2.BÖLÜM : YIKIMIN ŞÜPHESİ

🌺

Dolaptaki son bardağımı da karton kutuya yerleştirdim. Kutuyu kapatıp üzerine bastığım sandalyeden inmeye çalıştım. Ayağımı fark etmeden boşluğa bırakıp yere kapaklanmıştım.

Ağzımdan acıyla inleme çıktı. "Ya ayağım of!" diye bağırdım ayağımı tutarken. Bir yandan ayağımı tutup bir yandan sandalyeden destek alarak ayaklanmaya çalıştım. Son gücümle kendimi yukarı çektiğimde artık ayaklarımın üzerindeydim.

Mutfak tezgahındaki kutuyu kollarım arasına alıp, hala ağrıyan ayağımla beraber mutfaktan çıktım. Kar köşede durmuş etrafı inceliyordu. Kutuyu üst üste duran üç kutunun üstüne bıraktım.

Ellerimi birbirine çarptıktan sonra ellerimi belime yerleştirdim. Üç yıldır yaşadığım evimden ayrılacaktım. Beni yepyeni bir hayat bekliyordu. Yeni evimi hiç görmemiştim ve çok da merak etmiyordum. Açıkçası Volkan'ın güzel dediği ev, güzelin kat kat üstü olur. Volkan'ı tanıdığım süre zarfınca onun kolay kolay beğenen biri olmadığını anlamıştım. Zaten durumları da fazlasıyla iyiydi, zengin bile sayılırlardı. 1+1 ev, bir bekar evi olarak ona çok küçük geliyordu ama benim için yeterince iyiydi.

Yarın eve yerleşmeyi istemiştim, Volkan'da kabul etmişti. Bugün eşyalarımı hazırlayacak yarında yerleşecektim. Bu ev zaten eşyalıydı, o evde eşyalıydı. Bu yüzden taşınma işi kolay olacaktı.

Bir kutuya Kar'ın eşyalarını yerleştirmiş, bir kutuya mutfakta kendi aldığım süslü tabak, bardaklarımı yerleştirmiş, bir kutuya da kitaplarımı yerleştirmiştim. İki büyük bavulda da kıyafetlerim, takılarım, aksesuarlarım, makyajlarım vardı.

Volkan bana komşuların çok iyi olduğundan, çoğunun okumuş etmiş insanlar olduğundan bahsetmişti. Bu apartmanda ki gibi yine çoğu komşunun yaşlı veya orta yaşlı olduğunu düşünmüştüm.

Komşular benim için çok önemliydi. Şuan zaten komşularım yüzünden bile çıkıyordum.

Kar'ı karnından tutarak kaldırdım. Belki son kez salona girdim. Koltuğa oturup Kar'ı da kucağıma bıraktım. Telefonumu alıp Volkan'a mesaj yazmaya başladım. "Selam Volkan. Benim her şeyim hazır yarın yeni evime geçeriz. Konturatı falan da hallederiz." yazmıştım. Aslında canım sıkıldığı için mesaj atmıştım. Yoksa bu zaten bildiğimiz bir detaydı.

Çok geçmeden Volkan'dan cevap geldi. "Tamamdır Mano." Yazmıştı. Parmaklarımı hızlıca ekranda oynatarak tekrar mesaj yazdım. "N'apıyorsun?"

Mesaj yaklaşık bir on dakika falan sonra görülmüştü. Volkan cevap yazmaya başladı. "Nurgül ile yemekteyiz. Sen?" Yazmıştı. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanmıştı. Tekrar yazmaya başladım. "Nurgül ne alaka? Senin küstüğün sevgiline n'oldu?" Yazmıştım.

Mesaj iki, üç dakika sonra görülüp cevap yazmaya başlandı. "Hani şu yazılımcı çocuk var ya, uzun boylu falan, sana aşık olduğunu söyleyip, "Aramızı yapar mısın?" falan demişti. İşte beni onla aldatıyormuş. Nurgül'de gel takılalım deyince itiraz etmemdim. Kızın karşısında yıkık gibi duruyorum resmen." Yazmıştı.

Bakışlarıma daha çok şaşkınlık düşmüştü. "Oha! Seni cidden aldatmış mı? Hem de onla? Ben zaten onun yavşak olduğunu biliyordum da, neyse." Yazdım.

Volkan tekrar yazamaya başladı. "Hem de ne yavşak herif ya! Neyse unuturuz biter be gülüm!" Yazmıştı. Gülerek ekranda parmaklarımı oynatmaya başladım. "Gül değil Manolya! Çiçekleri karıştırdın sanırım." Yazmıştım.

Volkan gülmeyi işaret eden gülen emojiden üç tane atmıştı. Volkan tekrar yazmaya başladı. "Mano kız tuvaletten çıkmış geliyor. Sonra konuşalım olur mu?" Yazmıştı. "Olur." Yazmıştım sadece.

Telefonumu orta masanın üzerine bırakmıştım.  Bir elimle Kar'ın tüylerini okşuyordum. Bu evde yine yalnız geçecek olan son gecemdi. Bakışlarım kucağımda ki Kar'a kaydı.

"Merhaba köpek, benim ismim Manolya. Bundan sonra benimle yaşayacaksın."

Onu bu apartmana alabilmek için ne diller dökmüştüm. Onla bir yıl önce karşılaşmıştım. Annesini bir araba ezmişti. Babasını çok aradım ama bulamadım. Köpek çok çaresiz görünüyordu. Kıyamayıp o kimsesiz öksüz köpeği yanıma almıştım. Onu tek ailem yapmıştım.

"Kar gibi tüylerin var, senin ismin Kar olsun minik köpek."

Birbirimize çok benziyorduk onla. Çok ortak noktamız vardı. Evet bunları bir köpek için düşünüyordum. O benim tek ailem, en değerlimdi.

En değerlinizin, en yakınınızın nerede veya ne olarak geleceği önemli değildir. Bu bir eşyada olabilir, bir bitki de, bir hayvanda yada bir insanda olabilir.

🌺

Üzerime kısa kollu, beyaz bir crop giymiştim. Altıma iste kot bol pantolonumu giymiştim. Omuzlarıma kadar düşen kumral saçlarımın bir kısmını yukarıdan toplamıştım. Çıkık elmacık kemiklerimdeki allık yerindeydi. Ne çoktu, nede fazlaydı. Yeşil gözlerim yine her şeyden çok daha dikkat çekiciydi.

Üzerime bol bol manolya kokulu parfümümden sıkmayı unutmamıştım. Çantamı omzuma asıp odamdan çıktım. Tam bu sırada kapı çalmıştı. Heyecanla kapıya ilerleyip delikten bakmadan direk kapıyı açmıştım. Gelen kişi Volkan'dı. Beni görünce yüzünde bir tebessüm oluşmuştu. "Selam?"

"Selam." diye yanıtladım. Eşyalarım her şeyim hazırdı. Sadece Volkan'ın gelmesini bekliyordum oda gelmişti. Volkan içeri girmeden bakışlarını içeride gezdirdi. Bakışları tekrar bana döndüğünde konuşmaya başladı. "Benim arabayla gideceğiz Manolya. Eşyaları taşıyalım." dedi.

Başımı sallayarak arkadaki eşyalarıma ilerlediğime Volkan'da ayağındaki ayakkabıları aldırmadan içeri girerek bir büyük bavul, bir de kutu almıştı. Bende önce ayakkabılarımı giymiş ardından bir kutu elime almıştım. Başım yine ağrımaya başlamıştı.

Merdivenleri hızlıca inmeye başladım. Komşuların bizi kapının deliğinden izlediğine adımın Manolya olduğu kadar emindim.

Elimdeki kutuları bırakmadan kolumla baskı uygulayarak apartman kapısını açıp dışarıya yöneldim. Volkan arabasının bagajını açmış içine bavulumu ve taşıdığı kutuyu koymuştu. Bende hızla boş bir yere diğer kutuyu koymuştum. Volkan çoktan geri apartmana girmişti.

Bakışlarım üçünü kattan beni acımasız gözlerle izleyen Ayten'e takıldı. Kollarını bağlayarak pencere mermerine dayamış, yüzünde memnuniyet dolu bir ifadeyle beni izliyordu, yüzünde sıfır tebessümle.

Ellerimi belime koyup Ayten'e ters bakışlarımı gönderdim. "Gidiyorum işte Ayten!" dedim alayla. Ayten'in kaşları çatıldı. "Terbiyesiz!" diye mırıldandı sert sesiyle. Bakışlarını başka bir noktaya çevirmişti.

Alayla güldüm. "Pişt! O altın gününde börek tepsisini kıran Hatice'nin oğlu değil, köpeğimdi! Ayrıca çarşaflarını da yırtan oydu! Son ses müzikle gün yaptığınızda da polisi arayan bendim!" dedim yüksek bir sesle. Kadının gözlerindeki umursamazlık saniyeler içinde yok oldu ve yerini şaşkınlık aldı.

Tam bu sırada Volkan bagaja eşyaları yerleştirmiş ve koltuğuna ilerliyordu. Kadının şaşkınlığı bu sefer saniyeler içinde öfkeye dönüştü. "Düşman! Gel kız buraya!"  diye bağırdı. Kadın hızlıca pencereden koşarcasına ayrılınca bende koşarcasına arabanın yolcu koltuğuna ilerledim.

Kapıyı açıp hızlıca içeri yerleştim. Volkan gülerek köpeğimi kucağıma bırakıp arabayı çalıştırdı. "Bas gaza bas!" dedim heyecanla.

Aynadan eski mahalleme dair son gördüğüm şey arkamdan öfkeyle koşan bir Ayten teyzeydi.

Emniyet kemerini hızlıca bağladım. Volkan gözlerini yola dikmişti. "Müzik açabilir miyim?" diye sordum kibarca. Volkan gülümseyerek başını salladı. Elimi radyoya koyup radyoyu çalıştırdım. Çıkan eski pop şarkı arabanın içini doldurdu.

Volkan göz ucuyla bana baktı. "Bu şarkıyı severim." dedi. Gülümsedim. "Bende." diye cevap vermiştim sadece. Ellerini direksiyonda daha sıkılaştırdı. Bir elini vitese koymuştu.

Başımı kapının camına çevirdim. Bilmediğim sokaklardan geçiyorduk. Yeni evime yerleşince etrafı da iyice öğrenmeliyim en iyisi. Volkan'a bakmadan konuştum. "Aldatıldığını nasıl öğrendin? Hiç anlatmıyorsun." dedim tepkisiz bir sesle.

Göz ucuyla Volkan'a baktım. Sıkıntıyla derin bir nefes alıyordu. Bu konudan rahatsız olduğu apaçık belliydi. "Dağ gibi patlayacaksan söyle ben arabadan ineyim Volki." dedim yumuşatmak ister gibi. Volkan gözlerini devirdi.

"Yok be, kız beni aldattığı için aslında öyle bahane bularak küsmüş. Hanımefendi vicdan azabı çekmiş. Herhalde baktı ben salak gibi hala anlamadım aldatıldığımı." dedi sert bir nefes vererek. Yola bakarken kaşlarımı çattım. "Öyle deme ama! Sen ona böyle bir şey yapmayacağına inanacak kadar güveniyorsan senin suçun ne? Sen böyle düşündüğün için aptalsın bence." dedim gülümseyerek.

"Hayır Mano. İşte güvenmek aptalların işi! Bak, güvendim aptal gibi aldatıldığımla kaldım. Benden sana bir arkadaş tavsiyesi, kimseye güvenme." dedi ve direksiyonu hafifçe yana kırdı. Kaşlarımı çattım. Ben zaten kimseye güvenmiyordum.

"Aman! Boş ver! O senin gibi şerefli bir insan kaybettiği için vicdan azabı çekmiş! Yani eminim şuan sümüklü bezlerini köşeye atarak ağlıyordur." dedim yumuşatıcı bir gülümsemeyle. Volkan göz ucuyla bana bakıp gözlerini kısarak güldü. "Mano çok garip bir insansın. Hep enerjik, hep sevimli, hep mutlu. Keşke senin gibi olsam." Sen gel bide benim içimi gör.

"Eminim senin hayatın benimkinden çok daha iyidir yanardağ." dedim tebessümle. Volkan başını iki yana salladı. "Para var ama mutluluk yok." dedi çaresizce. Güldüm. "Paran var en azından yanardağ! Mutsuzum diye dertlenme! Paran var kendine gel!" dedim gülerek. Volkan'da gülmeye başlamıştı.

"Hüzünlü şarkıyla da fazla hüzünlü olduk. Ben burada mutlu etmeye çalışıyorum radyo tam tersini yapmaya çalışıyor." dedim ve radyonun düğmesine basarak müzik sesini susturdum.

Başımı Volkan'a çevirdim. "Bak Volkanik'ciğim, eğer sen bu saatten sonra kendini böyle üzersen aptal olursun. O seni aldatmış gitmiş, sen hala ona mı yanacaksın? Kendine gel ya! Salla gitsin!" dedim rahat bir tavırla.

Volkan bana bakmadan konuştu. "Bugün şu ev işini halledelim, yarın Malatya'ya memlekete gideceğim." dedi. Gülerek koluna vurdum. "Bir mantı isterim artık!" dedim. Volkan bana ciddi misin? der gibi baktı.

Başımı iki yana salladım. "Ne dedim, niye öyle bakıyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Derin bir nefes aldı. "Mano mantı Kayseri'nin." dedi aydınlatmak ister gibi. "He.." dedim e'yi uzatarak. "Ben seni denemiştim zaten. Bakayım kültür bilgin ne kadar diye." dedim inandırıcı olamayan sesimle.

Volkan suratıma Tabi tabi der gibi baktı. "Sen nereliydin?" diye sordu meraksız bir sesle. Yola dönüp ona bakmadan cevap verdim. "Ben bir yerli değilim. Daha doğrusu tek bir yerli değilim. İstanbul'da doğdum. Bir yanım İstanbullu, bir yanım İzmirli, bir yanımda Danimarkalı, bunun yanında aynı zamanda romanım." dedim.

Volkan kaşlarını kaldırdı. "Danimarka mı? O niye?" diye sordu meraksız bir sesle. Omuz silktim. "Seviyorum. Kendimi o ülkeden de hissediyorum." dedim sadece.

"Eve yaklaştık." dedi, yüzünde gülümsemeyle. Karşımdaki camdan etrafa bakmaya başladım. Küçük ama tatlı bir mahalleye girmiştik. "Ara sıra çıkıp gelirim haberin olsun." sesiyle ona bakmadan gülümseyerek başımı salladım. "Bir yanardağı evime sığdıra bilirsem başımın üstünde yerin var Volki." dedim.

Arabayı bir evin önündeki kaldırıma çekmişti. Yollar çok dar değil genişti. Arabanın kapısını açıp aşağıya indim. Bakışlarım yedi katlı, beyaz, gri, kahverengi tonlarından oluşan tuğla apartmanda gezinmeye başladı. Ne çok eski bir apartmandı, nede çok yeni. Diğer apartmanlara göre gayet güzel bir görüntüsü vardı.

Volkan çoktan araçtan inip incelediğim evi gösterdi. "Burası yeni evin Mano'cuğum." dedi. Ne ara çıkardığını bilmediğim kutular ve bavullardan, bir kutu bir bavul alarak apartmana ilerledi. Gülümseyerek bende iki kutu alıp peşinden ilerledim.

Volkan cebinden çıkardığı iki anahtarın bulunduğu anahtarlığındaki anahtarının bir tanesiyle apartman kapısını açtı. Kapıyı ayağıyla ittirerek içeri geçti. Sırtını kapıya yaslayarak geçmem için yol açtı. Kapıdan geçip merdivenlere ilerlemeye başladım.

"Pişt!" Bakışlarım farklı yöne giden Volkan'a kaydı. "Eşyalarla merdivenden mi çıkacağız? Asansörle çıkalım." dedi ve merdivenlerin yanındaki asansörün kapısını açtı. Bir şey demeden bende asansöre ilerledim. Kapıdan içeriye girdim. Çok dar olmayan bir asansördü. Volkan altıncı kat düğmesine basmıştı.

Göz ucuyla Volkan'a baktım. "Komşularım gerçekten iyi değil mi?" diye sordum. Volkan derin bir nefes aldı. "İyi demiştim ya kızım! Bunlar okumuş etmiş insanlar hepsi, hiçbiri öyle senin eski apartmandakiler gibi geri kafalı değil." dedi.

Kaşlarımı çattım. "Komşumuz Sabri amcada okumuştu ama geri kafalıydı." diye söylendim. Volkan nefes verdi. "O anlamda dememiştim Mano." Volkan'ı da bıktırmıştım artık. O da kurtulmak istiyordu.

Kat geldiğinde volkan elini asansör kapısına koyarak kapıyı açtı. Önce kendisi geçti ardından ben geçtim. Kucağımdaki kutuları düzelterek ilerlemeye başladım. Volkan eliyle hemen asansörün çaprazındaki kapıyı gösterdi. Kahverengi ahşap bir kapı.

Kapının önüne geldiğimizde Volkan anahtarları bana uzattı. "Al sen aç yeni evinin kapısını." dedi gülümseyerek. Tebessümle elindeki anahtarı alıp kapının deliğine soktum. Anahtarı çevirerek kapıyı açtım.

İçimi bir heyecan bastırmıştı. Derin bir nefes alıp verdim. Ve artık yeni hayatımın geçeceği yeri görmeye hazırdım. Koridor görüş açımdaydı. Kapının karşısında bir oda vardı kapısı kapalıydı. Onun biraz yanında da bir kapı vardı. Onunda kapısı kapalıydı. Ayakkabımı çıkararak içeri girdim. Kapının hemen yanında ayakkabılık tarzı bir dolap vardı. Yanında da askı.

Kapısı açık olan odaya ilerledim. Burası salondu. İki tane üç kişilik bej rengi kadife koltuk vardı. Salonun diğer bir ucunda da beyaz bir dört kişilik yemek masası vardı. Benim için çok fazla olan sandalyeler.

Koltukların karşısında beyaz bir ünite ve orta boyutta televizyon vardı. Yerde beyaz yumuşak tüylü bir halı vardı. Fazla dekoru yoktu, hatta hiç yoktu resmen. Krem renk duvarları olan salondan çıkıp kapının karşısındaki odaya girmiştim. Volkan büyük ihtimalle diğer eşyalarımı almak için arabaya inmişti.

Bakışlarımı mutfakta gezdirdim. Çok büyük olmayan bir mutfağı vardı. Beyaz tahta dolaplar, siyah mermer vardı. Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, her şeyi vardı. Mutfağın ucundaki duvarda ikili pencere vardı. Burada da aynı halıdan vardı. Mutfaktan çıkıp mutfağın yanındaki kapıya ilerledim.

Kapının yakınında bir klozet, köşede bir duşa kabin, duşa kabinin yanında lavabo vardı. Açıkçası evin temiz olduğu gibi tuvaleti de çok temizdi. Yerde aynı halının yuvarlak ve daha küçük hali vardı.

Çok oyalanmadan tuvaletten çıkmıştım. Tam bu sırada bakışlarım dış kapının yanında duran Volkan'a kaydı. Sanırım beni bekliyordu. Bakışlarıyla son kalan, odam olduğunu düşündüğüm kapıyı gösterdi. "Sen devam et evi incelemeye." dedi.

Bir şey demeden son kalan odaya girdim. Kapının sol çaprazında tek kişilik bir yatak vardı. Yatağın üstünde küçük dekoratif, boş bir raf vardı. Yatağın karşısındaki duvarda beyaz tahta bir makyaj masası ve puf vardı. Kapının hemen karşısındaki duvara monte olduğunu tahmin ettiğim beyaz bir dolap vardı. Yatağın iki yanında beyaz komodin vardı. Aynı halıdan bu odada da vardı. Açıkçası odayı da beğenmiştim. Benim eski odama göre kat kat büyüktü.

Volkan'ı daha fazla bekletmek istemeyerek odadan çıkıp yanına ilerledim. Volkan belgeleri ayakkabılık dolabının üstüne koymuş sırtını duvara yaslamıştı. Gülümseyerek yanına gittim. Ben geldiğimde yaslandığı duvardan ayrılarak kağıtların üstündeki kalemi bana uzattı.

Kalemi elinden aldım. Kağıdı kısaca incelemiştim. Her ne kadar arkadaşım da olsa kontrol etmem lazımdı. Her türlü yanlışlık çıkabilirdi. Kağıdı kontrol ettikten sonra 'Manolya Dinçer' Yazan yerin altına imzamı atmıştım.

🌺

Başımdaki fuları sıkılaştırdım. Kutumdan çıkardığım, 14 şubatta kendi kendime almış olduğum, manolya çiçeklerin olduğu saksımı komodine koydum. Bir yandan da açmış olduğum şarkıyı bağırarak söyledim. "Acelem yok, hedefim sensin!"

"Bir gelsen aşktan kafayı yersin!" diye bağırırken bir yandan ayağa kalkmaya çalışıyordum. Ayağa kalkıp hafif eğilerek komodinin çekmecesinin açtım. Çekmeceye manolya kaplamalı günlüğümü koyup kapattım.

"Bu sözüm bütün fesatlara gelsin!" dikleşerek ellerimi belime koydum. Makyaj masama doğru ilerledim. Bütün makyajlarımı yerleştirmiştim. Köpeğim içinde odamda bir köşe hazırlamıştım. Boş kutuları alıp mutfağa ilerledim.

"Bizi çekemeyenin cezasını versin!" diye bağırdım bir yandan da omuzlarımı ritme uygun oynatmaya çalışıyordum. Kutuları mutfaktaki geri dönüşüm poşetine tıktım. Bakışlarım tezgahın üstünde ki mini fırına kaydı. Yanıyordu!

Hızla fırının önüne gelip mermerin üstündeki eldivenlerle fırını açtım. Sıcak dumanlar yüzüme vurmaya başlayınca istemsizce yüzümü buruşturuyordum. Eldivenleri kullanarak baton kalıptaki kekimi çıkarıp tezgahın üstüne koydum.

Eldivenli elimle dumanların gitmesi için elimle rüzgar yapmaya başladım. Şarkı öyle boş boş çalıyordu. Çaresizce kekime baktım. Volkan, mutfağın fırının çalışmadığını söylemişti ama ben sorun etmemiştim. Üstelik bozuk bir fırınım varken birde!

"Ama sanki çok yanmamış gibi ya..." diye mırıldandım kendimi teselli edercesine. Bakışlarım ayaklarımın altında boş boş dolanan Kar'a kaydı. "Dimi kar? Sence de çok yanmamış değil mi?" diye sordum çaresizce.

"N'olacak ya? O kadar emek verdim bir şey olmaz en azından keki götürmüş olurum. Hem ben yiyorum. Zaten çok da yanmamış..." Sanırım kendimi ikna edebilmiştim. Beğenmen de beğenmezdi. Kırk yılda bir komşularıma bir kek dağıtmak istemişim şurada

Yüksek sesli müziği kapatıp, kekten dilimler keserek tabaklara koydum. Her tabağa iki dilim kek koymuştum. Fazla bile koymuştum bence. Tabakları tepsiye koyup, anahtarımı da alarak evden çıktım.

Bir üst katım olmasına rağmen asansöre binmiş ve en yukarı kata çıkmıştım. Benim bir üst katım olan kattaki daireye ilerledim. Zile iki kere basıp beklemeye başladım. Kapı yaklaşıp altı, yedi saniye sonra açılmıştı. Kapıyı, yaşlı sayılabilecek bir kadın açmıştı. Kumral saçına aklar düşmüştü, yüzü hafif kırışıktı. Fakat çok tatlı bir yüze sahipti. Mavi gözlerini bana dikerek, "Buyur kızım?" diye sordu enerji veren sesiyle.

Gülümseyerek tepsideki tabakları gösterdim. "Ben alt katınızda oturmaya başladım bugün. Yeni komşunuzum. Kek yapmıştım. Size de getirmek istedim." dedim neşeyle. Kadının bakışları kısa süre yanmış keklerde dolaştı. "Birazcık yandı ama..." diye mırıldandım.

Kadın bakışlarını geri yüzüme çıkardı. "Niye zahmet ettin be kızım? Hoş geldin apartmanımıza." dedi gülümseyerek. Verdiği tepki çok hoşuma gitmişti. Önceki komşularım gibi olmadığı basbayağı belliydi.

"Ne zahmeti. Yandı zaten..." diye mırıldandım. Kadın tepsiden bir tabak alırken konuştu. "Ne olacak kızım olur öyle şeyler." dedi yaşlanmış sesiyle. Kadın bir elini kapıya koydu. "Hayırlı olsun güle güle otur." dedi.

Gülümsedim. "Teşekkürler." diye mırıldandım. Kadın tek kaşını kaldırdı. "Adın ne kızım senin?" diye sordu merakla. "Manolya." dedim. Kadın tebessümle cevap verdi. "Güzel isimmiş. Bende Menekşe." dedi.

Hafifçe güldüm. "Bu apartmanda başka çiçeklerde var mı?" Kadın gülerek başını iki yana salladı. "Yok yok!"

Bakışlarımla asansörü gösterdim. "Ben gideyim diğer komşulara da vereyim o zaman." dedim kısık bir sesle. Kadın gülümseyerek başını salladı.

Asansöre binmiş beşinci kata çıkmıştım. Bir alt katımda olan dairenin önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Yumruğumu kapıya bir kaç kez vurdum.

Kapı açılmayınca zili üst üste tekrar aceleci bir şekilde çalmıştım. Kapı hala açılmamıştı tekrar zile uzanacağım sırada kapı hızlıca açıldı. Kapıyı açan kişiyi iki saniye sonra fark edip başımı kaldırdım.

Tanıdık yüz...

Bakışlarım önce suratında dolaştı ardından çıplak olan üstüne indi. Sadece kol kaslarını gördüğüm kişinin şu an, karın kaslarını da görüyordum. Hatta adamın üst vücudundaki bütün kasları görüyordum şu an.

Muhteşem duran kaslarından bakışlarımı çekip yüzüne baktım. Gözlerim şaşkın bir kedi gibi açılmıştı. Onun yüzünde yine o ciddi ifadesi olsa da dudaklarının aralanmış olması beni burada beklemediğinin göstergesiydi

Bakışları elimdeki tepsideki yanık keklere çevrildi. İki üç saniye keklere baktıktan sonra tekrar yüzüme baktı. Onu üstü çıplak görmenin şokuyla mı, yoksa onu alt komşum olarak görme şokuyla mı bilmeyerek bir anda elden ayaktan kesildiğimi hissettim.

Elimdeki tepsi yere devrildiğinde bende elimdeki tepsiyle beraber yere devrilecekken beni tutan güçlü kollar hissetmiştim. İki üç saniye içerisinde yere doğru çökmüştüm ve oda beni tutmak için benimle çökmüştü.

Gözlerimin kapanması için büyük bir ısrarla uğraşan bir şey vardı. Bir kulu, tanrıdan uzaklaştırmak istercesine uğraşan şeytan gibi. Geçen bayıldığımdaki gibi üzerime çöken bir ağırlık vardı. Başımın ağrısı gidiyordu bilincim gibi. Büyük bir güç beni çekmeye çalışıyordu. 

Gözlerim zorlukla kısık bir şekilde açmaya çalıştığımda gördüğüm tek şey, tepemde bana endişeli ve şaşkın gözlerle bakan bir adet Doğuş Doktordu.

🌺

Gözlerimi ağır ağır açtım. Gözüme vuran bembeyaz ışıkla beraber gözlerimi bir kaç kez kapatıp açtım. "Sonunda uyandı." diyen birinin sesini duymuştum. Bir anda görüş açıma Doğuş doktor girdi.

Hastanenin sesleri yine kulağıma ulaşıyordu. Kalkmaya çalıştığımda biri bana kalkmam için yardım edip yastığımı düzeltti. Hafif doğrulduğumda artık etrafı görebiliyordum. Şaşkınlıkla etrafa baktım.

Hemen yatağın ucunda Fatih ve Arat denen doktorların durduğunu gördüm. Esma hemşirede yatağın yanında duruyordu. Diğer yanımdaki koltukta da Doğuş doktor vardı. Ve yine acildeydik.

Üzerine siyah bir tişört giymişti. Yani buraya da çıplak gelecek hali yoktu ya. Altında da siyah çıkmadan önce olan eşofmanı vardı. Muhtemelen üstünü değiştirmeden sadece üzerine tişört giymişti.

"Hele şükür be." dediğini duydum Arat doktorun. Elimle alnımı ovdum. "Kaç yıldır uyuyorum?" diye sordum sıkıntıyla. Yan tarafımdaki Esma'nın güldüğünü duymuştum. Arat da Esma'ya katılmaya başlamıştı.

"İki" beklediğim cevap koltukta oturan Doğuş doktordan gelmişti. Bir ayağını diğer bacağının üstüne koymuş tepkisizce beni izliyordu. Şaşkınlıkla ona baktım. "Ne! Nasıl ya?" diye sordum şaşkınlıkla. Hüzünlü ifademle tekrar konuştum. "Köpeğim! Ona n'oldu? Bensiz iki yıl ne yapar o?"

"İki saattir uyuyorsunuz Manolya hanım." dedi Doğuş doktor. İfadem saniyeler içinde rahatlamaya dönüştü. "Öyle desenize baştan." diye mırıldandım.

Bakışlarım diğer doktorlara kaydı. Arat gülmemek için kendini zor tutarken konuştu. "Heyecandan bayılmışsın sanırım. Üstelik Doğuş'un kapısında." dedi. Fatih koluyla, Arat'ın koluna vurdu.

Arat'ın bakışları Doğuş doktora çevrildi. "Ne gördü de o kadar heyecanlandı kız?" diye sordu imayla. Fatih'in ağzını kapatmış gülmesini gizlemeye çalışıyordu.

Bakışlarım Doğuş doktora kaydı. Afallamış gibi Arat'a baktı. Ağzı aralandı. "Ne görecek? Her zamanki halimdi." dedi. Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. "Sizin her zamanki haliniz çıplak mı?" diye sordum.

Doğuş doktorun afallayan ifadesi bu sefer bana çevrildi. "Ne?!" diye bir ses duydum. Başımı diğer doktorlara çevirdim. Yüz ifadesinden anladığıma göre "Ne?!" diyen Fatih olandı. Arat olansa büyük bir kahkaha atıyordu. Esma dehşetle Doğuş doktora bakıyordu.

"Çıplak derken, üstüm yoktu işte. Ondan bahsediyor." dedi açıklamak ister gibi. Alayla Doğuş doktora baktım. "Siz üstü çıplaktan saymıyorsunuz sanırım." dedim kaşlarımı kaldırarak.

Doğuş doktor beni takmadan gülmekte olan doktor arkadaşlarına döndü. "Vay be! Kızı öyle bir heyecana sokmuşsun ki bayılmış lan." dedi Arat. Yanaklarımın yanmaya başladığını hissettim. "Kesin goygoyu!" dedi sert ve uyarıcı bir sesle.

Esma gözlerini kıstı. "Asıl soru Manolya hanımın neden Doğuş hocanın kapısında olduğu olmalı bence." dedi şüpheli bir sesle. "Esma? İşini yapsana." dedi sinirle. Esma kaşlarını çattı. "Hocam yapmak için yanınızdayım işte." dedi.

Fatih boğazını temizledi. "Yalnız Esma cidden doğru bir şey sordu. Manolya hanım neden senin kapının önündeydi?" diye sordu merakla. Doğuş doktorun onlara buz gibi bir ifadeyle baktı. "Aklınızdan yanlış bir düşünce geçmesin. Beni biliyorsunuz, etik olmayan bir şey yapmam."

Arat güldü. "Yapmazsın tabi. İnanıyoruz biz sana merak etme." dedi. Doğuş doktor onu takmadan konuştu. "Manolya hanım üst katıma taşınmış. Onunda haberi yoktu. Ayrıca bayılmasının da başka bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden detaylı bir kan testi yaptırtacağım." dedi net bir sesle.

Gözlerimi büyüttüm. "Hayatta olmaz! Bir daha kan veremem!" dedim kolumu tutarak. Doğuş doktor buz gibi bakışlarını bu sefer bana çevirdi. "Sağlığınız için yapıyoruz Manolya hanım." dedi mekanik bir sesle. Kaşlarımı çatarak omuzlarımı çocuk gibi indirip kaldırdım.

"Bir dakika! Şimdi o kadar kişi arasından üst katına Manolya hanım mı yerleşti gerçekten?" diye sordu Fatih inanamayan sesiyle. İkimizde başımızı sallamıştık. "Vay vay vay!" diye nida çıkmıştı Arat doktordan.

"Sizin hastanız falan vardır onun yanına gidin." dedi Doğuş doktor. Arat kaşlarını kaldırdı. "Bizi kovuyor musun?" diye sordu sahte bir dehşet ifadesiyle. "Hayır. Hastanız vardır diye gitmenizi öneriyorum." dedi ifadesizce. "İyi be!" Arat, Doğuş doktora ters bakışlarını yollayarak yanımızdan ayrıldı. Peşinde de Fatih gitmişti.

Doğuş doktor sandalyesini uzandığım yatağa doğru yaklaştırdı. "Sen nasıl benim komşum olabiliyorsun?" diye sordu. Yüzünde şaşkınlık yoktu. "Sen nereden biliyorsun komşun olduğumu?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Teyzem söylemişti seni gördükten sonra." dedi. Tek kaşımı kaldırdım. "Teyzen?" diye sordum merakla. Başını salladı. "Senin bir yukarında oturan kadın işte." diye açıkladı. "He..." dedim e'yi uzatarak. "O kadın senin teyzen miydi ya?" diye sordum. Sadece tepkisizce başını sallamıştı.

Benden bir cevap bekliyor suratıma baktı. "He! Şey ben önceki evimden atılınca arkadaşım da bana ev olarak orayı ayarladı." diye açıkladım. Sadece tepkisizce bana bakmıştı. "Tamam." diye mırıldandı.

Gözlerinin içine baktım. "Doğuş çay? Benim bir hastalığım falan mı var yoksa?" diye sordum şüpheyle. Doktor bakışlarını bana çekti. Gözlerimin içine baktı. "Bunu tahlil yaparak öğrenebiliriz." dedi mekanik bir sesle.

Kolumu tutarak başımı iki yana salladım. "Olmaz!" dedim. Doğuş doktor kaşlarını çattı. "Tahlil yapmazsak anlayamayız Manolya hanım." dedi mekanik sesiyle.

"Ben kan testi yaptırmayacağım, ya hastaysam ve bunu bilemezsek?" diye sordum korkuyla. "Söz olsun hastalığınız varsa bunu öğreneceğim. Ama bunun için kan testi yapmamız lazım." dedi, bu sefer sesi önceki kadar mekanik çıkmamıştı.

Yüzümde oluşan çaresiz ifadeyle suratımı astım. İfademi pek de umursamadan tekrar konuştu. "Yarın odama gelir sonuçlarınıza bakarız." dedi önceki mekanik sesiyle. Yüzümde muzip bir ifade oluştu. "Bir şey söyleyeceğim doktor bey?"

Başını Ne? dercesine iki yana salladı. Doktorun yüzüne doğru yaklaştım. "Bana aşık oldunuz ve beni yanınızda tutmaya çalışıyorsunuz." dedim muzip çıkan sesimle.

Doktorun yüzünde ki ciddi ifade değişmemişti. "Görevimi yapıyorum Manolya Hanım." dedi mekanik bir sesle. "İtiraf edin lütfen." dedim gülmemeye çalışırken.

Bu sefer yüzüme yaklaşan o olmuştu. "Siz itiraf etmelisiniz bence..." diye fısıldadı ifadesizce. "Sonuçta beni görünce bayılan sizdiniz." diye tekrar fısıldadı sinir bozucu bir şekilde.

Kaşlarım çatıldı. Geri çekilerek doktora baktım. "Bir kere o başka sebepten! Siz de demediniz mi?" dedim sinirle. Doktor rahatça geriye yaslandı. "Ben bir sorununuz olabilir diyorum. Neyse..."

"Ooo." diye bir nida duydum yan tarafımdan. Başımı çevirip nidanın geldiği yere baktım. Esma hemşire başından beri bizi mi dinliyordu?

Bunu umursamayarak önüme dönüp, kollarımı bağlayarak geriye yaslandım. "Neyse! Ben kan falan vermeyeceğim." dedim sert olduğun düşündüğüm bir sesle.

🌺

Gözlerimi sıkıca yumdum. "Siz vurun iğneyi! Şıp diye olsun bitsin! Kader bize en büyük iğneyi vurmuş zaten bu ne ki?" dedim kendi kendime çaresizce.

Kolumda hissettiğim şeyle iğneyi batırdığını anladım. "Ay bitmedi mi? Vallahi bayılacağım tekrar!" diye söylendim. "Bir dakika hanımefendi." dedi hemşire.

Gözlerimi yavaş yavaş açtım. Bakışlarım koluma değdi. İğneyi çekmiş pamuğu koluma bastırıyordu. "Şunu şöyle tutun." İki parmağımla kolumdaki pamuğu tuttum. "Tamamdır." diye mırıldandı nefesini vererek.

Kan alma koltuğundan kalktım. "Kız senin adın neydi?" diye sordum ilk kez gördüğüm hemşireye. Kadın ifadesiz bir sesle cevap verdi. "Mavi." 

Yine muzip ifademi takındım. "Mavi boncuk dağıtma herkese ha! Gördüm daha demin karşıdaki erkek hemşireye bakış attın." Kadının gözleri anında büyüdü. "Aa-" Kaşlarımı çatarak sözünü kestim. "Sus! Aa falan deme! Gördüm diyorum!" 

Kadının yüz ifadesine bile bakmadan dönüp kan alma yerinden çıkışa ilerledim. Son duyduğum şey kadının "Hanımefendi meyve su-" demesiydi.

Koridorda ilerlerken bakışlarım geçen gördüğüm Mehmet hemşireye kaydı. Adımlarımı hızlandırarak yanına ilerledim. Benim yanına gitmemle başını şaşkınlıkla bana çevirdi. "Canım sıkıldı ya. Üstelik kan verdim, bayılacak gibiyim. Bu kan alma yerindeki kadın da bana tüketecek bir şey vermedi cimri hemşire."

"Yemekhaneye gidelim ben size meyve suyu falan vereyim olur mu?" diye sordu. Keyifle gülümsedim. "Çok güzel olur Mehmet'ciğim." Mehmet, koluna girmeme bir an şaşırsa da sonradan hareketlerime alışmış gibi önüne döndü. Bence bunlar hiç insan görmemişlerdi. Neden her şeye şaşırıyorlardı?

Yemekhanenin kapılarından girdik. Bütün doktorlar buradaydı resmen. Doktor değil model hepsi sanki. Hastanenin adı 'Yaşam' değil, 'Yakışıklı doktorlar.' olmalıymış.

Bakışlarımı yemekhanede gezdirmeye başladım. Doğuş doktor büyük bir masada yedi, sekiz kişiyle beraber yemek yiyordu. Bakışlarımı ondan çekip başkalarının üstünde gezdirdim. Esma da bir masada dört, beş kişiyle beraber yiyordu.

Mehmet elime bir meyve suyu tutuşturdu. "Al bakalım. Aldım meyve suyunu." dedi. Gülümseyerek hemen Doğuş doktorların oturduğu masanın yanındaki masaya oturdum. Yüzümde saçma bir gülümsemeyle pipeti kutuya batırarak geçirdim.

Mehmet eliyle bir masayı işaret etti. "Ben arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Hemen geleceğim." Dedi ve hızlıca gösterdiği noktaya ilerlemeye başladı. Dudaklarım arasındaki pipetten büyük yudumlarla meyve suyunu çekerken onaylayarak başımı salladım.

Adam yemek yerken bile çekiciydi. Dirseğini masaya dayamış, bir elindeki çatalıyla da yemeğini yiyordu. Meyve suyunu durmaksızın içime çekiyordum. Doğuş doktorun bakışları bana kaydı. Bana anlamsız bakışlarla baktı. Tahminimce şu an benim neden bu yemekhanede olduğumu düşünüyordu.

Meyve suyumun dibinin geldiğini belli eden o ses çıktığında ayağa kalktım. Doğuş doktorun bakışları hala bendeydi. Masalarına doğru yaklaştım. Doğuş doktor yapma der gibi başını iki yana salladı.

Meyve suyumun boş kutusunu çöpe atıp masalarının yanına ilerledim. "Selam!" dedim neşeyle. Masada ki sekiz kişinin bakışları bana çevrildi. Bakışlarımı tek tek hepsinin üzerinde gezdirdim. Hepsi de çok yakışıklıydı. Fakat maalesef ben çay olanını en çok beğenmiştim.

"Oturabilir miyim?" diye sordum. Hepsi tuhaf bir şekilde bana bakmıştı. Doğuş doktor sandalyesinden kalkıp ayaklandı. Yanıma gelince doktorların bakışları bu sefer ona kaydı. Doğuş doktor doktorlara döndü. "Kendisi hastam oluyor. Ama neden şu an burada onu bende bilmiyorum. Bir açıklama rica edeceğim ondan..." diyerek bakışlarını cevap bekler gibi bana çevirdi.

"Ne var Doğuş çay? Canım sıkıldı da ondan geldim!" dedim çok normal gibi. Doğuş doktorun bakışları tekrar bana kaydı. Sakince bana doğru yaklaştı. "Bana lakap takmayın lütfen hanımefendi." Diye fısıldadı rica eder gibi.

"Gel otur bakalım." Masanın oradan gelen sesle Doğuş doktoru takmayıp gelen sese döndüm. Otuzlu, kırklı yaşlarında bir adam demişti. Gülümseyerek baş köşeye oturdum. Bakışlarım masada, gülmemek için dudaklarını bastırmış olan Arat doktora ve yanındaki Fatih doktora kaydı.

Doktorum da benim oturmamla geri yerine oturmuştu. "Siz kimdiniz?" diye sordum sanki kırk yıldır yakınmış gibi bir samimiyetle. Adam gülümsedi. "Hastanenin baş hekimi Kenan." Dedi hafif tebessümüyle.

Arat eliyle beni işaret edip doktor arkadaşlarına döndü. "Bu hanımefendi de sizlere anlattığım Doğuş Çekici'nin mükemmel hastası." dedi muzip sesi ve ifadesiyle.

Doğuş doktor bakışlarını Arat'a dikti. "Bu değil. Hanımefendinin adı, Manolya. Düzgün hitap etmelisin." dedi ciddi bir sesle. Arat ağzını O haline getirerek kısıkça güldü. 

"Hepiniz doktor musunuz ya?" diye boş bir sesle sordum. Sohbet olun diye konuşmuştum. İlk kez gördüğüm bir doktor alayla gülerek konuştu. "Yok abla, ben kasabım." 

"Komik değildi. Gülecek havamda olduğum için gülüyorum." dedim gülerek. Çaprazımdaki doktor bana döndü. "Sorunun ne?" diye sordu ciddi bir sesle. Kaşlarımı çattım. Adama doğru yaklaştım. "Asıl senin benimle sorunun ne kardeşim? Dakka bir bakıyorsun garip garip!" dedim yüksek bir sesle.

Adam şaşkınca bana baktı. "Neden hastanede olduğunu sormuştu Ağan." dedi Kenan baş hekim, açıklamak ister gibi. Şaşkınlıkla bana şaşkınca bakan adama baktım. "Sende öyle söyleyince ne bileyim ben şey sandım. Hem benim ağam yok ki." dedim anlamsızca.

Ağan bana döndü. "Adım o." diyerek beni aydınlattı. Gülerek koluna vurdum. "Tamamdır ağam." dedim. Ağan kaşlarını çattı. "Adım ağan." diye düzeltti. "Anladım ağam!" dedim şiveli bir şekilde. Yüzümde yapmacık bir gülümseme vardı.

Tekrar koluna vurdum. "Ben senin isminle çok dalga geçerim ağam!" dedim gülerek. Adam vurduğum için acıyan kolunu sıvazladı. Aslında o kadar da sert vurmamıştım.

"Ağam ben geldim masana böyle oturdum ama sorun olmaz değil mi?" diye sordum şiveli konuşmaya çalışarak. Arat'ın gülme sesleri kulağıma çalınmıştı.

Ağan'ın neden bu kadar ciddi bir insan olduğunu anlamamıştım. Ağa olmanın bir kuralı falan olabilirdi. Adam bana görüldü atıp yemeğini yemeğe devam etmişti. "Ağam çok havalısınız." dedim bakışlarımı masadaki diğer yüzlerde gezdirirken.

Doğuş doktor yerinden kalkmıştı. Kalkarken, "Tamam. Bu kadar yeter bence." diye mırıldanmıştı. Yanıma doğru yaklaşmaya başladı. Çaprazımdaki adını bilmediğim doktorun tabağından bir börek almamla adamın bakışları bana çevrildi. "Helal et. Zaten yeni kan verdim. Hemşireleriniz de çok cimri." diyerek onun gibi ayağa kalktım.

Doğuş doktor beni kolumdan dikkatle tutarak çıkışa ilerledi. Omzum üstünden Ağan doktora baktım. "Ağam afiyet olsun. Biz gidiyoruz izninle." dedim ifadesiz bir sesle. Masadan birkaç kişinin güldüğünü duymuştum. Bunlarda her şeye gülüyorlar.

Koridora çıktığımızda kolumu Doğuş doktorun elinden kurtardım. Onun yerine koluna girmiştim. Şaşkınlıkla omzu üstünden bana ve tuttuğum koluna baktı. "Sanki seni taciz etmişim gibi ne bakıyorsun öyle?" dedim kaşlarımı çatarak.

İlerlerken başını koridora çevirdi. "Korkarım ki, sizden onu da beklerim Manolya Hanım. Korkutmaya başlıyorsunuz beni." diye mırıldandı. Gözlerimi kısarak omzum üzerinden Doğuş doktora baktım. "Bunu bana âşık olduğu için sürekli kan tahlil bahanesiyle çağıran doktor mu söylüyor?" Uzun bacaklarıyla hızlı yürüdüğü için bende koşar gibi yürümek zorunda kalıyordum.

Kaşlarını derince çatarak bana döndü. "Bakın, anlıyorum şaka yapıyorsunuz, ama şu an hastanedeyiz ve sizin bu dediğiniz cümleleri birisi duyarsa yanlış anlayabilir. Hiç etik olmayan şeyleri yani. Umarım anlıyorsunuzdur beni." dedi ciddi bir sesle.

Omuz silkerek başımı önüme çevirdim. "Tamam sakin ol. Hemen her şeyi ciddiye alıyorsun. Herkes senin gibi değil ki..." dedim rahat bir sesle. "Sakinim." diye mırıldadı ve önüne döndü.

"Nereye ilerliyoruz biz?" diye sordum, etrafa bakarken. "Arabama." dedi kısaca. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Niye ki?" Bana bakmadan cevap verdi. "Eve geçmek için Manolya Hanım."

Derin bir nefes aldım. "Doğuş çay, sende öyle bir söylüyorsun ki..." diye mırıldandım, duymayacağını düşünerek. Ve kahretsin ki tam tersi olmuştu. Ne zaman beklediğim gibi oldu ki zaten. Doğuş doktor göz ucuyla ciddi misin? der gibi bir bakış attı. "Bence sorun bende değil sizde. Biraz fazla fesatsınız." dedi mekanik bir sesle.

Boşta olan elimle koluna vurdum. Yüzünde mimik bile oynamamıştı. "Çok kibar bir insan gibisin ama aşırı sinirimi bozuyorsun doktor!" diye söylendim sessizce.

Cebinden çıkardığı anahtarıyla siyah olan SUV türü aracını açtı. Önce gelip benim için ön yolcu kapısını centilmence açtı. Ona sırıtarak açtığı kapıdan geçip koltuğa yerleştim. Kapımı kapatıp önden dolaşarak kendisi de sürücü koltuğuna yerleşti. 

Bakışlarım arabanın içinde gezinmeye başladı. Koltukları dahil arabasının için tamamen siyahtı. Arabanın içinde, bayılmadan önce duyduğum o muazzam çikolata kokusu vardı.

Çikolata kokusu kırmızı çizgimdi. Çikolata sevmezdim fakat kokusu için alır, yanımda kim varsa ona yedirirdim. Eğer adım Manolya olmasaydı manolya çiçeği değil, çikolata kokmaya çalıştırdım. Yıllardır âşık olduğum mükemmel bir kokuydu. 

Kendimi anlamsızca arabada aşırı yabacı hissetmiştim. "Emniyet kemerini bağlar mısınız?" demesiyle ses etmeden dediğini yaparak, emniyet kemerimi bağladım. "Kokunuz çok güzel. Parfümünüzün markası ne?" diye sordum açıkça.

Doğuş doktor göz ucuyla bana baktı. Ciddi ifadesine hafif bir şaşkınlık düşmüştü. "Anlamadım?" Kaşlarımı kaldırdım. "Parfümünüz diyorum. Markası ne? Çok güzel kokuyorsunuz, doktor bey." diye tekrar ettim. Şaşkınlığının yüzüne yansıdığı az bir kısmı da yok ederek tamamen ifadesizlikle bana bakmaya devam etti. "Gerçekten beni taciz ettiğinizi düşünmeye başlıyorum."

Yüzüme kondurduğum çapkınca gülümsemeyle yüzündeki ifade soldu. "Ciddileşmeye başlıyorum Manolya Hanım?" Uyarmasıyla gülerek koluna vurdum. "Şaka! Sakin ol! Seni taciz etmiyorum korkma. Doktoruma da yanaşmam yani." Ben gülüyordum, o ise bana ciddi ifadesiyle bakıyordu. 

Sırtımı tertemiz duran araba koltuğuna yasladım. Arabası o kadar temizdi ki onun pimpirikli biri olduğu buradan bile gayet anlaşılıyordu.

"Ya düzgün bir sohbet açsana." dedim, derin bir nefes alırken. Bana bakmadan ifadesiz sesiyle konuştu. "Ne işle ilgileniyorsunuz?" Başımı camdan dışarısına çevirdim. "Ben dünyaca ünlü bir yazarım." dedim gülümseyerek.

Başımı geri ona çevirdim. Kaşlarını kaldırarak ilgiyle bana baktı. "Öyle mi? Kitabınızın adını öğrenebilir miyim?" diye sormuştu merakla. Çenemi hafifçe kaldırdım. "Yok ki. Henüz bir kitabım çıkmadı."

İfadesi tekrar ifadesizliğine dönerken anlamsızca sordu. "Kitabınız olmadan nasıl dünyaca ünlü yazar oluyorsunuz?" Yüzüme gelen saçımı yavaşça geri attım. "Çok yakında olacak diyelim." Dedim hırsla. Bana bir bakış atarak başını salladı. "Peki."

Başımı hafifçe ona çevirdim. "Siz ne tür kitaplar okursunuz?" diye sordum. Yine bana bakmadan cevap verdi. "En sevdiklerim arasında Dostoyevski gelir ama onun dışında bir çok yazarı da okurum." dedi sakince. Bakışlarını bana çevirdi. "Siz ne tür yazıyorsunuz?" diye sordu merakla.

Cevabı beklerken önüne döndü. "Hiç yazar bir kadınla tanışmamıştım." dedi kısık bir sesle, sesi çok etkileyiciydi ve erkeksiydi. Gülümsedim. "Ben hasta bir kadının yaşamını yazıyorum. Bir adamı seviyor. Birbirlerini ölümüne seven iki kişinin hikayesini yazıyorum." dedim tebessümle.

Başını bana çevirdi. "Güzelmiş. Çıkınca haber ver de alıp okuyayım." dedi. Tebessümümle cevap verdim. "Bizzat getireceğim, merak etmeyin." İfadesiz başını onaylarcasına salladı.

🌺

Eve geldikten sonra saat geç olduğu için direkt uyumuş. Sabah olunca da, markete giderken Kar'ı da dışarı çıkarıp gezdirmiş dönünce de yemeğimi yemiş, Kar'ı güzelce yıkamış ardından rahatça koltuğuma oturup romanımı yazarak devam etmiştim.

Son zamanlarda ruh halim değişiyordu. Bazen kendimi verem hastası gibi hissediyordum, bazen enerjik, bazen basit bir nezleymiş gibi.

Ayaklarımı karşıdaki sehpaya uzattım. Ayaklarımda bana biraz uzun gelen çiçekli, pembe pijamam vardı, üstümde ise siyah, belimi biraz açıkta bırakan kısa kollu bir tişört vardı. Saçıma basit bir ev topuzu yapmış rahat rahat oturuyordum. Bu benim her zamanki halimdi.

Millet evinde çıplak, biscolata erkeği gibi seksi seksi gezsin. Ben pijama, ev topuzu. Gerçi bende öyle kaslar olsa bende öyle gezerdim herhalde.

Bugün birde tahlillerimi almaya gidecektim. Bu yüzden mutluydum. İnsan hastaneye gittiği için neden mutlu olurdu ki? Ben oluyordum işte.

Çalan zille düşüncelerimden uzaklaştım. Muhtemelen market siparişim gelmişti. Koltuktaki kumandamı alıp televizyondaki çizgi filmle beraber televizyonu kapattım. Kucağımdaki kar'la beraber ayağa kalktım.

Zil tekrar çalınmıştı. Kar'ı yatağına bırakıp kapıya yöneldim. Delikten bakmadan direkt kapıyı açtım. Ve şaşkınlık.

Kapıda tahminimce on iki tane, ellerinde orta boyutta bir kap olan, bazısı orta yaşlı, bazısı yaşlı olan kadınlar vardı. Hepsi de gülümseyerek bana bakıyordu. Bense onlara anlamsızca bakıyordum. Aralarında tek tanıdığım dün gördüğüm Menekşe teyzeydi.

Birkaç saniye böyle anlamsız bakıştıktan sonra kadınlardan boyalı siyah saçı olan kadın konuştu. "Kız bizi içeriye almayacak mısınız?" Kaşlarımı kaldırdım. "Siz kimsiniz ki?"

Sözü Menekşe teyze devraldı. "Biz komşular olarak bir sana gelelim dedik. Hem hiç toplanmıyoruz böyle...sende evinde kalmaya devam ediyorsun onun hayırlı olsununa gelelim dedik." dedi neşeyle. "Ve birazda dedikodu yaparız diye düşündük!" diye ekledi kızıl saçlı, orta yaşlı kadın.

"Hoş geldiniz o zaman..." Kapıdan çekilip geçmeleri için yer verdim. Kadınlar hızlı hareketlerle ayakkabılarını çıkarıp içeriye geçtiler. Direkt zaten biliyormuş gibi salona geçmişlerdi. Peşlerinden kapıyı kapatıp bende ilerledim.

Kadınlar tek tek elindeki kapları salonun bir ucundaki yemek masasının üstüne koyup koltuklara geçtiler. "Ben çay koyayım o zaman."

Salondan çıkıp mutfağa girdim. Elektrikli çay makinasının içine musluktan su doldurup yerine koydum. Elektrikli çayın düğmesine basarak çalıştırdım. Saniyeler sonra elektrikli çaydanlığın çalıştığına dair kanıt olan o ses geldi.

İki kadın elinde salondaki kaplarla mutfağa geldi. Kapları tezgaha koydular. "Sana yardım edelim bizde bunları tabaklara koyalım dedik tatlım." dedi süslü, takılı, renkli makyajı olan bir kadın. Yanındaki sarı saçları çok kısa olan kadın konuştu. "Tabaklar nerede kuzum?" 

Elimle yukarıdaki dolabı gösterdim. Gülümseyerek başlarını sallayıp dolabı açtılar. Mutfakta bir, iki adım attığım sırada başımda büyük bir şey hissettim. Bir elimi alnıma koyup, bir elimi tezgâha güç almak ister gibi yasladım. Gözlerimi sıkıca yummuştum.

Bir anda sanki beynimde sanki bir savaş var gibibir şey hissetmiştim. Başım dönmüş, gözlerim kararmıştı. Tezgahtaki elimindekasılmaya başladığını hissettim.

"Canım sen iyi misin?" Tahminimce süslü olan kadına ait olan ses beynimde sanki mağarada yankılanıyormuşçasına tekrarlanmaya başladı. Diğer elimi de siyah mutfak tezgahından çekip alnıma koydum. Sırtımı duvara yaslamıştım. "Ay kıza bir şeyler oldu!"

Dayanılmaz bir acıyla baş başa kalıyordu vücudum. Ağzımdan acıyla minik bir inleme çıkmıştı. Başımın içinde bir savaş vardı ve beyin hücrelerim bu savaşı durdurmak için son gücüyle uğraşıyordu. Bu savaşın acısını yaşayan tek bendim.

Ellerim acıyla titremeye başlamıştı. Bu acıya asla anlam veremiyordum. İlk kez böylesine ağrı, acı hissediyordum. Ve bu beni gerçekten korkutmuştu.

Bir anda yok olmaya başlayan ağrılarla ve acımla sıkı sıkı yumduğum gözlerimi açıp kaşımdaki tedirgin yüzlerle bana bakan kadınlara baktım. Ne ara hepsi buraya gelmişti?

Sırtımı yasladığım duvardan çektim. Gülümsemeye çalıştım. "İyiyim." diye mırıldandım. Menekşe teyze konuştu. "Emin misin kızım? Kötü görünüyordun bir hastalığın falan olmasın?" diye sordu endişenin bariz bulunduğu sesiyle.

Başımı salladım. "Gerçekten iyiyim. Siz geri salona gidin lütfen." dedim kısık bir sesle. "Ama kızı-" devam edecekti ki sözünü kestim. "İyiyim Menekşe teyze. Gerçekten." dedim. Tekrar gülümsemeye çalıştım.

Ağır ağır başını sallayıp salona ilerledi. Peşinden diğerleri de ilerlemişti. Üç kadın kalmış ve tabaklara yardım etmişlerdi. Çayı demleyip, tabakları hazırlamıştık.

Salondaki koltuğa kendimi bıraktım. Kadınların çoğunun elinde tabakları vardı ve atıştırmalıklarını yiyorlardı. Bende tabağımı alıp yemeye başladım. Mercimek köfteyi tekte ağzıma tıktım.

Ağzımdaki köfteyle beraber konuştum. "Ben bu binada yedi daire olduğunu biliyordum. Siz on ikisiniz." dedim ifadesiz bir sesle. Ak saçlı teyze konuştu. "Bir karşı apartmandanız kızım. Bu apartmanla da aramız çok iyidir. Özellikle Doğuş oğlan. Sağ olsun her sıkıntımızda gelir bize doktorluk ederdi." dedi hayran bir sesle.

Kaşlarımı kaldırdım. "Kendisi biraz duvar gibidir ama..." diye mırıldandım. Kadının kaşları anlamsızca çatıldı. "Doğuş oğlum çok samimi çocuktur. Şeker gibidir şeker." dedi Menekşe teyze. Menekşe teyzenin bu dediğine gülmemle hepsinin anlamsız bakışları bana çevrildi. Ağzımdaki lokmayı yuttum. "Biraz komik geldi." diye mırıldandım mahcup bir sesle.

Ağzıma yanmamış büyük bir börek sıkıştırdım. Böreği memnun bir tavılar yerken teyzeleri izliyordum. Bir anda yan tarafımda ki siyah saçlı kadının sertçe omzuma çarpmasıyla börek boğazıma takıldı.

Böreğin boğazıma takılmasıyla canımı alıyorlarmış gibi büyük büyük öksürmeye başladım. Öksürürken bir yandan, "Ölüyorum!" diye nida çıkarıyordum ağzımdan. Diğer tarafımdaki kadın kaburgalarımı çıkaracak derecede sertçe sırtıma vuruyordu.

Boğazıma takılan böreğin çıkasıyla doğrulup derin bir nefes aldım. "Şu on saniye içerisinde bir gidip geldim." diye mırıldandım derin nefeslerimin arasından.

Koluma çarpan kadın endişeyle bana baktı. "Şimdi iyi misin kuzum?" Kaşlarımı çatarak omzum üstünden koluma çarpan kadına baktım. "Hiç iyi değilim kuzum!" diye cevap verdim onun gibi.

Kadın mahcup bir ifadeyle konuştu. "Ya ben sana ima edecektim ya ondan öyle şey oldu." diye mırıldandı. Kaşlarımı çattım. "Ne iması?" bakışlarım Menekşe teyzeye de kaymıştı. Menekşe teyze gülümseyerek öne çıktı. "Senle Doğuş'tan bahsediyoruz kızım." Ben ve Doğuş? O kim?

Anlamsızca kaşlarımı kaldırdım. "Ben ve Doğuş? Evet ne için bahsediyordunuz?" diye sordum merakla. Başka bir kadın konuştu. "Aranızdaki gönül ilişkisinden..."

Ağzıma atmak üzere olduğum unlu kurabiyeyle kalakalmıştım. Kurabiyeyi ağzımdan çektim. "Ne?" diye sordum şaşkınca. Daha demin beni öldürmek üzere olan kadın gülerek konuştu. "Utanma kız. Bizde o yollardan geçtik." Şaşkınca kadına baktım.

Ne yolu? Ne ilişkisi? Ne gönlü? Bunlar bir günde ne senaryosu yazmıştı akıllarında?

Ak saçlı kadın bana döndü. "Bak kızım Menekşe dün görmüş sizi. Zaten bugünde beraber eve geldiniz. Artık hangi eve geçtiniz bilmiyoruz ama." Daha da şaşkın bakışlarımla ak saçlı kadına döndüm.

Benim konuşmama fırsat vermeden Menekşe teyze tekrar konuştu. "Dün ki kapıdaki halinizi unutmadım." dedi imalı bir sırıtışla. Yüzümdeki bütün şaşkın ifade silinmişti. Tek merak ettiğim dün beni nasıl hastaneye götürdüğüydü. Merakla, "Nasıl yani? Siz ne kadar gördünüz?" diye sordum.

Birkaç kadın imayla gülmüştü tavrıma. Menekşe teyze de onlar gibi gülerek konuştu. "Ben baktım sesler geliyor indim aşağıya izledim. Sen kucağında duruyordun, ayrıca Doğuş oğlum çıplaktı fark etmedim değil." deyince etraftaki kadınlardan nidalar yükselmişti. Çıplaklığının benimle alakası olmamasına rağmen yanaklarım ısınmıştı.

Menekşe teyze tekrar konuştu. "Seni de kucağına almış içeri götürdü. Tek gördüğüm buydu." Doğuş doktor, ben bayıldığımda beni evine mi sokmuştu?

Kaşlarım çatıldı. "Teyzeciğim insan bir bakar ya bu kızın gözleri açık mı? Bu kız niye adamın kucağında diye!" dedim sitemle. Kızıl saçlı kadın araya girdi. "Fantezi işte! Yeni nesil böyle. Hep fantezi. Şimdi de bizi kandırmaya çalışıyorlar." dedi.

"Teyzelerim siz fanteziyi de mi biliyorsunuz ya? Yoksa bu yollardan da mı geçtiniz?" Teyzeler gülüp geçmişlerdi. Bu evet demek mi oluyordu?

Kısa sarı saçlı kadın aklına bir şey gelmiş gibi hayretle araya girdi. "Kız bunların ki teklik ilişki olmasın?" diye sordu. Benim yanımda komşularıyla benim dedikodumu yapıyordu? Hayretle araya girdim. "Ay yok be! Teklik insanı değilim ben. Ne teki ya?!" dedim yüksek bir sesle.

Menekşe teyze rahatlar gibi nefes verdim. "Ciddi olmanız iyi kızım." dedi kısık bir sesle. Süslü kadın gözleriyle beni işaret ederek konuştu. "Doğuş doktora bak sen...biz onun taşındığından beri kimin nesi, neyin nesi olduğunu zar zor görüp öğrendik...Adamın aşığı bile varmış..." Aşığı mı olmuştum birde?

"Ya yo-" konuşmama tekrar izin verilmemişti. "Kızım hiç ileriye doğru adım falan attınız mı?" diye sordu bir kadın. Yüzümden düşmeyen şaşkınlık ifadesiyle başımı iki yana salladım. "Siz yanlış anladınız. Doğuş doktor sadece doktorum olarak, sorunumu bulmak için bana söz ve-" devam ettirmeme yine izin verilmemişti.

Menekşe teyze dizlerine vurarak heyecanla araya girdi. "Sözlü müsünüz?!" Ağzım şaşkınlıkla aralandı. Bu Menekşe teyze benden bile garip bir insandı. Ondan onu nasıl çıkardı gerçekten bilmiyordum. 

Başımı iki yana sallıyordum ki diğer yanımda oturan süslü kadın ellerimi avuçları arasına alıp parmaklarımı kontrol etti. "Kız bu doktor olacak kıza yüzük bile almamış!" dedi hayretle. Menekşe teyze tekrar dizlerine vurdu. "Kuru kuru söz yapmış burada teyzesi varken!" dedi ve tükürür gibi bir ses çıkardı.

Şuan ne oluyordu?

Bölümü burada kestik!

Bölüm hakkındaki düşüncelerini ve yorumlarınızı merak ediyorum. Belirtirseniz çok sevinirim :)

En sevdiğiniz yer neresi?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Ig: dilek.wt

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top