20.BÖLÜM: SONSUZLUK DUYGUSU

🌺

Bakışlarım nezaret hanenin duvarında geziyordu. Nezaret hanenin oturağında Esma'yla yan yana oturuyorduk. Firdevs yere oturmuş yeri izliyor, Gümüş'se girdiğimizden beri küçük bölgede volta atıp duruyordu. Yanda erkekler ayrı olarak duruyordu.

Hemen karşı parmaklıklarının arasında kavga ettiğimiz gençler vardı. "Ergen bebeler yüzünden bizde nezarete girdik!" diye söylendi Bayar sinirle. "Gençler." diye düzeltti Gümüş tekrar. Bayar inatla, "Bebeler!" dedi bastırarak. Gümüş uzatmayarak ona göz devirdi sadece.

"O doktor bana artistlik taslamasaydı burada olmazdık!" dedi Abdu. Doğuş doktor, ayakta sırtını yasladığı duvardan hızla ayırarak Abdu'ya döndü. "Ne yaptıysan kendin yaptın! Ben ilk kibarca uyardım. Ha anlamayınca da anlayacağın dilden konuştum!" dedi bastırarak. Üstünde ki bozulmuş gömleği, giymeyerek kaybolmasın diye omuzlarından sarkıttığı ceketiyle ve dağınık saçlarıyla asla kendini yansıtmıyordu.

"Benim burada ne işim var ya?" diye mırıldandı Ufuk duvarı izlerken. Arat, başını Ufuk'un omzuna yasladı. "Sende adam dövdüğün için, canım benim." diye cevap verdi. Ardından Arat, Doğuş doktorun tekrar yaslandığı duvara bir çentik daha attı.

Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Sen ne yapıyorsun öyle?" diye sordum. Hafif bir sırıtışla geri eski haline gelip cevap verdi. "Her dakika için bir çentik atıyorum." deyince güldüm.

Sırtını demirliklere yaslayan Bayar konuştu. "Mahpushaneye de düştük ya..." diye mırıldandı dertli dertli. Fatih göz ucuyla ona döndü. "Sen zaten birkaç kere düşmüştün ya önceden." dedi ciddiyetle.

Bayar başını iki yana salladı. "Hep beraber düşmekten bahsediyorum." dedi aynı dertli sesiyle. Onlara döndüm. "Size bir türkü patlatayım mı? Ben yoruldum haya-" Sözümü aceleyle Ufuk kesmişti. "Aman sağ ol! Doktor Civanım'ı beğendik fazlasına gerek yok." dedi ciddiyetle.

Başım hemen omzumu yasladığım demirliklerin ardında ki Burak'a çevrildi. Sanki bakışlarımı hissetmiş gibi başını kaldırarak bakışlarını kucağından çekerek bana çevirdi. "Teşekkür ederim." diye mırıldandım sessizce. Benim için kendini bana siper edişini unutmamıştım.

Yüzünde hafif bir tebessüm oluşurken, "Rica ederim, geveze." diye fısıldadı.

"Keşke revire gitseydin. Ya sırtında bir şey varsa?" dedim endişeyle. Dudağını sarkıttı. "Bence yoktur. Başta bir acıyordu ama şuan iyiyim." Başımı iki yana salladım. "Olmaz öyle-" Araya başka bir ses girdi. "Ben bakarım sırtına. Çıkınca gel hastaneye." diyen Doğuş doktorun sesi aramıza girdi. Ciddiydi ve kötü niyetli değildi.

"Ben seni uğraştırmayayım gerek yok." dedi Burak. Doğuş doktor değişmeyen ifadesiyle cevap verdi. "Manolya hanım için canını feda ettin. Hastaneye gel lütfen." dedi. Resmen bakışlarıyla emrediyordu. Burak öksürdü. "Geleyim madem." diye mırıldandı sessizce.

Bakışlarım oturakta yer verilmediği için yerde oturan Volkan'a kaydı. Başında yediği sopa yüzünden sargı tarzı anlamsız bir şey vardı. İçeri bir polis girdi. Bakışlar polise kaydığında polis yaklaşarak tam önümüzde durdu.

Bu polisi tanıyordum. Hatta bu karakolda ki polislerin çoğunu tanırdım. Genç sayılan polis beni fark etmesiyle kaşları çatıldı. "Manolya?" diye sordu hemen. Hızla ayaklanarak demirliklere yaklaştığımda bakışlar bize döndü. "Azat?"

"Hiç gelmiyorsun bu aralar?" dedi sırıtarak. "Sizden de gelen yok. Demek ki artık evinde sessiz müzik dinleyen uslu bir kızım." deyişime güldü. "Yada seni çekebilen bir alt komşun var? Gerçi kim seni çeksin ya." diye gülerek söylendi.

Doğuş doktorun sert öksürükleri aramıza girdiğinde başımızı oraya taraf çevirdik. Doktor tayfasının kaşlar yine çatıktı ve direkt polis beyi buluyordu. Doğuş doktor, "Sohbet etmeye mi geldiniz buraya beyefendi?" diye sordu Doğuş doktor ciddiyetle. Tam bu sırada Arat duvara iki çentik daha attı.

Azat'ın kaşları çatıldı. "Sen polise mi dikleniyorsun? Sana ne istediğim gibi gelirim! Şuna bak..." diye söylendi. Doğuş doktor ifadesini değiştirmeden eliyle Volkan'ın başını işaret etti. "Bu ne? Adam belki beyin kanaması geçiriyordu? Onun tomografiye, emara girmesi lazımdı. Ayrıca o başına Allaha emanet sardığınız sargı bezini de yanlış sarmışsınız." dedi buz gibi bir sesle.

Azat'ın kaşları daha da derince çatıldı. "Ne bilelim biz? Polisiz biz polis! Onun başını da polis arkadaşlardan biri sarmıştı." dedi sinirle. Fatih hızla Doğuş doktora döndü. "Sende bir diklenme polise ya! Herkes tıpçı olarak mı doğuyor sanki?" diye mırıldandı.

Gülerek Azat'a döndüm. "Onu boş ver sen. Yedi yirmi dört doktorluk yapar. Bazen beraber yemek yerken de bana Canan Karatay'lık yapıyor." dedim muzip bir sesle. Arat tekrar bir çentik daha attı.

Azat beni umursamadan Doğuş doktora döndü. "Bir gece daha mı içerde kalmak istiyorsun?" diye söylendi sinirle. Doğuş doktor hızla altta kalmayarak cevap verdi. "Böyle bir şey yapmaya hakkınız yok. Size hakaret dahi etmedi-" Ufuk hızla Doğuş doktorun ağzını kapatarak Azat'a dönerek sahte bir şekilde gülümsedi. "Arkadaşımız bir an uçtu. Gerçi o hep havalarda. Siz boş verin onu." Azat bir şey demeden bakışlarını çevirdi.

Volkan elini kaldırdı. "Şey, benim babama haber vermesek? Kendisi biraz agresif bir insan da..." diye mırıldandı. Azat sadece başını salladığında Doğuş doktor, Ufuk'a dönerek ağzını örten eline anlamsızca baktı. Ufuk elini yavaşça Doğuş doktorun ağzından çekerken, Arat ciddiyetiyle Ufuk'u geri çekti. Saniyeler sonraysa bakışları köşede ona bakan Fatih'e kaydı.

"Bu ne, Aşk-ı Doktor falan mı çekiyorsunuz?" diye söylendim gülerek. Bu lafıma Volkan, Esma ve Firdevs gülmüştü. Doğuş doktor, Arat'ın çentiklerinin yanına bir çentik daha attı. "Bir dakika daha geçti." dedi Arat'a doğru ciddiyetle.

Hepsinin dikkatinin dağılmasıyla Azat öksürdü. "Karşı taraf şikayetçi olmak istiyor." Bu cümleyle hepimiz ayaklandık. "Lan nasıl şikeyeti oluyorlar?" diye karşıdakilere doğru bağırışlı nidalar oluştu. Doğuş doktor, Azat'a döndü. "Ellerinde sopalarla gelip bize bulaşan onlar ama dayak yiyince hemen şikayetçi mi oluyorlar? Asıl biz şikayetçiyiz!" dedi hemen.

"Rövanşa gel rövanşa!" diye bağırdı Abdu karşıdan. "Ne, çıkışa mı davet ediyorsun yoksa bizi?." dedi Arat alayla. "Bizde şikayetçiyiz beyefendi. Hodri meydan." dedi Gümüş. Ufuk elini polise doğru uzattı. "Avukat hakkımı kullanmak istiyorum!" dedi hemen.

Polis başıyla kapıyı işaret etti. "İyi gel, ara." Kapıyı açarken Ufuk hızla ayaklandı. "Arya hanım da benden bıkmış gibi bir şeydi sanki ama. Neyse sanki sürekli nezarete giriyoruz ha?" diye söylenerek polisin açtığı kapıdan çıktı. Onun çıkmasıyla kapı tekrar kilitlendi.

Ufuk'un bir anda, karşıdaki deri ceket takımının demirliklerine yapışmasıyla birkaç kişi korkuyla irkildi. Ufuk bu durumdan memnun bir gülüşle polisle beraber odadan çıktı.

"Bir an önce şuradan çıkalım." diye söylendi Doğuş doktor. Bakışlarım Esma'ya kaydı. Geri oturağa oturarak başımı Esma'nın omzuna yasladım. Arat karşı takıma bulaşmakta kararlıydı. "Ne güzel dayak yediniz ama." dedi sırıtarak.

Karşı taraf bu sözle hızla sinirlenerek ayaklandı. "Demirliklerin arkasından ne yapabilirsiniz orospu çocukları?" dedi onları kışkırtmak ister gibi. Biri sertçe demirliklere vurarak demirliklere yapıştı. "Kes lan çeneni!" diye bağırdı.

Doğuş doktor Arat'ın çentiklerinin yanına yenisini attı. "Yine unuttun." diye mırıldanmıştı attıktan sonra. Arat kaşlarını çattı. "Lan dememelisin. Çok ayıp, sus bakayım!" dedi sahte bir sinirle.

Fatih, Arat'ın kolundan çekerek geri çekti. "Karışma şunlara ya!" diye söylendi Arat'ı oturağa oturttu. Firdevs nefesini verdi. "Senin yüzünden ne haldeyiz görüyor musun Manoyla?" diye mırıldandı yorgun bir sesle.

Kaşlarım çatılırken cevap vermek için ağzımı aralamıştım ki benden önce Gümüş cevap verdi. "Eski sevgilisinin böyle birisi olması onun sorunu değil? Onun ne suçu var anlamadım? O mu dedi elinizde sopalarla buraya gelin diye?" diye sordu ciddiyetiyle.

Firdevs göz ucuyla Gümüş'e baktı. "O manada dememiştim." diye mırıldandı sadece. Arat bir çentik daha attığında Volkan bana döndü. "O Azat senin, lise son zamanlarında polislere ilgin olduğu sıra gelip giderken arkadaş olduğun polis değil mi?" diye sordu.

Derin bir nefes alarak başımı salladım. "Maalesef. Ben o aralar pek arkadaşça düşünmüyordum ama o arkadaş olmayı tercih etti. Bende daha bir şey demedim. Şuan tamamen arkadaşız." Doktor tayfasının ciddi bakışlarını üzerimde hissediyordum. Evet, doktorlara hiçbir zaman ilgim olmamıştı.

Bana bakan doktorlara döndüm "Üzülmeyin ya. İlk okulda sadece bir gün doktor olmak istediğimi söylemiştim." dedim sırıtarak. Kaşlarım çatıldı. "Oda sırf hocama çöpçü kamyonu şoförü olmak istediğimi söylememek için." diye mırıldandım.

"Doktorlum bana çok ters meslek ya. Böbrek, akciğer falan elliyorlar. O kadar kan falan. Benlik değil. Ben tavuğa ete bile zor dokunan insanım." dedim ciddiyetle. "Senden doktor olmaz zaten. Hastayı öldürürsün sen." dedi Volkan gülerek. Tam bu sırada bütün doktor tayfası ona ciddiyetle baktı. "Sen sus." dedi Arat. Onu neden sevmediklerine anlam veremiyordum.

Arat bana döndü. "Düşünsenize her hastasının ismiyle dalga geçen bir doktor. Kaslı erkekleri muayene ederken elleyerek taciz falan eder bu." dedi muzip bir sesle. Yüzümde alaylı bir gülümseme oluştu. "Onu daha çok sen yapıyorsun bence. Sizinki istekli oluyor ama daha çok. Değil mi Arat'cığım." dedim son cümleyi Rus aksanıyla çıkarmaya çalışarak.

Arat'ın yüzü anında soldu. Bakışları dediğim şeyden sonra imayla ona bakan doktor arkadaşlarında gezinip geri bana döndü. "Sen şimdi niye eski defterleri açıyorsun kankacığım?" diye sordu bastırarak.

"Kusura bakma ben bir gördüğümü bir daha unutmam. Yaşlansan da her fırsatta hatırlatırım bunu." dedim gülümseyerek. Umutsuzca başını iki yana sallayarak başını çevirdi.

Kapı tekrar açıldı. Polisle beraber gelen Ufuk'a kaydı bakışlar. Polis hızlıca kapıyı açarak Ufuk'u açtığı kapıdan içeriye sokmasıyla kapıyı arkasından kilitledi. Tekrar kapıya taraf ilerlerken göz ucuyla bana göz kırparak çıktı.

Sırıtarak döndüğümde bakışlarım Doğuş doktorda durdu. Beni izliyordu yine. Başımı hızla iki yana salladım. "Kusura bakmayın ama utanmasa ağzınıza düşecek beyefendi." diye mırıldandı sinirle. Onun bu haline güldüm. Bu Azat'ın normal halleriydi. Başta bende onu bu yüzden benimle flört ettiğini falan sanmıştım ama meğerse beni arkadaşı gibi görüyormuş.

Ufuk oturağa Arat'ın yanına kurulurken Arat bir çentik daha attı. "Hadi yine iyisiniz. Avukatıma hepimizi çıkarmasını söyledim." dedi büyüklenerek. Fatih elini Ufuğun omzuna koyarak hafifçe sıktı. "Aferin. Demek ki bir ay boyunca ayrımcılığa uğramayacaksın." dedi alayla. Ufuk gözlerini devirerek önüne döndü.

Esma derin bir nefes alırken ilk kez konuştu. "Hocam ne zaman çıkacağız?" diye sordu umutsuz bir sesle. Bütün hocaları ona döndü. "Hangi hocan Esma?" diye sordu Doğuş doktor ciddiyetle. Esma başımın altındaki başını kaldırarak anlamsızca hepsine tek tek baktı. "Fark etmez aslında. Biriniz cevap verebilir." diye mırıldandı. Cevaplar aynı anda geldi.

"Avukatın buraya gelmesini, konuşması falan dersek en fazla iki saate çıkarız diye düşünüyorum, Esma."

"Şimdi çıkarız."

"Birazdan çıkarız işte ha."

"Çok kalmayız diye düşünüyorum, Esma'cığım."

"Tahminen bir yada iki saate çıkarız, Esma."

Doğuş doktor, Arat, Ufuk, Fatih, Gümüş aynı anda cevap vermişlerdi. Kalan başımla gülmeye başladım. "Seç beğen al, Esma." dedim gülmelerim arasından. Esma hepsine anlamsız bakışlar attı. "Yani tam olarak anlamadım. Birazdan mı çıkarız? İki saat sonra mı? Bir saat sonra mı? Şimdi mi?"

"Ortalamasını bulursan cevabı bulursun, Esma." dedi Arat alayla. Esma nefesini verdi. "Eğer uyursan göz açıp kapayıncaya kadar, Esma." dedim hemen. Esma bir şey demeden başını omzuma koydu.

Bayar'ın verdiği derin nefes nezarethanede duyuldu. Bakışlarım ona kaydı. "Ulan hayat..." diye mırıldandı başını iki yana sallayarak. "Mahpus damlarında çürüyüp gidiyoruz be." diye mırıldandı kederli bir sesle. "Bayar, bir saat on dakikadır buradayız." diye araya girdi Doğuş doktor, her zamanki ciddiyetli sesiyle.

Bayar göz ucuyla Doğuş doktora baktı. "Olabilir. Ömrümüz çürüyor şuan, yeğen..." dedi kederli kederli. Arat sırıtarak kucağında taşıdığı takımının siyah ceketini Bayar'ın yüzüne doğru fırlattı. Bayar başını yana çevirse de ceketten kaçamamıştı. "E bir de bayıl istiyorsan mahpusa düşen Feriha?" diye alay etti Arat, onunla.

"Bir susun artık ya. Yarım saattir başım şişti." diye mırıldandı karşıdan bana sandalye fırlatacak olan çocuk. Doğuş doktor ve Burak'ın bakışları oraya kaydı. "O sandalyenin ayaklarını vücudunun bir yerine dikmemi istemiyorsan sus." dedi Doğuş doktor ciddiyetle. Çocuk bir şey demeden ters bakışlar atarak sustu.

Burak köşede sessiz sessiz oturuyordu. Bakışlarım tekrar ona kaymıştı. Diğerlerinin aksine kavgaya çok bulaşmadığı için yüzünde hiç yara yoktu.

Onun yanında oturan Fatih'in yüzünün bazı yerlerinde kızarıklık, alnının bir tarafında da çizik gibi bir şey vardı. Arat'ın kulağına kadar boyu olan saçları dağılmış, boynundaki kravatı gevşemiş, bir kaç düğmesi açılmıştı, kaşının köşesinden ve dudağından kan akmış kurumuştu. Yanında oturan Ufuğun toz pembe rengi papyonu açılmış, sarı saçları önüne doğru gelmiş, ceketinin kolu yırtılmıştı. Yüzünde kızarılıklık dışında pek bir yara yoktu. Yere çökmüş olan Bayar'ın karşımda yediği yumruk yüzünden burnu kanamıştı sadece.

Gümüş'ün hiçbir şeyi yoktu, sadece saçları dağılmış elbisesinin bacak dekoltesi biraz daha yırtılmıştı. Elbisesinin eteğini tutmak için beline sardığı süsümü çıkarmış eline sarmıştı. Esma kavga boyunca adamın sırtında durduğu için adamın uzanarak yanağına cimcik atması dışında hiçbir çiziği yarası yoktu.

Bense saçlarımın bozulması ve topuğumun kırılması dışında aynıydım. Beni en üzen şey topuğumun kırılmış olmasıydı o ayakkabım çok güzeldi. Topuğumun çıkmak üzere olduğunu da polis arabasında fark etmiştim.

Bakışlarım doktorlarda gezdi. Doğuş doktor nezarethanenin içinde volta atmaya başlamıştı. Şuan ki tarzıyla asla ciddi alamıyordum. Arat gülerek Bayar'a döndü. "Sende tespih vardı veresene bi'!" dedi hevesle. Bayar anlamsız çatık kaşlarıyla ceketinin cebinden çıkardığı tesbihi Arat'a uzattı.

Arat uzattığı tespihi alıp nezarethanenin içinde dolanıp duran Doğuş doktorun eline bıraktı. Doğuş doktor volta atarken elinde asılı kalan tespihe anlamsızca baktı. Omuzlarında asılı olan ceketi, üstten iki üç düğmesi kopmuş gömleği, dağılmış kumral-sarı arası saçlarıyla aşırı komik aynı zamanda çekici duruyordu.

Doktorlardan birkaç kişi gülerken Arat başını kaldırarak Doğuş doktora baktı. "Var mı lan bana yan bakan diye de bağırsana." dedi sırıtarak. Doğuş doktor onu umursamadan arkasını döndü. Arkasını dönerken düzelsin diye yaptığı yaka kaldırma hareketine kahkaha atasım gelmişti.

Ufuk alayla güldü. "Bir girişimiz oldu beyefendi. Ma birde nasıl çıkışımız oldu hele." dedi Doğuş'un sinirlendiği ve sarhoş ki zamanlardaki ses tonunu taklit ederek.

Ufuk'un bakışları yırtılan ceketine kaydığında kaşları derince çatıldı. Hızla karşı tarafa doğru döndü. "Hanginiz benim ceketimi yırttı lan?!" deyince gülmeye başladım. "Köpekler! Organlarınızı satsanız ödeyemezsiniz bu ceketin parasını!" diye bağırdı sinirle.

Bakışlarım doktorlardaydı. "Sen nasıl kavgaya karıştın onu anlamıyorum." diye söylendim. Bakışları bana çevrildiğinde alayla gülümsedi. "Canım, nede olsa çalıştığım hastanenin doktorları. Hiçbirini sevmesem de yine de, içinde denim de olduğum hastanenin doktorularsa yardım ederim." dedi ciddiyetle. Başımı anlıyorum dercesine salladım.

Başım diğer doktorlara çevrildi. "Siz? Hepiniz de kavgaya karıştınız." diye mırıldandım. İçten bir suçluluk hissediyordum. Abdurrahman benim yüzümden onlara bulaşmıştı. Fatih sırıttı. "Bir Bayar olmasakta bizde senin abilerin sayılırız. Her zaman yanındayız." dedi göz kırparak.

Yüzümde bir tebessüm oluşurken konuştum. "Demek bir sürü yakışıklı abim oldu desenize." deyince Bayar hemen araya girdi. "Ama en birinci abin benim ha." dedi. Gülerek başımı salladım. "Tamam, canım abiciğim."

Volkan'ın anlamsız bakışlarını üzerimde hissettim. Bakışları ona kaydığımda başımı Ne? dercesine salladım. "Sen bunlarla bu kadar yakın mısın?" diye sordu şaşkınlıkla. Cevap verecekken doktor tayfası ona döndü. Üç numaralı Arat konuştu. "Bunlar derken?"

Volkan açıklama yapacaktı ki ondan önce ben konuştum. "Tamam ya sizde ha bire çocuğun üstüne geliyorsunuz!" diye söylendim. Arat, "Yok, bebek deseydin." dedi alayla. Hemen ardından Bayar'da, "Koca bebek." diye ekledi. Volkan'a karşı ne garezleri olduğu hakkında zerre fikrim yoktu.

"Tamam ya. Gerçekten susar mısınız artık?" diye söylendi Gümüş. Bu cümleyle beraber etrafa bir sessizlik çöktü. Sessizliği Esma'nın sesi bozmuştu. "Ne zaman çıkarız?" Bu cümleyle beraber herkes derin bir nefes verdi.

🌺

Bakışlarım arabanın camından dışarı kaydı. Doğuş doktorun arabasındaydık. Doğuş doktorun dediği gibi iki saat sonra çıkmıştık. Doğuş doktor hastaneye uğrayarak Burak'ı kontrol ederken ben arabada beklemiştim. Doğuş doktor çok sürmeyen hastanedeki işinden sonra bir şeyi olmadığını söylemiş ve yolumuza devam etmiştik.

Eve çok yakındık. Yağmur attığı için Doğuş doktor silecekleri çalıştırmıştı. Bakışlarım yedi katlı apartmanda gezindi. Araba kullanan Doğuş doktorun bakışlarının üzerime çekildiğini hissettim. Benimde bakışlarım ona kaydığında yeşil bakışlarımız kesişti. "Özür dilerim." diye mırıldandım ciddiyetle.

Kaşları çatılırken arabayı apartmanın önünde uygun bir yere sakinlikle park etti. Nefesimi verdim. Arabanın içine derin bir sessizlik çökmüştü. Tek gelen ses yağmur damlalarının arabanın ön camına çarpış sesiydi.

Arabayı kapattığında başı yavaşça bana çevrildi. "Ne için?" diye sordu kısık bir sesle. Bakışlarım ön cama çarpan yağmur damlalarında gezindi. "Ne bileyim ya. Suçlu hissediyorum. Sanki benim yüzümden kavga etmişsiniz gibi. Hatta öyle." dedim yutkunarak.

Tam olarak bana doğru döndüğünde yüzünde duvar gibi bir ciddiyet vardı. "Öyle değil. Olayın senin yüzünden olan bir tarafı yok. Ben tartıştım o da böyle bir hamle yaptı ve kavga çıktı." dedi ciddiyetle.

Başımı hafifçe iki yana salladım. "Bilmiyorum yine de içimde öyle bir his var. Belki sana duygu sömürüsü gibi gelecek, ama kimse bana böyle yakın olmamıştı. Bana içlerinden biri gibi davranmadı. Tek yetimhanedeki ilk günlerimde bir kız vardı. O bana sadece, "Seni korurum." demişti. O günden beri ben hep tek başıma oldum. Şuan olan şu durum da bana çok saçma geliyor. Bu yüzden kendimi suçlu hissediyorum belki." diye mırıldandım gözümden yaş düşürmemek için çabalarken.

Bana doğru yaklaştı. Etraf gecenin karanlığına bürünmüştü. Burayı aydınlatan, arabanın tavanındaki ışığı ve yıldızlar vardı sadece. "Seni geçmişin için de severim. Geleceğin içinde severim. Şuan olduğumuz an için de severim. Seni herkesim yapar, herkes yerine severim." diye fısıldadı ciddiyetle.

"Sever misin sahiden? Sevilecek insanım bence bende. Mutlu görünüyorum ama göründüğüm gibi değilim ki her zaman." diye mırıldandım. Bana daha fazla yaklaştığında yüzlerimiz yakınlaşmıştı. Elini yanağıma koyarak başımı yüzünün hizasına kaldırdı. "Biliyorum. Ben senin içini görebiliyorum, çiçek. Ben seni biliyorum. Bu sana yetsin. Ben sana yeteyim." diye fısıldadı yüzüme doğru.

Gözlerine bakarken yutkundum. Bakışları dudaklarıma kaydığında yüzlerimiz arasında bir karış mesafe bıraktı. Nefesini dudaklarıma vererek daha da yaklaştı.

Dudaklarımız arasında bir karış mesafe kalmışken tekrar sıkıntılı bir nefes vererek geri çekildi. "Özür dilerim. Alanınızı aştım." diye mırıldandı zorlukla. Onu tutan etikçiliği yine bize izin vermiyordu.

Bakışlarıma sinir çökmüştü ama ifadem yoktu. Başımı salladım. "Yapmazsın tabi. Etik olmaz doktor bey için." diye mırıldandım alayla. Ardından hemen emniyet kemerini çözerek araba kapısını açtım.

Hızla çıkmakta olan topuklarıma çok basmamaya çalışırken gelen kapı sesinden ve arabanın kilitlenme sesinden peşimden geldiğini biliyordum. Onu dikkatle kopmakta olan topuklu ayakkabılarımla beraber apartmana ilerledim. "Manolya hanım!" diye seslendi arkamdan.

Aparmanın önünde durarak hızla ona döndüm. "Ne var Doğuş, ne? Ne istiyorsun hala benden?" diye bağırdım sinirle. Koşarcasına adımlarla karşıma geldi. Yağmurun atışları bedenimi ve saçlarımı ıslatırken, benim gibi ıslanan ona baktım.

"Anlayış göstermenizi rica ediyorum." diye mırıldandı ciddiyetle. Son gücümle göğsünden ittim onu. "Ne anlayış, ne anlayışından bahsediyorsun? Sürekli yaklaşıyorsun ediyorsun, seni unutmama bile izin vermiyorsun! Yanımda oluyorsun, beni çıldırtıyorsun! Sonra karşıma geçip etik değil diyorsun!" diye bağırdım.

Sinirle üstümdeki kıyafetimi sıktım. "Ya başlarım etiğine, Doğuş! Ya gönül bu gönül! Nereden bilelim kime aşık olacağımızı? Herkes seni tanıyor biliyor! Sen her hastaya o gözle bakmıyorsun ki etik olmasın!" diye tekrar bağırdım.

Yağmur benim düşünceme göre sarı olan saçlarını ve mahvolmuş koyu lacivert takımını ıslatırken dümdüz bana bakıyordu. "Ya sen beni o etikliğe verdiğin değer kadar sevmedin be! Sen, bana profesyonelliğine verdiğin değerden bile vermedin be! Benim içinde etik olmayan bir durum. Ama ben söz konusu sen olduğunda etiklik falan tanımam. Başlarım iki üç insanın koyduğu etik kuralına!" diye bağırarak göğsünden ittim.

Doğuş doktor kollarımı tutarak beni durdurdu. "Ben seni her şeyden çok seviyorum! O kadar çok seviyorum ki sırf senin için doktorluğu bırakmak için dilekçe bile yazmıştım. İnanmıyorsan git yukarıda masamın üstünde duruyor, gel evime gösteririm sana! Ama tabi ki o dilekçeyi senin tedavini bulduktan sonra verecektim." dedi sakin ama vurgulu bir sesle.

Ağzım aralandı. "Doktorluğu mu bırakacaksın?" diye sordum şaşkınlıkla. Bana doğru bir adım atarak ellerimi tuttu. "Seni çok sevdim. Seni benden almak isteyen her şeyle savaşıyorum. Ben bunu fark ettim. Seni benden almak isteyen insanlardan, sana zarar vermek isteyen insanlardan, seni benden alabilecek o hastalıkla, seni benden almak isteyen senle, seni benden alabilecek o kaderle bile savaşmaya çalışıyorum ben." dedi gözlerime bakarak.

Yutkunmamla oda yutkundu. Soğuk elimi, sıcak eliyle sarmalayarak ısıtıyordu gözlerime bakarken. "Peki şimdi ne olacak?" diye mırıldandım. Dudağını sarkıttı. "Siz isteyin onu oldurayım." diye fısıldadı. "Seni istiyorum." dedim ciddiyetle.

Yüzüme yağmur damlaları düşerken gözlerimi kırpıştırdım. "En zorunu istediniz sizde." diye mırıldandı. "Anlaşılan sen yine bize eziyet ederek etik diye tutturacaksın." diye mırıldandım bakışlarımı apartmanın kapısına odaklarken.

"Daha fazla ıslanmak istemiyorum." diyerek ısıtmaya çalıştığı ellerimi ellerinden çektim. Hızla ayakkabılarıma dikkat ederken apartmana doğru yürüdüm. Arkamdan yaklaşan sert ve hızlı adımlarını duyabiliyordum.

Apartmandan girerken bir anda kendimi havada ve onun kollarında buldum. Şaşkın bakışlarım hızla yüzüne kaydığında hiçbir şey yokmuş gibi bir ciddiyetle asansör kapısına baktığını gördüm. Bana bakmadan konuştu. "Sizi izin almadan kucağıma aldığım için özür dilerim, Manolya hanım." dedi mekanik bir sesle.

Kaşlarım çatılırken hafif eğilerek asansör tuşuna bastı. "Doğuş çay, doktora bak aa! Hastalarını kucaklıyor!" diye söylendim alayla. Asansörü beklerken bakışları bana döndü. "Topuklarınızı gördüm Manolya hanım. Sizin için böyle bir şey yapıyorum. İsterseniz bırakırım." dedi duvar gibi sesiyle.

Bir şey söylemedim çünkü bu topuklarla yürümek oldukça zordu. Asansörün açılmasıyla tanıdık bir yüzle karşılaştık. Menekşe teyze şaşkınlıkla bize bakıyordu. "Bu haliniz ne?" diye mırıldandı şaşkınlıkla.

Gülmemek için kendimi tutarken kollarımı Doğuş doktorun boynuna sardım. "Sözlümle bilmem kaçıncı ayrılığımızdan sonra tekrar barıştık. Şimdi o beni kaslı kollarıyla taşıyarak evime bırakıyor." dedim muzip bir sesle. Menekşe teyze şaşkınlıkla elini ağzına örttü. Elindeki çöp poşeti onun çöp için aşağı indiğini gösteriyordu.

Doğuş doktor nefesini verdi. "Teyze yok öyle bir şey desek de yine bir senaryo kurup ona inanacaksın, bu yüzden konuşmuyorum. Geçebilir miyiz?" diye sordu ciddiyetle. Teyzesi şaşkınlıkla asansörden çıkarken asansöre biz girdik.

Kollarım boynundan çekilirken ciddiyetime dönmeye çalıştım. Kollarında benimle beraber uzanarak önce benim katıma ardından kendi katına bastı. "En sevdiğim topuklu ayakkabımın topuğu kırıldı." diye mırıldandım sessizce.

Umutsuzca topuğuma bakarken onun bakışları da ayakkabıma kaydı. Saniyeler sonra kapının açılmasıyla bir şey demeden asansörden çıktı. Kapımın önüne kadar gelmemizle hızla kucağımdaki küçük çantamdan anahtarımı çıkardım. Beni dikkatle yere bırakmasıyla anahtarı deliğe sokarak kapıyı hızlıca açtım.

Girmeden ayakkabılarımı çıkarmak için eğilecektim ki benden önce o eğildi. Bir şey demeden yavaşça bacağımdan sarılı olan ipleri çözmeye başladı. O çözerken sadece onu izledim. Önce bir ayağımdakileri çözerek ayakkabıyı çıkardıktan sonra diğer ayağımdaki ipleri de çözerek ayakkabıyı ayağımdan yavaşça çıkardı.

Ayaklarımın çıplak kalmasıyla eve girerek kapının önünde durdum. Kar salonun kapısının önünde durmuş yine bizi izlerken ona döndüm. Dikleşmişti. "İyi geceler, Manolya hanım." diye mırıldandı sessizce.

Başımı salladım. "Size de iyi geceler, Doğuş bey." dedim onun gibi. Merdivenlere ilerlemesiyle bende arkasından kapıyı kapattım. Arkamı dönerek Kar'a döndüm. Bana bakıyordu. Derin bir nefes aldım. "Yine bir gelişme yok, kızım." diye mırıldandım.

Yorgun adımlarla odama ilerlerken oda peşimden geldi. Çantamı makyaj masamın üstüne bırakarak dolabıma ilerledim. Bir pijama, bir kazak çıkararak yatağın üstüne attım. Kar bana kısa bir bakış atarak odamdan çıktı. Muhtemelen uyku vakti geldiğini anlayarak yatağına gidiyordu.

Hızla üzerimdeki ıslanmış elbiseden kurtularak köşeye attım. Üzerimde iç çamaşırlarıma kadar her şeyimi çıkardıktan sonra çıkardığım temiz kıyafetleri üzerime geçirdim. Makyaj masamın pufuna oturdum. Makyajımı çıkarıp yatağa geçmek istiyordum.

🌺

Kar'ın mamasını dikkatle kaba döktükten sonra dikleştim. Eklemlerim yine ağrımaya başlamıştı. Sıkıntılı bir nefes vererek salona ilerledim. Menekşe teyzenin sabah sabah yaptığı havuçlu tarçınlı kekle ve yanında çayla beraber yapıyordum kahvaltımı. Üşengeçliğim yüzünden hiçbir zaman doğru düzgün bir kahvaltı yapamazdım.

Yemek masasının sandalyesini çekerek oturdum. Laptopumun kararan ekranını dokunarak aydınlattım. Yüzümde tebessüm oluşurken koca bir kek dilimini ağzıma tıkarak bilgisayarı kendime yaklaştırdım. Parmaklarımı hızlı hızlı klavyede oynatmaya başlayarak hikayemi devam ettirmeye başladım. Şu son aralar pek yazmaya vakit ayıramıyordum.

Doğuş çayımdan yudumlar alırken bakışlarımı ekrandan çekmedim. Sevdiğim olayların olacağı bir bölüm olduğu için heyecanlıydım. Bu bölümde iki tarafta sonunda kabul edecekti.

Parmaklarım katip edasıyla hızlı hızlı tuşların üzerinde oynuyordu. Fazla romantik bir insan değildim ama konu kitabım olunca romantikliğin kitabını yazardım ve şuan da yazıyordum. Uzay ve Hayal'in yüzü sonunda gülecekti.

Aklımı ve parmaklarımı yazmaya odakladım. Bütün dikkatimi karşımdaki ekrana vererek olayların zihnimde oluşmasına izin verdim.

Yaklaşık iki saat boyunca bunu yapmıştım. İki saattir durmaksızın hikaye yazıyordum. Kek tabağında kekler ve çay içtiğim bardağım tamamen boşalmıştı. Zilin çalmasıyla bütün dikkatim dağıldı.

Kaşlarım çatılırken bardağımı tabağın üstüne koyarak tabağı elime alıp yavaşça ayaklandım. Sandalyemi geri çekerek hızlı adımlarla mutfağa ilerledim. Elimdekileri mutfak tezgahına bıraktım. Kapı sadece bir kere çalmıştı.

Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Delikten bakmadan kapıyı direkt açtım. Kimse yoktu. Kaşlarım çatılırken başımı dışarı çıkararak etrafa baktım. Gerçekten kimse yoktu. Buda hastalığımın bir etkisi olabilir miydi? Gerçek olmayan şeyleri duymak?

Başımın aşağıya inmesiyle kaşlarım çatıldı. Yerde, paspasımın üstünde toz pembe, zarif bir kutu duruyordu. Anlamsızca kaşlarım çatılırken eğilerek kutuyu aldım. Bakışlarım kutunun etrafında gezinirken geri adım atarak kapıyı kapattım.

Kar mamasını yerken benim gibi merakla bana bakıyordu. Başımı kutudan kaldırarak Kar'a çevirdim. "Koş kızım, biri bize bir şey bırakmış." diyerek salona doğru koştuğumda oda hemen peşimden koştu.

Koltuğa yan bir şekilde oturarak heyecanla kutuyu öne koyduğumda oda Kar'da patilerini koltuğa çıkararak biraz yükseldi. Kutunun kapağını kaldırmamla dün ki ayakkabılarımın aynısını görmek kaşlarımın derince çatılmasına sebep olmuştu. Özenli, zarif bir kutuydu.

Ayakkabıyı alarak kaldırdım. Yüzüm şaşkın bir ifade vardı artık. "İnanamıyorum! Bu benimkinin aynısı ama tek fark bu pazar malı değil!" dedim şaşkınlıkla. Ayakkabı taşlı ip detayına kadar aynıydı.

Bakışlarım Kar'ın patisini uzatmaya çalıştığı kutuyla aynı renk olan karta kayınca ayakkabıyı köşeye bırakarak kartı aldım. Kartın üstünde, "Sadece bir kişinin giydirip çıkarması dileğiyle. İyi günlerinizde kullanın." Yazıyordu. Alanın kim olduğunu anlamak için isim yazmasına gerek yoktu.

Sırıtmakta olan tipimle başımı Kar'a çevirdim. "Doğuş doktor, en sevdiğim ayakkabının topuğu çıktı diye bana aynısından almış, Kar." dedim. Kar, sadece bana dümdüz baksa da beni anladığını hissediyordum.

Ardından hemen kaşlarım çatıldı. "Ama yazan nota bak! Resmen bu hareketleriyle aklımı karıştırıyor!" diye söylendim. Aklım o kadar karışıktı ki ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bile bilemeyecek durumdaydım. Muhtemelen onunda benden bir farkı yoktu.

Ayakkabıları kutusuna koyarak kapağını yavaşça kapattım. Masadaki telefonumun çalmasıyla kutuyu masaya bırakarak telefonumu aldım. Firdevs arıyordu. Doğuş doktordan da bir mesaj vardı.

Aramayı yanıtlamadan mesaja girdim. "Kutu sanırım ulaşmış. Üzülmeyin diye almıştım, yanlış anlamayın lütfen." Yazmıştı. Nefesimi vererek dümdüz mesaja baktım. Aramadan gelen zil sesi kesilmişti.

Cevap yazmaya başladım. "Anladım. Çok teşekkürler ama almanıza gerek yoktu." Yazıp hızla mesajı gönderdim. Saniyeler içinde çevrimiçi olup mesajımı görmüştü. Mesajı gördükten iki üç saniye geçmeden yazmaya başlamıştı. "Olsun, Manolya hanım."

Mesaja görüldü atarak çıktığımda Firdevs'in araması tekrar ekranıma düştü. Sıkıntılı bir nefes vererek aramayı yanıtlayarak masanın üstündeki kutunun kapağını yavaşça açtım. Kutusuna bile zarar getirtmeyecek kadar pahalıydı. "Alo, Mano'm?" diye sesi geldi telefondan.

Bir ayakkabıyı dikkatle elime alırken telefonu masanın üstünde bırakıp hoparlöre aldım. "Efendim Firdevs?" diye sordum ayakkabıyı büyülenmiş gibi incelerken. "N'aptın diye bir arayayım dedim." dedi ciddiyetle.

Hızla eğilerek ayakkabıyı ayağıma çok dikkat ederek geçirmeye başladım. Önümde gelen saçlarımı başımı hafif yana atarak önümden çektim. "Ne yapayım Firdevs, ayakkabı deniyorum." dedim ciddiyetle.

"Ne ayakkabısı?" diye sordu hemen. Hafif dikleşerek ayağımı uzattım. Ayağıma numarasına kadar tamı tamına oturan ayakkabı benim eski ayakkabıdan daha kaliteliydi. "Hiç öyle. Ayakkabı işte." diye mırıldandım diğer ayakkabıyı da öteki gibi iplerini bacağıma sarmadan ayağıma giydim.

"Çok güzel!" dedim kendi kendime. "Atsana bir merak ettim." diye telefondan ses geldi. "Dün giydiğimin aynısı işte." dedim ayağa kalkmaya çalışırken. "Kopmadı mı o? Nesini deniyorsun?" diye sorunca sinirle bir nefes verip masadaki telefonu elime aldım. "Of, bir ayakkabı işte Firdevs." diye söylendim.

"Tamam kızım, ne söyleniyorsun ya." diye mırıldandı Firdevs. Telefonu tekrar masaya bırakarak yemek masasına kadar modelmiş gibi yürürken Kar koltuğun üstünde beni izliyordu. Arkamı dönerek tekrar yerime ilerlediğimde Kar'a döndüm. "Beğendin mi kızım?" diye sordum ellerimi belime koyarken. Üzerimde ki kalpli pijama takımıyla ayrı komik bir havam vardı.

Kar bir şey demedi ama kulakları hareket etti sadece. "Bende çok beğendim kızım!" dedim neşeyle. Tam bu sırada telefonun ucundan tekrar ses geldi. "Kız beni bıraktın, köpekle mi konuşuyorsun?" diye söylendi.

Ayağımdaki ayakkabıları çıkarmadan telefonu tekrar masadan alarak bedenimi Kar'ın yanında attım. "Evet Firdevs! Kızımla konuşuyordum!"

Telefonu kulağıma yerleştirerek Kar'ın tüylerini okşamaya başladım. "Ben sana ne diyecektim..." diye mırıldandı sessizce. "Heh! Kafede takılıyoruz, Burak falan da burada o kadar ısrarımdan, kolundan çekiştirmelerimden sonra geldi. Sende gelsene?" diye sorunca kaşlarım çatıldı. Arkadan bir ses daha duyuldu. "Bende buradayım ya, beni niye saymıyorsun?" diye söylenen Volkan.

Volkan'a gülerek cevap verdim. "Yok. Ben hastaneye gideceğim." dedim. "He, hastaneye gideceksin yani." diye mırıldanan Firdevs'le arkadan bir ses daha geldi. "Ne için? Kötü bir şeyi mi var? Bir şey mi oldu?" diyen Burak'ın sesi.

Telefonun ucundan tekrar ses geldi. "Şey canım, bir şeyin mi var?" diye sordu. Derin bir nefes verdim. "Orada arkadaşlarım var ya. Onları görmek için. Ayrıca hastaneyi de özledim." diye açıkladım. "Tamam canım, anladım. Sen nasıl gideceksin peki?" diye sorunca kaşlarım çatıldı.

"Her zaman ki gibi minibüsle." dedim ciddiyetle. Anında cevap geldi. "E Burak götürsün seni? Olur mu Burak?" diye sesler geliyordu. Onları dinlerken bakışlarım ayakkabılarımdaydı. "Bilmem ki. Zahmet olmasın? Yarı yolda falan bırakır o beni." dedim gülerek.

"Korkma korkma hiçbir şey olmaz. Zaten biz senin evin yakınlarında bir kafedeydik, iki dakikaya orda şimdi." dedi hemen. "İyi o zaman hemen hazırlanayım ben." dedim telefonu masaya bırakıp ayakkabılarımı çıkarmaya çalışırken

"Hazırlan sen. Neyse ben işimi hallettim kapatıyorum." diyerek telefonu yüzüme kapattı. Ayakkabıları hızla kutusuna koyarak kapağını kapattım. Kar anlamsızca bana bakarken çıplak ayaklarımla koşarcasına solandan çıkıp odama girdim.

Hızla dolabıma ilerleyerek siyah bir uzun kollu, omuzları açık crop, altına da zeytin yeşili bir kargo pantolon çıkardım. Aldığım kıyafetleri yatağın üstüne bırakarak. Üzerimdeki pijama takımını çıkarmaya başladım.

Üstümdeki pijamaları çıkardıktan sonra üzerime ayırdığım kıyafetlerimi geçirmeye başladım. Crobumun etek kısmını aşağı çekerek aşağı inmesini sağladıktan sonra sırtımla crop arasına kalan saçlarımı çıkardım.

Ardından hemen pantolonlarımı da giymiştim. Küçük deri çantamı yandan postacı tarzında takmıştım. Saçlarım için sadece elimle uğraşarak taramıştım. Yüzüme her zaman yaptığım makyajı yapmıştım. Masanın üstünde duran odunsu kokulu parfümü alarak bol bol üzerime sıktım.

Memnuniyetle ayağa kalktığımda zil çalmaya başlandı. Odamdan çıkarak kapımı açtım. Karşımdaki kişi yine bir adet Fuzuli Burak Saydam'dı.

Parmağımla işaret vererek kapının yanındaki konsolun önüne geldim. Dolapları açıp içinden kalın topuklu siyah botumu çıkardım. "Selam." deyince başımı sallayarak cevap verdim. "Sana da selam."

Ayakkabılarımı dışarı çıkardıktan sonra kendimde kapıyı kapatarak çıktım. Ben botlarımı giyerken o beni köşede bekledi. Hızla botlarımı ayaklarıma geçirerek dikleştim. Üzerinde beyaz bir tişört, altında siyah pantolonu vardı.

Ayakkabılarımı giymemle asansörün tuşuna basarak beni bekledi. Hemen yanına giderek açılan asansör kapısından içeriye girdik. "Sana zahmet olmayacak mı şimdi?" diye sordum göz ucuyla ona bakarak. Giriş katın düğmesine basarak bana döndü. "Yok ya. İyi oldu geveze." dedi kısık bir sesle.

Saçımı geriye atarak ona döndüm. "Buraya kadarda geldin." diye mırıldandım. Başını salladı. "Ama inan Firdevs'ten kurtulmak için. Kız koluma bir yapışıyor sülük gibi ayrılmıyor." deyince kahkaha attım. "Sebepsiz yere gelmeyeceğini tahmin etmiştim." dedim gülmelerim arasından. Açılan asansör kapısından çıktık.

Benden uzun bacaklarıyla beni geçerek apartmandan çıkarken koşarcasına adımlarla onu takip ettim. "Ya tamam en uzun bacaklı sizsiniz ya!" diye söylenerek yetişmeye çalıştım. Başını bana çevirdi. "Ne?" diye sordu anlamsızca.

"Sende aynı Doğuş çay gibisin he! Aynı onun gibi hiçbir şeyi anlamıyorsun." diye söylendim peşinden arabasına ilerlerken. "Hangi arabanı getirdin? Porsche'yi mi? Yoksa Audi'yi mi?" diye sordum hemen.

"Görmüyor musun işte!" diye söylendi kabaca. Arkasından çekilerek koşarcasına ilerlerken arabasına baktım. Siyah bir Bmw getirmişti. "Kaç tane araban var senin? Bir taneyi bana mı ayarlasak? O kadar seni çekiyorum sonuçta." diye mırıldandım.

Arabasını açıp direkt sürücü koltuğuna yerleşirken bende arabanın önünden dolanarak ön yolcu koltuğuna oturdum. Arabayı çalıştırırken emniyet kemerini taktım. Bakışlarım ona kaydı. "Benim arabam yok diye, hava atmak için mi her zaman farklı arabayla geliyorsun" diye sordum.

Arabayı ilerletmeye başladığında cevap verdi. "Aynen." diye mırıldandı umursamazca. "Multimedyadan şarkı falan mı açsak?" diye mırıldandığında başını sallayarak sırtını koltuğa yasladı. "Kahve dökmeyerek istediğin gibi kullanabilirsin." dedi muzip bir sesle.

Gözlerimi devirerek multimedyadan salma bir şarkı açtım. "Yaşam hastanesine gideceğiz değil mi?" diye sormasıyla başımı onaylayarak salladım. "Doktorlarla baya yakınsın sanırım?" diye sordu göz ucuyla bana bakarak. "Arkadaşlarım." dedim sadece.

"Senin de arkadaşın olurum istersen." dedim sırıtarak. Bakışları yoldan çekilip tekrar bana kaydı. İki üç saniye baktıktan sonra bakışlarını yola çekti. "Ben senin gibi bir gevezeyle arkadaş olmam." dedi sert bir sesle.

Aldığı sigara paketinden bir dal çıkararak rujlu gibi duran dudaklarının arasına yerleştirdi. Nefes verdim. "Bende meraklı değilim zaten senin gibi araba yıkatan bir manyakla arkadaş olmaya!" diye söylendiğimde cebinden çıkardığı zipposuyla sigarasının ucunu ateşlerken göz ucuyla bana baktı. "Sen hala onda mısın?" diye sordu zerre takmayan bir sesle.

Kaşlarımı çattım. "Ben kinciyim sessiz çocuk! O hareketini ölsem bile unutmam. Ayrıca o arabayı da unutmam. Nasıl o kadar pislettin, beni mi bekledin, çamurlu safari turu mu yaptın ne yaptın?" diye söylendim sinirle. Sürücü camını açarken cama dönerek güldü. "Seni bekledim diyelim, geveze." diye mırıldandı sessizce.

Ona bir bakış atarak gözlerimi devirdim. "Psikopat bir havan var. İnanırım." diye mırıldandım sessizce. Tekrar gülerek sağ elinde iki parmağı arasında tuttuğu sigarasını dışarıdan uzatarak nefesini dışarı verdi. Göz ucuyla ona bir bakış attığımda önüne dönerek sigarasını tekrar dudaklarına aldı. "Araba içinde sigara içmek yasaktır." diye söylendim yasaklara uymayan bir insan olarak.

Dudakları atasındaki sigarayı tekrar dışarıya uzatarak nefesini verdiğinde bana döndü. "Fazla mı kuralcıyız, her derste sessiz konuşmak için bağıra bağıra fısıldayarak sesini bütün sınıfa duyuran kız?" diye sordu eğlenerek.

Gözlerimi devirdim. "Ben en çok seninleyken göz deviriyorum şunu fark ettim. Yoksa ben kimseye göz devirmem. Ama sen o kadar ukala ve maymunsun ki sana sürekli göz deviriyorum!" diye söylenerek önüme döndüm.

Bana dönerek suratını işaret etti. "Şu surata maymun dedin. Şu çok havalı bulduğun açık mavi gözlere." dedi alayla. Umursamazca omuz silktim. "Yakışıklı maymun olsun o zaman." diye düzelttim.

Aklıma gelen düşünceyle sigarasından derin bir duman çeken ona döndüm. "Söylesene, benim hakkında ilk düşüncelerin nelerdi? Sen beni önceden görmüşsün ya!" dedim hevesle.

Sigarasını dudaklarından ayırarak cama döndü. "Öğrenmek istemezsin." diye mırıldandı. "Hayır istiyorum!" dedim hemen. "İyi. Anlatıyorum iyi dinle. Sen o kadar konuşuyordun ki dikkatim fena halde dağılıyordu. Her gün parfüm banyosu yaparak geliyorsun zaten sınıfa. Ayrıca derslerde sürekli ya hocanın anlattığı şeylere saçma çıkarımlarını atarsın, o not alırken konuşuyor diye laf ettiğin Bilge'nin on katıydın sen ve not alırken sürekli aşırı kötü olan sesinle şarkılar mırıldanıyorsun onun yüzünden de dikkatim bozuluyordu. Bu yüzden başlarda seni hep boğmak istiyordum." dedi ciddiyetle.

Şaşkınlıkla ona döndüm. "Maşallah yani! Ben bu kadar kötü müyüm? Hayır, ben harikayım bunların hepsi ondan. Ayrıca sınıfında tek harika insanı olduğum için garip karşılanıyorum, hatta bu dünyada eşsiz bir insan olduğum için garip karşılanıyorum. Hepsi bundan." dedim övünerek.

Sigarasını dışarı uzatırken göz ucuyla bana baktı. "Egon dünyalar kadar." diye mırıldandı. Bakışlarım dışarı uzattığı koluna kaydı. Kaşlarım çatıldı. "Küllüğün yok mu! Fakir! O kadar Bmw'en var küllüğün yok!" diye söylenmeye başladığımda derin bir nefes aldı.

"Küllüğü unutmuşum." diye mırıldanınca yüzüne doğru ödevini unutan öğrencisini aşağılayan öğretmen tribine girdim. "Kendini de unutsaydın o zaman!"

Kaşları kalkarken anlamsızca bana baktı. "Ne alaka?" diye sordu. Kaşlarımı çattım. "Çok alaka! Çevre katili seni!" diyerek önüme döndüğümde sigarasını dışarı atarak camı kapattı. "Bak bir de yere çöp atıyor! Çevreci insanım ben! Beni de at o zaman?"

"Yine ne alaka?" diye sordu boş bir sesle. "Annene sor o bilir alakayı." diyerek göz devirdiğimde Yola bakarken şaşkınlık ifadesi oluştu. "Senin ağzın bir tek bende bozuluyor gerçekten." dedi muzip bir sesle.

Sahte bir sevinçle alkış yaptım. "Dimi dimi! Hadi sen buna sevinen tek malsın. Hadi sevin!" dedim alayla. İfadesi sertliğine döndü. "Manolya!" dedi sitemle.

Gülerek önüme döndüğümde bir şey demeden yola devam ettik. Nefesimde düzensizlik hissetmemin üzerine hemen nefesim daralmaya başladı. Kaşlarım çatılırken bakışlarım kucağıma indi. İçimi kaplayan bir şey ve bir his oluşuyordu. Nefes alışlarımı kesmeye çalışıyordu.

Sanki güçlü bir el boğazımı sıkıyor ve nefesimi daraltıyordu, nefesimi kesmeye çalışıyordu. Nefes alışlarım zorlaşırken ağzımı aralayarak nefesler almaya çalıştım.

Elim iki göğsümün arasına doğru yol aldığında gözlerim kapandı. Burak'ın da dikkatini çekmiş olacaktım ki hemen arabayı köşeye çekerek durdurmuştu. Başımı kaldıramaya çalıştığımda Burak hızla camları açarak bana yaklaştı. "Sen iyi misin?" diye sordu telaşla.

Nefes almaya çalışırken bana daha da yaklaşarak yanımda ki yolcu kapısını da açtı. Geri yerine geçerken bu sefer torpidodan su çıkararak hızla kapağını açtı. Suyu dudaklarıma yaklaştırdığında bir şey demeden sudan içtim.

"Ne yapılır bilmiyorum ama..." diye mırıldandı ben suyu içerken. Şişeyi dudaklarımdan uzaklaştırmamla kapağını hızla kapattı. Başımı açık olan kapıya doğru çevirerek derin nefesler aldığımda araba içine yayılan müziğin sesini kıstı.

"Daha iyi misin?" diye sordu beni incelerken. Elimi iki göğsümün arasından çekerek başımı ona çevirdim. Düzelen nefesimle başımı salladım. "Yola devam edebiliriz." diye mırıldandım. Yerinden kıpırdamayarak dikkatle bana baktı. "Neyin var senin?"

Bakışlarım ona kaydı. "Ne?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Derin bir nefes aldı. "Son şu aralar fark ediyorum bir şeyin var gibi. Doğuş uzman doktor. Muhtemelen bir hastalığın var ki uzman doktora yönlendirildin. Neyin var?" diye sordu ciddiyetle.

"Yoo yönlendirilmedim o acilde çalıştığı gün doktorum oldu." dedim hemen. Bu sefer nefesini vermişti. "Uğraştıracak mısın?" diye sordu sadece.

"Ölümcül hastalığım var, doktorum tedavimi bulmaya çalışıyor." dedim ciddiyetle ona bakarak. Bana dümdüz baktı. "Dört evresi olan bir hastalık. Her evre geçtikçe canımı yakacak bir hastalık."

"Oldu mu?" diye sorduğumda bakışlarını kaçırarak başka noktaya kilitledi. "Gerçek mi?" diye sordu sessizce. Başımı ağır ağır salladım. "Maalesef gerçek." Arabalar geçip gidiyor hiç kimsenin umurunda bile olmuyorduk.

Burak benden uzaklaşarak sürücü koltuğuna yerleşerek önüne döndü. "Boş ver be. Zaten benden nefret ediyorsun Fuzuli." dedim neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle. Bakışları bana kaydı. Garip bir şey seziyordum onda. Bakışlarına bir anda bir şey düşmüştü. "Bir şeyin olduğunu tahmin ediyordum ama böyle bir şeyi aklımın ucundan geçirmedim." diye mırıldandı sessizce.

Açık olan kapımı kapattım. "Doktoruna bu yüzden mi bağlısın?" diye sordu bana bakmadan. Ona her anlamda bağlıyım.

"O konulara çok girme be Burak." dedim dertli bir sesle. Başını salladı sadece. "Ama ben inanıyorum. Ona güveniyorum. Yaşarım yani. Daha çok not çalarım senden." dedim gülerek. Gülümsedi sadece.

"Ölmeden önce isteklerim de var benim." dedim hemen. Yüzümde hevesli bir sırıtış oluşurken kaşları çatıldı. "Yani?" diye sordu. Bakışlarımla direksiyonu işaret ettim. "Şu arabayı biraz ben mi kullansam?" dedim muzip bir sesle.

Kaşları düzelirken bana döndü. "Ehliyetin var mı? Kullanmayı biliyor musun?" diye sordu ciddiyetle. Başımı salladım. "Var var tabi, olmaz mı? Bizim Volkan bana kullanmayı birkaç kere öğretmişti."

Kaşları tekrar çatıldı. "Ya Manolya ne demek birkaç kere öğretmek ya? Oyuncak mı bu? Ayrıca ehliyeti göreyim." dedi hemen. Benimde kaşlarım çatıldı. "Trafik polisi misin nesin ya! Ayrıca eğer vermezsen hemen şuan arabadan inerim." dedim tehditkar bir sesle.

"Kızım ehliyetin yok, ehliyetin!" dedi sitemle. "Ama kullanmayı biliyorum! Ayrıca ben ehliyeti alana kadar zaten ölürüm. Ne istiyorsunuz ya benden?" diye söylendiğimde derin bir nefes verdi.

"İki üç kereyle olacak bir şey değil ki bu." dedi daha yumuşak bir sesle. Başımı hafifçe ona çevirdim. "Ben kullanmayı biliyorum. Volkan bana öğretti diyorum." dedim tekrar.

"Emin misin? Versem kullanabilecek misin?" diye sordu tereddütle. Hızla başımı salladım. "Evet, kullanabilirim gerçekten. Lütfen izin ver de az biraz süreyim." dedim gülümseyerek. Sıkıntılı bir nefes vererek sürücü koltuğundan indiğinde bende zafer sırıtışıyla yolcu koltuğundan indim.

İkimizde önden dolaşarak koltuklara yerleştik hemen. Kapıyı kapatarak emniyet kemerini taktım hemen. "Dikkat et." dedi ciddiyetle. Mükemmel bir deneyim yaşatacaktım şimdi.

Arabayı bomboş olan ilerletmeye başladığımda bakışları dikkatle yolda ve bendeydi. Sırıtırken gaza biraz daha yüklenmemle araba hızlandı. Yol boş olduğu için bir şey dememişti.

Derin bir nefes alarak direksiyonu yolun dönüşüne göre çevirdim. Etrafta insan da araba da pek yoktu. Yol boştu. İstediğim kısma gelme için gaza biraz daha yüklenerek hızı arttırdığımda kaşlarının çatıldığını hissettim. "Ne yapıyorsun?"

Hızı daha da arttırdığımda arabanın yukarısında ki tutunmak için olan kola tutundu. "Manolya!" dedi yüksek bir sesle. Onu takmayarak hızı daha da arttırdım. "Ya dur az bir hız yapalım." dedim keyifle. "Sana güvenen kafamı..." diye söylendi sinirle.

Multimedyada çalan şarkının sesini son yaptım. Son gücümle gazladığımda Burak tedirginken ben yıllardır yapmak istediğim şeyi yaptığım için mutluydum. "Öldüreceksin şimdi bizi!"

"Manyak mısın kızım? Yavaşla şimdi bir şey falan olacak!" dedi telaşla. Hızı azaltmadan ilerlemeye devam ettim. "Manolya!" dedi yüksek biri sesle tekrar.

"Drift atim mi senin için?" diye sordum muzip bir sesle. "Aman aman. Yalvarıyorum atma." dedi hemen. "Hızlı kullanırım ama güzel kullanırım korkma." dedim dikkatle fazla hızlı kullandığım arabayı sürerken. "Hız tutkum var benim. Hep bunu yapmak istemişimdir." dedim sırıtarak.

Bakışlarım yanda ki en az bu altımızdaki araba kadar lüks olan araca kaydı. Camı indirerek araca baktığımda aracın da camları açıldı. Adam dikkatle beni inceledikten sonra bakışlarını önüne çevirdi. Ardından hemen beni geçerek yoluna devam etti. Kaşlarım çatılırken bende gaza yüklenerek hemen tanımadığım adamı geçtim. Manolya Dinçer'i geçemezsin adamım.

Adam inatla tekrar hız yaparak beni geçtiğinde bende inat ederek hızlandım. "Ne halt ediyorsun Manolya? Ya yemin ediyorum sana bir daha güveneni..." cümlesinin devamını getirmemişti yada getirememişti.

Adamı geçtiğimde dikiz aynasından kısa bir bakışımı ona attım. Adam bu hamlemle geri de kalmak istemez gibi hemen hızlanmıştı.

Adam tekrar geçmek hamlede bulunacakken gaza daha fazla yüklenerek arkada bırakmaya çalıştım. "Manolya yeter durdur artık şu arabayı!" diye sert bir tepki gösterince afalladım. Aslında haklıydı.

Bir şey demeden arabayı yavaşlatarak durdurduğumda yarıştığım araçta yavaşlayarak durmuştu. Burak yolcu koltuğundan indi. Hızlı ve sert adımlarla önden dolanarak kapıma doğru geldiği sırada yandaki aracın yan koltuğun penceresinden küçük kağıt gibi bir şey uzattı.

Daha ne olduğunu anlamadan Burak bana uzatılan üzerinde gördüğüm kadarıyla numaranın yazılı olduğu kağıdı hemen fark ederek adamın elinden aldı. Ardından sahte bir gülümsemeyle kendi Bmw'sinin penceresinin içinden elini soktu. Arabasının konsolunun önünde ki bir kağıdı alarak sertçe adamın arabasının camının içine doğru fırlattı. "Benim numaram. Benim arabamla yarıştınız. Ararsanız da beni ararsınız." dedi ciddiyetle.

Adamın bakışı bana kaydı ardından tekrar Burak'a çevrilince ağzı aralandı. "Pardon. Kız arkadaşınız olduğunu bilmiyordum." diyerek camı kapatarak önüne döndü. Bu cümleyle beraber kaşlarım anlamsızca kalktı.

Adam hızla arabasıyla yoluna devam ederken Burak sertçe cama vurdu. "İnmeyi düşünüyor musunuz, Manolya hanım?" diye sordu öfkeyle.

Yavaşça kapıyı açarak kendimi dışarı attığımda öfkeyle bana baktı. "Sana diyecek söz bulamıyorum." dedi başını iki yana sallayarak. Hızla koşarcasına ilerleyerek önden dolanıp ön yolcu koltuğuna ilerledim.

🌺

Hastanenin kapılarından içeriye girdik. Bu güvenliklerle bakışamamayı bile özlemiştim. Bakışlarım danışman Sultan'a kaydığında hızlı adımlarla arkamda beni takip eden Burak'la ilerledim.

Sultan'ın bizi görmesiyle yüzümde bir tebessüm oluşmuştu. Adımlarımı hızlandırarak kolumu bankoya koydum. "N'aber Sultan?" dedim keyifle. Sultan tebessümüyle cevap verdi. "İyi Manolya. Senden?" diye sorarken bakışlarım yanında başını bilgisayardan kaldırmayan Süleyman'a kaydı. "Beni biliyorsun Sultan'cığım. I am most the perfect!" diye cevap verdim.

Burak hemen yanımda ama arkamda beni bekliyordu. Elimi Süleyman'ın olduğu yere çekerek karşısına vurdum. "Selam, nasılsın yok bakıyorum? Dedikoducu Sultan Süleyman." dedim alayla.

Bana gözlerini devirdi. "Herkesle alay etme artık. Rahatsız edici oluyor." diye söylenmesiyle kaşlarım çatıldı. Anında ona cevabını verecektim ki beni hafifçe köşeye çekerek bodyguardım gibi bankoya yaklaşan Burak söze girdi. "Ne diyorsun kardeşim sen? Önüne dön işine bak! Önce hastayla nasıl konuşacağını öğren! İstediği gibi dalga geçer!" diye kükredi. Bugün fazla sinirliydi anlaşılan...

İkisi neye uğradığını şaşırmış gibi bakarken onlara bir bakış atarak hızla Burak'ın bankodaki kolunu çekerek asansöre doğru aceleyle uzaklaştırmaya başladım. Önüne dönerken, "Danışmana bak, birde göz deviriyor!" diye söylendi sessizce.

"Birde bana ağzı bozuluyor der!" diye mırıldandım alayla. Asansöre ilerlerken bakışları hastanenin içinde geziyordu. "Ne yapacağız şimdi burada?" diye sordu. Asansörün tuşuna basarken cevap verdim. "Esma'yı bir bulalım." diye mırıldandım.

Asansörün kapıları açıldı. İçeri doluydu ve insanlar kapıların açılmasıyla çıkmaya başladı. Onların çıkmasıyla hemen biz girdik. İkinci kata basarak geri çekildim. Kapıların kapanmasıyla asansör hareket etmeye başladı.

Sırtımı asansör duvarına yaslayarak çıkmasını beklediğimde bakışlarım ona kaydı. "Demek sırtın iyi." diye mırıldanmamla anında neden bahsettiğimi anladı. Başını evet dercesine salladı. "Sevindim. Benim yüzümden sana bir şey olsun istemezdim." deyince sadece göz ucuyla bana bakarak tebessüm etti.

İki kata çıkan asansörün çok geçmeden çıkmasıyla açılan kapılar arasından süzülerek çıktık. Bizim çıkmamızla hemen bekleyen insanlar binmişlerdi. Koridorda ilerlemeye başladık. Hastalar, hemşireler, doktorlar etrafta dolanıyordu.

Hızla bir eline benim düşünceme göre gri küçük tepsi tarz bir şey taşıyan hemşirenin kolunu tuttum. "Bakar mısın? Ben Esma Aynı için gelmiştim, onu nerede bulurum? Tanımıyorsanız böyle kezban gibi giyinen bir kızdır. Tam bir moda katili. Neyse işte, ben onu nerede bulurum?" diye sordum hemen.

Kadın anlamsızca bana baktıktan sonra, "Dinlenme odasındaydı en son." dedi. "Dinlenme odası nerede?" diye sordum. Kadın eliyle bir kapıyı işaret etti. "Orası." dedi ve hemen yoluna devam etti.

Benim hemşirenin gösterdiği kapıya ilerlememle peşimden Burak'ta geliyordu. "Kadın sana nasıl baktı gördün mü? Deliymişsin gibi." dedi alayla. Alayla güldüm. "Hayır canım. Bir kere o kadın cazibemin ve güzelliğimin nasıl bu kadar mükemmel olmasına anlam veremediği için öyle baktı." dedim büyüklenerek. "Tabi tabi." demişti sadece.

Yanında, 'Hemşire dinlenme odası' yazan odanın kapısını yavaşça açtığımda Burak beni dürttü. "Girmesek mi? Hemşire misin kızım sen?" diye söylenmesini umursamadan içeri girdim. Erkek ve kadın hemşirelerin birkaçı bana dönüp baktı. Bakışlarım etrafta gezinerek Esma'yı arıyordu.

Esma bir köşede hemşire kız grubuyla koltukta oturmuş sohbet ediyordu. Hızlı adımlarla yanına ilerledim. Burak girmemeyi tercih etmişti. Esma'nın bakışları bana kaymasıyla hızla başını kaldırdı. "Manolya?" dedi şaşkınlıkla.

Boş koltuklardan birine oturdum bende. "Selamlar selamlar." dedim başımı sallayarak. Cemile'nin de olduğu koltuklarda oturan hemşire kızların bakışları bendeydi. Elimi bir kıza uzattım. "Ben Manolya, Esma'nın arkadaşıyım." Hemşire kıyafeti üzerinde olan hemşire başını salladı. "Bende His." diye mırıldandı. Aniden gelen sırıtışla, "Ettin mi?" diye sordum.

Hepsi anlamsızca bana bakarken açıkladım. "His ettin mi yani. Hissettin mi anlamında demiştim." diye aydınlattım onları. Elimi diğer eyelinerli kahverengi saçlı hemşireye uzattım. "Manolya." hemşire ifadesizce elimi sıktı. "Bende, Boncuk." deyince gözüm açıldı. "Aa! Boncuk! Kan alan bir kız vardı onun da adı Mavi'ydi. Siz onla yan yana gelin alın size mavi boncuk." dedim sırıtışla.

Ellerimiz ayrıldığında diğerine döndüm. El sıkıştık. "Merve bende." dedi hemşire. Gözlerim kısıldı. "Çok merak ettiğim bir şey var. Baskıcı ailesi olan arkadaşların seninle ve siz ders çalışıyorken, aradıklarında falan adını veriyorlar mı?" diye sordum. Kız bana anlamsızca baktı.

"Şöyle bakmayın işte!" diye söylenerek sırtımı koltuğa bastırdım. "Ya bugün çocuk katında çok üzüldüm ya..." diye söylendi Cemile. "Niye kız? Cem ile mi kavga mı ettiniz?" diye sormamın üstüne birkaç kişi güldü. Merve, "Cem kim? Hangi Cem?" diye sorunca otomatik olarak, "Sivilcem." diye cevap verdim gülerek. Tamam bu komik değildi.

Esma dahil hemşirelerin birkaçı gülerken Cemile konuşmasına devam etti. "Bir adam var. Ona çok üzülüyorum. Çocuğunun kalbi tükendi. Kalp aranıyor. Gizem hocam da çok üzülüyor ama belli etmiyor profesyonellikten." diye mırıldandı.

Esma konuşmaya katıldı. "Kim?" diye sordu merakla. "Çocuk, Feyza Dinçer. Baba, Gökden Dinçer." Kaskatı kesildiğimi hissettim. Duyduğum isimle bütün algılarımı kaybetmiştim resmen. Bakışlarım masadayken öyle kalakalmıştım. Kızına verdiği ad da dikkatimden kaçmamıştı.

Her yerde karşıma çıkmak zorunda mıydı? Bunca yıl sonra onu tekrar duymak zorunda mıydım? Bu acıyı yeterince yaşamamış mıydım? Onun ismi bile beni korkutuyordu. Onunla aynı soyadı paylaşmak bile canımı yakıyordu.

"Babası onun için çok zaman harcıyor. Onu kurtarmak için her şeyini verir resmen. Çok seviyor kızını. Her yerde kalp arıyor. Elinde olsa kendi kalbini çıkarıp verecek." diyordu. Onu seviyordu. Onu çok seviyordu. Beni sevmiyordu. Benden nefret ediyordu. Beni öldürmeye çalışmıştı.

Gözlerimin dolmasını engellemeye çalışırken başımı kaldırarak Cemile'ye baktım. "O adamın kızının nezlesi vardı sanki sadece?" diye sorunca Cemile'nin kaşları havalandı. "Onu tanıyor musun?" diye sordu. "Görmüştüm sadece. Devam et sen." dedim hemen.

"Adam karısını ve kızını üzülmesinler diye nezle diye kandırmış. Kızın durumu çok kötü. Hastanede yatıyor şuan." dedi Cemile. Bakışlarım Esma'ya kaydığında gözlerini kısarak bana baktığını gördüm. "İyi misin?" diye sordu hemen. Başımı sallayarak koltuktan kalktığım an Esma'da kalktı.

Tam gidiyordum kolumu tuttu. "Emin misin?" diye sordu. "Eminim Esma bırakır mısın beni?" diye sordum. Bir şey demedi. Bende demeden hızla kolumu çekerek hemşire odasından çıktım. Göz yaşları beni anında boğarken içime attığım bu olayın acısını da her zaman ki gibi içimde yaşadım.

Ağlayarak duvara tutunduğumda diğer kolumdan bir anda biri tuttu. Bakışlarım tutan kişinin başına çevrildiğinde Burak olduğunu gördüm. Dolu gözlerimle ona bakıyordum, o ise şaşkın gözleriyle bana. "Ne oldu? Neden ağlıyorsun? Biri bir şey mi dedi? Kızım, kim ağlatabilir seni?" Tam odaya girmek için hamle yapacaktı ki onu geri çekerek sıkıca kollarımı boynuna sardım.

Saniyeler içinde bana karşılık vererek ellerini sırtımda dolaştırdı. Ağladım sadece. "Ağlama geveze! Çok iğrenç ağlıyorsun, sanki insan değil de ördek ötüyor!" deyince ağlayışlarım kesildi yerine gülmem geldi. Gülerek göz altlarımda ki ıslaklığı elimle sildim.

"Şimdi seni de ağlatırım, görürüz kim daha güzel ağlıyor!" diyerek sırtına bir tane vurduğumda güldü. "Sorun ne?" diye sordu ayrılmadan. "Konuşmak istemiyorum. Boş ver. Ama merak etme kimse bir şey yapmadı." dedim sessizce.

"Yine de sarılmak iyi geliyor. Kimseye anlatamıyorum bari sana sarılayım." diye mırıldandım. Sırtımdaki eli sıkılaştı. "Anlat istiyorsan. Devan olurum. Ama anlatmayacaksan da istediğin kadar sarılabilirsin, geveze." diye fısıldamasına sarılışımı sıkıştırarak cevap verdim. Vanilya kokusunu almıştım. Buram buram Vanilya çiçeği kokuyordu.

"Hocam onu nasıl kopardınız?!" Esma'nın çok uzaktan gelmeyen sesiyle ikimizde ayrılarak sesin yönüne döndük. Doğuş doktor hemen Esma'nın yanında elinde koparak ikiye ayrılmış stetoskopa bakıyordu. Onu nasıl koparmıştı?

Bize kaçamak bir bakış atarak Esma'ya döndü. "Ne bileyim ben Esma? Bu stetoskoplar niye dandik Esma? Bi' iki elime aldım hemen kopmuş, bu nasıl stetoskop Esma? Koskoca özel hastanenin stetoskopları böyle mi, Esma?" diye üst üste sorular yığdı.

Esma şaşkınlıkla Doğuş doktora bakarken yanlarına ilerlememle peşimden Burak'ta geldi. "Bilmiyorum hocam ama, hiç onun koptuğunu görmedim. Siz onu nasıl kopardınız ya?" diye mırıldandı sessizce.

Doğuş doktor iki stetoskopun parçasını Esma'nın eline tutuşturdu. "Al Esma. Çok şaşırdın götür bunu Kenan hocana oda şaşırsın biraz. Bu nasıl bir dandiklik. Hemen koptu!" dedi sitemle.

Esma göz ucuyla Doğuş doktora baktı. "Hocam stetoskoplar pek dandik değil aslında. Sorun sizde gibi san..." devam edecekti ki Doğuş doktorun attığı bakışlar sustu. "Hocam sizde çok kötüsünüz." diye mırıldandı sadece.

Esma'ya doğru güldüm. "Al onu duvarına asarsın artık." dedim keyifle. Doğuş doktor delici bakışlarıyla bana döndü. "Hastaneye gelmişsiniz Manolya hanım. Bir sıkıntı mı var?" diye sordu ciddiyetle. Omuz silktim. "Yoo! Ben buraya kankalarım için geldim." dedim hemen.

Başını salladı. Bakışları çok kısa süre Burak'a döndü. "Fuzuli bey? Sizin bir sıkıntınız mı var?" diye sordu hemen. Burak başını iki yana salladı. "Bana hala Fuzuli demeniz dışında yok." dedi ciddiyetle. Doğuş doktor memnuniyetle gülümseyip başını salladı. "Güzel." diyerek arkasını dönüp odasına yöneldi.

Esma arkasından. "Hocam, ben size yeni stetoskop getireceğim!" diye bağırdı. "Mümkünse en kalitelisi olsun Esma!" diye cevap verdi gidişini bozmadan. "Tamamdır hocam! O iş bende!" dedi arkasından, ama muhtemelen Doğuş doktor bunu duymamıştı.

Koridordan geçen Fatih sırıtışla yanımıza geldi hemen. Bakışları bizde gezindikten sonra Esma'a durdu. Esma heyecanlanırken Fatih'in bakışları elindeki stetoskopa kaydı. Kaşlarının çatılmasıyla bakışları yüzüne çıktı. "N'aptın hemşire Esma? Onu nasıl yaptın? Böyle bir şey var mı?" diye sordu şaşkınca stetoskopu eline alırken.

Esma, Fatih'in uzun boyundan dolayı başını kaldırarak suratına baktı. "Hocam benim değil Doğuş hocanın eseri." Fatih'in kaşları daha derince çatılırken bakışları önce Esma'da ardından bende, hemen ardından ise Burak'ya gezindi. Geri Esma'ya döndü. "Doğuş mu yaptı bunu?"

"Malzemeden çalmışlardır ya bir şey değil." dedim eğlenerek. Esma beni takmadan Fatih'in dediği soruya cevap olarak başını salladı. Stetoskopu geri Esma'ya bıraktı. "Onu nasıl yapmış ya. Çok garip adam. Bazen ben bile anlamıyorum. Bu ne eseri?" diye söylendi sessizce.

Bakışları bana döndü. "N'aber Mano?" diye sordu ismimi kısaltarak. "İyidir Fato, senden?" diye sordum onun gibi. Gülerek başını salladı. Ardından Esma'ya başıyla Doğuş doktorun odasını gösterdi. "Ben bi' gideyim bizim deli robotun yanına." dedi ve ellerini cebine koyarak beyaz önlüğüyle beraber dönerek ilerlemeye başladı.

Arkasından iç çeken Esma'ya döndüm. "Sizin bunla aranızda hiçbir şey yok mu ya?" diye sordum hemen. Nefesini verdi. "Neden bir şey olsun?" diye sordu anlamsızca. "Sizi pataklarım. Öyle bir pataklarım ki Doğuş doktor hastaneden çıkana kadar döverim sizi! Bakışlar, göz süzmeler. Hiç mi konuşmuyorsunuz bu konu hakkında?" diye sordum.

Esma başını iki yana salladı. Ciddileştim. "O zaman Fatih seninle oynuyor. Pezevenk, şerefsiz, yavşak, orospu çocu..." Burak hemen araya girmişti. "Hop hop! Manolya sakin. Senin yine ağzın bozuluyor bakıyorum." dediğinde sustum.

Esma anlamsızca bana baktı. "Oynuyor mu? Nasıl oynuyor?" Burak hemen önce çıkarak Esma'ya döndü. "Seni bir yerlere çağırıyor mu? Ne söylüyor sana? Yakın cümleler kuruyor mu?" diye sordu hemen. Bakışlarım Burak'a kaydı. "Sende antrenmanlısın ha." diye mırıldandım.

Esma, "Yani ben Fatih hocanın benimle oynadığını düşünüyorum. Beni o kadar bir yerlere çağırmıyor. Sadece arada bakışıyoruz, tatlı sözler söylüyor..." diye mırıldandı saf saf. "Çok safsın." diye mırıldandım.

"Tamam ben alacağım o cevabı bir şekil. Bu böyle olmaz. Sevgili sanıyorum bazen sizi. Aranızda bir şey yoksa burada bir şeyler dönüyor. Zaten sen fazla safsın." diye mırıldandım. Burak bana döndü. "Cevabı nasıl alacaksın?" diye sordu.

Bakışlarım Doğuş doktorun odasından keyifle çıkan Fatih'e kaydı. "Böyle." diyerek hızlı adımlarla peşinden gittiğimde peşimden gelecekti ki. "Peşimden gelme çünkü hasta doktorla odadayken başka kimse olmaz!" dedim hemen.

Burak bir şey demeden durmuştu. Hızlı adımlarımla Fatih'e yetişmeye çalıştım. Fatih tam odasına giriyorken hemen bende arkasından girdim. "Ne oluyor be?" diyerek hemen arkasını döndüğümde sırtımı kapıya yaslayarak kapıyı kapattım. "Manolya?" dedi şaşkınlıkla.

Hızla kapıyı kilitleyip Fatih'i duvara ittirdim. Şaşkınlığı arttı. "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Boynundaki stetoskopu aceleyle alarak gerip boğazına dayadım. Fatih'in şaşkınlığı çok daha büyüyünce anlamsızca bana baktı. Söze girdim. "Bak Fatih. Sen benim arkadaşımsın. Esma'da benim arkadaşım. O sana öyle bir şey yapsa bu stetoskop onun boğazındaydı ama şuan senin. Eğer konuşmazsan bu stetoskopu Doğuş doktor misali boğazından kopana kadar çekmem." dedim ciddiyetle. Çok havalı konuşmuştum!

"Ne? Anlamadım ne konuşayım?" diye sordu hemen. Derin bir nefes verdim. "Esma'yla oynuyor musun? Ne istiyorsun kızdan? Her kız gibi görme onu. Saf o, anlamaz senin çevirdiğin oyunu. Aranızda hiçbir şey yok ama ona gördüğün her yerde bakış atarak ima yapıyorsun. Sizi mutfakta basmıştım o halinizi de unutmadım. Ne yapmaya çalışıyorsun Fatih?" diye sordum çatık kaşla.

Bakışıyla boğazına tuttuğum stetoskopu işaret etti. "Önce şunu çek çünkü ben onu istesem tek hamlede çekerim, benimde bir kardeşimsin diye biraz dayandım." dedi. Alayla güldüm. "Allah Allah! Alsana o zaman!" diyerek daha da bastırdım. Bir anda saniyeler içinde kendi sırtımı duvara yaslanırken buldum. Stetoskopu tuttuğum ellerimi alarak yukarıda tuttu. "Sakin ol önce." dedi önümde dururken.

Şaşkınlıkla ona baktım. "Anlat o zaman!" dedim hemen yüzüne doğru. Sinirle nefes vererek yutkundu. "Ben her kız gibi görmüyorum ki onu! Ama hemşire-doktor ilişkileri de hoş karşılanmaz. Esma'ya çok değer veriyorum. Ama belki başka zaman, yada ileride gözlerden uzak bir ilişki yaşarız." diye mırıldandı.

Sinirle onun ellerinde kurtularak stetoskoplar vurmaya başladım. "Siz niye hep böylesiniz ya!" diyerek vurduğumda hızla benden kaçtı. "Ben Doğuş gibi etikçi değilim. Sadece doğru zamanı bekliyorum. Etiklik takmam." dedi hemen.

"Şimdi sakince ver o stetoskopu bana." diyerek elime uzandı. Sinirle stetoskopu eline tutuşturdum. "Al!" diye söylendim. Ardından hemen odadan çıkarak geri Esma ve Burak'ın yanına ilerledim.

Duvarın dibindeki sandalyede oturuyorlardı sadece. Burak başını kaldırmasıyla beni gördü. "Manolya. Geldin mi?" diye sordu kendi kendine. "Yok hala Fatih'i boğazlıyorum." diye mırıldanınca kaşları çatıldı. "Boğazlamak?" diye sordu hemen. "Yok yok korkma yapmadım öyle bir şey." diyerek sakinleştirdim onu.

"Kantine inelim mi?" diye sordu Esma sandalyeden kalkarken. "Olur." dediğimde Burak'ta başını salladı. Esma başıyla asansörü işaret ederek asansöre ilerlediğinde bizde peşinden ilerledik.

Hızla asansörle aşağı inerek zemin kattaki kantine girdik. Esma bizi boş bir masaya yönlendirdi. Boş olan sandalyeleri aynı anda çekip oturduğumuzda kantine bir ses yayılmıştı. "Ay durun kahve alalım." dedi ve hemen ayaklandı Esma. Bize döndü. "Nasıl içersiniz?"

Bakışlarım Burak'a kaydı. "Normal ya." dediğinde bende başımı salladım. Esma gülümseyerek başını sallayıp kahveleri almak için ilerledi. Bakışlarım Burak'a kaydı. "Hayret Esma sana sıcak davrandı." diye mırıldandım. Nefesini verdi. "Neden soğuk davransın ki?" diye sordu ifadesizce.

"Volkan'a öyle davranmıştı çünkü. Arkadaşlarım olan insanları pek sevmiyor." dedim gülerek. Gözlerini kısarak bana baktı. "Bunda bir yanlış yok. Biz arkadaş değiliz belki ondan sıcak davranmıştır." dedi ciddiyetle. Gözlerimi devirerek önüme döndüğümde yine onu gördüm.

Buraya doğru yürüdü yanımızdan geçecekti ki kolunu tutarak durdurdum. Durdu ve bana baktı. "Sorun mu var Manolya hanım?" dedi duvar gibi sesi ve ifadesiyle. "Başka masaya oturacağına bizle otursana." dedim neşeyle. Bakışlarım Burak'a kaydı. "Değil mi Burak?" diye sordum. Sadece başını salladı.

Doğuş doktor uzatmandan Esma'nın demin oturduğu sandalyeye oturdu. "İyi peki." diye mırıldandı sessizce. Esma elinde kahveyle döndüğünde yüzü düşerek Doğuş doktora baktı. "Hocam yerime oturmuşsunuz ama..." Ben ve Burak tepsideki üç kahveden ikisini aldığımızda Doğuş doktor da kalanını aldı. "Teşekkürler Esma." dedi mekanik bir sesle. Esma'yı takmamıştı bile.

Esma yanaklarını şişirerek tekrar kendine kahve almak için ilerlediğinde güldüm. Burak'ın zil sesi masada yankılandı. Çok çalmadan hemen cevapladı. "Alo Metin?" dediğinde kısık sesle, "Yaz bana bi' Metin." diye dalga geçtim.

"Nasıl ya?" diye sordu şaşkınlıkla. Bakışlarım ona kaydı. "Yapma be..." diye mırıldandı karşı tarafı dinlerken. Bir süre sadece karşı tarafı dinledikten sonra, "Tamam kardeşim, görüşürüz." dedi ve telefon kapandı.

Telefonu masaya bırakmasıyla konuştum. "Ne oldu ne oldu? Ne olmuş?" diye sordum merakla. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Halı saha da yarın akşam oynayacağımız takımın çoğu adamı kavga ettikleri için ayrılmışlar. Şimdi oraya birilerini bulmak lazım." diye söylendi.

"Aa! ben geleyim karşı takıma?" diye fikir attım ortaya. "Sen olmaz. Erkek takımı o." demesiyle kaşlarım çatıldı. "O ne demek ya? Bal gibi olur!" dedim hemen. "Manolya ayrımcılık yapmıyorum, sadece orası erkek takımı." dedi sıkıntıyla.

"Biz katılalım. Doktor arkadaşlarımla? Ne dersin?" Bu soru asla çıkacağını düşünmediğim birinin dudakları arasından fışkırmıştı.

Şaşkınlıkla ona baktığımda onun direkt Burak'a baktığını gördüm. Yüzünde yine duvar gibi olan ciddiyeti vardı. "Harika olur." dedi Burak yüzünde oluşan sinsi tebessümle. Ne? Bu ikisi karşılıklı takımlar olarak futbol maçı mı yapacaklardı yani? E Bu benim rüyamdaki senaryolar değil miydi?

Bölüm sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Önemli düzenleme; Manolya'nın yaşı artık 23 değildir. 22'ye indi. Önceki bölümlerde yaşı geçen sahnelerde de böyle yazmakta.

Bana destek olmak için oy verip yorum atarsanız çok mutlu olurum💖

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤍

Ig: dilek.wt

Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top