18.BÖLÜM : ZEYTİN YEŞİLİ
Tuğkan - Sen Benim
Eminem - Morckingbird
🌺
Doğuş doktorla beraber apartmanın kapılarından girdik. Elimdeki poşetimde kıyafetlerim vardı. Hızlıca asansöre yönelerek tuşa bastım. Zaten bu katta olan asansörün kapılarının açılmasıyla önden ben arkamdan da o girdi.
Yarın okulun daveti vardı. Doktor tayfasını çağırmayı düşünüyordum bunun için de doktor tayfasıyla konuşmam gerekiyordu.
Doğuş doktor tuşlara uzanarak önce altıncı kata yani benim katıma, ardından kendi beşinci kata beşinci kata bastı. Aklıma dün ki halimizin gelmesiyle hiç hissetmediğim utanç duygusunu amaçsızca hissettim. Ben bu değildim!
Derin bir nefes vererek bir adım geri gittim. Bakışlarım ona kaydığında bomboş yere baktığını gördüm. Hızla ona dönerek bir kaç adım atıp dibine girmemle irkilerek dikleşti. "Ne oluyor Manolya hanım?" diye mırıldandı.
Ona daha çok yaklaştım ama o geri adım atmadı. Tam dibinde durarak yeşil gözlerinin içine dikkatle baktığımda onunda gözleri benim yeşil gözlerime kitlendi. "Hangimizin yeşil gözü daha güzel?" diye fısıldayarak sordum. Önceden yine asansörde sorduğum bu sorumu cevapsız bırakmıştı.
Yutkunduğunda onun yutkunmasıyla bende yutkundum. Bakışları zaten ezberlediği bir şeyi tekrar eder gibi gezindi yeşim yeşili gözlerimde. Benim gözlerimde aynı şekilde onun zeytin yeşili gözlerinde gezindi.
"Çocuklar? Gözümü açayım mı?" Asansörün açılmış kapısının önünden gelen sesle dikkatimiz anında dağıldı ve ikimizde yine anın içine eden Menekşe teyzeye döndük
Elleri gözlerinde olan Menekşe teyze asansör kapısının önünde duruyordu. Ne ara asansör kata çıkmıştı hiç fark etmemiştik. Doğuş doktor, "Teyze gözlerin niye kapalı?" diye sordu buz gibi bir sesle.
Menekşe teyze elini gözlerinden çekerken cevap verdi. "Ee oğlum nasıl ortaya çıkacağınız belli mi oluyor? Ne zaman şu asansörde olsanız...Tövbe tövbe!" sözünü devam ettiremeyip tövbe çekmişti.
"Ne zaman bizi görsen yanlış anlıyorsun sende." diye araya girdim. Menekşe teyze alayla güldü. "Kızım ben saf değilim ki. Geçtik bizde o yollardan herhalde." dedi bilmiş bir sırıtışla.
Doğuş doktor teyzesine gözlerini belertti. "Teyze! O nasıl söz ya?" diye sitem etti. Sitemi beni güldürmüştü. "Sizin teyzeniz işte. Tencere kapak." diye söylendim.
Doğuş doktor bana kısa bir bakış atıp teyzesine döndü. "Senin bu katta ne işin var?" diye sorunca bende Menekşe teyzeye döndüm. "He ya sen niye sürekli benim katın asansörünü kullanıyorsun Menekşe teyzo? Hayır anlamadım tetikte falan mı bekliyorsun sürekli bizi basmak için?" diye sordum eğlenerek.
Menekşe teyze gözlerini büyüttü. "Yok be! Denk geliyor yavrum. Ben aşağı inecektim. Baktım bu kata çıkıyor. Bir alt katım ne olacak, diyerek bu kadar geldim." dedi inandırmayan ama aynı zamanda inandıran bir sırıtışla.
"Neyse tamam gel önce sen in teyze." dedi Doğuş doktor, onu kolundan tutarak nazikçe asansöre sokarken. Bende bir şey demeden kendi daireme ilerledim.
Çantamdan evimin anahtarını çıkarıp anahtarı deliğe sokarak çevirdim. Birkaç çevirmenin ardından açılan kapımla beraber ayakkabılarımı çıkararak evime girdim.
Benim içeri girip arkamdan kapıyı kapatmamla Kar koşa koşa koridora geldi ve bana baktı. Onun kafasını kısaca okşayarak salona ilerledim. Nefes nefese çantamı koltuğa fırlatarak kendimi de koltuğa attım.
Fırlattığım çantamın içinde Burak'ın defterinin olduğu aklıma gelmesiyle gözlerim büyüdü. Hızla fırlattığım çantamı alarak Burak beyin kutsal defterini çıkararak masamın üstüne bıraktım. Maazallah hissederdi falan.
Nefes vererek tekrar kendimi koltuğa attım. Tam bu sırada çantamdaki telefonum çalmaya başladı. Sinirle bir nefes verdim. Dikleşerek fırlattığım çantamı tekrar alıp içindeki telefonumu çıkardım.
Arayan Esma'ydı. Birkaç saniye ekranla bakıştıktan sonra aramayı yanıtlayarak telefonu kulağıma yerleştirdim. "Alo? Esma'cığım?"
Karşıdan ses hemen geldi. "Manolya'm. Canım arkadaşım. Bir tanecik kankam. Sadece benim kankam!" diye yükseldi sona doğru.
Yüzümü buruşturdum. "Esma? Ne oldu? Ne yaptım ben?" diye sordum şimdiden suçlu çıkan sesimle. "Hocam diye bir şey diyemiyorum ama ben bu adamı döverim!" diye sinirle fısıldadı.
"Kim?" diye sordum çatılan kaşlarımla. "Kim olabilir? Hayır yani kim olabilir?!" diye tekrar yükseldi. "Ne diyorsun kızım? Kim diyorum sana?" diye sordum çatık kaşlarla.
"Kim olacak? Arat hoca!" demesiyle bir gülme gelmişti. "Ne gülüyorsun be? Ciddi söylüyorum sinirlerimi bozuyor!" diye yükseldi tekrar.
"Ne yaptı?" diye sordum düz bir sesle. "Ne yapacak ya? Nispet yapıyor durmadan! Niye barıştın ki onunla? Mal mal triplere girmiş. Hocam diye söz de söyleyemiyorum!" diye fısıldadı öfkeyle.
"Hocana sakın söz söyleme Esmoşum! Fatih hocana cilve yapmasını falan iyi biliyorsun." diye ima yaptım. "Ya!" diye bir nida fışkırdı ağzından. "O farklı, bu farklı!"
"Evet farklı ama ikisi de senin hocan." diye düzelttim. "Sende iyice Doğuş hocaya bağladın ha! 'Etik değil' de birde istersen?" dedi alayla. "E ama etik değil?" diye mırıldandım.
"Aramızda bir şey yok zaten!" diye söylendi. "Tamam tamam kızma. Ben o kadar etiklik takmam. Ne yapıyorsanız yapın ama ötede, gizlice yapın." dedim muzip bir sesle. "Ya! Manolya o nasıl söz ya?" diye, birisinin duymasından korkar gibi sessizce fısıldadı Esma.
"Ay ne desek suç be Esma!" diye söylendim. Esma derin bir nefes verdiğinde ciddileştim. "Akşam sizin doktor tayfasını toplayarak buraya gelsene." Ardından yüzüme sahte bir sırıtış kondurdum. "Size yemek yaparım!"
"Ne? O nereden çıktı şimdi?" diye sordu Esma. "Gelin işte!" diye tekrarladım. "İyide niye?" diye sordu merakla. "Ya öylesine! Yemek yaparım size!" diye tekrarladım.
"Biz gelelim de yemek kalsın." dedi muzip bir sesle. Kaşlarım çatıldı. "Ben kötü mü yemek yapıyorum, Esma? Bunu mu ima ediyorsun, Esma?" diye sordum huysuz bir sesle.
"Hayır tabi ki." dedi sahte bir tavırla. Çok umursamadım. "Neyse, hadi gelin." dedim ve telefonu suratına kapattım.
Hızla ayaklandım ve mutfağa ilerledim. Telefonumu da almayı unutmamıştım. Hızla telefonumdan bir kek tarifi videosu açtım. Telefonu tezgahta bir yere sabitleyerek başlattım.
Dolaptan büyük bir cam kase çıkararak tezgaha koydum. Hızlıca dört yumurtayı dikkatle kırarak kasenin içine attım. Kasenin içine düşen kabuklarım elim yardımıyla çıkararak çöpe attım.
Bir buçuk su bardağı şekeri alarak yumurtaların üstüne döktüm. Çıkardığım mikser ile keyifle yumurta ve şekeri karıştırmaya başladım. Kremamsı bir kıvama gelene kadar karıştırdıktan sonra yağ ve sütü de kaseye boşalttım. Ardından bir paket vanilyayı hızla üstlerine boşalttım.
Koyduğum malzemelerle beraber karışımı tekrar güzelce çırptım. Normal kek yapımı için bile tarif videosu izliyordum. Beni alanın yaşamasına gerek yok.
Videodan bakarak aynı miktara göre un ekledim. Hemen ardından bir paket kabartma tozunu da ekleyerek tekrardan iyice çırptım.
Güzelce karışan kek hamuruna parmağımı batırarak ağzıma götürüp tadına baktım. Ardından başımı sallayarak kendimi onayladım. "Olmuş olmuş." diye söylenerek dolaptan kek kalıbını çıkardım.
Kek kalıbını, kekin kabından kolayca çıkması için güzelce margarinle yağladım. Tarifi anladıktan sonra onu kapatarak köşeden eski radyomdan son ses her zamanki şarkımı açtım.
Dolaptan kuru üzüm çıkararak poşetini hızlı bir şekilde açtım. Bir yandan da keyifle bağırarak şarkıya eşlik ediyordum.
Kuru üzümleri kekin hamuruna boşalttıktan sonra spatula ile kısaca hızlı bir şekilde karıştırdım. Kuru üzümlerin kek hamuruna dağılması iler kaseyi alarak kek kalıbının yanına ilerledim. "Doktor derdime bul bi' çare!" diye yüksek sesle bağırdım.
Kek hamurunu memnuniyetle kek kalıbına boşalttım. Eşit bir şekilde kalıbına dağıtarak yaydım. Kek kalıbını alarak iki kez yavaşça tezgaha vurdum. Ardından önceden ısıtmayı unuttuğum ocağı açarak keki içine attım ve hızlıca fırını çalıştırdım.
Kapağı kapandığında yüzümde bir gülümseme oluştu. Yerde sakince oturarak beni izleyen Kar'a döndüm. Elimi kaldırarak patisine vurdum. "Çak bakalım, Kar!" dedim neşeyle.
Hemen keyifle şarkıya eşlik etmeye başladım. Ben bir şekilde oyalanırken kek pişecekti. Kar'ı kollarım arasına alarak onu havaya kaldırdım. "Gel bakalım anneciğim, salonumuza gidip çizgi film izleyelim." dedim sırıtarak.
Bitmek üzere olan şarkıyı kapatarak salona ilerledim. Kucağımdaki benim aksime halsiz olan Kar'ı koltuğa bırakıp hemen yanına da kendim kuruldum.
Kumandayı açarak çizgi film kanallarından birini açtım. "Esma gelene kadar takılalım biraz, Kar'cığım." diye mırıldandım yanımdaki Kar'ın tüylerini okşarken.
Başımı kanepeye gömerek keyifle, Kar gibi çizgi filmi izlemeye başladım.
🌺
Bakışlarım çizgi filmdeyken sulanan gözlerimi üzerimdeki hırkanın koluyla sildim. Ekrana sürekli bakmaktan gözlerim sulanmıştı. Bakışlarım koltukta uyuyan Kar'a kayınca yüzümde saf bir tebessüm oluştu.
Yanımdaki kumandaya uzanarak çizgi filmi kapattım. Televizyonun kapanmasıyla etraf iyice karardı. Esma'lar hala gelmemişti.
Yavaşça sarsak adımlarla koltuktan kalktım. Koltuğun başına tutunarak adımlarımı attım. Belki gelmişlerdir diye bakmak için dördüncü kez kapıya ilerledim.
Avuçlarımı kapıya bastırarak delikten baktığımda kimseyi görememiştim. Yaklaşık bir saati geçmişti ama hala kimse yoktu. Sıkıntılı bir şekilde derin nefes verdim. Tam bu sırada burnuma gelen kokuyla kaşlarım çatıldı.
Başım hızla mutfağa doğru çevirdi. Gelen kokunun ve buraya sızan duman mutfaktan geliyordu. Hızla koşarcasına ilerleyerek mutfağa girdim. Dehşetli bakışlarım fırınıma gitti. Kek yanıyordu.
Hızla tezgahtan fırın eldivenini alarak saniyeler içinde aceleyle elime geçirdim. Keki aceleyle çıkararak tezgahın üstüne bıraktım. Dumanlar mutfağı sararken boğazımdan birkaç öksürük çıktı.
Eldivenli elimi kaldırıp havada oluşan dumanları yok etmek ister gibi sallayarak cama ilerledim. Mutfağın ucundaki camı aceleyle sonuna kadar açtım.
Dumanlar mutfağı terk ederken hızla kekin önüne ilerledim. Bakışlarım kömürden farkı olmayan kekimde gezinmeye başladı. Yüzüm usulca düştü. Yine yakmıştım.
Sinir ve duygu kırıklığıyla elimdeki fırın eldiveninin çıkararak tezgaha fırlattım. Dumanların içinde dolan gözlerimle sertçe yutkundum. Canım çok yanıyordu. Canım o kekin yanışından daha çok yanıyordu.
Sinirle ellerimi saçlarıma geçirdim. Şimdi ben ne ikram edecektim?
Dolan gözlerim dayanamadı ve yavaşça taşarak bir yaşı yanağımdan süzmeye başladı. "Kahretsin! Ne yapacağım şimdi?" diye yüksek sesle kızdım kendi kendime. Bakışlarım sinirle hızlı bir şekilde dumanların etrafında gezindi. "Her yer duman!" diye mırıldandım göz yaşlarım arasından. Sendeler gibi bir adım geriledim. İçime bir şey oturuyordu. Ağrı kalbimi sarıyor gibi bir hali oluyordu.
Gözlerimden tekrar yaş gelmeye başlayınca ellerimi gözlerime kapattım. Güçsüzlükle yere doğru düştüğümde kendimi dizlerim üstünde buldum. "Yine yaktım!" diye mırıldandım ağlamalarımla beraber. İçimdeki ağrı oluştuğu bölgeyi acıtırken boğazımı doğru çıkan bir sızı da hissediyordum. Canım yansa da içimde oluşan acıları umursamadım.
Sinirle sert hamlelerle şekilde yere vurmaya başladım. "Yine unuttum!" diye bağırdım ağlarken. İçimde kalbimi deşen boğazımı yakan acı artıyordu. Arttıkça terleri yavaşça bedenimi sarıyordu. Gözlerime halsizlik düşüyordu. Kar'ın bakışlarını üstümde hissediyordum. Uyanmış, sakince, yere çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlayan beni izliyordu.
"Allah her şeyi kahretsin!" Hıçkırıklarım yükselerek dumanla dolu olan mutfağımı doldurdu. Durmayan hıçkırıklarımla beraber yanmış kekime baktım. Keki görmemle hıçkırıklarım daha da yükseldi. Kendimi kandırıyordum hep. Ben hiçbir zaman iyi değildim.
Ama ilk defa bu kadar içli ağlıyordum. İlk defa içimdeki acıyı hissedercesine ağlıyordum. İlk defa içimdeki acıyı ağlayarak dökmeye çalışıyordum. Yanan canıma rağmen susmadan ağladım. Belki hastalığım tetikleniyor, belki de duygularım bedenime işliyordu. Hakkında bilgim yoktu.
Göz yaşlarımı silmedim. Yerimden de kıpırdamadım. Göz yaşlarım yere damlayarak düştüğü yeri ıslatırken ben ağlamama devam ettim. Hiçbir şey beni durdurmadı. Ben yine ağladım.
Defalarca ağladığım gibi bir kez daha hıçkırarak ağladım. Ama içimdeki acıyla beraber ağladım. Gitsin diye kendimi parçaladığım acı gitmiyor, aksine ben ağladıkça sanki derime batan bir bıçak gibi daha da canımı yakıyordu. O bıçak beni kessin de kurtulayım istiyordum.
Tekrar yutkunmaya çalıştığımda boğazımda oluşan o yumru buna izin vermedi. Terlerim artıyordu tıpkı halsizliğim gibi. Tam bu sırada kapı çalınmaya başladı. Kapının çalınmasıyla Kar'da bana doğru yüksek seslerle havlamaya başladı.
Hırıltılı derin bir nefes vererek avuç içlerimi sertçe kulağıma bastırarak sesleri azalttım. Bunu yaparken fark etmeden bir yandan da bir ileri, bir geri sallanıyordum. Bakışlarım yerde bir noktaya kilitlenmiş, oradan ayrılmıyordu. Gözümden bir yaş daha düşerek yere çarptı. Acı büyüdü, terler arttı, halsizlik yükseldi. Canım daha çok yandı.
Kapının çalışları yükseldikçe sallanma hızım da artıyordu. Köpeğin havlaması yükseldikçe bakışlarım derinleşiyor, dikkatim artıyordu. Gözümden titrek bir şekilde düşen göz yaşıyla irkildim.
Başım önce bir şey olduğunu hissediyor gibi içli içli havlayan Kar'a, ardından bu yüksek havlamalar eşliğinde endişeyle çalınan kapıma gitti. Hızla ayağa kalktım. Kar artık susmuş beni izliyordu. Kalkışımla aynı hızda kapıya doğru ilerledim. Hemen düşünmeden, aceleyle, sert ve hızlı bir şekilde çalınan kapımı açtım. Karşımda yine o vardı.
Önce, yine ağlamaktan kızaran gözlerime, ardından yıkık bir şekilde duran bedenime dikkatle baktı. Fiziksel olarak iyi olduğumu görünce nefesini verdi. "Kar'ın havlamaları, camdan çıktığını gördüğüm dumanlar, üstüne birde tavandan gelen sesler. Ödüm koptu, Manolya..."
Kızarık gözlerimle ona bakarken gözümden bir yaş damlası daha aktı. Gözlerime bakmasıyla aceleyle ayakkabılarını çıkararak içeri girdi. Ona karşı gelmeden geriye doğru adım attım. İçeri girdikten sonra kapıyı arkasından kapatarak karşıma geldi hemen. Endişeyle gözlerime baktı. "Ne oldu, Manolya hanım?" diye sordu hemen.
Burnumu çekerek mutfağa girdiğimde yavaş adımlarla peşimden geldiğini biliyordum. Kömür gibi olmuş keki alarak ona döndüm. Elimde tuttuğum keki kaldırarak ona gösterdim. "Kekim yine yandı." dedim ağlamak üzere olan bir sesle.
Elimde tutarak işaret ettiğim keke kısa bir bakış attıktan sonra keki benden alarak geri tezgaha bıraktı. Gözümden tekrar yaşlar dökülmeye başlamıştı. İçimdeki hastalığın getirdiği o acı azalmaya başlıyordu onunla beraber. "Esma'lar gelecek. Ben onlara ne vereceğim? Yandı kekim. Yine unuttum..."
Yüzümü elleri arasına alarak gözlerimin kıpkırmızı olan beyazından dolayı daha da belli olan yeşim yeşili gözlerime baktı. "Ağlamayın lütfen..." diye fısıldadı yüzüme doğru. Bakışlarım boşluğa bakıyor gibi gözlerindeydi. Korkmuş ve kıyamıyordu.
Hıçkırdım. "Ama kekim yandı..." dedim ağlamalarım arasından. Göz yaşlarımı daha düşmeden baş parmağıyla sildi. "Yaparım ben sana kek." dedi hemen.
Gözlerimi iyice aralayarak bulanık bir şekilde görüntüsüne baktım. "Bana değil. Misafirlerime." dedim burnumu çekerek. Kıyamıyormuş gibi göz yaşlarıma baktıktan sonra bakışları tekrar gözlerime çıktı. "Sana da yaparım. Onlara da yaparım. Sen yeter ki ağlama."
"Yap o zaman." dedim ıslak gözlerimle. "Ağlamamak için söz verirsen yaparım." Yüzümde ufak bir tebessüm oluştu. "Söz. Hasta sözü." Bana doğru bir adım atarak daha çok yaklaştı. "O zaman bende mükemmel bir kek yapacağıma dair, Doğuş doktor sözü veriyorum." dedi beni keyiflendirmek ister gibi bir tınıyla.
Kaşlarımı çattım. "O zaman bende hasta Manolya sözü veriyorum! Seninki niye Doğuş doktor sözü de, benimki düz hasta sözü?" diye söylendim huysuz bir sesle.
Bu sözüm onu dişlerini gösterecek derecede güldürmüştü. Onun gülüşünü, görmek benim yüzümde hafif bir tebessüme sebep olmuştu. O an aklımdan bütün acılarım gitmiş, sadece gülüşünün güzelliği ve sol yanağında oluşan ufak gamzesini ne kadar hoş olduğunu düşünmüştüm.
Bir anda parmak uçlarıma yükselip omuzlarına tutunarak yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Yüzlerimiz arasında bir karış mesafe kalmışken gülüşü yüzünde asılı kalmıştı. Verdiğim nefesin yüzüne çarpmasıyla bakışları dudaklarıma kaydı. Onu öperdim ama sonradan pişman olurdu. Kendini kötülerdi.
Eli belime gidince bedenimi hızlı bir hamleyle bedenine yasladı. Afallasam da bunu belli etmedim. Elim yavaşça ensesine doğru çıktığında bakışlarım da zeytin yeşili gözlerine çıktı. "Doğuş..."
Gözlerini yumduğunda zeytin yeşili manzaram gitmiş oldu. "Emredin Manolya hanım." diye fısıldadı yüzüme doğru. "Kek yapsana." dememle gözlerini tekrar usulca açtı. "Ne keki?" diye sordu.
"Etiklik keki." diye mırıldandığımda eli hemen belimden çekildi. "Çok haklısınız. Şu yaşadığımız an hiç etik değil. Sizinle bu kadar samimi olmam etik değil." diyerek başını iki yana salladı.
"Peki ya tedavi süreci bitince? O zaman aramızda bir şeyler olur mu?" diye sordum gözlerine beklentiyle bakarak. Gözlerime baktı. "Bakalım. Neden olmasın?" dedi kısık bir sesle.
Yüzümde bir gülümseme oluştu. "Belki evleniriz de, ha?" dedim heyecanla. Evet, şuan abartmıştım. On da çocuk yapardık dimi Manolya!
Doğuş doktorun kaşları kalktı. "Evlilik hayalleriniz mi var benimle?" diye sordu ciddiyetle. "Niye? Öylesine söylemiştim, evlilik lafını." diye bir şeyler geveledim. Yine de gel evlenek desen düşünmeden evlenirim. Başını salladı sadece. "Anladım Manolya hanım." dedi her zaman ki hanım kelimesini kullanarak.
Bakışlarım tekrar ona kaydı. Nadir gelen çekingen bakışlarımı ona attım. "Yine de bana sarılır mısınız? Hasta doktor ilişkisi içinde. Sınırımızı aşmadan?"
Bu hayat bize tersti. Bizim vuslatımızın bile cezası vardı...
Hızla beni kendine çekerek kollarını sıkıca bana sardı. Başım göğsündeydi. Beni küçük bir çocuk gibi kolları arasına almış göğsüne sindirmişti. Kollarımı sıkıca beline sardım.
"O yaptığın şeye rağmen hala bana iyi geliyorsun." diye fısıldadım istemsizce. "O halde ne mutlu bu doktora..." diye fısıldadı sessizce.
Burnumu çekerek iyice göğsüne sindim. Saklanmak ister gibi iyice kendimi göğsüne kapatarak sadece hızlı atan kalp atışlarını duydum.
Çikolata kokusunu içime çektim. Bu zamana kadar duyduğum en güzel koku olan onun kokusunu bolca içime çektim. Bana iyi gelen o kokusuna sığındım. Her şeyiyle bana iyi geliyordu.
Başımı kaldırarak ona baktığımda dikkatle beni izlediğini fark ettim. "Kekim yandı ama..." diye mırıldandım hüzünle. Elleri benden çekildi. "O zaman sana kek yapayım hemen." dedi.
Geri çekildiğimde bakışları yerde dikkatle bizi izlemiş olan Kar'a kaydı. "N'aber Kar? Nasılsın?" diye sordu ciddiyetle. Ciddiyeti beni güldürecek gibi olsa da kendimi tuttum. "Göster bakalım marifetlerini." dedim sırıtarak.
Bana dönerek çarpık bir şekilde sırıttı. "Göstereyim." diye mırıldandı bakışlarını benden çekmeden. Ardından bakışmamızı keserek yanmış kekimi aldı ve içindeki keki büyük bir tabağa çıkardı. "Fatih yer bunu." diye söylendi çıkarırken.
Ardından keki musluğun önüne tutarak bulaşık süngeriyle beraber tertemiz bir şekilde yıkadı. Kar'ı kucağıma alarak onu izlemeye başladım.
"İlk kez kek yapacağım. Pek bana uygun bir yiyecek olmadığı için yapmazdım..." diye mırıldandı yumurtalarını birbirine vura vura kırarak cam kaseye boşaltırken.
"Seni alan yaşa-" cümlem Doğuş doktorun koca koca yumurta kabuklarını kaseye dökülmesiyle kesilmişti. Hızla ıslattığı parmağıyla yumurta kabuklarını çıkarmaya çalıştı ama başaramamıştı.
Bakışları bana kaydı. "Cımbızla falan mı şey yapsak..." deyince yine kahkaha atasım gelmişti. Dudaklarımı birbirine bastırarak ciddiyetimi korumaya çalıştım. "Ben bir bakıyım." diyerek Kar'ı geri yere bıraktım.
Hızla yanına geçerek yumurta kabuklarını dikkatle tek tek çıkarmaya başladım. Elini tezgaha dayayarak bana doğru eğildiğini hissetmemle tuttuğum yumurta kabuğu elimden kaçtı.
"Şey oldu ya..." diye bir şeyler geveleyerek tekrar onu almaya çalıştım. İkincide başarmış ve tüm yumurta kabuklarından kurtulmuştum. Başımı ona çevirdiğimde onu çok yakınımda bulmayı beklemiyordum.
Yutkunarak ona baktığımda tebessüm etti. "Ne kadar beceriklisin." dimi? Sorma. En yüksek becerim makarna yapmak. Beni de anca senin gibi saf alır.
Gülümseyerek geri çekildim. "Siz devam edin." deyince başını salladı. "Tabi Manolya hanım. Bu arada umarım beni yanlış anlamamışsınızdır." dedi bakışlarını kaçırarak.
"Yanlış anlamadım." diyerek onu rahatlattım. Başını sallayarak önüne döndü. Sormadan kendi kafasındaki ayarlamaya göre bir su bardağı şeker ekledi, Doğuş doktor.
Mikseri alarak ameliyat yapıyormuş gibi bir dikkatle yumurta ve şekeri karıştırmaya başladı. Çatık kaşlarla krema kıvamına gelene kadar yumurta ve şekeri karıştırmıştı.
Normalde asla yanında durmayacağım bir tipti. Asla katlanmayacağım. Yanında dibine kadar sıkılacağım bir insandı. Ama asla sıkılmıyordum. Bu ona karşı beslediğim duygulardan dolayıydı sanırım.
Doğuş doktor, yağ ve sütü dikkatle ve yavaşça kaseye boşalttı. Bu ikisiyle de güzelce karıştırdı. Mikser kablosunun koluna dolandığını fark etmemle ona doğru bir adım atarak koluna uzandığım sırada hızla kolunu kaldırdı. Kolunu kalkmasıyla mikser havalandı ve üzerindeki harcı üstüne bulaştı.
Ağzından şaşkın bir nida fışkırdığında büyük bir kahkaha patlattım. "Nerede o becerikli Doğuş doktor?" diye söylendim gülerek. Bakışları bana kaydı. Çekingen bir bakış atarak bakışlarını mahvolan üstüne indirdi.
"Dur dur." diye söylenerek tişörtünün eteklerine uzandığımda ağzı aralandı. "Çıkar çıkar, bir şey olmaz. Hastanım ben senin." dedim göz kırparak. Hızla tişörtün eteklerini tutarak kaldırdığımda artık üstü çıplaktı.
Kaşla göz arasında fıstıklı baklavalarına kısa bir bakış atarak tişörtü aldım. Doğuş doktorun eli göğüslerine gitti ve aşağı doğru üstünü kapatır gibi iki elini üst üste koydu. "Bir şey olmaz, bir şey olmaz. Ben sana şimdi bir şey vereceğim kapanacak zaten üstün." dedim sırıtarak.
Evet. Fantezimi onun üstünden gerçekleştirmeyi düşünüyordum...
Hızla mutfaktan çıkarak banyoya girdim. Koca tişörtünü banyomdaki kirli sepetime atarak koşarcasına ilerleyerek geri mutfağa girdim.
Ne yapacağını bilemez gibi olduğu yerde kala kalmıştı. "Anlamadım? Niye çıkardın ki, kalırdım öyle." diye söylendi anlamsız bir sesle. Hızla kapının arkasına astığım kırmızı şekilleri olan önlüğü alarak hızla başına geçirdim. "Bu nedir Manolya hanım?" diye sordu şaşkınca.
"Mekik." Bana tekrar anlamsızca bakınca konuştum. "Uzaya çıkman için. Ne olacak Doğuş çay, mutfak önlüğü tabi ki." diyerek hızla arkasına geçtim. Önlüğün iplerini hızlı bir şekilde bağlayarak açılabilir bir düğüm yaptım.
Hedefime ulaştıktan sonra Biscolata erkeğimin karşısına geçtim. Bakışlarım dikkatle üstünde gezindiğinde bir adım geriye gitti. Yüzümde bir gülümseme oluştu. "Tam istediğim gibi oldu he!"
"Niye böyle bir şey yap-" Ardından bakışları bende durdu. Geçen ki konuşmamızdan dolayı anlamıştı. Eli hemen arkasına doğru gitti. "Manolya hanım, ama hiç etik değil fantezilerinizi üzerimden gerçekleştirmeniz."
Kollarını tutarak onu durdurdum. "Dur dur! Valla çıkarırsan hakkımı helal etmem! Çıplak mı kalmak istiyorsun? Bana hava hoş. Ama oda hiç etik değil." dedim imayla.
Bakışları kısaca üzerindeki önlükte gezindi. "O zaman şey yapalım..." Gülmemek için kendimi tutarken çaresiz ifadesine baktım. "Fanteziniz değilmiş gibi yapalım. Bende üstüm açık kalmasın diye bunu giyiyorum. Öyle yapalım..."
Gülmemeye çalışarak başımı salladım. "Peki, öyle yapalım Doğuş doktor." Bana çok kısa çekingen bir bakış atarak kek hamuruna döndü.
Bir paket vanilyayı ve kabartma tozunu hızla üstlerine boşalttı. Onları da çok kısa bir süre yavaşça karıştırdı. Bakışlarım önlükten dolayı görünmeyen kaslarında gezindi. En az önlük kadar çekici ve seksi göstermişti...
Karıştırdığı keki yavaşça ve eşit bir şekilde kek kalıbına dökmeye başlarken dikkatle onu kesiyordum. Spatulayla kek kasesini iyice sıyırarak kek kalıbına tamamen boşalttı.
Yüzüm yavaşça avcuma doğru dayandı ve yüzüm avcumda bir şekilde onu izledim. Kek kalıbını eşitlensin diye benim gibi iki üç kere tezgaha vurdu. O tezgaha vururken benim bakışlarım onun çıplak sırtına kaydı. Kendimi sapık gibi hissediyordum şu son zamanlarda...
Fırını çalıştırarak kek kalıbını fırına yolladı. "Tamamdır bu." dedi ifadesiz bir sesle. "Ya, keşke biraz daha-" Ne dediğimi fark ederek sustum. Hızla bana döndü. "Artık üstümdekini çıkarabilir miyim, Manolya hanım?"
"Dur dur!" dedim ve hızla tezgahtaki telefonumu aldım. Aceleyle telefonun kamerasını açarak telefonu dümdüz tuttum. "Fotoğrafını çekelim lütfen!" dedim yalvaran bir sesle.
"Ama Manolya hanı-" hızla sözünü kestim. "Başlatma, Manolya hanımına! Hadi eğil biraz, bak şu kameraya da fotoğrafını çekelim." dedim sırıtarak. İfadesizlikle bana baktı. "Sonra bu fotoğrafta hastaneye yayılmasın?"
Güldüm. "Bir kere daha aynı şeyi yapmam, yapacak olsam bu sefer apartmana yayarım fotoğrafı." dedim eğlenerek. Nefesini vererek telefonuma doğru eğildi. Flaşı açtığım için fotoğrafı çekerken bir gözü kapanmıştı.
"Çok güzel oldu!" dedim memnuniyetle. "Olduysa artık çıkarayım." diyerek dikleşti. "Çıkarabilirsiniz." dedim sırıtarak çektiğim fotoğrafa bakarken.
"Ay istediğimden çok daha iyi oldu!" dedim neşeyle. Önlüğü geri kapının arkasına asarken bana döndü. "Lütfen bu sefer beni yaymayın, Manolya hanım."
Güldüm. "Bakalım, Doğuş doktor." diye mırıldandım sessizce. Etrafa bakındığını fark etmemle telefonumu kapatarak tezgaha bıraktığımda bana döndü. "Tişörtüm nerede?"
Elimle banyoyu işaret ettim. "Banyoya attım ya ben onu." dedim. Kaşları çatıldı. "Nasıl banyoya attınız?" diye sordu anlamsızca. Nefes verdim. "Kirli sepetinde o. Ben onu yıkar size veririm." dedim ciddiyetle.
"Ama ben böyle mi kalacağım?" diye sordu üzerine bakarak. Kollarımı göğsümde bağladım. "Valla normalde kalıyorsunuz. Şimdi de kalırsınız. Ama isterseniz size croplarımdan bir şeyler ayarlarım?" dedim muzip bir sesle.
"Siz rahatsız olmazsanız kalabilirim böyle. Sonra da evime inerim zaten." dedi ciddiyetle. Çapkın bir ifadeyle göz kırptım. "Ben rahatsız olmam, yakışıklı. Merak etme sen."
"Kek pişene kadar bir şeylerle mi oyalansak?" diye sorunca onu kolundan tutup mutfaktan çıkardım. "Nereye, Manolya hanım?" diye sordu aceleyle.
Hızla onunla beraber salona girdim. "Salona." dedim boş bir sesle. Koltuğa basarak hızla koltuğa oturduğumda oda karşıma oturdu.
"Oyun gibi bir şey oynayalım." dedim heyecanla. Kaşları çatıldı. "Nasıl bir oyun? Ben oyun sevmem ki." dediği sırada hızla söze girdim. "Bu öyle değil ama. Soru cevap gibi bir şey."
Kaşları düzeldi. "O nasıl yani? Soru mu soracağız?" diye sorunca başımı salladım. "Sırayla birbirimize soru sorup cevaplayacağız. Benimle ilgili merak ettiğin ne varsa sorabilirsin, Doğuş doktor." dedim ciddiyetle.
Başını salladı. "O zaman kim başlıyor?" diye sordum heyecanla. "Sen başla." dedi düşünmeden. Heyecanla derin bir nefes aldım. "Bana aşık mısın?" Evet, amacım başından beri bu soruyu sormaktı.
İfadesi yine ciddiydi. Zerre bir şey anlayamadığım ifadesiyle boğazını temizleyerek cevap verdi. "Cevabını bildiğiniz soruları sormanıza gerek var mı?"
Hızla omuzlarımı çocuk gibi indirip kaldırdım. "Bana ne ki, bana ne ki! Belki tekrar duymak istiyorum?" diye söylendim. "Evet, Manolya hanım. Sizi rahatsız etmeyerek, evet." dedi ciddiyetle. Doktor olarak hastasına aşık olmak ve bunu dile getirmek hoşuna gitmiyordu.
Heyecanla onu gösterdim. "Sıra sizde." dediğimde başını salladı. "O geçen evinize gelen adam. Volkan. Neden evinizdeydi?" diye sordu. Kıskanmıştı. O gün ifadesiz bakmıştı ama aslında kıskanmıştı.
Gülümsememeye çalışarak ciddi kaldım. "Volkan benim ev sahibim ve çok uzun bir zamandır yakın arkadaşım. Evime ziyarete gelmişti." dedim. Yüzünde ifade değişikliği olmadan yavaşça başını salladı.
"Sıra sizde oluyor galiba, Manolya hanım." Ellerimi çırparak konuşmaya başladım. "Peki, sizin o bağlanma dediğiniz şey bana mı oldu? Yani siz bana bağlandınız mı?" diye sordum heyecanla.
Bakışları ellerime indi. Ardından çok geçmeden tekrar yüzüme çıktı. "Sanırım bağlandım." diye mırıldandı kısık bir sesle.
Tekrar konuştu. "Ama bunu yanlış anlamayın. Sizi asla rahatsız edecek bir davranışta bulunmam." dedi hemen. Derin bir nefes aldı. "Şu cümleyi on kere kuranıza gerek yok. Sizden rahatsız olmuyorum, olmamda."
Dümdüz baktı. "Peki, Manolya hanım." dedi sadece.
Derin bir nefes vererek onu işaret ettim. "Sıra sende." Dikleşti. "Bana neden aşık oldunuz?" diye sordu anlamsızca. Neden mi?
Kaşlarım çatıldı. "Neden derken?" Sertçe yutkundu. "Yani anlayamıyorum. Bir kadın beni dış görünüşüm yada kariyerim için yaklaşır. Herhangi bir şeyim yüzünden yaklaşmıyor. Genelde öyle yaklaşırlar. Benden öyle etkilenirler. Siz bana nasıl aşık oldunuz aklım almıyor? Nasıl beni anlıyorsunuz anlayamıyorum."
Kaşlarım düzelirken bakışlarım zeytin yeşili gözlerine çıktı. Bu sırada tekrar konuştu. "Beni kimse anlamak istemez. Yada benim için uğraş göstermez. Ben robot, duyguları olmayan bir insanım başkalarına göre." diye mırıldandı.
"Duyguları olmayan insan olmaz ki. Sadece ölülerin duyguları olmaz." diye mırıldandım eline uzanırken. Elini tuttuğumda bakışları sakince eline kaydı. "Senin de koruma şeklin bu Doğuş. Ben seni anlıyorum." diye fısıldadım.
Bakışları tekrar yeşim yeşili gözlerime çıktı. "Beni anlayan ilk insansın sen, Manolya." Hanım dememişti. Baş parmağını kaldırarak elini tutan elimin üstünü yavaşça okşamaya başladı.
"Belki sana karşı ilk kez bu kadar açık oluyorum." diye mırıldandı birleşmiş ellerimizi izlerken. "Beni de ilk anlayan kişi sensin." dedim tebessümle. Bakışları ellerimizden kalkıp gözlerime çıktı. "Bakma öyle. Herkesle samimiyim, enerjik görünüyorum diye çok mutluyum sanıyorlar beni de. Kimse gerçekten anlamak istemez beni. Ama sen anlıyorsun." dedim.
Yüzünde yumuş yumuş bir ifade oluşmuştu. Yerimde olsanız ellerinizle yüzünü mıncıklamak isteyeceğiniz bir ifade. Elimle birleşmiş olan eli sıkılaştı. Yüzünde minik bir gülüş oluştu. "Çok farklıyız. Kuzey kutbu ve çöl gibi iki insanız. Nasıl oluyor bu cidden anlamıyorum." diye mırıldandı.
"Seni ciddi olduğun için anlamak istemediler. Beni de çok samimi olduğum için anlamak istemediler." dedim ciddiyetle. Başını ağır ağır sallayarak beni onayladı.
Aklıma gelen şeyle yüzümde tebessüm oluştu. "Çöl ben oluyorum bence. Sende soğuksun. Kuzey kutbu! Zaten İsveç çocuğusun. Acaba senin soğukluk oradan mı geliyor?" diye kendi kendime konuşur gibi sordum.
Gülümsediğinde tekrar konuştum. "Oha! Bir yanın İsveç soğuğu, bir yerin Adana sıcağı. Bana olan Adana yanın o zaman." diye kendi kendime söylendim yine. Bana doğru yaklaşmasıyla ortama sessizlik hızla çöktü.
Sakince onu izledim. "İyi ki hayatımdasın Manolya..." diye söze girince gülerek sözünü kestim. "Bu bir evlenme teklifi mi?" Bu aralar kafayı evlilikle bozdum iyice...
Tekrar konuştu. "Ama malum, biliyorsun ki doktor-hasta ilişkisinden başka bir şey yaşamamız etik değil." Onu üstü çıplakken pek ciddiye alamıyordum açıkçası. Bu kadar çekici bir şekilde karşımda oturması bakışlarımın üstüne doğru inmesine sebep oluyordu.
"Biliyorum canım. Her anımızı o kabusum olan iki kelimeyle bozuyorsun." dudaklarımı bükerek onun taklidini yaptım. "Etik değil!" Taklidime sadece boş boş bakmıştı. Bakışlarım bana dümdüz bakan Zeytin yeşili gözlerine kaydı. "Ya ne boş boş zeytin gözlerinle bakıyorsun?!" diye çemkirdim. Kaşları havalandı. "Zeytin?"
Bakışlarım anlamsıza doğru kayarken başımı salladım. "Zeytin yeşili. Gözlerin..." diye bir şeyler geveledim. Bakışları başka bir noktaya kaydı. "Zeytin yeşili mi oluyor bu ton?" diye sordu merakla. Başımı hızla salladım. "Evet. Bilmiyor muydun?" Bana baktı. "Dikkat etmedim hiç." diye mırıldandı sadece.
Elini tuttuğum elini çekerek hızla kaslı ve damarlı dakika başı gözüme çarpan koluna vurdum. "Hadi oyuna devam edelim! Sıra bende! Ben soruyorum." Başını salladı.
"Annen beni tanısaydı sever miydi?" diye sordum merakla. Bakışları değişti. Ardından düşünmeden başını salladı. "Annem senin gibi şakacı bir insandır. Tatlıdır. Seni tanısa kesin severdi." dedi yüzündeki hafif tebessümle.
"Tanışalım bir gün ya. Gerçi o İsveç'teyken nasıl tanışacaksak? Biz oraya gideriz. Tabi ki bayağı bir ilerde olur bu yada görüntülü konuşmayla tanışırız. Millet görüntülü isteme yapmış ya, biz mi tanışamayacağız sanki?" diye söylendim. O yine sessiz kalma hakkını kullanmıştı.
Tekrar koluna vurdum. Ama bu sefer daha hafifçe vurmuştum. "Hadi sıra sende." dedim gülümseyerek. Kendini düzelterek nefes verdi. "Üniversitenin bahçesinde ki çocuk. Onunla çok yakın mısınız?" diye sordu gözlerini kısarak. Nerden buldu, hatırladı da, sordu ya?
Kaşlarım çatıldı. "Kim Volkan mı, Firdevs mi?" diye sordum anlamsızca. Kaşları inip kalktı. "Yok. Başka bir tane." dedi. "He? Fuzuli mi?" Kaşları çatıldı. "Adı Fuzuli mi?" Doğuş doktor bile şaşırdıysa ismi gerçekten gariptir.
"Aslında tam Fuzuli değil. Burak diyorlar genelde ama o benim özel olarak Fuzuli dememi mi ne istemiş. Bende pek anlamadım." diye mırıldandım anlamsızca. Bu sözlerim karışında bakışları değişti.
"Demek sana özel? Anladım ben." diye mırıldandı sakince. Kaşlarım çatıldı. "Ne anladın? Bana da anlat!" dedim hemen. Bakışları bana çıktı. "Boş ver. Oyuna devam edelim. Sor bakalım."
Şuan, Ne anladın Yurdagül, ne anladın? diye sorardım ama çok zorlamayacaktım. "Peki o zaman. Bana bir şarkı göndermesi gibi bir şey yapsan bu ne olurdu?" diye sordum neşeyle. Bakışlarını tekrar yeşim gözlerime çekti.
Bir süre düşünmenin ardından cevap verdi. "Tuğkan - Sen Benim." dedi yeşim gözlerimin içine bakarak, "Umudun olurum eğer bana inanırsan. Yaprakların solar da güneşi unutursan, ışığın olurum sonsuza uzanan." diye şarkının sözlerini dümdüz bir şekilde mırıldandı.
"Bir öpüşsek her şey geçmez mi?" diye mırıldandım sırıtarak. Şaşkınlıkla afalladığında sesli güldüm. "Şarkının sözü olarak dedim, korkma." deyince yüzündeki ifade anında değişti. "Anladım."
Kaşları çatıldı. "Kekin kokusu geliyor. Ama yanık kokusu değil." dedi ciddiyetle. Ardından hemen kalktığında bende peşinden kalktım. Çıplak üstüyle beraber hızlı adımlarla mutfağa girdiğinde bende peşinden girdim. Kar bizim aksimize sakince salonda mamasını yiyordu.
Fırına yöneldiğimde kapını zili çalmaya başladı. Başımız kapıya çevrildi. "Sen kapıya bakar mısın?" diye sorduğumda bir şey demeden hemen kapıyı açmak için mutfaktan çıktı.
Onun çıkmasıyla ben hemen fırını açarak mis kokulu keki dışarı çıkararak tezgaha bıraktım. Benimkinden kat kat daha iyi olan keke kısa bir bakış atarak memnuniyetle gülümsedim
"LAN DOĞUŞ! YEDİM SENİ, DOĞUŞ!" Gelen bağırışla yüz ifadem anında soldu. Üstü çıplak bir Doğuş doktor, Bayar brotherimin sesi ve benim evim...
Hızla koşarak mutfaktan çıktım. Bakışlarım o rönesans olabilecek görüntüde gezindi. Bayar, Doğuş doktorun üstü çıplak olduğu halde olmayan yakalarına yapışmış öfkeyle ona bakarken Doğuş doktor, garibim neye uğradığını şaşırmış gibi Bayar'a bakıyor. Fatih akıl karışıklığıyla Bayar'ı tutmak yerine Doğuş doktoru tutuyor. Esma şaşkın emoji gibi bir suratla köşede 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın' dercesine şaşkınca olayı izliyor. Arat ise aradan ellerini Bayar'ın boynuna sarmış garip bir hareketle onu çekmeye çalışıyordu. Bense elinde fırın eldiveniyle bu tabloya bakıyordum. Evet, görüntümüz buydu.
Olanlar saniyeler içinde oldu. Doğuş doktor, Bayar'ı üzerinden ittiğinde bakışlar sırayla bana kaydı. Ne diyeceğimi bilemez bir ifadeyle fırın eldivenini sallayarak, "Hoş geldiniz." dedim.
Bayar geçmeyen öfkesiyle bana baktı. "Pek hoş gelmedik canım kardeşim!" Ardından eliyle Doğuş doktoru işaret etti. "Bu adam niye çıplak bir tanecik kardeşim?!" diye sordu sakin kalmaya çalışarak.
Arat göz ucuyla Bayar'a baktı. "Asıl soru, Doğuş'un neden şuan burada olduğu." Doğuş doktor çatılan kaşlarıyla onlara baktı. "Size hesap vermek zorunda değiliz. Kendinize gelin." dedi ciddiyetle.
Hepsi şaşkınlıkla ona döndüğünde ben hemen araya girdim. "Siz onu boş verin. Ben sizde kısaca özet geçeyim..." deyince bakışlar bu sefer bana döndü. "Doğuş doktor kek yapmaya geldi. Yaparken üstü lekelendi. Şimdi adama da verecek bir şeyim yok. Ben onun bedeni kadar büyük şeyler giymiyorum malum. Bedenlerimiz de uyuşmuyor. Bu yüzden gidene kadar böyle kalmak zorunda kaldı."
Bayar'ın kaşları havalandı. "Bu kadar yani?" diye sordu onaylanmak ister gibi. Muzipçe gülümseyerek başımı salladım. "Abimin doktor arkadaşı. Ayrıca benden bayağı bir büyük. Ne olabilir ki aramızda?" diye sordum içten eğlenerek.
"He! Tamam o zaman." dedi saf saf. Ardından sırıtarak salona ilerledi. Fatih ve Esma bana imalı bir bakış atarak art arda salona girdi. Bakışlarım Doğuş doktor kaydığında gözlerini kısarak bana baktığını gördüm. Başımı hızla Ne? dercesine iki yana salladım.
"Bazen benimle oynadığınızı düşünüyorum, Manolya hanım." dedi ciddiyetle. Güldüm. "Neden olmasın?" diye fısıldayarak mutfağa girdim. Peşimden geldi hemen. Zıplayarak yukardaki dolaba uzanmaya çalıştım. Salondan sandalye getirmeye üşeniyordum.
Tam bu sırada beklediğim hareketi yaptı ve arkadan yanaşarak dolabı açtı. "Ne veriyim Manolya hanım?" diye sordu ciddiyetle. Çıplak göğsü arkadan sırtıma değerken şuan yaşadığımız şu klişe sahneye gülmemek için kendimi zor tuttum. "Tabakları verir misiniz, Doğuş bey?"
Kolayca uzanarak istediğim tabakları tezgaha bıraktı. Çekileceğini düşünürken onun eli tezgaha dayanınca daha çok yaklaşmış oldu. Yavaşça önüme doğru döndüğümde yine onu tam dibimde gördüm. Cüssesiyle önümü kapatıyordu.
Bakışları yüzüme indi. İfadesiz olsa da artık o içindeki karmaşık duyguyu çözebiliyordum.
"Oha oha!" Duyduğumuz sesle hızla geri çekilerek kapıya döndük.
Şaşkın sesin sahibi Fatih yavaşça içeriye girdi. Gözlerimi sinirle belerttim. "Niye her yerdesin Fatih? Ne işin var mutfağımda?" diye çıkıştığımda Fatih'in bakışları çok kısa süre Doğuş doktora kayıp bana döndü.
"Kusura bakmayın Manolya hanım. Evinizde yarı çıplak bir adamın gezmesi sorun değil de, benim gezmem mi sorun?" diye sordu muzip bir sesle. Gözlerimi devirdim. "Çıplak olsan sende gezebilirdin." dememle ikisinin de şaşkın bakışları bana kaydı.
"Şaka ya! Sizde şakadan anlamayan bir ikilisiniz he! Neyse, Fatih yine anlıyor biraz da. Doğuş doktor hiç!" diye sinirle söylendim.
Tekrar Fatih'e döndüm. "Sen ne için geldin?" diye sordum sinirle. Fatih alayla güldü. "Dövseydin birde. Neyse. Ben su içmek için gelmiştim de. İçesim kaçtı." diyerek geri salona ilerledi.
Fatih'i boş vererek tabaklara döndüm. Keki büyük olan tabağa ters çevirerek çıkardığımda Doğuş doktor da aramıza mesafe koyacak şekilde yanımda durdu.
Keki dilimleyecekken o bıçağa uzandı. Anlamsız bir bakış atarak bıçağı ona verdiğimde keki kendisi sakince kesmeye başladı. "Kesici alet." diye mırıldandı.
Alayla güldüm. "Bende çocuk değilim." diye mırıldandım.
O bir şey demeden kesmeye devam ederken bende demlediğim çaya uzandım. Çayı tepsideki bardaklara tek tek doldurmaya başladım. "Dikkatli olun Manolya hanım." deyince içimden bir göz devirme geçmişti.
Dediği gibi dikkat ederek çayları hemen doldurdum. O kekleri kestiğinde başımı hafifçe ona çevirdim. "Sen kekleri tabalara koy, ben çayları götürürüm." dediğimde bir şey demeden dediğimi yaptı.
Çay tepsisini alarak salona girdim. Bayar sanki ev sahibiymiş gibi bir rahatlıkla koltukta bir ayağını üstüne atmış, bacağa da Kar'ı oturtturmuştu. Yazık garibim köpeğim bana çaresiz bakışlar atıyordu.
Fatih ve Esma yan yana ama mesafeli bir şekilde oturuyorlardı. Çayları ortadaki tepsiye bıraktım. "Doğuş beyefendisi nerede?" diye sordu Bayar. "Kekleri tabaklara koyuyordu." diye mırıldandım dikleşirken. Tek tek çaylarını almaya başladıklarında Bayar'ın kaşları tekrar çatılmıştı.
"O niye koyuyor ya? Evli çift gibi beraber servis yapıyorsunuz!" diye söylendi bu sefer. Tam bu sırada Doğuş doktor kocaman sini tepsisiyle içeri girdi. Tabakları tek tek getirmek yerine böyle bir şey düşünmüş olmalıydı ama şu görüntü aşırı komikti. Üstü çıplak bir şekilde içinde kek tabaklarının olduğu sini tepsisiyle masaya doğru yaklaştı.
Fatih gülmemek için kendini sıkarken Bayar sabır çekti. Doğuş doktor masaya eğilerek tabakları tek tek masaya koydu. Esma masum bir gülümsemeyle Doğuş doktora döndü. "Sağ olun hocam."
Doğuş doktor başını hafifçe ona çevirerek başını salladı. Ardından boşalan tepsiyi koltuk altına alarak geri mutfağa ilerledi. Onun odadan çıkmasıyla Arat, Fatih'e vurarak kısık sesli kahkahalar atmaya başladı.
Bayar dizinde oturan Kar'ı yanındaki boş vere bırakarak bana döndü. "Bu adam hep böyle kas şov yapar gibi çıplak mı gezecek?" diye sordu şaşkınlıkla. "Ne yapalım Bayar'cığım? Adama tişört kalmamış." dedim düz bir sesle.
Kaşları daha da çatıldı. "İnsin alsın. Evi hemen alt katta!" diye söylendi kısık bir sesle. Omuz silktim. "Boş ver abiciğim. Relax." dedim keyifle.
Bayar, "Tövbe tövbe." diye mırıldandı. Hızla Esma'nın yanına kuruldum. Bakışlarım yanmış kekimi löpür löpür yiyen Fatih'e kaydı. Doğuş doktorun o yer diye koyduğu yanık kekleri büyük bir afiyetle yiyordu. Bazen çok garip bir adamdı.
Herkes kekle çay içip yerken Esma kekini yerken bana döndü. "Sen bizi neden çağırmıştın?" diye sordu merakla. Bu soru herkesin aklındaymış gibi bana dönüldü. Başımla kapıyı işaret ettim. "Doğuş doktor gelsin. Anlatacağım."
Arat kaşları çatılırken güldü. "Bu Doğuş nerede kaldı? Adamı yarı çıplak görüp kaptılar mı acaba? O baklavalar, kaslar, damarlar falan." dedi gülerek. Ardından başını iki yana salladı. "Şu asosyal ciddiyet doktorunun bedeni bende olacaktı var ya..." diye mırıldandı.
Kaşlarım çatıldı. "Göz koyma Doğuş doktora!" diye çemkirdiğimde yüzünü buruşturdu. Tam bu sırada kapı sesi geldi. Başım hızla kapıya taraf çevrildiğinde üstünde koyu lacivert bir tişört olan Doğuş doktor içeriye girdi.
Şaşkın bakışlarım üstünden kalkıp yüzüne çekildi. Hemen bana döndü. "Manolya hanım, anahtarınızı kullanarak evinize girip çıktım ama sizi uğraştırmamak için. Üzerimde öyle kalamazdım." dedi ciddiyetle.
Sırıtarak başını sallayan Arat'ın sesi geldi. "E tabi biz geldik ya, şov bitti." dedi alayla.
Doğuş doktor Arat'a kısa bir bakış atarak tekli koltuğa oturdu. Bayar, Doğuş doktorun üstüne bakarken, "İyi bari kıyafet giymişsin." diye mırıldandı. Doğuş doktor onu takmadan bir çayı kendine aldı.
Kendime ayırdığım kek tabağını alarak keki yemeye başladığım sırada tekrar herkes bana döndü. "Artık bizi niye çağırdığını söyler misin Manolya?" diye sordu Fatih.
Bakışlarım tek tek hepsinde gezindi. "Yarın akşam bir davet var. Bizim üniversitenin gençlerinin çoğu da orada olacak ve istediğimiz kişileri çağırabiliyoruz. Bende sizi çağırmak istedim. Buydu." dedim ve parçaladığım keki çatalla ağzıma yolladım.
Kaşları çatık Doğuş doktor konuştu. "Ne yani bizi davete mi çağırıyorsun?" diye sordu ciddiyetle. Başımı salladım. Bayar direkt, "Ben gidiyorum arkadaş. Benim kardeşim orada. Göz kulak olmam lazım." dedi sahiplenici bir tavırla.
Esma'ya döndüm. "Sen?" diye sordum masum çıkarmaya çalıştığım sesle. Esma dudaklarını sarkıttı. "Bende gelirim herhalde. Değişiklik olur." diye mırıldandı. Bak o zaman Fatih'te net gelir.
Bakışlarım Fatih'e kaydı. Gülümsedi. "İyi bari bende geleyim o zaman." dedi. E Esma dedi ya gelirim diye. Ondan tabi.
Tabağı bırakarak ellerimi çırptım. "Çok eğlenceli olacak!" Ama sadece benim için.
🌺
Ayağımda ki koca panduflarımı yere vura vura evin içinde yürüyordum. Dün akşam kekleri yemiş, çayları içmiş ve bizim doktor tayfasını göndermiştim. Doğuş doktor tam kesin bir cevap vermemişti. Gelip gelmeyeceğinden emin değildim ama onu da ikna etmeyi planlıyordum.
Sert kahvemi alarak salona ilerledim. Bir gün boyunca Doğuş doktor gibi yaşamak gibi bir challenge mi başlatsaydım acaba? Günün sonu gelmeden duvar olurdum ben.
Hızla panduflarımla beraber cama doğru ilerledim. Eklem ağrılarım başlamıştı. Ağrıları yok saymaya çalışıyordum ama bu zor oluyordu. Bu ağrılara alışmalı ve yok saymalıydım.
Kahvemden yudum alarak camı izlediğim sırada bakışlarım yorgun adımlarla apartmana doğru yürüyen Doğuş doktora kaydı. Dün benim evimden çıktıktan sonra tedavimi bulmak için hastaneye gitmiş ve orada yine orada sabahlamıştı.
Hızla mutfağa koşarak girdim. Kar yine arkamdan anlamsız bakışlar atıyordu. Hızla üstü kapalı keki kapağını açıp tezgaha yanına koydum. Dün yaptığı kekten iki dilim keserek bir tabağa yerleştirdim. Bulaşıklar yoktu, çünkü Doğuş doktor gitmeden önce yıkamıştı.
Kek dilimlerinin üstüne bir peçete örttüm. Hızlı adımlarla mutfaktan çıkarak kapıya ilerledim. Bir gözümü kısarak delikten baktım. Asansörle uğraşmamış merdivenlerden çıkıyordu.
Kendi katıma kadar geldiğini yükselen ayak seslerinden anlamıştım. Hemen kapıyı açarak panduflarımla beraber merdiven boşluğundan bir alt ata baktım. Bakışları anında bana çevrildi. "Manolya hanım?" Şu 'Hanım' kelimesini duyduysam gün aymış demektir.
Yukarı çıkan merdivenlerin önünde durmuş bana bakıyordu. Elimdeki tabağı uzattım. "Kek." dedim sadece. Tek kaşı kalktı. "Anlamadım?" Anladın anladın.
"Kek yemez misiniz? Eminim hiçbir şey yememişsinizdir." diye mırıldandım. Bana doğru yaklaşarak elimdeki üstü peçeteyle kapalı olan tabağı aldı. "Teşekkür ederim. Zahmet etmişsiniz." diye mırıldandı.
"Siz? İzinli misiniz?" diye sordum merakla. "Üstümü değiştirip geri hastaneye gideceğim." dedi sakince. "Peki akşam davete gelecek misiniz?" diye sordum hemen. Sen gelmezsen planımı uygulayamazdım.
Kısa süre dümdüz bana baktı. "Kesin bir şey diyemem Manolya hanım. Çok yorgun olursam gelemeyebilirim. Malum dün sabahladım. Bugün de çalışacağım. Ama emin olun gelmeye çalışacağım." dedi ciddiyetle.
Başımı salladım sadece. Ona istemsizce kıyamıyordum. İçimde bir taraf, gitsin uyusun. Planı boş ver. Diyordu. "Peki, Doğuş bey." diye mırıldandım.
Başını salladı sadece. "Görüşmek üzere, Manolya hanım." Bende başımı salladım. "Görüşelim Doğuş bey." diye karşılık verdim.
Ben kapıyı kapatırken oda merdivenlerden çıkmaya başladı ve yollarımız ayrıldı. Kapı kapattıktan sonra yavaş adımlarla salona ilerledim.
Telefonum çalmaya başladı. Nefesimi vererek orta sehpadaki telefonumu aldım. Arayan isme baktığımda arayan kişinin Firdevs olduğunu gördüm. Aramayı yanıtlayarak telefonu kulağıma yerleştirdim.
"Alo Mano?" diye keyifli sesini duydum. Kanepeye rahatça yerleşerek ayaklarımı önündeki orta masaya üst üste koydum. "Efendim Firdevs?"
"Nasılsın, Mano'cuğum?" diye sordu neşeyle. "Her zaman ki gibi iyi. Sen?" diye sordum ifadesizce. "Bende iyi..."
"Akşam için heyecanlı mısın? Ben bizim Elifnurları falan da çağırdım. Beraber takılırız." dedi neşeyle. "Bende bir kaç kişiyi çağırdım." diye mırıldandım.
"Kimi yada kimleri?" diye sordu hemen. "Doktorum ve hastanesinde çalışan doktorlar." dedi dümdüz bir sesle. "Doktorlar? Ne alaka? Çağıracak birini mi bulamadın doktorlar ne alaka, Mano? Neyse, senin davranışların sorgulanmaz zaten. Klasik sen." dedi gülerek.
Alayla güldüm. "Dimi. Sorgulanmaz benim davranışlarım." diye mırıldandım. Tam bu esnada zil çaldı. "Dur. Zil çaldı." diye söylenerek ayaklarımı masadan çekip oturduğum kanepeden kalktım.
Kulağımdan telefonu çekmeden kapıya yöneldim. "Harika bir, nar çiçeği elbise aldım. Davette çok güzel olacağım!" dedi heyecanla. "Olmazsın." dedim kapıya ilerlerken.
"Nasıl?" diye sordu afallayarak. "Manolya çiçeği rengi olsaydı çok güzel olurdun." diye söylendim. Güldüğünde kapıyı açtım.
Kapıyı açmamla afalladım. Çünkü gelen kişi bir adet, Fuzuli Burak Saydam'dı.
Şaşkınca ağzım aralanırken Firdevs'in sesini duydum. "Ama modeli çok güzel. Ben çok beğendim yani. Ee sen ne giyeceksin?" Ebenin hastane kıyafetini giyeceğim Firdevs...
Burak elini kaldırarak yavaşça salladı. "Selam."
Aralıklı ağzımı kapatarak boşta ki elimi kaldırıp onun gibi salladım. "Selam. Selam da, ne alaka?" diye sordum istemsizce. "Kime selam veriyorsun kız?" Ve yine ortama dalan Firdevs'in sesi.
Kaşlarını kaldırarak eliyle içeriyi işaret etti. "İçeri girmem sorun olur mu? Defterimi almaya gelmişim. Ama alıp gidebilirdim de." dedi ciddiyetle. Laf söz olur olmaz derdim de, neyse.
Kapının önünden çekilerek başımla içeriyi işaret ettim. "Geç geç." dedim. Hızla ayakkabılarını çıkararak içeriye girdiğinde Kar buraya koştu. Yeni biri gelmişti ya, hemen bakacaktı, meraklı.
Arkasından kapıyı kapattım. Bakışları Kar'a gidince kaşları kalktı. "Köpeğin mi vardı?" diye sorunca tebessüm ederek başımı salladım. "Evet. Var bir tane kar gibi, Kar'ım."
Gülümseyerek Kar'a doğru eğildi. Bu adam benim adresimi nereden bulmuştu?
Kar'ın başını okşamaya başladığı an Kar anında beni bile şaşırtacak bir hamle yaparak elini çizdi. Burak inleyerek geriye çekildiğinde şaşkınlıkla Kar'a doğru atıldım. "Ne oldu? Çizdi mi?" Eline bakarken başını salladı.
Eğilerek Kar'ı kucağıma aldım ama o hiçbir şey olmamış gibi eski haline dönerek etrafı izledi. Burak gülerek başını kaldırıp bana baktı. "Anlaşılan kendinde senin gibi. Hemen tırnaklarını çıkarıyor bana." dedi gülerek.
Güldüm. "Annesinin sana karşı olan nefret duygularını mı hisseti acaba?" diye mırıldandım gülerek. Hızla ayağa kalktı. "Biraz sohbet ederiz diye gelmek istedim. Umarım yanlış anlamazsın Manolya." dedi ciddiyetle.
Hızla başımı iki yana salladım. "Yok ya. Doğru anladım. Yanlış anlayacağım tek şeyde sessiz çocuğun gelip beni evimde doğraması olurdu açıkçası. Sessiz çocuklar öyle olur ya." diye söylendim muzip bir sesle.
Sadece bana bakarak gülümsedi. Burak üstünde bir deri ceket, altında siyah kot, deri ceketin altından da normal bir tişört giyip gelmişti. Saçları çok dağınık değildi. Okyanus gibi mavi gözleri yine en dikkat çeken şeyiydi. Kirli sakalları hafif uzamıştı son gördüğüme göre.
"Kendime kahve yapmıştım sana da yapayım ister misin? Kekte koyarım?" dedim neşeyle. Dudağını sarkıttı. "Bilmem. Olur, zahmet olmayacaksa." dedi kararsız bir sesle.
Başımı sallayarak kucağımdaki Kar'ı salona girerek koltuğa bıraktım. Oda hemen peşimden girerek Kar'ın karşısındaki koltuğa oturdu. "Seni kızımla baş başa bırakıyorum. Dövme kızım onu. Elit davran, elit insanlarız biz." dedim Kar'a dönerek.
Ona son kez kısa bir bakış atarak mutfağa gittim hemen. Kettlenin düğmesine basarak hızlıca çalıştırdım. Kulağımda omzumla sabitlediğim telefonda boş boş beni bekleyen Firdevs'e döndüm. "Sen mi Burak'a adresimi verdin?" diye kısık sesle sordum.
Firdevs muzip bir şekilde kahkaha attı. "Ay geldi mi o? Bana yazdı, dedi, defteri almak için adresini atar mısın, dedi bende hemen verdim." dedi gülerek.
"Evime gelmezsin ama adresi veririsin birilerine!" diye söylendim. Kendini toplayarak gülüşünü dindirdi. "Mano, fırsat olmuyor ki." diye bir şeyler geveledi.
Hemen tekrar konuştu. "Ama sen merak etme. Ben ilk fırsatta sende olacağım. Habersiz bile gelebilirim." dedi. Alayla gülümsedim. "Aman sonra yine birilerine sözün çıkmasın?"
Telefonu kulağımda tutmaya çalışırken kapalı kapağı olan keki açarak kapağı tezgaha bıraktım. Doğuş doktorun benim için yaptığı kekten iki dilim kestim hemen. Dolaptan bir tabak çıkararak tezgaha bıraktım. Firdevs'in ciddileştiğini hissetmiştim. "O gün annemle çok kötü kavga etmiştim Manolya. Hiçbir yere gidesim yoktu." dedi ciddiyetle.
Kek dilimlerini bıçak yardımıyla alarak tabağa bırakırken konuştum. "Bana yalan söylemek yerine gelseydin beraber dertleşirdik." diye söylendim.
Kek tabağını köşeye alarak diğer dolaptan bir kahve bardağı çıkardım hemen. "Ama Mano, seninle de dertleşilmiyor ki. Her şeyi dalgaya alıyorsun. Hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun." dedi ciddiyetle.
"Ama amaçsızca içinden benim çok güçlü olduğumu düşünüyorsun değil mi?" diye sordum emin bir sesle. Nefesini verdi. "Sen güçlüsün." dedi tahmin ettiği cevabı vererek.
"Tamam. Davette görüşürüz olur mu? Yine de bir gün derdin olursa kapım sana her zaman açık Firdevs." dedim ciddiyetle. "Görüşürüz Mano." Aramayı kapatarak telefonu tezgaha bıraktım.
Çok geçmeden kaynayan suyla beraber kendime yaptığım kahvenin aynısını ona da yaptım.
Bunları küçük bir tepsiye koydum hemen. Tepsiyi alarak salona ilerledim. Burak ayaklanmış, yemek masamın üstünde duran defterinin kapağına boş boş bakıyordu.
Tepsiyi ses çıkararak orta masaya koyduğumda irkilerek başını bana çevirdi. "Sağ ol." diye mırıldanarak defterle beraber geri kanepeye oturdu. Kek tabağına uzanarak Doğuş doktorun yaptığı keki yemeye başladı.
"Korkma defterin sapasağlam." dedim sırıtarak. Alayla güldü. "Sana güvenmiyorum. Kontrol edeceğim sonra." dedi. Umursamazca konuştum. "Neden verdin ki o zaman?" diye sordum sırıtışımı bozmadan. Kaşları çatıldı. "Anlamadım." dedi anlamsızca.
"Yani diyorum ki, vermeseydin o zaman. Madem bana güvenmiyorsun, niye verdin?" diye sordum tekrar. Omuz silkti. "Diğer insanlardan isteme diye. O isteyeceğin insanlara acıdığım için." dedi muzip bir sesle.
Gözlerim devrildiğinde kapı zili çaldı. Yeter ama artık!
Hızla ayağa kalktım. O keki hızlı bir şekilde yerken ben salondan çıkarak kapıya ilerledim. Kapı tekrar çalındığında hızla kapıyı anında açtım. Gördüğüm kişi üzerinde siyah pantolon, beyaz gömlekle duran Doğuş doktora baktım.
Elindeki içi bol fasulye, baklagil dolu tabağı bana uzattı. Benim ona verdiğim tabağımdı. Kaşlarım kalkarken tabağı aldım. "Son dakika teyzem aradı. Tabak boş gönderilmezmiş dedi. Bende dün yaptığım yemeğimden koydum. Dolaptaydı." diye mırıldandı.
Gülümseyerek başımı salladım. "Teşekkür ederim ama gerek yoktu. Yine de sağ olun." Asla benlik bir yemek olmayan tabağın içine kısa bir bakış attım.
Tam bu sırada içeriden onun sesi geldi. "Kek çok iyi olmuş Manolya. Ayrıca ben sana şey diyecektim bir de partne-" Şu sahneyi yaşamaktan bıkmıştım... Kapıda ki Doğuş doktoru görmesiyle sesi kesilmişti.
O yaklaştıkça Doğuş doktorun da ifadesi solmuştu. Bütün ciddiyet ve ifadesizliğine dönmüştü tekrar. Burak yanımda durarak Doğuş doktora baktı. "Geçen ki beyefendi." diye mırıldandı Doğuş doktor. Burak bir şey demeden elini uzattı. "Geçen ki değil de Burak'ı tercih ederim." dedi ciddiyetle.
Doğuş doktor uzattığı elini sıktı. "Memnun oldum, Fuzuli bey." dedi Fuzuli kısmını bastırarak. Burak'ın kaşları çatılırken, "Yalnız ben Burak ismimi kullanıyorum." dedi ciddiyetle. Doğuş doktor onu umursamadan elini çekti. "Anladım Fuzuli bey." dedi en az Burak kadar olan ciddiyetiyle.
Burak da elini geri çekti. "Önceki tanışmamız pek güzel geçmemişti diye hatırlıyorum." dedi. Doğuş doktor çenesini hafifçe dikti. Sert ama aynı zamanda ifadesiz ifadesiyle cevap verdi. "Tanışmadık karşılaştık." diye düzeltti.
Burak çokta umursamadan başını salladı. "Doğru, doktor." diye mırıldandı ciddiyetiyle. Kanlı bıçaklı, kan davası olan iki aile babası gibi duruyorlardı şuan. Hadi dövüşün.
Doğuş doktora döndüm. "Davete gelecek misiniz?" diye sordum heyecanla. Başı bana çevrildi. "Geliyorum. Ama o davetin kapısından sadece partneriniz olarak girerim, Manolya hanım."
Şaşkınlıkla ama bunu fark ettirmemeye çalışarak sırıttım. "Herhangi bir şey olarak değil. Doktorunuz olarak. Durumunuz çokta normal değil." dedi ciddiyetle.
Omuz silktim. "Olur, doktor beyciğim." diye mırıldandım masum çıkarmaya çalıştığım sesimle. Burak'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Doğuş doktor ciddiyetle başını salladı. "İyi günler, Manolya hanım." dedi ve merdivenlere doğru ilerledi. Bu adam nasıl üşenmeden merdivenleri inip çıkıyordu? Hayır, asansör var ona binsene.
Arkasından kapıyı kapatarak Burak'a döndüm. "Sen ne diyordun?" diye sordum. Afalladı. Ardından bakışlarını kaçırdı. "Hiç Manolya. Önemli bir şey değildi." dedi. Israr etmeden başımı sallayarak salona ilerlediğimde oda peşimden geldi.
"Ben defteri aldım. Gideyim artık." dedi salonun kapısında durarak. "Otursaydın?" diye sorduğumda başını iki yana salladı. "Sağ ol Manolya. Belki başka zaman çağırırsan onu yaparız." dedi saf bir ifadeyle.
Başımı salladığımda kapıya yöneldi.
🌺
İnce topuklu ayakkabılarımla yere basa basa geri adım attım. Ayakkabıların altı temizdi yoksa hayatta evin içinde giymezdim. Bakışlarım üzerimdeki siyah gotik elbiseye kısa bir bakış attım. Davetin en farklısı olmak vazifemdir. Üzerimde ki elbise hem gotik hem de seksi duruyordu.
Saçlarımı düzleştirerek bırakmıştım. Yüzüme yapmış olduğum çok abartılı olmayan siyah tonların göz çevremde bulunduğu bir makyajdı.
Ayakkabılarımın bacağıma dolanması gereken taşlı ipleri bağlı olmadığı için yerde geziniyordu. Elime olduğum küçük gotik çantamla beraber kendi kendime poz verdim. Saat davetin saatine yaklaşıyordu.
Kendime bakarken zil çaldı. Heyecanla nefes vererek bütün havamla podyumda yürür gibi yürüyerek kapıya ilerledim. Heyecanla kapıyı açmamla gördüğüm görüntü benim havamı anında kesmişti.
Doğuş doktor bütün karizmasıyla ve koyu lacivert takımıyla karşımda duruyordu. Takımının altından beyaz bir gömlek giymişti. Koyu lacivert bir insana anca bu kadar yakışır düşüncesine götürüyordu.
Kumraldan sarıya çalan ama kararsız gibi kalan saçları onu gördüğüm ilk gün ki gibi ne dağınık ne tam düzgündü. Zeytin gözleriyle beni incelerken bir kez daha soyadının hakkını sonuna kadar verdiğini düşündüm. Bu yakışıklılık, bu uzun boy, bu fizik neyin nesiydi? Nesin sen manken mi?!
"Her zaman ki gibi çok güzel ve yine çok farklı güzelsiniz." dedi gotik tarzımın da üstünden geçerek.
Yüzümde bir sırıtış oluştu. "Valla ben öyle diyemeyeceğim. Siz her zamanki halinizden çok çok daha çekicisiniz." dedim çekinmeden. Tebessüm etti. "Teşekkürler, Manolya hanım."
"Ee? Çıkalım mı?" diye sorunca hemen elimle dur işareti yaptım. "Ayakkabılarımı bağlamam lazım." diyerek eğildim. Aceleyle taşlı kalın ipi alarak bacağıma sarmaya başladığımda saçlarım yüzüme düşüyordu.
Ellerimin neden titrediği hakkında bir bilgim yoktu. Ama artık vücudumda oluşan bu tarz sorunları umursamıyordum. İp elimden kaçınca sıkıntılı bir nefes vererek tekrar ip uzandım.
Tam bu sırada Doğuş doktorun eli kolumda nazikçe dolandı ve beni yavaşça dikleştirdi. "Benim yapmamı ister misiniz?" diye sordu kibar bir sesle. Ellerimin titrediğini fark etmişti.
Sadece başımı salladım. Önden sadece tek bir tanesi ilikli olan düğmesini açarak salona ilerlediğinde arkasından bakakalmıştım. Bir sandalyeyi tek eliyle kavrayarak buraya getirdiğinde onu izlemeye devam ettim.
Sandalyeyi yanıma bıraktı ve bakışlarıyla işaret etti. "Oturur musunuz?" Başımı sallayarak sandalyeye oturarak onu bekledim. Önümde tek dizine çökerek durdu. Ayakkabının olduğu bir ayağımı kaldırıp dizine koydu. Yine sanki ameliyattaymış gibi bir dikkatle ipi sakince bacağıma sardı.
İpleri bağladıktan sonra ayağımı yavaşça dizinden çekip diğer ayağımı dizinin üstüne koydu. Aynı dikkatle bu sefer bu bacağıma sardı ipi. "Siz de zamanında benim ayakkabılarımı çıkarmıştınız. Bende bağlayayım da ödeşelim." diye mırıldandı ciddiyetle. Bakışlarım sadece onun yüzünde gezindi.
Bu adama nasıl kimse aşık olmamıştı ki?
Diğer ayağımı da dizinden çektiğinde yavaşça dikleşti. Dikleştikten sonra takımının tek düğmesini geri kapattı. "Tamamdır." diye mırıldandı.
Yavaşça sandalyeden kalkmamla karşı karşıya durmuş olduk. Kaşlarını çatarak kolundaki pahalı saate baktı. "Saat geliyor. Çıkmalıyız Manolya hanım." diye mırıldandı.
Kapıya doğru ilerlediğinde bende hemen peşinden ilerledim. Çıkmadan önce kapının yanındaki konsoldan anahtarımı alarak kapıyı kapattım. Anahtarımı küçük el çantama attım.
Ona döndüğüm an elini kaldırarak bana doğru uzattı. Bu hareketiyle yüzümde oluşan minik tebessümle elimi büyük elinin üstüne koydum. Elimi nazikçe sıkarak bizi asansöre yönlendirdi.
Açılan asansöre kapısından girdiğimize elimi hala bırakmamıştı. Tuşa basmasıyla kapı usulca kapandı. Bakışları bana kaydı. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak gülümsedim. Evet, bunu cidden yapmıştım.
Yüzündeki gülümseme oluşurken önüne döndü. Elim hala elinin üstünde duruyordu.
Çok geçmeden saniyeler içinde açılan asansör kapısıyla beraber el ele asansörden çıktık. Elimi daha sıkıca kavrayarak çıkışa yönlendi. Buradan yan yana hem fiziksel olarak, hem de karakter olarak aşırı uyumsuz bir partner olarak o davete gidiyorduk.
Arabasına doğru ilerlememizle elimi bırakarak bir elini cebine koydu. Hızlı adımlarla ön yolcu koltuğu kapısına ilerleyerek kapıyı benim için açtı. Leydi edasıyla havalanarak açtığı kapıdan ona çok kısa bir bakış atarak koltuğa oturdum.
Hızla kapıyı kapatarak arabanın önünden dolaşarak sürücü koltuğuna yerleşti. Onun bu siyah SUV aracını da özlemiştim doğrusu.
Hızla arabasını çalıştırarak öne doğru ilerletmeye başladı. Dikkatli ve temkinli sürüyordu. Sırtımı koltuğa yaslayarak ön camdan yolu izlemeye başladım.
"Müzik açabilirsiniz." dedi düz bir sesle. Dikkatle yolu izliyordu. O demeseydi de kendi arabam gibi açacaktım zaten de, neyse.
Elimi radyoya atarak radyodan salma bir müzik açtım. Hoşuma gitmeyen şarkıları geçtikten sonra gelen şarkıyla durdum. 'Simge - Öpücem' gelmişti.
Sesi son yaparak yüzümde oluşan sırıtışla ona döndüm. Kaşları anlamsızca çatılmıştı. Birazdan çok güzel anlayacaktı.
Yüzümdeki sırıtışla kollarımı sallaya sallaya şarkıyı söylemeye başladım. "Peşindeyim alana kadar peşindeyim! İşimdeyim gücümdeyim, ama düşündeyim!" Çatık kaşlarına şaşkınlık düşmüştü ama belli etmiyordu. "Yakıca'm buraları o derece o yani başındayım!"
Ben dans ederken o ifadesini ciddileştirerek her zamanki ifadesiyle yola bakmaya devam etti. Şarkıya tekrar eşlik etmeye başladım. "Daha iyisini mi bulucan? Bir gel neler anlatıcam!" Yüzümde kocaman bir sırıtış oluşurken onun olmayan tepkilerini izlerken eşlik ettim. "Ben seni öyle bir sevicem ki aklını oynatıcan!"
Ona doğru yaklaşmamla oda çaktırmadan sürücü kapısına doğru yaklaştı. Çünkü neydi? Etik değildi. En güzel kısmın yaklaşmasıyla omuzlarımı onun omuzlarına sürterek yüksek sesle şarkıyı söyledim. "Aç koynunu, giricem! Giricem, delenme! Dudağından öpücem! Öpücem, söylenme!"
Nefesini vererek gömleğinin en yukarısından bir düğmesini açtı. Kolum onun kolunu bulunca kolunu çekmek için elini hemen vitesin üstüne koydu. Ben şarkıyı yüksek sesle söylerken tek kelime etmedi.
O uzaklaştıkça ben daha fazla yaklaşmıştım. Araba kullandığı için rahat hareket edemiyordu. Ritimle beraber ona yaklaşarak yüzüne doğru söylendim şarkıyı. Başını hafifçe oynattı. "Manolya hanım, yalnız araba kullanırken söyle hareketler yapmanız hiç hoş değil. Rica etsem biraz uzaklaşır mısınız?"
Kaşlarım çatılırken elimin tersini yanağına bastırdım. Bu hareketimle şaşkınlıkla bakışı bana kaydı. "Ateşiniz mi çıktı sizin?" diye sordum merakla.
"Siz uzaklaşın da bakalım." dedi ve hemen torpidoya uzanarak çıkardığı ateş ölçeri alnına tutarken bakışları yoldaydı. Şaşkınlıkla ona bakarken diyecek söz bulamıyordum.
Çıkan dereceyle atel ölçeri kendine çevirerek dereceye baktı ardından bana çevirdi. "Bakın. Yok." dedi ciddiyetle. Kaşlarım kalktı. "Torpidonuzda ateş ölçerin ne işi var acaba?" diye sordum şaşkınlıkla.
Anında uzanarak radyoyu kapattı. "Başım ağrıyor olabilir, Manolya hanım." diye mırıldandı. Gülmemeye çalışarak sırtımı araba koltuğuna yasladım. "Anladım, doktor bey."
🌺
Doğuş Doktor aracını, diğer arabaların arasında boş bir yer bularak oraya park etmişti. Hızla arabadan inerek benim kapıma yaklaştı. Ben kendim açacaktım ki benden önce o çıkmam için kapıyı açtı.
Hızla kapıdan çıkmamla elini tekrar bana uzattı. "Girelim mi, Manolya hanım?" diye sormasıyla gülümsedim. Elim tekrar büyük elinin üstünde yer edindiğinde cevap verdim. "Girelim."
Beraber her anlamda, dünyanın en zıt ikilisi olarak iki katlı davet binasına doğru yürüdük.
Kapılardan içeri girmemizle arkada kısık sesli bir klasik müzikle kalabalığın sesi duyuldu. Etrafta üstü örtülü kokteyl masaları vardı. Tam bir genç eğlence mekanı gibi süslenmişti.
Doğuş doktorun eli elimden çekilerek belimi bulduğunda nazikçe belimi kavradı. Bakışlarım kalabalığın içinde hiçbir şeyi umursamadan spor ve kendi tarzı dışına çıkamadan giyinen Volkan'a kaydı. Üzerinde yazılı bir tişört, tişörtü altına geçirdiği bol pantolonu ve kulağındaki küpeleri. Önünde bir kızla gülüşerek konuşuyordu.
Doğuş doktorla bir masaya yöneldik. Elinde çerez kaplarıyla gezen garsonu kolundan tutarak durdum. Adam bana şaşkınca bakarken hızla iki çerez tabağını alarak önümüze koydum. Ardından garsonun omzuna vurdum. "Hadi devam et sen." Adam bana kısa bir bakış attıktan sonra yoluna devam etti.
Doğuş doktora döndüğümde gözlerini kısmış bir şekilde davet kalabalığını izlediğini fark ettim. Hızla tabaktaki çerezleri yemeye başlarken benimde bakışlarım davet kalabalığında gezindi. Doğru zamanı ve Firdevs'i bekliyordum.
Bakışlarım eteğini o kadar uzun olmamasına rağmen tutarak buraya gelen Firdevs'e kaydı. Üzerinde askılı saten nar çiçeği uzun bir elbise vardı. Asla abarttığı kadar güzel değildi bu arada.
Elbise çapraz yaka detaylı bacak dekoltesi olan bir elbiseydi. Ayrıca o elbisenin modeli o renge asla gitmemişti.
Hızla yanımıza geldiğinde bakışları Doğuş doktora kayınca şaşkınlık çöktü yüzüne. Bakışları hemen geri bana çevrildi. "Burak'la gelmedin mi?"
Kaşlarım çatıldı. "Burak ne alaka?" diye sordum ama o sadece sıkıntıyla nefes verdi. Doğuş doktora döndüğümde onun zaten Firdevs'e baktığını fark ettim. Elini Firdevs'e uzattı. "Doğuş Çekici." dedi sadece.
Firdevs memnuniyetsiz bir bakış atarak Doğuş doktorun elini karşılık olarak sıktı. "Firdevs Korkmaz." dedi onun gibi. Doğuş doktor elini çektiğinde Firdevs'te çekti.
Firdevs göz ucuyla Doğuş doktora baktı. "Geçen görmüştük sizi. Üniversitemizin bahçesini baskın yapar gibi basmıştınız." dedi alayla. Doğuş doktor bütün ciddiyetiyle başını iki yana salladı. "Hayır. Sadece siz öyle bir görüntü yaratmıştınız." diye düzeltti.
Firdevs bozulmamaya çalışarak alayla gülümsedi. "Yaşınız da bayağı bir varmış. Abi falan mı desem size?" diye sordu alayla. Doğuş doktor bozuntuya vermezken ben kaşlarımı çatarak Firdevs'in bacağını çimdikledim.
"Siz bilirsiniz Firdevs hanım. Ama ben Doğuş bey'i tercih ederim." dedi duvar gibi bir sesle.
Firdevs beni takmadan alayla güldü. "Anladım Doğuş amca." dedi. Alayla kahkaha attım. Ardından dişlerimi sıkarak Firdevs'e döndüm. "O az oldu dede deseydin adama?" Firdevs umursamazca omuz silkti.
Doğuş doktora döndüm. "Siz onu takmayın. Hem patavatsız, hem de şakacıdır." dedim sahte bir gülümsemeyle. Firdevs hemen bana döndü. "Ne var ya, büyüğüme saygılı oluyorum işte!" dedi alayla.
Doğuş doktor başını bana çevirdi. "Manolya hanım, ben lavaboya gidip gelsem?" diye sorunca doğru zaman artık gelmişti. Gülümsedim. "Tabi siz gidin." Bir şey demeden hızlı adımlarla kalabalığın arasından kayboldu.
Başımı, "Adam yakışıklı, çekici falan ama yaşı var baya." diye mırıldanan Firdevs'e çevirdim. "Firdevs! Sen bilirsin burada kullanılmayan boş bir oda var mı? Hazırlanma odası gibi bir şey?" diye sordum aceleyle.
Firdevs'in kaşları çatıldı. "Ne alaka? Neden ki?" diye sordu anlamsızca. Aceleyle kolunu tuttum. "Ya sorgulama işte!" dedim aceleyle. Eliyle bir uzaktaki bir kapıyı gösterdi. "Sanırım şu oda. Volkan'la yanlışlıkla girmiştik."
Demesi ile başım hemen oraya çevirdi. "Bak şimdi. Doğuş doktorun gelir gelmez onu oraya yönlendir tamam mı? Orada olduğumu söyle!" dedim hemen.
Firdevs'in kaşları çatıldı. "Ne saçmalıyo-" sözünü kestim. "Firdevs hadi adam çıkacak şimdi! Tamam mı?" diye sordum etrafı kontrol ederken. Firdevs anlamsızca başını sallayınca kalabalığın içine doğru koştum.
Tam bu sırada Volkan'la göz göze geldik. Volkan konuşacaktı ki elimle onu durdurdum. "Sonra Volkan." diyerek kalabalıktan uzaklaşarak gösterdiği odaya doğru koştum.
Hızla odaya girerek kapıp aralıklı açık bıraktım. Etrafa bakındım. Peruklar, tüylü süslemeler, ışıklı bir makyaj masası falan vardı. Kaşlarım anlamsızca çatıldı. "Bura nasıl bir yer be? Pavyon mu ne olduğu belli değil." diye mırıldandım.
Ardından bakışlarım odanın köşesindeki boy aynasına kaydı. Hızla önüne doğru yürüyerek boy aynasını kucakladım. Boy aynasını kapının karşısına doğru bir yere bıraktım. bakışlarım kapıdan aralıklı yere kaydığında dışarıyı görüp görmediğini kontrol ettim. Planım için tam uygundu.
Tam aynanın karşısında kapı tarafına sırtımı dönerek durdum. Gelecek kişi o gün ki gibi sadece sırtımı görecek, yüzümü sadece aynadan görecekti ve ben aynadan onun zeytin gözlerine bakacaktım.
Derin bir nefes alarak bekledim. İçimdeki gerginlik anlatılmazdı. Titrek çıkan nefesimi vererek sakince onu bekledim.
Çok geçmeden kapının arkasından siyah ayakkabılarını gördüm ve kendisi de tam anlamıyla bakış açıma girdiğinde beni görmesiyle durdu. Yan tarafımda biri varmış gibi oraya bakıyordum. Göz göze gelmemiştik. Sanki ses tellerim kısılmıştı. Sanki sesim yoktu. Cümleleri bir araya bile getiremeyecek gibi hissediyordum. O bana kıymıştı. Peki ya, ben nasıl ona kıyacaktım?
Durmuştu. Beni izliyordu. Belki de o akşamı hatırlamıştı. Şuan tek düşündüğüm şey nasıl kelimelerin ağzımdan çıkacağıydı.
Adam sevgisiz. Onu kimse anlamamış. Ona kimse aşık olmamış. Zaten duvar gibi bir insan. Kim onunla eğlenebilir ki? Kim ondan gerçek anlamda hoşlanırdı ki? Sevgi yokluğundan hemen herkesle samimi olan hastasına aşık olmuş, profesyonelliği bile beceremeyen bir doktor. Ona karşı anlayış gösterilmeli.
Kelimeye dökmem gereken cümleler bunlardı. Sadece bunları söyleyeceksin Manolya. Hadi... Zeytin gözlerinin içine baktığımda artık göz gözeydik ve intikam vaktim de gelmişti.
Bölüm sonuna gelmiş bulunmaktayız!
Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?
Manolya'nın sonda ki yapmayı düşüneceği şey hakkında düşünüyorsunuz?
Kitabın yeni kapağını beğendiniz mii?
Sizin için sona bir adet Doğuş çay erkeği bıraktım fkaşflafakşlşfl
Bana destek olmak için oy verip yorumlar yaparsanız çok sevinirim💕
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top