini havalı sanan çakma forvet Doğuşkan!" diye saydırdım kısaca.

Sinirle derin bir nefes alarak diğer takım üyelerine döndüm. "İyide koçunuz yok! Beni koçunuz yapın işte ne olacak!" diye söylendim hemen. Doğuş doktor cebinden telefonunu çıkardığında bakışlarım ona kaydı. Bir şeylere bastıktan sonra telefonu kulağına götürdü. "Alo? Gümüş erkekler soyunma odasına gelir misin? Sana ihtiyacımız var." demesi ile kaşlarım çatıldı.

Başını salladı. "Bekliyoruz." dedi ve telefonu kapattı. Ona merakla bakan bana döndü. "Artık bir koçumuz var, Manolya hanım." dedi ciddiyetle. Sinirle yumruğumu sıktım. "Ne olurdu sanki beni yapsaydınız? İlla sizin dediğiniz olacak değil mi?" diye sordum sinirle.

Doğuş doktor bana sadece ifadesizlikle baktı. "Şurada bir hevesim var onu da kırıyorsunuz ya!" dedim yüksek bir sesle. Doğuş doktora doğru bir adım attım. Parmağımı ona uzatırken bana hala aynı ifadesizliğiyle bakıyordu. "Neden koçunuz olamıyorum anlamıyorum!"

Bana bir cevap vermediğinde sinirle nefesimi vererek geri çekildim. Çok geçmeden kapı çalındı. "Gel Gümüş." dedi Doğuş doktor ciddiyetle. Kapı açıldı ve üzerinde siyah blazer ceketi, altında onun takımı olan aynı kumaş şort pantolonuyla Gümüş girdi. Kollarını yarısına kadar katladığı ceketinin düğmelerini açık bırakmış altından beyaz gömlek giymişti. Adımlarından çıkan ince uzun topuklu ayakkabısının sesiyle beraber içeri doğru iki üç adım attı.

Gümüş içeridekileri tek tek baktıktan sonra tekrar Doğuş doktora döndü "Sorun ne?" diye sordu Gümüş ciddiyetle. "Koçumuz olman gerek. Olur musun?" Gümüş'ün kaşları şaşkınlıkla çatıldı. "Ne? Koç mu?" diye sordu anlamsızca.

Bütün futbolcular başını salladığında Gümüş'ün kaşları kalktı. "Yani yapabilir miyim ki?" diye sordu anlamsızca. "Yaparsın ya! Alt üstü gaz vereceksin, destek vereceksin, motive edeceksin, Bunlar yeter." diye araya girdi Arat.

Atakan sırtını duvara yaslarken sakin bir sesle konuştu. "Bu kadar yeter demekle her zaman kendini düşürürsün. Kainat bu kadarı yeter değil de, daha fazlasını isteyenlerden yanadır." Herkesin zerre anlamayan bakışları ona kayarken Bayar gözlerini devirdi. "Ata, sen bunları atıyo'n mu kardeşim, felsefe yapayım derken?" diye sormasıyla Atakan ona bomboş baktı ve cevap vermeyerek önüne döndü. Net atıyordu ben deyim.

"Siz yapabilirsiniz diyorsanız yapayım da, koça ne gerek var?" diye sordu Gümüş. Doğuş doktor bana çok kısa bir bakış atarak Gümüş'e döndü. "Gerek var var." dedi sadece. Gümüş bir şey demeden nefes verdi. "Tamam o zaman." Bakışları oyuncularda gezinmeye başladı.

Doğukan ve İsmet ellerini Gümüş'e uzattılar. "Ben Doğukan." dedi Doğukan. Önce Doğukan'ın elini sıktı. "Gümüş bende." dedi sakince. Gözlerimi belerterek ikisine baktım. "Bana elinizi uzatmamıştınız." diye mırıldandım sinirle. Gümüş ardından İsmet'in elini sıktı. "İsmet." dedi İsmet. "Gümüş." dedi Gümüş'te karşılık olarak.

Ardından Gümüş ellerini çırptı. "O zaman. Sahaya çıkınca elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Yaşam hastanesi doktorlarının gücünü gösteriyorsunuz!" dedi ciddiyetle.

Bayar alayla çarpık bir şekilde sırıttı. "İki üç tane üniversiteli bebeyi mi yenemeyeceğiz ya." diye mırıldandı umursamazca. Gümüş sertçe öksürdü. "Rekabette karşıyı küçümseyerek hafife alma en büyük hatadır, Bayar." dedi uyarıcı bir sesle. "Haklı." diye mırıldandı Doğuş doktor.

Bakışlarım onlardaydı. Hemen kendilerine yeni koçu bulmuş, beni umursamadan başlarına koymuşlardı. Bir şey demeden kapıdan çıktığım an Doğuş doktor da beni fark ederek peşimden çıktı. Gidiyordum ki bileğime dokunarak beni durdurmadı, durmamı sağladı. Bileğimi nazikçe kavradığında ona döndüm. "Ne var? İstediğini başardın işte!" dedim sinirle.

Bana yaklaştı. "Yaptığım her şey senin için. Koç olman tehlikeli olabilir. Çok heyecanlı, enerjili birisin. Koşanla beraber koşar gaz vermeye çalışırsın. Karşı takıma bulaşırsın, maçı bizden çok yaşarsın sen. Çok ciddiyim, senin için yapıyorum. Ne olacağı belli değil." dedi yumuşak bir sesle.

Başımı çevirdiğimde bana daha da yaklaşarak boyuma yetişmek için eğildi. "Yapmayın lütfen Manolya hanım. Koçumuz olamazsınız maalesef. Lütfen sakince seyirci kısmında maçı seyredin." dedi ciddiyetle.  

Sinirle nefesimi vererek başımı salladım. Başımla kapıyı işaret ettim. "Tamam siz gidin." dedim ciddiyetle. Kaşları çatıldı. "Seyirci kısmında olacaksınız değil mi?" diye sordu şüpheyle. Başımı salladım. "Başka nerede olacağım? Orada olacağım maalesef." dedim ciddiyetle. 

Yavaş adımlarla içeri ilerledi. "Tamam o zaman." dedi bakışını benden çekmeden. Başımı salladım. "Hadi girin siz." dememle kapıyı açıp girene kadar bakışını benden çekmedi. Onun gitmesiyle hemen Son pişmanlık neye yarar planımı yapmaya koyuldum.

Karşı kapıyı çaldım hemen. Kapı saniyeler içinde açıldı. Açan kişi tanıdıktı. Rüzgar? İkimizin de ağzı aralandığında kapı başkaları tarafından daha genişçe açıldı. "Kim gelmiş?" Bakışlarım diğer kişiye kaydı. İlker?  Lütfen içeriden Abdurrahman da çıkmasın...

"Manolya?" diye mırıldandı Rüzgar şaşkınlıkla. Gülümseye çalıştığımda İlker pis pis sırıttı. "Vay! Manolya? Kimleri görüyoruz." Ardından hemen dikkatle beni süzdü. "Yalan yok, ateş ediyorsun. Kombinine bayıldım." dedi yavşak gülümsemesiyle.

"Uzun zaman sonra seni görmek çok garip." diyen Rüzgar'a döndüm. Tebessüm ettim. "Seni de." diye mırıldandım. Bana aşık olduğu zamanlar, onu reddetmemle beni hemen unutmuş olmasını umdum. Hemen unutulacak kız da değildim ama sen iyi çocuktun. Umarım unutmuşsundur.

Sadece başımı salladığımda aralarına bir kişi daha girdi. "Çıkın kapıdan! Ne yapıyorsunuz orada?" Yine bir adet Fuzuli Burak Saydam. Şimdi sıra onu ikna etmekteydi. "Burak? Takım kaptanı kim?" diye sordum hemen.

Birbirlerine baktıkları sırada Burak öne çıktı. "Benim? Ne istiyorsun?" diye sordu ciddiyetle. En masum gülümsememi takındım. "Konuşabilir miyiz biraz?" Üzerinde doktorların aksine mavi-beyaz karışımı, yazısız bir forma vardı. Saçlarının dağınıklığı ve mavi gözleri formanın karışık rengiyle aynı olması anlamsız bir karizmatik hava katıyordu. 

Bakışları kısaca beni süzdü. "Yine kendine uygun hazırlanmışsın. Şaşırtmadın beni. Abiyeyle falan gelirsin diye korkmuştum. Futbol maçında amigo kız kombini daha iyiymiş ona göre." dedi alayla. Gözlerimi devirdim. "Ya he he!" diye söylendim sessizce. 

Kulağını dönerek bana doğru eğildi. "Duyamadım geveze hanım? Belli bir derdiniz var da ondan geldiniz. Derdinizden önce son dediğinizi de tekrarlayın bari." dedi tehditkar bir sesle. Sinirle nefes aldım. "Benim her halim harika dedim." diye bağırdım kulağına doğru.

Yüzünü buruşturarak geri çekildi. "Hiçbir şeyinin ayarı yok!" diye sitem etti kulağını tutarken. "Sen benim ayarlarımı bozuyorsun!" diye sitem ettim alayla. Dudak büktü. "Sanki sen hiç benim ayarlarımı bozmamışsın gibi." diye mırıldandı.

Sinirle sıkıntılı nefes verdim. "Neyse sadede gelelim!" dedim kendi kendime. "Sizin takımın koçu olabilir miyim? Karşı takımın koçu var." dedim gaz vermeye çalışarak. Kaşları çatıldı. "Koç ne alaka?" diye sorunca bana bir bıkkınlık gelmişti. "Ya yok mu takım koçları! Destek, gaz falan veririm size!" dedim hemen.

"Neden? Neden Doğuş'un koçu değilsin?" diye sordu ciddiyetle. Yüzüm asılırken gözlerimi kaçırdım. "Beni istemedi." dedim kısık bir sesle. Burak başını anladım dercesine salladı. "İyi ol bakalım." dedi ve saçlarımı karıştırdı. 

Bu hareketiyle başımı kaldırıp şaşkınlıkla ona baktım. Anında ne yaptığını fark ederek hemen elini çekti. "Şey. Olabilirsin yani." dedi çekinerek. Güldüm. "Tamamdır! Çok teşekkür ederim." dedim neşeyle. Başıyla içeriyi işaret etti. "Onlarla pek yakın olma. Hepsi şerefsizdir. Bazıları dışında. Hiçbiri de arkadaşım değil zaten." dedi ciddiyetle.

Başımı sallayarak onunla beraber içeri geçtim. İlker, Rüzgar ve tanımadığım ama siması tanıdık gelen yedi kişi vardı. Rüzgar dikkatle bana bakarken tanımadığım gençlere dönerek ellerimi tek tek uzatmaya başladım. "Koçunuz Manolya." dedim memnuniyetle. Saçı üç numara, köşesi çizikli olan çocuk uzattığım ele karşılık elini uzattı. Kara gözleriyle beni süzerek başını çapkınca salladı. "Serdar." dedi kalın sesiyle. 

Elimi çekerek sarışın olana uzattım. "Manolya." dedim sadece. Serdar gibi çapkınca sırıttı. "Seninle hep tanışmak istemiştim. Okulda görürdüm arada. Hoşuma gidiyordun arada. Furkan bende." dedi. Ses tonundaki tınlama bile çapkınım! diye bağırıyordu.

Burak sinirle öksürdü. "Sahada böyle koşmazsın Furkan!" diye sitemle söylendi. Ellerimiz ayrıldığında diğerine elimi uzattım. Boyu Doğuş doktora yakın olan çekik gözlü, kâküllü siyah saçı olan çocuk. Uzattığım elimi sıktı. "Andries." dedi ciddiyetle. Kaşlarım kalktı. "Yabancı mısın? Koreli misin? Gözler falan çekik." diye merakla sordum.

"Koreyle alakam yok, sadece baba tarafım Hollandalı." dedi düzgün bir sesle. Elimi geri çektim. "Bende hem İzmirli, hem Danimarkalı, hem İstanbullu, aynı zamanda romanım." dedim. Sadece boş bir ifadeyle başını sallamıştı.

"Bir kişi eksiğiz. Birini bulmamız lazım." diyen Burak'la kaşlarım çatıldı. "Volkan?" diye sordum. Kollarını bağlayarak omuzlarını indirip kaldırdı. "Katılmak istemedi." dedi ciddiyetle. Kaşlarım çatıldı. "Nasıl istemedi ya? İster ister! Sever o futbolu!" dedim. Bir şey demedi.

Hızla telefonumu çıkarıp Volkan'ı aradım. Telefon saniyeler içinde açıldı. "Volkan soyunma odasında yoksun?" dedim ciddiyetle. Kaşlarının kalktığını hissetmiştim. "Olmam mı gerekiyordu?" diye sorunca başımı salladım. "Olman gerekiyordu Volki."

"Ee? Bu durumda ne yapayım?" diye sordu umursamazca. "Hemen gel Volkan! Sana ihtiyacımız var! Sen yoksan bu takım bir hiç! Maça bile çıkamayız!" dedim gaz vermek ister gibi hiddetle. Ofladı. "Kızım ben o doktorları karşıma alamam. Sonra bana kötü bakıyorlar. Zaten sevmiyorlar beni." diye söylendi.

Kaşlarımı çattım. "İyi Volkan beni karşına al o zaman!" Tam kapatıyordum ki tekrar konuştu. "Dur dur! İyi be tamam geliyorum!" dedi sinirle. Ardından hemen telefonu kapadı. Yüzümde oluşan zafer sırıtmasıyla onlara döndüm. "Takım tamam! Tabi koçunuz ben sayemde." dedim hemen. Burak sadece gülerek başını iki yana salladı.

"Nerede kalmıştık?" diyerek tekrar tanışmadıklarıma dönerek esmer olana elimi uzattım. "Ben Manolya." dedim neşeyle. Elime karışık elini uzattı. "Sabri." dedi adını anlamsızca bastırarak. "Sabrimi taşırma Sabri! Bana da öyle imalı bakma." diyerek diğerine döndüm.

Elimi kahverengi gözlü, kumral saçlı, yakışıklı çocuğa uzattım. "Manolya." dedim saçımı savurarak. Elimi sıktı. "Karer." dedi hoş gelen sesiyle. "Memnun olduğum Karer." diyerek geri çekildim. "Çok şey yapma." diye mırıldandı arkadan Burak. 

Onu umursamadan diğerine geçtim. Elim iri ve kaslı olan gence uzattım. "Manolya ben." dedim tekrar. Büyük eliyle elimi sıktı. "Serkan." dedi kalın sesle. "Bu doktorlardan falan karışmış olmasın? Sen nasıl öğrencisin be..." diye sessizce ağzımdan kaçırdım.

Adam bana anlamsızca bakarken başımı sallayarak geri çekildim. Elimi sonuncusuna uzattığımda artık sıkılmıştım. "Adımı bildin artık bence." diye mırıldandım bıkkınlıkla. Beyaz tenli, siyah saçlı çocuk, "Poyraz." dedi samimiyetle. Gülümseyerek elini sıktıktan sonra geri çekildim.

"Tanışma fastınız geçmedi mi hala?" diye söylendi İlker. "Geçti İlk er merak etme." diye söylendim sessizce. Kapı hemen açıldı. İçeriye Volkan girdi. "Heh! Şükür!" diye mırıldandım. Volkan göz ucuyla bana baktıktan sonra içeri ilerledi. Burak bir forma takımını ona uzattı. "Al giy." dedi kibar olmayan bir sesle.

Volkan nefesini vererek beni umursamadan üzerindeki bol tişörtü çıkardı. Boş bir dolabı açıp tişörtünü bıraktı.  "Kaleci kim?" diye sordum. Serkan kendini gösterdi. "Benim." Ben başımı sallarken Volkan formayı aşağıya çekiyordu.

"Bakın bütün gayretinizi gösterin! Size güveniyorum! Aslanlar, kaplanlar, öcüler!" diye gaza getirmeye çalıştım ki hepsi anlamsızca bana baktı. Burak nefes verdi. "Hepsini anladım de öcü ne alaka?" diye sordu Doğuş doktor ifadesiyle. "Ne bileyim bir anda aklıma geldi söyledim." dedim umursamadan.

"Siz orada ayak ayağa çarpışırken ben size elimden geldiğinin fazlasıyla destek göstereceğim! Koçunuz ben olduğum için şanslısınız." dedim büyüklenerek. Hepsi umursamazca başını salladı. Volkan'ın elinin kemerine gittiğini görmemle gözlerim büyüdü. "Dur Volkan! Bende buradayım ya!" diye sitem ettiğimde beni yeni fark etmiş gibi ağzı aralandı. "Pardon Mano." diye mırıldandı.

"Neyse, ben çıkıyorum siz son hazırlıklarınızı yaptıktan sonra koridora gelin. Sizi orada bekliyorum." dedim ardından çantamı açıp içinden suları, havluları es geçerek ponponlarımı aldım. "Ponponda getirmiş bak!" dedi Volkan gülerek. 

Onları umursamadan ponponlarımı sallayarak çantayı da alıp zıplaya zıplaya dışarı çıktım. Bakışlarım sahaya giren doktorlara kaydı. Garip bir şekilde herkesten çok ayrı derecede karizmatik geliyorlardı onlar. Ağır adımlarla sahaya girdiler. Üzerlerinde yeşil-beyaz formaları vardı. Son derece özgüven doluydular.

Beklemek için sahanın köşesindeki sandalyelere yerleştiklerinde bakışlarım seyirci sandalyelerini tek tek tarayan Doğuş doktora çevrildi. Başını hafifçe diğer tarafa çevirmesiyle beni fark etti. İşimi hallederken bir yandan ona göz kırptım. Sahada olmamı beklemediği için ifadesi anında soldu. 

Tam bu esnada benim takım çıktı. Onlar arkamdan ilerlerken bende işimi halletmiş bir şekilde sahanın ortasına doğru ilerledim. Hepsi bizi fark ederek ayaklandılar. Kaşlar anında çatılmıştı. Beni onların yanında görmeyi beklemiyorlardı.

Hepsi hızlı adımlarla karşımıza ilerlerken Gümüş benim gibi onların önüne geçti. Yaşam hastanesinin en sevilen doktorları şuan tam karşımda durmuş arkamdaki üniversiteden arkadaşlarımla futbol maçı yapacaktı. 

Doğuş doktor gözlerini benden ayırmıyordu. "Senin ne işin var orda Manolya?!" diyen Bayar'ı aldırmadan bakışlarımı Doğuş doktordan çekmedim. "Ben bu takımın koçuyum!" dedim gururla. Doğuş doktorun ifadesi sertleşti. "Manolya hanım o ne demek? Biz sizinle ne konuştuk? Ayrıca karşı takımın koçu olmanıza inanamıyorum." dedi duvar ciddiyetiyle. Tam bana doğru yaklaşacaktı ki elimi uzatarak engelledim. "Bana karışmayın." dedim ciddi bir sesle.

"Size karışmam zaten Manolya hanım. Ama rica ediyorum böyle bir saçmalık yapmayın." dedi sakin bir sinirle. Kaşlarım derince çatıldı. "Saçmalık öyle mi? Maç bir an önce başlamalı bence!" dedim hemen. Ardından köşeye çekilmemle Gümüş'te benimle çekildi. Doktorların hepsi bana hoşnutsuz bakışlar attı. "Of, bir kere rahat dur." diye söylendi Arat sessizce.

Doğuş doktor sinirle nefesler verirken bakışları tek tek karşı takımındaki kişilerde gezindi. Yanımdaki Gümüş'e döndüm. Rekabetçi bir gülümsemeyle konuştum. "Sanırım şuan rakibiz." Yavaşça başını salladı. "Öyle." diye mırıldandı sadece.

Benim takımdakilere döndüm. "Sizin inanılmaz gücünüz ve sevginiz var! Ben size inanıyorum!" dedim yüksek bir sesle. Gülüştüler. Doktorlardan iki numaraları Fatih, "Bari şöyle şeyler söyleme ya!" diye söylendi bana doğru. Onu umursamayarak gülüp geçtim.

Doğuş doktor ve Burak'ın birbirine attığı rekabet dolu bakışlar fark edilmemesi imkansız olacak kadar fazlaydı. Zeytin gözler hırsla okyanus gözlere meydan okuyordu. Hakem olan genç çocuğa döndü herkes. Doğuş doktor ve takımının üstünde sarı yeleklerden varken, Burak'ın ve takımının üstünde turuncu yeleklerden vardı.

Dışardan, yoldan geçen insanlar öylesin izlemek için yada halı sahada ki yakışıklılık seviyesinden dolayı seyirci koltuklarına yerleşmişlerdi. Esma tek başına seyirci koltuğunda oturmuş heyecanla başlamak üzere olan maçı bekliyordu tıpkı onun az ötesinde oturan Firdevs gibi.

Hakemin topu atarak düdüğü çalmasıyla hareket etmeye başladılar. Doğuş doktor topu ayağıyla kaleye sürerken bir yandan karşı takımın oyuncularından kurtulmak için sağa sola hareketler yapıyordu. Burak topu Doğuş doktorun ayağından alacaktı ki Doğuş doktor topu çevirerek yönünü değiştirdi. "Hadi! Hadi! Saldır İlker saldır!" diye bağırdım ponponlarımı sallaya sallaya heyecanla zıplarken.

Doğuş doktor bağırışımı duyarak dudaklarını birbirine bastırmış daha hırslanarak oyuncuları atlatıp topu kaleye yolladı. Serkan topu tutamadığı top kaleye hemen girmişti resmen. Sinirle ayağımı yere vurdum. Doğuş doktor saniyeler süren bir bakış atmıştı bana.

Doktorlar televizyonda karşılaştığım, gol atınca sevinerek birbirini yiyen futbolcular gibi Doğuş doktorun sırtına vurarak sarıldılar. 

Sayı 1-0 olmuştu. 

Düdükler tekrar çaldığında hareketlenme oldu. "Gösterin kendinizi!" diye bağırdı Gümüş sahaya doğru. Maçı izlerken ponponumu sallaya sallaya zıplamaya başladım. Top Bayar'daydı. Yüzündeki sırıtışıyla topu kaleye sürüyordu ki topu Poyraz hemen kaptı. Poyraz futbolcu edasıyla doktorların kalesine ilerlerken İsmet çevik hareketlerle kimse ne olduğunu anlamadan topu alıp bizim kaleye ilerlemeye başladı. Sessiz duran İsmet'e bak sen.

İsmet jet gibi bir hızla bizim kaleye ilerlerken önüne çıkan Burak ve Volkan'ı anında atlatarak topu kayarak kaleye tam anlamıyla cuk diye sokmuştu. Doktorlar bu sefer İsmet'in üstüne aynı şekilde atladılar. 

Sayı 2-0 olmuştu.

"Çok iyi! Böyle devam!" diye bağırdı Gümüş. Sinirle zıpladım. "Benim başım eğilmedi! Benim başım koptu! Burak gösterir misin kendini?" diye bağırdım. Burak derin nefesler alırken sadece dümdüz bana baktı.

Top tekrar atıldığında hareket tekrar başlamıştı. Burak topu kaparak hızlı koşuşuyla beraber doktorların kalesine ilerledi. Fatih önüne çıkaracaktı ki zıplayarak onu anında atlatıp topu tekrar kendine çekti. Bu hareketle Firdevs tarafından bağırışlar yükselmişti. Gülerek bir ponponumu kaldırıp salladım.

Doğuş doktor, Burağı engellemek için peşindeydi ama Burak hızla topu kaleye yolladı. Atakan topa uzanmıştı ki az bir santim yetişmemesiyle topu tutamayarak gol yemişti. Yüzümde sırıtış oluşurken alayla Doğuş doktora baktım.

Ardından Burak'a dönerek seslendim. "Harikaydı Burak! Mükemmelsin!" diye bağırdım. Doğuş doktorun bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Burak bir şey demeden önüne döndüğünde başımı hafifçe yana çevirdim. Gümüş'le bakışlarımız kesişir kesişmez ikimizde bakışlarımızı hızla tekrar önümüze çevirdik.

Sayı 2-1 olmuştu.

Top tekrar atılarak düdük çalındığında maçtakiler hareketlendi. Volkan topu kaparak doktorların kalesine ilerliyordu ki Doğuş doktor ona çarparak topu hızla ayağından alıp karşı takımı olan bizim takımın kalesine ilerledi.

Tam Burak topu ondan alacaktı ki hızla çok uzağında olmayan Fatih'e pas attı. Fatih anında pası alarak kaleye koştu. Kaleye koşarken kaleciye doğru bağırdı. "Çekil çekil! Doktorum ben, bu şut tam kafana isabet edecek, en az beyin kanaması geçirirsin!" diye bağırdı. Kaleci daha ne olup bittiğini anlamadan Fatih şutu attığı için refleksle kendini korumuştu. Şut kaleye kolayca girmişti.

Doktorlar gülerken Burak ağza alınmayacak küfürler ediyordu Serkan'a doğru. Doğuş doktor Fatih'in uzattığı eline karşılık olarak vurduğunda gülüştüler. Gümüş neşeyle alkışladı. "Çok iyisiniz! Tempoyu bozmayın! Bu maç bizim olmalı!" diyerek onlara destek veriyordu.

Fatih göz ucuyla izleyiciler koltuğundaki Esma'ya bakarak göz kırptı. Ona onun için attığını anlatan kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü. Esma heyecandan ölecek gibi Van kedisi turunç kafa Fatih'i izliyordu.

"Kendinize gelin lütfen! Amigo giyindim o kadar!" diye bağırdım sahaya doğru. İzleyiciler çoğalmışlar ve sebepsizce burayı izliyorlardı. 

Sayı 3-1 olmuştu.

Top tekrar atılarak düdük çalındığında yine maçtakiler hareketlendi. İlker topla beraber doktorların kalesine ilerledi. Döndü topu alarak yönünü çevirdiğinde bizim kaleye doğru ilerledi. Burak topu onun ayağından çevik bir hareketle kendine çekerek yönünü değiştirdi. Doğuş doktor topu almak için son gücüyle hareket ediyordu.

Burak topu kaleye doğru uçurduğunda topu girmeden anında tuttu Atakan. Ardından hemen sırıttı. "İnsan, ömrü boyunca askere gitmemiş ise, benim gibi bir kalecinin nasıl şutları yakaladığını bilmez. Kainatın en acı kurallarından biridir herkesin beni tanımaması." diyerek anlamsız uydurma felsefe yaptı.

Geri çekilirken top tekrar atıldı ve yine tekrar hareketlendi. Evren topu alıp kaleye ilerlerken önüne çıkan Sabri'ye engel olamamıştı. Sabri topla beraber aceleyle kaleye koşarken topu hafif ileri itmesiyle Fersah topu hızla kendine çekerek yönü değiştirdi. Işık hızıyla kaleye koşarken karşısına çıkanlara engel olmaya çalışamayacağını anlayarak hızla topu en yakınında ki Ufuk'a savurdu. Ufuk topu anında kaparak kaleye doğru ilerleyişi devam ettirdi.

Önüne çıkan İlker'den kurtulmaya çalışırken topu anında çevirerek yere doğru kayarak topu yerden kaleye sürdü. Kaleci anında kayarak topu yakaladı. Ufuk sinirle nefesini verip geri çekildi ama bu onu topu ondan almaya çalışan İlker'e karşı orta parmak çekmesini engellememişti.

İlker tam üzerine saldırmak için atılacaktı ki Sabri ve Andries onu kolundan tuttu. "Kavga çıkmasın! Kimseye hakaret etmeyin!" diye bağırdı Gümüş sahaya doğru. Bende, "Şu İlker kaktüsünü geri çekin!" diye bağırdım.

Ufuk asla yüzünde eskiyemeyen şerefsiz sırıtışıyla geri geri adımlar attı. Doğuş doktor sinirle onu göğsünden geri itmesiyle sendeler gibi geriledi. Muhtemelen yaptığı hareketi oda hoş karşılamamıştı.

Top tekrar atıldığında yine hareketlenme olmuştu. Doğuş doktor topu kaleye sürerken etrafındaki insanların topu alamaması için hesaplamalar yapıyor gibi bir sağa bir sola dönüyordu. Ayağını öne savurarak almaya çalışan Andries'ten topu çevirerek kurtuldu. Andries hırsla Doğuş doktorun peşinden ilerledi. 

Andries en sonunda bunu başararak topu alıp yönünü değiştirdiğinde Doğuş doktor son derece hırslı ifadesi ve sert suratıyla topun peşinden koştu. Andries kâküllerini savurarak topu kaleye yakın olan Burak'a pas attı. Burak anında pası alarak topu kaleye yolladı. Ve top bu sefer kaleye girmişti. Burak'ın takımı ve ne ara olduğunu bilmediğim az biraz taraftarından sevinç çığlıkları yükseldi.

Doğuş doktorla Burak arasında kısa bir bakışmanın ardından doktorlar kendine olan güvenlerini düşürmeden maça devam etmek için hazırlandılar. 

Sayı 3-2 olmuştu.

Bacaklarımı ve ponponlarımı sallaya sallaya tezahürat yapmaya başladım. İzleyiciler kısmındaki Firdevs hemen bana eşlik etmişti. Doğuş doktorla aramızda oluşan kısa bakışmadan sonra top atıldı ve hareketlenme tekrar başlandı.

Arat topu kaparak kaleye ilerlediğinde yine takımdakiler de pas yada top peşinde koşmak için koşuyorlardı. Arat, Volkan'ı atlatarak kaleye ilerlemeye devam etti. Burak ve Sabri yaklaşırken topu aceleyle etrafı boş olan Bayar'a attı. 

Bayar anında topu alarak kaleye koştu. Topa sert bir şekilde vurarak kaleye doğru havalandırdı. Serkan topa uzanmak için zıplamıştı ama yaramamıştı. Topun iplere değmesiyle doktorların sevinç bağırışları geldi. 

Bayar göz ucuyla Gümüş'e bakış attı. Yüzünde asılı olan bir tebessüm vardı. Bu şutu onun için attığını anlamamak için kör olmak gerekirdi. Bakışlarım gülümsediği belli olmasın diye başını arkasına çeviren Gümüş'e kaydı. Her ne kadar olgun, bazı hastanedeki söylentilere göre sıkıcı denilen bir insan olsa da bu hareketler herkesi sevindireceği gibi onu da sevindirmişti. Hala seviyordu ve farkındaydı. Hatta ikisi de farkındaydı. Sadece aptala yatıyorlardı. 

Doktorlar birbirine sarılarak zıplaya zıplaya sevinirken ponponumu sinirle sallaya sallaya sinirlendim. "Ya onlar uzun zamandır oynamamış yaşlı insanlar! Göstersenize genç kanınızı!" diye bağırdım öfkeyle.

Sayı 4-2 olmuştu.

Düdüğün çalmasıyla top yere indi. Hareketlenme başladı. Burak artık daha hırslı ve sinirli görünüyordu. Hemen topu kaparak kaleye koştu. Öyle hızlı ve çevik hareketlerle doktorları atlatıyordu ki ağız aratacak derecedeydi. Heyecanla maçın gidişatını izledim. İçimde hiç yaşamadığım bir heyecan vardı resmen.

Sahaya doğru inerek köşeden Burak'ın olduğu yere doğru koştum sahaya girmeden köşeden hızlı hızlı koşan ona yetişmeye çalıştım. "Yaparsın Burak! İnanıyorum sana! Hadi hadi sessiz çocuk! Bana olan nefretini düşünerek at o topu kaleye!" dedim heyecanla.

Burak beni duyuyor ama zerre tepki vermiyordu. Tam bu anda İsmet kimsenin alamadığı topu anında Burak'ın ayağından alarak yönünü çevirdi. Sinirle topun olduğu yere doğru koştum. Demirliklerin dışından maçı izliyor onlarla beraber koşuyordum. "Bırak be o topu! Hemen alıyorsun fırsatçı İsmet!" dedim oyunun kuralı bu olmasına rağmen.

İsmet beni takmadı. Topu almaya çalışan Poyraz'ı zıplatıp topu çevirerek atlatınca herkes çevik hareketlerine şaşkınlıkla bakıyordu. İsmet Andries'ten de hemen kurtularak topu kalenin en yukarı köşesine doğru fırlattı ve top kaleci tutamadan girdi.

Gözlerim açıldı. İsmet derin nefesler alırken, "İsmet bu ne?!" diye bağırdım güzel oynayışına tepki olarak. Arat ve Ufuk bana gülerek zafer bakışı attılar.

Ponponumu onlara doğru fırlatırdım ama hemen önümde duran demirlikler buna izin vermezdi. Bu yüzden bunu yapmadım. Derin bir nefesi verdim. Arat hakeme döndü. "Bir dakika ara verip su falan içsek? Sonra hemen uzatmadan maçı bitiririz çok zaman kalmadı zaten." dedi.

Hakem başını sallayınca demir kapıyı açarak içeri girdim. Çantadan çıkardığım havlulardan birini Volkan'ın, birini İlker'in, birini Andries'in yüzüne attım. Andries alayla muzip karışımı bir şekilde güldü. "Çok kibarsın." Elimdeki havluyla Burak'a yaklaşırken cevap verdim. "Biliyorum." 

Havluyu izin almadan parmak uçlarıma yükselip Burak'ın ensesinden sarkıtarak terlerini havluyla sildim. Dikkatle bana baktığını hissediyordum, bunu hissederek bakışlarım yüzüne kalktı. "Ne bakıyorsun?" diye sordum boş bir sesle. "Sen benden nefret etmiyor musun? Niye havlu tutuyorsun bana özel?" diye sordu muzip bir sesle. Üzerimde keskin bir bakışı daha hissetsem de tek kelime etmedim.

"Sana özel değil. Birinize yapardım sana denk geldi. İyi bir koçum ben!" dedim eğlenerek. Güldü. "Amigo koç" diye mırıldandı. Ellerimi havludan çekerek geri çekildim. "Dahasını sen yap artık." dedim ifadesiz bir sesle. Havluyu alarak alnındaki terleri sildi. 

Bakışlarım Doğuş doktora kaydığında suyunu kafasına dikmişken dimdik bizi izlediğini gördüm. Suyu dudaklarından ayırıp kapağını kapatana kadar altında adam ezecek kadar sert bakışlarını zerre çekmemişti. Koçluğun çok daha iyisini yapacağım kişi sen olabilirdin, aptal...

Serdar ve Furkan yanıma yaklaştı. Furkan sırtını kalenin demirine yasladı. "Yok mu bir amigo dansı?" diye sordu sırıtarak. Bakışlarım hemen yan tarafımızda bizi net bir şekilde duyabilecek Bayar'a kaydı. Saçı üç numara, kaşı çizikli Serdar yutkundu. "Yaparsın artık bir tane." Ardından bakışlarını Furkan'a çevirdi. "Bana özel olarak." Başka bir isteğiniz var mı? Çalan şarkı ne olsun?

"Ulan yavşakspor!" diye bağırdı Bayar. Bakışlar Bayar'a döndü. "Yavşamayın lan kardeşime!  Ulan kardeşime yürüyorlar!" diye bağırdı öfkeyle. "Sakin ol bi'" dedim Bayar'a doğru. 

Ardından Serdar ve Furkan'a döndüm. "Sizi dansla tahrik edecek fahişeniz değilim. Kendim için giyindim, dans edersem de kendim istediğim için ederim." diye söylenerek kimseyi umursamadan sahanın çıkışına ilerledim.

Arkamdan neler denildiğini yada neler konuşulduğunu umursamadım. Demirliklerini ardında çantanın yanına çökerek oturmamın saniyeler üstüne sahayı gören görüntüm kapandı. Görüş açıma güçlü bacakları ve beyaz şortuyla biri girdi. Başımı kaldırmamla bu kişinin Doğuş doktor olduğunu gördüm.

Hızla avuçlarımı yere bastırarak ayağa kalkmaya çalıştım ki o ellerini bana uzattı. Bir şey demeden bana uzattığı ellerini tutmamla beni kolayca ayağa kaldırdı. Üzerime yine bir halsizlik çökmüştü. Başımda değişik bir ağrı vardır.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Son derece ciddiydi yine. "Ne?" diye söylendim toz olan eteğimin arkasını sirkelerken. "Niye zorluyorsunuz Manolya hanım? Niye size dediğimin tam tersini yapıyorsunuz? Size kötü anlamda emir vermiyorum, sizin iyiliğiniz için konuşuyorum ben." dedi ciddiyet ve sakinlikle.

"Ben böyleyim Doğuş doktor! Zorlanıyorsan doktorum olmazsın." dedim ciddiyetle. Çenesini kaldırdı. "Böyle bir şey demedim." dedi ciddiyetiyle. "Tamam ben yine de size söylemek istedim." dedim umursamadan.

Hakemin bağırışlarının sesi geldi. Bakışlarımız aynı anda oraya çevrildi. Takımları topluyordu. Sesi anlamsızca kulağımda çınlamıştı. Sıcaktı burası. Açık havadaydık ama sıcaktı. Doğuş doktor tekrar bana döndü. "Kendini çok yorma. Çok heyecanlanma." diye sakince uyardı beni. Başımı salladım.

Doktorum bütün çekiciliğiyle geri sahaya ilerledi. Bu adama her şey yakışıyordu. Doktor önlüğü bir ayrı, forma bir ayrı yakışıyordu. Artı olarak mutfak önlüğü de çok yakışıyordu.

O sahaya girerken bende sahanın demirliklerine yaklaşarak maçın başlamasını bekledim. Gümüş yanımda durduğunda bakışlarım ona kaydı. "Davetten sonra Bayar'la hiç konuştunuz mu?" diye sormamı beklemediğini için belli etmeden ama şaşkınca bana döndü. "Bayar mı?" diye sordu sadece. Başımı salladım.

"Hayır." diyerek sahaya döndü. Bende sahaya döndüm. "Çok garip. Ne zaman konuşsanız kavga ediyorsunuz ama aranızda yine de bir çekim var ve birbirinize gülümsüyorsunuz. Tek konuşmalarınız kavga olmasına rağmen." diye mırıldandım.

Gümüş kollarını bağlayarak bakışlarını sahadan çekmedi. "Aramızda bir şey yok." dedi sadece. Sesi hiç öyle demiyordu. Gülümseyerek göz ucuyla ona baktım. "Sen öyle diyorsan..." diye mırıldandım sessizce.

Düdük çaldı ve maç başladı.

🌺

Sayı 8-7'ydi.

Maçın sonu gelmek üzereydi. Doğuş doktor ve takım sekiz gol atmışken, Burak ve takımı yedi gol atmıştı. Doktor takımının iki golünü Doğuş doktor, bir golünü ise İsmet atmıştı. Burakların takımının üç golünü Burak, bir golünü Volkan, bir golünü de Andries atmıştı.

Demirlikleri tutarken, "Hadi hadi!" diye bağırdım sahada koşan takıma karşı. Aşırı heyecanla durmadan zıplamış, onlarla beraber bir sağa bir sola koşmuştum. Halsiz halime rağmen bunları yapmıştım. Zaman geçtikçe sıcaklık daha da artmıştı sanki.

Doğuş doktor hızla Burak'ın ayağındaki topu ona kendi vücuduyla sertçe çarparak kaptı. Ardından hemen kaleye yolladı. Burak'ın kaşları çatılırken sinirle Doğuş doktorun üzerine ilerledi. "Ne yapıyorsun sen?!" diye bağırdı son gücüyle. Kalp atışlarımın sesinin duyarken başımın döndüğünü hissetsem de şuan sahada olan gerilime odaklanmaya çalıştım.

Doğuş doktor üzerine gelen Burak'ın kolayca göğsünden geri doğru itti. Burak geri sendeleyince ciddiyetle yüzüne baktı. "Ne? Süre bitiyor işte biz kazandık." dedi ciddiyetle. Doktorlar Doğuş doktorun arkasına kurulurken karşı takımda Burak'ın arkasına kuruldu.

"Çaparak topu aldın resmen!" diye bağırdı Burak. Açık mavi gözleri sinirden kırmızıya dönüyordu resmen. Doğuş doktor boğazını temizledi. "Top hemen dibindeydi, alman için sana yaklaşmam gerekiyordu. Sadece topu alırken omzum sana çarptı. Sana daha önce de çelimsiz göründüğünü söylemiştim. Bence sıkıntı bende değil." dedi kendinden emin bir ifadeyle.

"Sen kimi kandırıyorsun? Bas bayağı bana temas ederek çarptın!" diye bağırdı tekrar. Doğuş doktor sıkıntılı bir nefes verdi. Muhtemelen cümlelerini bağırarak söylemesi onu sinirlendirmişti. 

Gümüş'ün sahaya girmesiyle bende peşinden gidiyordum ki tam demir kapıdan girmemle bir ses hissettim. Çok güçlü bir ses hem kulağımda, hem beynimde yankılanıyordu. Elim kulağıma doğru giderken aniden terlediğimi hissettim. 

Artık sıcaklık beni terletiyordu. Yavaş ve sarsaklayan adımlarımı sahanın içinde onlara doğru atmaya çalıştım. Göğüs kafesimin ortasında çok şiddetli bir ağrı hissettim. Her bir adımda içimdeki acılar artıyor ve yenileri ekleniyordu. 

Başım dönmeye başlamıştı. Yeşil zeminli halı saha yerinde durmuyordu. Gözlerim bir bulanıklaşıyor bir netleşiyordu. Bakışlarıma karartı geçiyor kendimden geçecek gibi oluyordum. Sarsak adımlarımla şiddetli tartışma içinde olan insanlara doğru ilerliyordum. 

Başım döndükçe gözlerimi kırpıştırmaya çalıştım. Yeşil zemin durmadan oraya buraya kayıyor gibi bir görüntü vardı. Nefesim kesiliyordu. Derin nefesler almaya çalışırken sesler çıkıyordu bir yandan. Gözlerime düşen karartı vardı. Göğsüm sıkışıyor gibi bir ağrı oluşuyordu. Her bir adımımda daha da şiddetlenirken derin nefesler alamaya çalıştım ama alamıyordum. 

Sesler, bağırışlar kulağıma işliyor ama çok kısık bir şekilde işliyordu. Ne dedikleri bile anlaşılmıyordu. Terlerim arttıkça gözlerimdeki halsizlik arttı. Direnmeye çalıştım. Hemen yenilmemeye çalıştım.

Kalp atışlarımı kulaklarımda duyuyordum. Çok yavaştı ve gittikçe de yavaşlıyordu. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Elimi yavaşça kaldırıp kalbime bastırdığımda bilincim beni yarı terk ediyor gibi bir şeydi.

Onlara yaklaşmışken bir adım daha atamadan yere doğru devrilmeye başladım. Düşerken durmadan dönmekte olan görüntümden son gördüğüm, tedirgin zeytin gözleri beni fark edişiydi. Beynim o anı düşünmeme, o bakışlarını hissetmeme bile izin vermemişti.

Kalp atışlarım duyulmayacak derecede yavaşladı. Gözlerim yarı kapalıyken bilincimin yok oluşunu hissettim sadece. Saniyeler geçmeden bilincimin tamamen gitmesiyle her şey durdu. 

 Ve bilincim belki sonsuza dek beni terk etmişti.

YAZARDAN

Kader yine ona yapacağını yapmıştı. Şuan ne kalbi atıyor, nede nefes alıyordu. Cansız gibi yerde yatıyordu. Sanki Manolya ağacının bir dalı kırılmış kopmak üzereydi. 

Doğuş hiçbir şeyi umursamadan kimsenin ne ara koşup gittiğini fark etmeyecek kadar hızla Manolya'nın yanına sağ tarafına diz çökerek eğildi. Aceleyle parmağını burnuna yaklaştırdı. Nefes alıyor olsun istedi. Nefes almıyordu. Elini boynunda nabzının üstüne koydu. Atsın istedi. Atmıyordu.

Başını, içindeki ona karşı endişenin ve tedirginliğin bile en üst seviyesi olan duygularıyla göğsüne tam kalbinin üstüne bastırarak kulağını dayadı. Hiç susmasın istediği ninnisi susmuştu. Korku ve endişenin tamamen onu kaplamasına izin vermemeliydi. Onun için bir daha profesyonel olmalıydı.

Tekrar aceleyle geri çekilip parmaklarını birbirine kenetledi. Kalbinin kenetlediği ellerini yerleştirdi. Tam kalbinin üstüne baskılarla kalp masajı yaparak onu yaşatmaya çalıştı. Bedeni cansızdı. Bütün yıldızlar sahanın tepesine toplanmış etrafı aydınlatıyordu. Yine onların bir anına şahit oluyorlardı. Milyonlarca yıldız bir Manolya çiçeğinin soluşuna şahit oluyordu belki...

Herkes şaşkınlıkla burayı izliyordu. Atakan aceleyle ambulansı ararken o ise hiçbir şey düşünmeden sadece onun kalbini çalıştırmaya çalışıyordu. Duyguları anlatılmıyordu. Anlatılmazdı. Söz vermişti. Ona onu yaşatacağına dair söz vermişti. Manolya, Doğuş'a inanıyordu.

Kalbine durmaksızın kalp masajı yapıyordu. Bunu onu yaşatana kadar devam ettirirdi. "Kalbi mi durdu?" titreyen sesin sahibi Bayar'dı. Ama o onlarla ilgilenmeyerek durmaksızın Manolya'ya kalp masajı yapmaya devam etti. Bu zaten ona bir cevaptı.

"Kalbi atmıyor mu? Ölecek mi?" Sözlerin sahibi Volkan'dı. Tedirgin ve korku doluydu, tıpkı herkes gibi. Esma ve Firdevs sahanın demir kapılarından koşarak girdi. Duygusal olan Esma hemen ağlamaya başlamıştı tabi ki. "Manolya!" diye acıyla haykırdı Esma, buraya doğru yaklaşırken.

Doğuş onu mahveden konuşmaları duymak istemiyordu. Arkasında konuşan insanları duymuyordu. "Hadi. Solamazsın. Solmana izim vermem." diye fısıldadı kalp masajını durmaksızın yaparken.

Ne olacağı hakkında bir bilgisi yoktu. Tıp bilgisini kaybetmiş gibi hissediyordu. Sanki tek bildiği şey küçük kalbine masaj yaparak onu çalıştırmaktı. 

Doğuş, orada sadece Manolya'nın değil aynı zamanda kendine de kalp masajı yapıyor gibiydi. Manolya'nın kalbi atmıyorken onun da kalbi atmıyor gibiydi. Profesyonelliği yine yoktu. Varlığıyla yada yokluğuyla her türlü Doğuş Çekici'nin her duygusunu etkileyen biriydi.

Manolya'nın kalbi atmıyordu. Manolya nefes almıyordu. Manolya'nın bilinci yoktu. Manolya ölmek üzereydi, belki de ölmüştü.

İnatla ona kalp masajı yapmaya devam etti. Nasıl göründüğü hakkında zerre fikri yada umursadığı yoktu. Berbat mı görünüyordu, yoksa yıkılmak üzere gibi mi görünüyordu, bunların hiçbiriyle ilgilenmiyordu.

"Doğuş ben yapayım istersen, iyi görünmüyorsun?" diye soran Gümüş'ü bile anlamayacak kadar derin hisleriyle kalp masajını sürdürmeye devam etti. Sadece Manolya'ya bakıyordu. Sadece onu düşünüyor, sadece onun için hareket ediyordu. 

Bu hesabında yoktu. Bir atak olabilirdi ama böyle bir şey değildi. Kalp durma riskini hesap etmemiş yada hastalığı çok hızlı bir şekilde yayılarak onu ölüme göndermeye çalışıyordu. Neden doktorunu dinleyip izleyiciler kısmında sakince oturmamıştı ki? Yada kalbinin durmasında bu olayın o kadar da etkisi yok muydu?

Esma hıçkırdı. "Hocam lütfen yaşasın. Lütfen..." diye fısıldadı Fatih'in kollarında. Fatih kendini zor tutuyordu. Doğruya doğru, Manolya'yı kardeşi gibi görürdü oda. Gözleri  dolmuştu ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bir yandan da Esma'ya destek olmak ister gibi kolunu ona sarıyordu. Aralarında bir bağ vardı ama aralarında bir ilişki yoktu. Sadece doktor ve hemşire.

Volkan'ın ve Bayar'ın sessiz ağlayışları geldi. Sahanın ortasında durmuşlar mahvolmuş bir halde Manolya'ya bakıyorlardı. Doğruyu söylemek gerekirse çoğunun ümidi yoktu. Doğuş dışında. 

Hasta bir kızdı ve Doğuş'un onun tedavisini bulma ihtimalini bile düşük karşılıyorlardı. Hepsi birer doktor olsalar bile Manolya onlar için değerliydi ve şuan akıllarına tek gelen, onun gidişi oluyordu.

Burak olduğu yerde kalakalmış yerde cansız bedeniyle yatan Manolya'ya bakıyordu. Ona bir şey olmasın diye tanrıya sonsuz dualar ediyordu, durmaksızın. Tahmin etmemişti hastalığının bu kadar beter olduğunu. O kadar hisliyken onu kurtarmak için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bu ayrı olarak canını yakıyordu üstüne. Tek yapabildiği şey sadece izlemek ve dua etmekti.

Doğuş'un gözünden tek damla yaş çıkmıyor ama için kan ağlıyordu. Kalbinin çalışması için cansız bedene yalvarırdı bile. İlk kez bir hastasını, özellikle ilk kez aşık olduğu bir kadını kaybedecekti belki.

Manolya onun hayatına gökkuşağı gibi gelmişti. Renksiz, kariyer düşünen bir adamı kendine aşık etmişti. Hatta Doğuş ona kendi diliyle bağlanmıştı. Tam anlamıyla bağlanmıştı. Onsuz, renksiz hayatına dönemezdi. Onsuz asla yapamazdı.

Basit bir kalp krizi gibi görünse de değildi. Hastalığı çok tanınmayan bilgisi olmayan bir hastalıktı ve beklemediği bir kriz gerçekleşmişti. 

Kalbinin çalışması lazımdı. Hayat dolu insanın yaşaması gerekiyordu. Çünkü o yaşamak istiyordu. Ona istediği yaşamını vereceğine dair söz vermişti. Sözünü tutmak istiyordu.

Durmaksızın kalp masajı yapıyordu. Kalbi atmıyordu. O tekrar yapıyordu. Kalbi yine atmıyordu. Doğuş tekrar kalp masajı yapıyordu. Tekrar atmıyordu. Doğuş bıkmadan kalp masajı yapmaya devam ediyordu.

Onun yaşaması için her şeyini verirdi. Ne pahasına olursa olsun yaşatırdı. O yine gülsün. Yine yeşim gözleriyle gözlerine baksın, yine son ses müzik açıp onu kitap okurken rahatsız etsin, yine hastaneye gelip tatlı imalarını yapıp asla komik gelmeyen esprilerini yapsın istiyordu. Kalbi atsın istiyordu. Bunu her şeyden çok istiyordu.

İnsanların gözleri dolmuştu. İlk kez gördüğü sahaya çıkan erkekler bile üzülmüştü. "Oğlum kaç doktor buradayız, yaşatalım lan kızı!" diye bağırdı Evren. Doğuş hala kimseyi duymadan sadece Manolya'ya bakarak ona kalp masajı yapıyordu. "Elimizden bir şey mi geliyor sanki? Ambulansı aradık." dedi Ufuk soğukkanlı aynı zamanda da üzgün çıkan sesiyle. O da şuan Manolya için üzülüyordu. 

Doğuş, Manolya'nın suratını inceledi. Ağlayacak gibi bir his vardı içinde ama ağlamıyordu. Göz yaşı akmıyordu. Manolya kapalı gözleriyle bilinçsizce, belki de cansız bedeniyle yerde yatıyordu.

"Ölmemeli. Çok genç. Daha yaşayacak çok şeyi var." diye mırıldandı Gümüş tedirginlikle. Oda soğukkanlı görünüyordu ama içinden üzülüyordu. Her türlü üzülürdü ama onun hakkında bildiği gerçekler onun daha da üzülmesine sebep oluyordu. Yeni öğrendiği gerçekler.

Doğuş asla pes etmeden devam etti. Yorulmak nedir bilmeden aynı hareketi, aynı ritim ve baskıyla defalarca yaptı. "Solamazsın. Solmana izin veremem. Solmamalısın." diye fısıldadı içindeki anlatılmaz hislerle beraber.

"İki dakika oldu." diye fısıldadı Fersah isteksizce. Sesi kısık çıkmıştı. Doğuş bu sözü duymuştu. İçindeki korkulu hisler daha büyürken hislerinin önüne geçmesine izin vermemeye çalıştı. Şuan hislerini düşünmemeli, Manolya'yı yaşatmalıydı.

Üç dakikayı geçmeden kalbi atmalıydı. Aksi takdirde beyninde hasar oluşabilirdi. Doğuş kalp masajını kesmeden derince yutkundu. Ardından ellerini kalbinden çekerek nabzını kontrol etti. Hala atmıyordu.

"Attır artık şu kalbi Doğuş doktor! Ölüyor o!" diye acıyla haykırdı Burak. Doğuş'un bu bağırış umurunda bile olmamıştı. Onun şuan tek umurunda olan Manolya'ydı. 

Bir elini aceleyle alnına koydu. Başını hafifçe yukarı kaldırdı. Alnına koyduğu elinin baş ve işaret parmağıyla burnunu kapattı. Bir soluk alarak üzerine eğildi. Dudaklarını Manolya'nın dudaklarının arasına alacak şekilde yerleşti. Diğer eliyle dudak çevresini kapatıyordu. Kendi nefesini iki kere ona verdi.

Geri çekilerek havanın geri çıkmasını bekledi. Hemen geri ellerini kalbinde kenetleyerek otuz kere baskı uyguladı. Baskılarının ardından tekrar geri çekilerek üzerine eğildi. Burnunu ve dudak çevresini kapatarak Manolya'nın dudaklarını dudaklarının arasına yerleştirdi tekrar. Yine iki soluğu kendi nefesinden verdi.

Bu döngüyü durmadan sürdürdü. Tekrar kalp masajı yaptı. Tekrar suni teneffüs yaptı. Aynılarını tekrar tekrar yaptı. Bıkmadan onu yaşatmak için bunu sürürdü.

Kalbi hala atmıyorken rengi çekilmeye başlanan çiçeğine baktı. Yeşim gözleriyle yine göz göze gelebilmek en çok istediği şeydi. Bilinçsizliğinden dolayı kapalı olan göz kapağı buna izin vermiyordu.

Kader şuan ikisinin de yaşamını belirleyecekti. Doğuş'un hayatını hayat yapan Manolya'sı olamadan olmazdı. Kader şuan ikisinin de hayatını belirleyecekti.

Doğuş o an ilk kez birine bu kadar bağlı ve aşık olduğunu anlamıştı. Bu gerçek yıldızlar ve Doğuş'un arasındaydı. 

Şimdi ne olacaktı? Hastalığa yenik düşüp ölecek miydi?

Bölüm sonu!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Son kısım hakkında pek fazla bir şey yazamıyorum şuan. Benim yerime siz düşüncelerinizi aktarın lütfen. Size o duyguyu yansıtabildim mi bunu merak ediyorum.

Birinci kitabın bitişiyle beraber çok kısa bir ara veriyoruz. İki hafta sonra 23.Bölümle devam edecek SMK. Zaten bu verdiğim ara içerisinde bir özel bölümde gelecek.

Ayrıca bu bölümü okuduktan sonra Instagram'da, Sonmanolyakokusuofficial sayfama girip hikayede yaptığım soru cevaba katılabilirsiniz. İkinci sezon, karakterler, kısaca kitap hakkında her türlü şeyi sorabilirsiniz. Elimden geldikçe hepsini cevaplayacağım. 

Bana destek olmak için oy verip yorum atarsanız çok mutlu olurum💖

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤍

Ig: dilek.wt

Kitap Ig: Sonmanolyakokusuofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top