15.BÖLÜM : SONUN EŞİĞİ

🌺

Çatının ucuna doğru bir adım daha attım. Esintilerle saçlarım yüzüme çarpıyor ve geri kaçıyordu. Üzerimde hala onun kıyafetleri vardı. Sonum geldiği zaman da üzerimde olan kıyafetler. Çikolata kokuları burnuma çalınıyordu.

Kollarımı yavaşça indirdim. Bakışlarım son kez gökyüzünü inceledi. Yerden sesler gelmeye başladı. Ve şaşkın bağırışlar. Ölü gibi ruhsuz bakışlarım yere indi.

İnsanlar bir araya toplanmış şaşkınca bana bakıyorlardı. Ve aralarına koşar adımlarla ilerleyen doktorlarda karıştı. Benim gözüm sadece bir doktordaydı. Dehşetle bana bakan o doktor. Doğuş doktor.

Yüzündeki ifade anlatılmaz derecesindeydi.

Arat, Fatih, Ufuk, Gümüş, Mehmet, Döndü'de onların aralarına karışıyordu. "Manolya!" diye bağırdı sesini duyurmak için. Onun sesini son kez duyacaktım. Onu son kez görecektim. Ruhsuz bakışlarımla bakıyordum yirminci kattan.

Öyle bir bakıyordu ki gözlerinde hem endişe, hem korku, hem sevgi her şey var gibiydi. Beni o çatının tepesinde görmek canını fena halde yakmış görünüyordu.

Doktorlardan sesler yükseliyordu,

"Manolya mı o?"

"Ne işin var orada kızım in şuradan!"

"Manoya orada ne arıyorsun?!!"

Gözümden süzülen acı yaşını sildim. İnsanlar dikkatle burayı izliyordu. Bazı gençler telefonlarını çıkarmış beni çekiyorlardı. Utanmasalar, "Atla!" diye tezahürat yapacak gibilerdi.

Bakışlarımı zeytin gözlerden çekmedim. "Manolya..." dudaklarını okudum. Sesini duymak için bağırmaya başladı. "Ne işin var orada? Orası kaçıncı kat senin haberin var mı?" sesi korku doluydu.

"Manolya ne arıyorsun orada?" diye bağırdı Fatih. Bakışlarımı ona çekemden cevap verdim. "Bir insan neden çatıya çıkar? İzlemek için yada atlamak için. Ben pek izlemek için çıkmadım ama!" diye bağırdım mahvolmuş halimle.

Doktorlardan, hemşirelerden ve etraftaki insanlardan, "Atlayacak mı?" tarzı sesler duyuldu.

"Atlamayacaksınız değil mi?" diye sordu korku ve tedirginliğin karışık olduğu sesiyle. Başımı salladım. "Birazdan Yaşam hastanesinin önünde cesedim çıkacak. Her şey bitti benim için!" diye bağırdım onlara sesimi duyurarak.

Sendeler gibi geri adım attı. Derin nefesler alırken yüzündeki o ifade edemediğim suratıyla bana baktı. "Saçmalama Manolya! İn ne sorunun varsa çözelim!" diye bağırdı aceleyle. "Ben çözüyorum işte sorunlarımı." dedim güçsüz çıkan sesimle.

Bakışlarını benden çekmeden, "İnin lütfen oradan! Siz yüksekten korkarsınız. İnin lütfen." diye yalvardı adeta. Başımı iki yana salladım sadece. Onun bana son, 'Siz' deyişiydi.

Başını daha çok kaldırıp bana baktı. Gözlerindeki ifadeye aldansam, ayaklarıma kapanıp, "Yapma." diye yalvaracağını bile düşünürdüm. "Ben geleyim ve seni indireyim olur mu?" diye sordu sesini yüksek çıkarıp bana duyurarak. Sakin kalmaya çalışıyordu. Beni ürkütmemeye çalışıyordu.

Başımı iki yana salladım. "Geldiğin an atlarım." dememle telaşla başını iki yana salladı. İki elini kaldırarak bana dur dercesine sallarken konuştu. "Tamam tamam, gelmek yok!" dedi çaresizce. Sadece gözlerime baktı.

Çatının ucuna doğru küçük bir adım daha atmamla korku dolu bağırışlar tekrar yükseldi. Ölmüş ve hislerini kaybetmiş gibi duran bakışlarım yerdeki insanlarda gezindi. Ufuk'un bile gözlerindeki o saf endişeyi görmüştüm.

Bakışlarım yine onda durdu. Hayatında ilk kez böyle bir şey yaşıyor gibi tedirgindi. İlk kez ne yapacağını bilemiyor gibiydi. "Lütfen kötü bir şey yapma." dedi çaresizce.

Bakışlarım aşağıda gezindikçe daha da ürperiyordum. Gözlerimden yaşlar tekrar aktı. "Bu oyunun tek kaybedeni olmayacağım. Sizde kaybedeceksiniz." diye fısıldadım göz yaşlarım arasından. Bunu sadece ben duymuştum.

Şuan etrafta ki gelen o sesler ikimizin de umurunda değil gibiydi. "Manolya, şuan hiç iyi düşünemiyorsun. Ne yaşadın bilemiyorum ama gel ve bana anlat. Söz veriyorum her derdinin çaresi olacağım. Gerekirse çareyi yaratacağım. Senin için her şeyi yaparım ve yapacağım." diye bağırdı demir gibi sert ama aynı zamanda bir omuz atsam yıkılacak gibi duran sesiyle. Ama sadece benim omzumla.

"Anlamazsın Doğuş çay! Al buda sana son Doğuş çay deyişim olsun." diye bağırdım. Herkes yüreği ağzında bir şekilde burayı izliyordu. Doğuş doktorun sertçe yutkunduğunu boğazındaki fark ettiğim küçük hareketlenmeden anlamıştım.

"El birliğiyle soldurdunuz beni." diye mırıldandım acıyla. Boğazım düğüm düğüm olmuştu ağlamaktan. İçimdeki küçük Manolya'yla beraber atlayacaktım aşağıya. Onunda, kendimin de sonu olacaktım.

"Manolya yapma! İn şu lanet çatıdan!" bunu diyen Arat'tı. Ona bakmadım ama onu duyuyordum. Bakışlarım hala Doğuş doktordaydı. Acaba şuan her şeyi hastanenin ve kendi iyiliği için mi yapıyordu yine?

"Manolya, bak ben gelmiyorum, sen in olur mu?" diye sordu tereddütle. Başımı tekrar iki yana salladım. "İnmek yok. Alt üstü bir hastanı kaybedeceksin Doğuş doktor. Senin için ne ki bu?" diye sordum parçalara ayrılmış bir sesle.

"Manolya, mantıklı düşünemiyorsun. Lütfen bir hata yapma. Bak sana yalvarıyorum. Yapma." diye yalvardı. Yalvarmaları şuan umurumda olan son şeydi. Kenan başhekimden duyduklarım her şeyi unutmamıştım hala. Beni kullanmak istemişti.

Hıçkırıklarım yükseldiğinde başımı hafifçe kaldırdım. "Neden bana acıdınız? Neden beni kullandınız? Neden beni sevmediniz? Neden benim canımı yaktınız? Neden?" diye haykırdım tuzla buza dönüşen bir cam gibi çıkan sesimle.

Bakışlarım tekrar yere indi. Herkes pür dikkat bana bakıyordu. Bakışlarım yine ona gitti. "Manolya sorun ne? Söyle lütfen, sorun ne?" diye sordu. Sorarken bile sesi yalvarmış gibi çıkmıştı.

Gözlerinin bakabildiğim en derinine kadar baktım. "Sorunu çözemezsin." dedim kuru bir sesle. "Çözerim!" diye acıyla haykırdı. "Çözemezsin!" diye haykırdım onun gibi. Sesimiz bütün kainatı inletmişti.

"Anlatır mısın sorununu?" diye sordu metrelerce aşağıda olmasına rağmen gözlerimin içine bakarken. Bakışlarım başka bir tarafa kaydı. Babam ve çekirdek ailesi yolun karşısındaki arabalarına ilerliyordu. Mutlulardı ve gülüyorlardı. 

Benimle aynı olan gözleriyle buluştu yeşim gözlerim. Babamla ölmeden önce bir kere daha göz göze gelmiştim. Bakışlarında acıma vardı. Beni atlayan bir kız olarak gördüğü için bana acımıştı. 

Çektirdikleri ve yaşattıkları yüzünden çatıdan atlayıp ölmek üzere olan kızıyla göz göze gelip ona yıllar sonra bir kez daha acımıştı. İsim koymaya bile tenezzül etmeyip annemin takıntılı olduğu çiçeğin ismini sırf adı olsun diye koyduğu kızına bir kez daha acımıştı. Yedi yaşında sırf ağladığı için yetimhaneye bıraktığı kızına yine acımıştı.

Gözümden süzülen acı yaşını silmemiştim. Artık gözlerimin yaşlarını silmekten yorulmuştum. Herkesin hayat dolu diye tanıdığı kız bir anda çatıya çıkmıştı intihar için. Dışı sizi, içi beni.

Güçsüz düştüm ve dizlerim çatının ucuna bastırdım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Beni duymadı, beni görmedi, beni hissetmedi. Ailesini alıp gitti.

Ağlamak çözüm değildi. Bağırmak çözüm değildi. Konuşmak çözüm değildi. Sinirlenmek çözüm değildi. Heyecanlanmak çözüm değildi. Hiçbir şey çözüm değildi.

"Manolya. Söyle hadi." dedi gözlerimin içine bakarken. "Kurtulmam çok düşük ihtimalmiş. Felç olacakmışım. İyileşsem bile yatağın mahkumu olacakmışım." dedim zar zor çıkan sesimle. Kendi ağzımdan çıkanları duyduktan sonra hıçkırıklarım tekrar yükseldi.

"O öyle değil! Sana yemin ediyorum o öyle değil!" diye bağırdı. Başımı iki yana salladım. "Beni kandıramazsın bu saatten sonra." diye mırıldandım.

Acıyla bağırmaya başladım. "Bana yine testler yapacaksın! Yine beni testler için çağıra-" Bağırışıyla susmuştum. "Ben sana aşığım ve seni yanımda tutmaya çalışıyorum!"

Duyduğum cümleyi kavramaya çalıştım. Kimseyi umursamadan onun için en önemli şey olan kariyerini bile tehlike atmayı umursamadan bunu söylemişti.

Sahi miydi yoksa inemem için beni kandırmaya mı çalışıyordu?

Daha deminki cümleyi kavrayamadan iki kişinin sesi daha yükseldi.

"MANOLYA?!" Esma ve Bayar'ın sesiydi.

Bakışlarım onlara kaydı. Şokla hastane dışında buraya doğru koşuyorlardı. Volkan'da hemen arkalarında koşarken şaşkınca bana bakıyordu. Bu üçünün ne alaka olduğunu düşünecek durumda değildim şuan.

Bakışlarım tekrar Doğuş doktora kaydığında yerinde olmadığını gördüm. Nereye gitmişti saniyeler içinde?

Tekrar gelen sesler hedef düşüncemin dağılmasına sebep oldu. Bakışlarım yere kaydı tekrar. "Manolya ne işi var orada? Arkadaşım, in oradan düşeceksin!" dedi Esma. Esma duygusaldı ve hemen gözleri dolmuştu.

"Manolya kızım mal mısın sen oyun oynama bizle!" diye bağırdı Bayar. Sesi tedirgindi. Boynundaki damarları belirginleşmişti. Dolan gözlerimle Bayar'a baktım. "Siz ikinizi sadece çok seviyorum. Ha bir de Volkan. Bunu bilin de." dedim zar zor çıkan sesimle.

Hepsi şaşkınlıkla bana baktı. "Halledebiliriz sorununu!" bunu diyen Gümüş'tü. Ne diyeceğini bilemiyor gibi bir hali vardı. Yutkunamazken başımı iki yana salladım. "Hallolamaz."

"Manolya yapma! Lütfen beni yalnız bırakma...." diye bağırdı Bayar. Oda ağlamaya hazır bir hale gelmişti. Her an gözleri dolabilir gibiydi. Gözlerimden akan yaşlar aşağı düştü ve yere çakıldı.

Bakışlarım tekrar Bayar'a kaydı. "Bütün mirasım senin Bayar! Bankada annemden kalan bir para var. Çok değil ama az da değil." Bayar dolu gözleriyle başını iki yana salladı.

Esma'ya döndüm. Hıçkırarak ağlıyor, Fatih'se hala endişeli ifadesiyle onun kolunu tutuyordu. "Esma, Kar'a bakar mısın?" diye rica ettim. 

"Bakmam, ölürsen bakmam. Atlarsan bakmam!" diye haykırdı Esma. Böyle diyordu ama bakacağına adım gibi emindim. Volkan dili tutulmuş gibi bana bakıyordu. Kantinde buluşacaktık çatı da değil.

"Özür dilerim! Sana acımıyorum, gerçekten sana acımıyorum! Lütfen in!" bu bağırış Arat'tandı. Ruhsuz bakışlarım bu sefer ona çevrildi. "Vicdana azabı çekme. Büyük sebepler sen değilsin merak etme." dedim her an tekrar taşabilecek olan gözlerimle ona bakarken.

"Bu konuşma uzun sürdü." diye mırıldandım. Kalp atışlarım deli gibi hızlanmıştı. Anormal bir derecede. Kollarımı iki yana açtım. "Sonun eşiğindeyim." diye mırıldandım. Soğuk soğuk terliyordum. Başımı kaldırdığımda bağırışlar yükseldi. Tanıdık bağırışlar, tanınmadık sesler...

Onunla son kez göz göze gelmek isterdim.

İçimi kasıp kavura o acılara sonunda bir son verecektim. Çatının ucuna doğru adım attım. Ayağım boşluğa gittiğinde diğer ayağımı da kendimi de boşluğa bıraktım. Çığlıklar kulak patlatacak derecede yükselmişti.

Tam yere süzülecektim ki süzülemeden belimden tutuldum. Bütün ağırlığımı tutarak beni sonun eşiğinden çeken bir kol vardı. Kol yine tanıdıktı.

Daha ne olduğunu anlamadan beni tutup yukarı çekmişti. Beni yukarı çekerken boğazından gelen o hırıltıyı duymuştum. Saniyeler sonra sırtım bir zemine yasladığında bakışlarım gökyüzünü gördü.

Ve saniyeler içinde oda benim üstüme gelmişti. Ellerini iki yanımdan zemine bastırıyordu. Alkış sesleri geliyordu. Hiçbiri umurumda olmadı. Zeytin gözlerine baktım. Sanki yıllardır bir yük taşıyormuş ve sonunda o yükten kurtulmuş gibi bir rahatlamayla kafasını boyun girintime gömerek sık nefeslerini verdi.

Sık nefesleri boyun girintimi delip geçerken zorlanarak kesik kesik konuştu. "Özür dilerim. Her ne yaptıysam her şey için özür dilerim. Sana iyi bir doktor olamadığım için de özür dilerim."

Tam yerimde hareketlenip ondan kurtulacaktım ki kolumun diğer tarafında sinek ısırığı gibi bir acı hissetmemle gözlerim irileşti. Bakışlarım hızla koluma kaydı. Kolumda batılı bir iğne vardı. Üstelik iğneyi tutan elin sahibi oydu.

Kısa süre içinde mayışmaya başladım ve göz kapaklarıma bir ağırlık çöktü. Yutkunduğumda gözüm dakikalar sonra kapanmış oldu. Son gördüğüm şey gökyüzü, son duyduğum şeyse onun kokusu olmuştu.

Ve bilincim bir kez daha beni terk etmişti.

🌺

Gözlerim kapalıydı. Gözlerimin karanlığına yavaş yavaş beyaz bir ışık karışmaya başladı. Kendime geldiğimi hissediyordum. Üzerinde ağrılık olan göz kapaklarımı açmaya çalıştım.

Kısıkça açtığım gözlerimi daha çok açmak adına kırptım. Işık gözümü kamaştırıyordu. Bulanık görüş açım yavaş yavaş netleşti. Acilde değil, Doğuş doktorun odasındaydım.

Bakışlarım yatağın yanına sandalye çekerek oturmuş, dizini sallayarak parmaklarıyla oynayan Doğuş doktora kaydı. İfadesizce bakışları karşıdaki duvara kilitlenmişti. 

Boğazımı temizlememle hızla bakışları bana kaydı. Benim uyandığımı görmemle nefes vererek yerinde dikleşti. "Manolya hanım?" diye mırıldandı. Ellerimi yatakta iki yanıma bastırarak dikleştiğim sırada hızla arkamdaki yastığı düzeltti.

Sandalyesini hafifçe bana doğru çevirdi. "Nasıl hissediyorsunuz?" diye soru ciddiyetle. "Normal her zamanki gibi." dedim.

"Her zamanki gibi mi?" diye sorunca, başımı sanki hiçbir şey olmamış gibi salladım. "Anladım." diye mırıldandı sessizce.

Bakışları etrafta gezindi. "Sizin odanıza mı gelmişiz?" Bir şey demeden başını salladı. Bakışlarımı ona çektim. "Beni nasıl çekip aldınız ama ya? Valla milim saniye geç kalsaydınız tahtalı köye yerleşecektim." dedim sırıtarak.

Bakışları bana çevrildi. Gözleri kısılmış bir şekilde beni inceliyordu. "Ne bakıyorsunuz ya? Öyle değil mi ama? Eğer tam zamanında gelmeseydiniz beynimin pekmezi akmış olmayacak mıydı?" 

Başını iki yana salladı. "Ciddi misiniz?" diye sordu şaşkınlıkla. Başımı salladım. "Yirminci kattan ölmem mi? Ölürüm bence ya. Ölürüm tabi. Tekrar denesek mi?" diye mırıldandım kendi kendime. Şaşkın bakışlarını üzerimde hissediyordum. İçim yanıyordu ama her zamanki Manolya olup basit bir şeymiş gibi dalga geçiyordum.

"İntihara kalkıştınız Manolya hanım. Ölmeye çalıştınız. Kendinizi yok etmek istediniz." dedi ciddiyetle. Bakışlarım ona kaydı. "Ee sizde izin vermediniz buna." dedim boş bir sesle.

"Neden hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsunuz? Kendinizi koruma şekliniz bu mu?" diye sordu kaşlarını çatarak. Sırtımı arkamdaki yastığa bastırdım. "Tamam o zaman bakın soruyorum, neden bana engel oldunuz?" 

"Çünkü siz benim-" diyordu ki sözünü kestim. "Ben sizin, üzerinden başarı yükseltmeye çalıştığınız biriyim." alaylı çıkmıştı sözüm. 

Kaşları çatıldı. "Yok öyle bir şey. Sen nereden duydun bunları?" diye sordu. "Kenan baş hekimle konuştuklarınızı duydum." diye mırıldandım. "Ne kadarını? Belli sonuna kadar dinlememişsin." dedi emin bir sesle. Dinleyememiştim o duyduğum cümlelerden sonra.

"Ben duyacağımı duydum." dediğimde sandalyesini bana yaklaştırdı. "Bırakmadınız intihar edeyim. Demek ki işiniz bu kadar değerli. Resmen arkamdan atlayacaktınız Süpermen gibi." dedim sırıtarak. 

"Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama yok öyle bir şey. Tek amacım sizi iyileştirmek. Size çare olmak." dedi inandırıcı bir sesle. Sadece baktım. Ne düşüneceğimi bile bilemiyordum artık.

"Yemin ederim öyle bir amacım yok. Ayrıca davette söylediğim sözler de kendimi değil sizi kendimden korumak içindi. Belki inanmazsın ama ben bunca zaman kimseye yalan söylemedim. Sana da yalan söylemiyorum Manolya."

"Neden?" diye sordum ciddiyetle. Kaşları daha da çatıldı. "Neden derken?" diye sordu. "Neden öyle sözler söylediniz?" diye sordum buz gibi sesimle.

Gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Sizi kendimden korumaya çalıştım. Benim için işim her zaman en önde olur sanmıştım. Beni sevmeyin diye yaptım." diye mırıldandı. "Üzerim kızım seni." diye dalga geçtim sessizce. 

Nefes verdi. "Manolya ben başarılarını yükseltmeye çalışan biri değilim. Ben işini profesyonellikle yapmaya çalışan biriyim. Lütfen bana inan." dedi ciddiyetle. Sesi inandırıcı geliyordu.

"Bilmiyorum." diye mırıldandım. "Ben sana söyledim. Senden bana inanmanı da rica ediyorum." deyince bir şey demedim. Gözleri gözlerimden çekilip başka noktalarda gezindi.

Göz ucuyla tekrar bana baktı. "Neden intihara kalkıştınız? Bunu sorarak haddimi aşıyorsam kusura bakmayın." dedi çekinerek. "Evet, haddini aşıyorsun doktor. Ben sana içimi dökmem bir daha. Bu sefer gerçekten acırsın falan."

Bakışlarını kaçırdı. "Peki, siz bilirsiniz." diye mırıldandı sessizce. "Felç olacakmışım? Doğuş doktor, tedavimi bulma. Ben felç olacağıma ölürüm." dedim ciddiyetle.

Başını hızlıca iki yana salladı. "Felç olmayacaksın. O çok küçük bir ihtimaldi. Ve ben o küçücük ihtimali tamamen ortadan kaldıracağım Manolya." dedi yüzümü incelerken. Felç olmayacak mıydım?

"Nasıl yani?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Bu hastalığın herkeste farklı semptomları olabiliyor. Bir insanda görülmüş bir durum. Ama sizde olması çok düşük ihtimal." İçimi yine de bir korku kapladı. "Ama yine olabilme ihtimalim var?" Başını salladı. "Sizde olması çok düşük." dedi emin bir şekilde.

Bakışları gözlerimde dolandı. "Doğruyu söylüyorum, gerçekten." deyince bir şey demedim.

Bana baktı sadece. Nefes verdim. "Sizi görmek isteyenler var. Sevgiliniz de dahil." dedi bakışlarını kaçırarak. Sevgilim?

"Sevgilim mi?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Başını salladı. "Şu Volkan'dı adı galiba..." dedi bakışlarını geri çekerek. Kaşlarım kalktı. "Sevgilim mi? Volkan benim sadece arkadaşım." dediğimde afalladı. Yine ifadesizce bana baktı. "Anladım." diye mırıldanıp önüne döndü. Umurunda bile olmamıştı.

"Onlar da gelsin o zaman." dememle başını sallayarak ayaklandı. Sandalyeyi yanımdan aldı ve başka yere bıraktı.

Ardından hızlıca dışarı çıktı. Derin bir nefes verdim. Her şeyin biteceğini ve öleceğimi düşünmüşüm. Ama öyle olmamıştı. Onun sayesinde.

Çok geçmeden oda doldu. En önde Bayar vardı. Arkasında Esma ve diğerleri. Hızla yanımda doluştular. Bayar kollarını sıkıca bana sararken Esma'da köşeden bana sarılmaya çalışıyordu. "Öleceksin sandım!" dedi Esma korkuyla.

"Sanırım öleceğim çünkü şuan iki ayı beni boğmaya çalışıyor." Fatih gülerek Esma ve Bayar'ı üstümden çekti. Volkan hala şaşkın görünüyordu.

"Geri zekalı niye çatıya çıkıyorsun!" diye sitem etti Bayar. "Neden böyle bir şey yaptın?" diye sordu Volkan şaşkınlıkla. Arat sadece bana kaçamak bakışlar atıyordu. Kendini suçluyor gibi duruyordu.

"Yirminci kattan aşağısı nasıl görünüyor diye merak ettim. Sizde beni orada görünce bozmadım." dedim sırıtarak. İlk tepki Esma'dan geldi. "Geri zekalı saçmalama ve gerçeği anlat!" diye sitem etti.

Bayar, Esma'ya katılarak başını salladı. "Evet!" Bakışlarım Fatih'e kaydığında iki elini kaldırarak ne yapıyorsan yap bakışı attı. Beni mecbur bırakmak istemiyordu ama onun da deli gibi merak ettiğini biliyordum.

"Bir sebep yok diyorum ya!" dememle gözlerini devirdiler. "Öylesine mi intihar ettin salak!" dedi Bayar sitemle. Başımı salladım. "Saçmalama ya!" dedi Esma inanmayarak.

Fatih araya girdi. "Kız belki anlatmak istemiyor. Zorlamayın." dedi. "Ya Doğuş hoca bir saniye bile geç kalsaydı? O zaman ölmüş olacaktın." dedi Esma sitemle. Sadece baktım onlara. Evet ölmüş olacaktım ama ben hiç yaşamamıştım ki.

Kapıdan Gümüş ve Ufuk'ta girdi. Ufuk kapının ucunda durarak buraya baktı. Gümüş ise yanıma geldi. "Nasıl oldun?" diye sordu Gümüş. 

Bayar hala çatık kaşlarla bana bakıyordu. Gümüş'e döndüm. "Her zamanki gibi mükemmelim." dedim. Cevabımı garip karşılamış gibi kaşlarını çatmıştı.

Bayar'ın sesiyle ona  döndüm. "Bir daha bunu deneme sakın!" Gümüş göz ucuyla Bayar'a baktı.

Bayar elini yanağıma koyarak baş parmağıyla yanağımı okşadı. "Yine yaparsam ölmeden bırakmam zaten." dedim alayla. Kaşları çatıldı. "Gece gündüz seni kontrol ederim bak!"

Gümüş sertçe öksürdüğünde Bayar'ın eli yanağımdan çekildi. Bakışlarımız Gümüş'e kaydı. Gümüş saçlarını geriye atarak düzeltti. Ona baktığımızı fark edince sahte bir şekilde gülümsedi. "Sanırım bu aralar biraz rahatsızım." dedi ve çıkmak için kapıya yöneldi.

Bayar'ın kaşları çatılmıştı. "Bununda bu aralar bir şeyleri var ama..." diye mırıldandı.

Ufuk kapının ucundan çekilerek adımlarını buraya doğru attı. Arat sessizce köşede bizi izliyordu. Ufuk, Volkan'ın yanına geçti. "Geçmiş olsun. Hiçbirimiz senden böyle bir şey beklemiyorduk." dedi ciddiyetle. Çünkü siz Manolyayı sadece size gösterdiğim kadar tanıyorsunuz.

Sırtımı duvara yasladım. "Bende beklemiyordum." Ufuk başını başka bir tarafa çevirerek cebinden çıkardığı bir şeyi bana uzattı. "Ne o?" dediğini duydum Fatih'in.

Çikolataya benzeyen paketi elime aldım. "Almanya çikolatası. Herkese vermem bak. Üzülme al ye bunu." dediğinde kaşlarım kalktı. Tereddütle paketi incelediğimde göz ucuyla bana baktı. "Merak etme zehirli değil. Zehirlisi yoktu." 

Onu umursamadan çikolatayı açtım. Bayar açtığım çikolatayı elimden çekerek ısırık aldı. "N'apıyorsun geri zekalı?" diye sorarken yüzünü buruşturdu. Bayar çikolatayı geri elime bıraktı. "Zehirli mi bakmam lazımdı."  

"Saçma salak işler. Diyemiyor canım çikolata çekti diye." diye mırıldandım muzip bir sesle. Ardından çikolatadan büyük bir ısırık aldım.

Demin resmen ölecektim. Hayatım bitecek, ruhum bu dünyada yok olacaktı. Eğer Doğuş doktor yarım saniye bile gecikseydi şuan yirminci kattan aşağı düşmüş ve ölmüş olacaktım. Hayatım son bulacaktı.

İçimde hala bir burukluk vardı. Babamın o hali hala aklımdaydı. Onu ve ailesini boş vermeliydim. O beni çoktan boş vermişti, bende vermeliydim. 

Esma bir anda boynuma sarılarak beni boğmaya başladı. "Canım benim! Her şeyim! Canımın içi!"

🌺

Başım camda bir şekilde yolu izliyordum. Radyoda açılı olan müziğin rahatlatan ritmiyle kendimi bırakmıştım. Hızla kaybolan arabalar, ağaçlar ve yapıları izliyordum. Saniyeler içinde geçip gidiyorlardı.

"Mano?" Başımı sürücü koltuğundaki Volkan'a çevirdim. Ona Efendim? dercesine bir bakış attım. "İstersen bugün yanında kalayım?" diye sordu bakışlarını yola çevirerek.

"Korkma Volkan yine intihar etmem." diye mırıldandığımda başını hafifçe bana çevirdi. "Ondan dememiştim. Ne bileyim uyumazsın, dertleşiriz falan diye demiştim." diye mırıldandı.

"Uyumak istiyorum. Dertli miyiz sanki neden dertleşelim?" Uyuyup her şeyi unutmak istiyordum. Başını salladı. "Dimi, hiç dertli değiliz. Alt üstü intihar ediyoruz." diye mırıldandı sessizce.

"İntihar edeceğini hiç düşünmezdim." dedi bir anda. "Çok şaşırdım. Dilim tutuldu resmen o an. Atladın üstüne birde." diye devam etti. Bir şey dememiştim.

 "Peki doktor?" diye sordu bakışlarını yola çekerken. Kaşlarım kalktı. "Ne doktor?" diye sordum ona dönerken. Göz ucuyla bana bakıp Ciddi misin? bakışı attı. 

"Adam senden çok ölüp dirildi resmen." dedi ve güldü. "Hemen koştu gitti seni tam düşüyorken kurtardı." Sana aşığım da demişti. 

Herkes bunu dikkatimi dağıtmak için söylediğimi düşünmüştü. Gerçi bende onlardan çok farklı düşünmüyordum.

"Doktorum işte, görevini yapıyor." dedim başımı geri cama yaslarken. "Bana pek öyle gelmedi." diye mırıldandı Volkan. Omuz silktim. "Olabilir, ama emin ol o adam asla hastasına aşık olmaz. Robotun teki o aşk konusunda. Hatta çoğu konuda öyle." diye söylendim.

"Bu durum pek hoşuna gitmiyor gibi?" diye mırıldandı Volkan. Başımı camdan ayırmadan iki yana salladım. "Ne yapıyorsa, nasıl düşünüyorsa düşünsün. İlgilenmiyorum." dedim net bir sesle.

"Ben aranızda bir şeyler vardır diye düşünmüştüm." diye mırıldandı. "Yok." dedim net bir sesle. "Peki ona karşı bir şeyler hissediyor musun?" diye sordu bu sefer. Derin bir nefes verdim. "Volkan yeter! Kapat şu doktorun konusunu!"

"Aşıksın değil mi ona? Muayene için gittiğin zaman da farklı bakıyordun. Sanki karşımda yıllardır tanıdım Mano yok gibiydi. Doktorla alay edip bizi rezil edersin falan diye korkmuştum yani."

Göz ucuyla Volkan'a baktım. "Bakışlardan bir şey anlaşılır mı ki?" Başını salladı. "Gözler duyguları konuşur Mano." dedi bakışlarını yoldan çekmeden. 

"Ama ben onun bakışlarından hiçbir şey anlamıyorum. Belirsizlik gibi bakışları var. Duygusuz. Hissiz. İfadesiz. Onun bakışları hiçbir şey konuşmuyor." 

Sırtını koltuğa yasladı. "Belki de sen konuşmadığını sanıyorsundur." Başımı iki yana salladım. "Saçmalama Volkan ya. Neyse kapat şu konuyu!" dedim sitemle.

"Evine geldik Mano." dedi Volkan arabasını apartmanın önünde durdururken. "Sağ ol beni bıraktığın için." dedim. Başını salladı. Kapıyı açarak aşağıya indim. "Görüşüz. Dikkat et giderken çarpma ağaca falan." Güldü. "Tamam tamam. Hadi görüşüz."

Kapıyı kapatıp apartmana doğru ilerlediğimde Volkan'da arabasını ilerletmeye devam etti. Apartmana yaklaşmamla dışarı doğru yükselen sesleri işittim. Adımlarımı hızlandırdığımda kaşlarım da çatılmıştı.

Apartmana girmemle Menekşe teyze ve karşısındaki iki adamı görmüş oldum. Menekşe teyze onlarla pek hoş olmayan bir sohbet içinde gibiydi. 

Hızla Menekşe teyzenin yanına ilerledim. "Menekşe teyze?" Bakışlar bana döndü. Benden uzun boylu, biri sarı saçlı diğeri kahverengi saçlı, esmer ve beyaz tenli olan ciddi tipli adamlar kaşlarını çatarak bana baktılar.

"Yok bir şey kızım, yok." dedi Menekşe teyze. Adamlara döndüm. "Bir sorun mu var?" diye sordum kalın çıkarmaya çalıştığım sesimle. Adam beni zerre ciddiye almadan Menekşe teyzeye döndü. "O doktor oğluna söyle teklifimizi kabul etsin. İnsan gibi teklif yapıyoruz şurada." diye söylendi adam.

"Aa! Doğuş çay mı?" diye sordum şaşkınlıkla. Adamların bakışları bana çevrildi. Sarı saçlı olan başıyla beni işaret etti. "Bu kim?" diye sordu beni incelerken.

"Bu falan ayıp oluyor yalnız ha!" diye söylendim. "Oğlumun sözlüsü o!" dedi Menekşe teyze. Esmer adamın kaşları kalktı. "Doktorun sözlüsü mü var?" diye mırıldandı ve yavaşça geri adım attı. Aralarındaki kısa bakışmadan sonra bir şey demeden apartmanı terk ettiler.

Menekşe teyzeye döndüm. "Bu neydi şimdi?" Menekşe teyze beni kolumdan tutarak asansöre yöneltti. "Garip tipler onlar kızım. Arada böyle gelirler Doğuş oğlum için." dedi.

Açılan asansör kapılarından içeriye girdik. "Nasıl yani? Mafya gibi mi? Ay bayılırım!" diye heyecanla konuştum. Menekşe teyze bana garip bir bakış atarak kat düğmelerine bastı.

"Valla o kadarını bilmem ama tek bildiğim tekin bir tip olmadıkları." dedi kuru bir sesle. Sırtımı asansör duvarına yasladım. "Neden onu rahatsız ediyorlar ki?" diye sordum kısık bir sesle. 

"Doğuş'ta bana pek bir şey söylemedi kızım. Sen sor öğren bana da haber ver." diye asla yapmayacağım bir şey söyledi. Başımı salladım. "Ama biliyorsun Menekşe teyze ayrıldık biz."

"Barışmıştınız hani geçen? Koltukta çifte kumrular gibi yatıyordunuz?" dedi muzip bir ifadeyle. Nefes verdim. "O yanlış anlaşılma Menekşe teyze ya! Yok öyle bir şey." diye inkar ettim.

Menekşe teyze göz kırptı. Tam açılan asansör kapısından çıkıyordu ki çıkarken arkasından, "Teyze sen böyle hareketleri nereden öğrendin, teyze!" diye söylendim. Gerçi fanteziyi bilen kadın bu hareketleri mi yapmayacak? 

Kapanan asansör kapılarının ardından Menekşe teyzeye bakakalmıştım. Asansör hareketlendi ve kendi katıma indi. Açılan asansör kapılarından hızla çıktım. 

Kapımı anahtarımla açarak içeriye girdim. Her zaman duymayı sevdiğim o sesi yine duymak bana terapi gibi gelmişti. Kar patilerini yere vura vura karşıma geldi. Gözlerinde özlem vardı. Sanki bugün yaşananları hissetmiş gibiydi. 

Eğilerek kucağıma aldım onu. Kafasını üstüme sürttüğünde kalkıp salona doğru ilerledim. "Özledim seni kızım." diye fısıldadım sessizce.

Koltuğa oturduğumda Kar'da hemen kucağımda yer buldu. Kar'ın tüylerini sevgiyle okşamaya başladım. "Bugün neler oldu anlatırdım ama bilmemen daha iyi." diye mırıldandım sessizce.

"Ama annen yine hayat enerjisi yerinde birisi!" dedim sesimi neşeli çıkarmaya çalışarak. Benim en yakın dostum oydu. En sırdaşım ve en güvenilir arkadaşım.

Her eve geldiğimde şu gün içinde yaşadığım şeyler beni bulur ve canımı sıkardı. Kar'ı hafifçe kaldırarak kollarımı çok sıkmayarak ona sardım. "Biz yalnız değiliz değil mi?" 

Kar sadece bana bakıyordu. Hiçbir şey anlamıyor sadece beni izliyordu. "Yalnız değiliz." Tekrar kucağıma oturttum. "Seni terk eden babanı yıllar sonra görsen ne yapardın, Kar?"  Başı etrafa dönüyor ifadesizce etrafı izliyordu.

"Yeni bir ailesi olmuştu. Yeni bir çocuğu. Mutlu görünüyordu." diye mırıldandım tüylerini okşarken. "Beni hemşire sandı. O derece tanımadı. Gerçi nereden tanısın ki?" diye mırıldandım tekrar.

"Ben çok üzüldüm ama..." Boğazım düğüm düğüm oldu. "Ben çok kötü hissettim. Hiçbir değeri olmayan biri gibi hissettim, Kar." Yutkunmaya çalıştım. "Belki de gerçekten öyle."

Tam bu sırada altımdaki Doğuş doktora ait büyük eşofmanın cebindeki telefonumdan ses gelmeye başladı. Kar bu ani sesle ve altından gelen titreşimle kucağımdan yere zıpladı. 

Kaşlarımı çatarak elimi cebime attım. Telefonumu çıkarıp ekranını kendime çevirdim. Doğuş doktordan mesaj olması beni şaşırtmadı değil. Genelde pek mesaj atan biri değil yada bana atmıyor.

Telefonun kilidini açarak mesaj ekranına girdim.

"Uyudunuz mu?" 

Bu muydu yani? Doğuş doktor ve 'Uyudun mu?' yazmak? Pardon, 'Uyudunuz mu?' yazmak?

Dudaklarımı birbirine bastırarak parmaklarımı klavye ekranında oynatmaya başladım. 

"Uyumadım."

Mesaj saniyesinde görüldü. Ve cevap yazılmadı. Bu adam bana görüldü mü atıyor birde?!

Saniyeler sonra ekranımı kaplayan görüntülü aramayla telefon olduğu yerden fırladı. Şaşkınlıkla telefonu yerden almaya çalıştım. Manyak görüntülü arıyordu!

Telefonu alırken aramayı yanlışlıkla yanıtlamıştım. Ve Doğuş doktorun, telefon özensiz tutulmasına rağmen mükemmel görünen profili beni karşıladı. Ciddileşmeye çalışarak telefonu kaldırdım. Bakışları bende dolanıyordu.

"Rahatsız etmedim umarım? Sizi merak etmiştim." dedi ciddiyetle. Alayla kaşlarımı kaldırdım. "Ettin yani! Sapık doktor gibi gece gece, Uyudun mu? yazıp bir anda görün- yok canım, ne rahatsızlığı Doğuş doktor bey?"

Kaşları çatıldı. "Anlamadım?" Anladın anladın. Nefes vererek sırtımı koltuğuma yasladım. "Neyse, korkmayın intihar etmedim." dedim umursamazlıkla. O son derece ciddiydi. "İyi misiniz peki?" diye sordu bir anda.

"İyiyim Doğuş bey." dedim mesafeyi korumaya çalışarak. Başını salladığında arkasındaki koltuktan, onun hastanede olduğunu anladım. İyi de sürekli uyumuyor buda. Bu gidişle ben değil o ölecek ama uykusuzluktan.

"Siz hastanede misiniz?" diye sordum meraksız çıkarmaya çalıştığım sesimle. Başını salladı. "Niye ki?" diye sordum. Nefes verdi. "Bir çiçeğe ölümsüzlük bulmak için."

Bakışlarım ekrandaki gözlerindeydi. O çiçek bendim. Hastalıklı bir çiçektim. O ise çiçeği ölümsüz kılmak isteyerek boyundan büyük işler yapan biriydi. "Bunu gerçekten yapabilecek misiniz?" diye sordum ruhsuz bir sesle.

"Bana güveniyor musun?" Diye sordu ekranındaki yüzümü incelerken. "Güvenmeli miyim?" diye sordu bende onun gibi yüzünü incelemeye başlarken. "Bence doktoruna güven." diye fısıldadı. 

"O kadar bana acıyıp, beni kullandıktan sonra mı?" diye sordum alayla. Yüzü mümkünmüş gibi daha da ciddileşti. "Onlar doğru değil Manolya hanım. Bunu size açıklamıştım." 

Omuz silktim. "Sonuçta ben çok olmasa da onları gerçek sanmıştım." dedim umursamaz çıkan sesimle. 

"Geç oldu. Bence uyumalısınız Manolya hanım." diye mırıldandı. Dirseğimi koltuğun tepsine yaslayarak çenemi avcuma yerleştirdim. "Yatayım madem." diye mırıldandım. 

Başını salladı ve telefon yüzüne yaklaştı. Fark etmeden ona öpücük atarak aramayı kapattım. Geri zekalı Manolya! Elin doktor herifine niye öpücük atıyorsun!

Yavaşça kanepeden kalktım. Yorgun adımlarımı odama doğru attım. Uyuyup dinlenmeye ihtiyacım vardım. Bugün belki az daha sonsuz bir uykuya dalacaktım resmen. 

🌺

Islak saçlarımı kurutma makinesiyle kuruttuktan sonra üzerime beyaz askılı crop giyip altına siyah bir kargo pantolon giymiştim. Son dokunuşum olarak üstüme bol bol odunsu kokulu parfümümü sıkmıştım. Kar'ın kombinimi onaylayan bakışlarını aldıktan sonra odamdan keyifle çıktım.

Ben yine derse geç kalmak üzereydim. Apartmanda ayak sesi duymamla kapının arkasına koştum. Doğuş doktor dün gece hastaneden dönmemişti. Bir gözümü kısarak küçük kapı deliğinden baktım. Şuan sadece merdivenden gelen sert ayak sesleri vardı.

Sesler daha fazla yükselmeden hızla çantamı sırtıma takıp kapımı kilitleyerek evden çıktım. Ona yetişmeye çalıştığım için hızlı hareket ediyordum. Spor ayakkabılarımı hızlıca giyerek merdivenlerden aşağıya inmeye başladım.

Onu tam anahtarını kapının deliğine sokmuşken yakalamıştım. Omzu üstünden bana döndü. Saçımı geriye savurdum.  Bakışlarım onda gezindi. Elinde bir spor çantası vardı. Üstündeki beyaz tişörtünün önleri terle ıslanmış gibiydi tıpkı alnına düşen terli saçları gibi. Altında siyah bir spor şortu vardı. 

"Siz yeni mi geliyorsunuz?" diye sordum sesimi meraksız çıkarmaya çalışarak. Sadece başını salladı. "Hastanedesiniz sanıyordum." diye mırıldandım. Bana ifadesizce baktı. "Yaklaşık bir buçuk saat önce öyleydim." dedi.

"Spor falan mı yapıyorsunuz?" diye sordum vücudunu keserken. Başını salladı. "Normalde düzenli olarak yaparım ama şu sıralar savdım." dedi. 

Başımı salladım. "Bende yaparım. Düzenli olarak. Ama şu aralar bende savdım ya. Karın kası, baklava, o bu şu, nereye kadar dedim." diye yalan söyledim. Kaşları kalktı. "Spor mu yapıyordunuz? Bana muayene ederken pek öyle gelmemişti aslında." diye mırıldandı alaysız bir sesle.

"Bir kere daha edersin gösteririm yakışıkl-" Ne dediğimin farkına vararak sözümü değiştirdim. "Neyse Doğuş bey ben gideyim. Okula gidecektim." deyince başını salladı. "Görüşürüz Manolya hanım. Kendinize iyi bakın."

Başımı sallayarak merdivenlerden inmeye başladım ki ona bakarak indiğim için düşecek gibi oldum. Endişeyle, "Dikkat edin." dedi. Tekrar başımı salladım ve önüme döndüm. 

Hızla apartmandan çıkarak durağa ilerlemeye başladım. Aptal gibi yine kendimi rezil etmeyi unutmamıştım, harika.

Çantamdan kablolu kulaklığımı çıkararak kulaklıkları tek tek kulağıma taktım. Listemden rasgele bir şarkı açıp dinlemeye başladım. Bir yandan durağa ilerliyor, bir yandan müzik dinliyordum.

O kadar olan şeyden sonra hayatıma normal bir şekilde devam etmek garipti. Bir iki ay önce nasıl bir hayatım vardı. Birde şuan nasıl bir hayatım vardı?

Önceden turp gibi bir kızdım şuan ise, çok bir ömrü olmayan yıpranmış bir kızdım. Babamı ömrüm boyunca bir daha görmeyi beklemezken, dün onu görmüştüm üstelik yeni ailesiyle. 

Doğuş doktor diye biri girmişti hayatıma en önemlisi. Hayatıma girmişti ve beni darmaduman etmişti. 

Onun darmaduman ettiği hayatımı toparlamaya çalışıyordum ben. Birde yüzsüzce darmaduman ettiği hayatımı toparlamamda yardım ediyordu.

Bütün düşüncelerimden sıyrılarak yoluma devam etmiştim. Çok geçmeden duraktan otobüse binmiştim. 

🌺

Dirseğim masada çenem avcumda dalgın dalgın duruyordum. Yanımda oturan Firdevs'in bana döndüğünü hissettim. "Manolya çıkışta işin var mı?" diye sordu hevesle. 

Pozumu bozmadan göz ucuyla ona baktım. "Neden?" diye sordum. "Kızlarla kahve içmeye gideceğiz sende gelsene." dedi neşeyle. Aslında bana da değişiklik olurdu ve iyi olurdu.

Tam cevap vermek için ağzımı aralayacaktım ki diğer tarafımdaki sessiz çocuk benden önce cevap verdi. "Bence onun işi vardır ya!"  Hızla kaşlarımı çatarak ona döndüğümde Firdevs'te ona dönmüştü.

"Pardon?" diye sordum anlamsızca. Sessiz çocuk bana kısa bir bakış atarak Firdevs'e döndü. "Onun işi var." deyince Firdevs cilveli bir şekilde bana ima yaparak başını salladı. "İyi o zaman ben gidiyorum!"

Firdevs giderken arkasından koşacaktım ki beni kolumdan tutarak engelledi. "Dur bakalım bi'!" demesiyle kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Zıkkım! Ne var?"

"Defterime ne yapmışsın öyle?" dedi kaşlarını çatarak. Kaşlarım onunkilerin aksine kalktı. "Ne yapmışım?" diye sordum. "Kahve mi içtin üstünde? Kahve lekesi vardı!" İki üç damla olan lekeden mi bahsediyordu?

"Yalnız ben az bir damla döktüm, belli bile olmuyordu resmen!" diye inkar ettim. "Olmaz. Sonuçta ben sana o defteri o halde vermedim." dedi ve kollarını göğsünde bağladı.

"Gıcık mısın? Ne değerli defterin varmış ya? Ne kadar be? Söyle ne kadar? Kendi fiyatını bile söyle hatta! Seni bile satın alacağım!" dedim bir an gaza gelerek. Yine ne saçmalıyorum?

"O kadar istemez hanımefendi. Sadece arabamı yıka yeter." Ne?

"Ne? Arabanı mı yıkayayım? Araba ne alaka?!" diye bağırmamla kulağını tuttu. "Niye bir anda bağırıyorsun?" diye sordu kulağını tutarken. "Sağır olursun inşallah, amin!" dememle güldü.

"Kabul mu?" diye sordu sadece. "Ya onu niye yapıyorum? Direkt parasını vereyim?" diye sordum sinirle. Omzunu indirip kaldırdı. "Eğer kabul etmezsen sana dava açarım. Zorla defterimi çalmıştın sonuçta!" dedi tehditkar bir sesle

Kaşlarım sertçe çatıldı. "İyi be! Ama bu işin sonunda araban yok olursa beni ilgilendirmez!" Gülerek başını salladı. "Araban nerede?" diye sormamla ciddiyetle arkamda bir tarafı gösterdi. Başımı çevirerek oraya baktığımda ise kahkaha attı. "Sınıfın içine sokacak halim yok geveze."

"Düş önüme..." dedi ve sınıftan çıktı. Sinirle nefes vererek bilerek önünden gitmeyip arkasından onu takip ettim. Bu hareketime sadece göz devirmişti, bay sessiz.

Onu takip ettim. Beni buranın çok yakınlarında olan kapalı bir otoparka getirmişti. Kimsenin olmadığı sadece arabaların olduğu otoparkta bakışlarımı gezdiriyordum. "Gel bakalım geveze." 

"Bana geveze deyip durma." dedim etrafı incelerken. Umursamamıştı beni. "Çok konuşma o zaman." diye bir şeyler geveledi ağzının içinde.

Siyah bir Audi'nin önüne getirmişti bizi. Bir ben fakirdim ya!

Dışında çamurlar olan arabayı görünce sinirle nefes verdim. "Ya ben neden senin arabanı siliyorum ya!" diye söylendim.

Kalçasını karşıdaki temiz bir arabanın kaputuna yasladı. "Çünkü defterimin bedeli olacak bu." deyince kaşlarım daha sertçe çatıldı. "İyi de adil değil!" Umursamazca omuzlarını indirip kaldırdı.

Bakışlarım tekrar arabaya kaydı. Derin bir nefes verdim. Tam bu sırada uzaktan biri buraya gelip su dolu kovayı ayağımın ucuna bıraktı. "Sen kimsin be?" diye mırıldandım.

Adamın bakışları sessize kaydı. "Abi başka bir isteğin var mı?" diye sordu. Kaşlarım kalktı. Sessiz, başını iki yana salladı ve adam geri gitti. "O senin adamın mı?" diye sordum gözlerimi kısarak. Başını onaylarcasına salladı. "Bu otopark benim."   

Gözlerim açıldı. Bunu fark edip hemen kendime gelmeye çalıştım. Çok merak ediyorum acaba bizim üniversitedekilere mal mülk dağıtılıyorken ben ne yapmışım, şemsiye falan mı açmışım? Ben niye okula her gün yürüyerek geliyorum?!

"Maşallah maşallah! Ama görgüsüzsün yani kusura bakma. Gelmiş birde karşıma geçmiş pişkin pişkin bunu bana söylüyorsun." Kaşları çatıldı. Ellerini cebine sokarak kalçasını kaputtan ayırdı. Karşıma geldi. 

Başımı kaldırarak suratına baktım.  "Bunu sana hava atmak için söylememiştim. Görgüsüzde değilim." diye fısıldadı yüzüme doğru. "Ama o kadar otoparkın var ve arabanı yıkatmaya bile cimri bir adamsın." diye fısıldamamla bakışları çok kısa bir süre dudaklarıma kayıp geri gözlerime çıktı.

"Cimri mi olduğumu düşünüyorsun?" diye mırıldandı. Başımı salladım. "Öylesin. Baksana, bir arabanı bile yıkatmıyorsun be!" diye bir anda bağırmamla yüzünü buruşturdu. Geri çekilerek geri adımlar attım. 

"Çabuk yıka hadi! Tertemiz olsun!" dedi sinirle. Kaşlarım çatıldı. Ona doğru adımlar atmaya başladım. Ben adım attıkça o geriledi. Arkasındaki arabayla geri gitmeleri engellendiğinde ona yaklaşmaya devam ettim. 

Tam karşısına geldiğime yaklaşmayı bırakıp parmak uçlarıma yükseldim. Bunu beklemediği için afallamıştı ama ben onun afallamasını fırsat bilerek bir koluna asılı olan çantasının askısı yakalayarak kaptım.

Olayı iki üç saniye sonra kavramıştı ki o kavrayana kadar ben fermuarı açmış ve defterini çıkarmıştım. Bana yaklaşacaktı ki elimi uzatarak onu durdurdum. "Dur! Sakın yaklaşma!"

"Ver defterimi!" dedi sakin kalmaya çalışarak. Omuz silktim. "Vermiyorum." Kaşları çatıldı. "Ver diyorum!" Tekrar omuz silktim.

Yavaşça suyun önüne ilerleyerek defteri su kovasının önüne doğru tuttum. Gözleri kocaman açıldı. "Sakın! Sakın bunu yapma!" diye kükremeye başladı.

Başımı iki yana salladım. "Aptal değilim ben çocuk. Bir iki damla döktüm diye senin bütün arabanı yıkamam. Bak bunun bedelidir anca o arabayı yıkamak." dedim ve bir saniye bile beklemeden defteri su kovasının içine attım. "Eminim araban bu suyun içinde daha güzel yıkanır."

Yüzündeki ifade anlatılmaz anca yaşanırdı. Gözler kocaman, kaşlar çatık, öfke zirve yapmış, birazdan katil olacak gibi bir sıfat ki bu sessiz çocuklardan her şey beklenir ve büyük ihtimalle ben şuan bu otoparkta ölüm fermanımı imzalamıştım.

Geri adımlar attığımda bakışları bana baktı tekrar. "Sen...sen ne yaptın?" diye sordu beni öldürecek gibi bir ifadeyle. "Ben...ben defterini imha ettim." 

Bana doğru koşmaya başlayınca bende arkamı dönerek koşmaya başladım. Ki benden daha uzun bacaklı olduğu için hızla beni belimden yakalayarak yere yatırdı. Hayır, sen niye beni yere yatırıyorsun ayıp değil mi?

Gözlerim irice bir açık bir şekilde üstümdeki ona bakıyordum. Benden nefret ediyor gibi bakıyordu. "Sen nasıl onu atarsın?" diye kükredi yüzüme doğru. Parmağımla işaret yaparak. "Çıkarıp tekrar göstermemi ister misi-"  bağırışıyla devam edememiştim. "Kes!"

Kaşlarım çatıldı. "Ay ne notmuş ya! Veririm benimkilerden tekrar yazarsın! Kalk ayrıca üstümden!" diye bağırdım yüzüne doğru. Tam üstüme kapanarak iki elini iki yanımdan yere dayadı. 

"Zaten vereceksin notlarını! Hem defterimi yok edeceksin hem de defterini vermeyecek misin sanıyorsun?" diye sorunca başını salladım. "İstersem vermem ki. Acıdığım için veriyorum. Yazık çok üzüldün." 

Kaşları tekrar çatıldı. "Kalk üstümden." diye tekrarladım omzuna vurarak. Üstümden kalktı. "Arabamı yıkamak zorundasın! Şimdi artık kesin olarak yıkamayacaksın arabamı!" dedi ve karşıdaki arabalardan Porsche olanını açıp içine rahatça yerleşti. Ben seni falan mı kafalasam acaba?

"Bana da bir Porsche ayarlar mısın ya? Lütfen lütfen lütfen! Hep hayalimdi! Dünyaca ünlü bir yazar olarak imza günlerime Porsche'mle gitmek istiyorum!" Omuz silkti. "İşine bak geveze!"

Arabanın konsolunda ki pahalı sigara kutusundan bir dal çıkardı. Dalı dudaklarının arasına koyarak ucunu ucuz bakkal çakmağıyla ateşledi. Ardından kutuyu bana uzattı. "İster misin?" Uzattığı kutuya kısa bir bakış attıktan sonra cıkladım. "Doktorum kızar." O bana kızmazdı ki.

Bir şey demeden paketi geri konsola bırakmıştı. "Doktorun neden kızar? Yasak mı?" diye sordu sigarasından büyük bir dumanı çekerken. Kalçamı, içinde oturduğu Porsche'nin, kaputuna onu görebileceğim bir şekilde yaslamıştım. 

"Yasak bana. Hastalığımı ilerletiyor." deyince sigarayı dudaklarından ayırdı. "Hasta mısın ki?" diye sordu. Başımı salladım. "Ne hastası?" diye sordu sigaradan çektiği nefesi açık kapıdan dışarıya verirken.

"Şu dumanı da bana doğru verme! Hisseder o!" diye söylendim kalçamı kaputtan ayırırken. Gözlerini devirdi. "Sana doğru vermiyorum. Ayrıca ne bu doktor değil müneccim mi?"

Sadece gülmüştüm. Bakışlarıyla arabasını işaret etti. "Geç bitmesini istemiyorsan bence şimdiden başlamalısın." deyince nefes verdim ve dediğini yaparak arabasına yöneldim.

Su kovasından defterini parmak uçlarımla tutarak çıkardım. Su damlaları hızlı hızlı damlarken yumuşamış defteri köşeye attım. Köşeden, "Ah, defterim..." diye mırıldandığını duymak gülmeme sebep olmuştu. 

"Senin hastanı kaybetmişiz." diye mırıldandım deftere bakarken. Kaşları bir anda çatıldı. Sigarasından büyük bir zehirli duman daha çekti. Çektiği nefesi sertçe verip konuştu. "Senin yüzünden! Katilisin onun!" 

Gözlerimi devirdim. "İyi ki yaptım oh oh!" diye söylendim. Kovanın içindeki bezleri alarak çamurlu arabayı temizlemeye başladım. 

Ben kollarımı yukarı çekmiş cam silen ev kadınları gibi arabayı silerken o, Porsche'sinde keyifle sigara içerek beni seyrediyordu. Nerede adalet? Adalet istiyorum ben!

"Senin adın ne ya?" diye sordum nefes nefese arabanın sürücü kapısını gelişi güzel silerken. "Ne yapacaksın adımı?" diye sordu rahat bir sesle. Ayaklarını Porsche'nin konsoluna uzatmış rahatlıkla bana bakıyordu.

 "Abim var ona söyleyeceğim. Ona şikayet edeceğim seni." dedim alayla. Kaşları kalktı. "Bak sen..." diye mırıldandı. "Demek beni abine şikayet edeceksin. Yaptıklarını da anlat ama olur mu?"

"Zaten anlatacağım koçum! O bana ancak az bile yapmışsın kardeşim der!" dedim arabanın ön kaputunu temizlemeye geçerken. "Adımı biraz daha merak edersen belki söylerim." dedi eğlenerek.

"Siktir git ya! İşim gücüm yok adını mı merak edeceğim!" diye mırıldandım. "Çok agresifsin. Ayrıca düzgün konuşur musun? Sınıfta hiç küfretmiyorsun." dedi rahatlıkla.

"Bu sana özel." dedim muzip bir sesle. Güldü. "Bana özel olan şeyleri severim."  diye mırıldandı. "İyi geri zekalı. Bundan sonra küfür edilince sevinen tek mal olursun artık." Daha çok güldü.

"Hadi hadi konuşma işini yap." dedi keyifle. Gözlerimi devirerek arabayı sildiğim bezi kovaya katarak kirlerini temizledim ve sanki onu sıkıyormuş gibi düşünerek son gücümle bezin suyunu sıktım. Bezi tekrar alarak arabayı güzelce temizleyip yıkamaya devam ettim.

Yaklaşık bir buçuk saattir arabayla uğraşıyordum ve en sonunda gıcır gıcır bir hala gelmişti. Şaşkınlıkla arabaya baktım. "Vay be! Arabanın rengini siyah sanmıştım beyazmış meğersem." diye mırıldandım temizlediğim arabaya bakarken.

Omzum üstümden sonunda o Porsche'den çıkma zahmetinde bulunan adama baktım. "Bunu bari bana ver ya! O kadar temizledim benim olsun sende çok var." Güldü. Anca gülüyor buda.

"Güzel yaptın gerçekten." diye mırıldandı başını sallarken. Kollarımı göğsümde bağladım. "Tabi! Ne sandın?" diye mırıldandım. Parmağını gıcır gıcır olmuş arabada dolaştırdı.

Ardından bana döndü. "Tamam o zaman işimiz bitti. Şimdi bana defterini ver de kendime yeni bir defter yapayım." dedi ciddiyetle. Çantamdan defterimi çıkararak ona uzattım. "Al bakalım." Tam alıyordu ki bir anda Maraş dondurmacıları gibi defteri bir oraya bir buraya götürdüm. "Ver şunu artık!" diye söylendi.

En son zorda olsa almayı başarmıştı. Parmağımı tehditkar bir şekilde salladım. "Tek bir kahve lekesi görürsem arabamı yıkarsın." Tek kaşı kalktı. "Araban mı var?" doğru. Arabam yoktu.

"Evimi temizlesin!" Omzunu indirip kaldırdı. "Bana hava hoş. Gelirim." dedi göz kırparak. Gözlerimi devirdim. "Tek bir leke görmeyeyim! Defterim benim için çok önemli!" dedim sesimi onun gibi çıkarmaya çalışırken.

Sesini incelterek benim gibi çıkarmaya çalıştı. "Eğer evini temizleyeceksem aptal olmadığım için tabi ki ama tabi ki defterini yok ederek evini temizlerim! Çünkü ben aptal değilim!" Koluna sert bir yumruk geçirdim. "Ben öyle demiyorum!" Güldü.

Ardından elini bana uzattı. "Fuzuli ben." Şaka mı? 

Şaka mıydı? Ömrü hayatım boyunca duyduğum en ama en dalgalık, en ama en dalga geçeceğim bir isimdi.

Yüz ifademi görmüş olacak ki yüzü soldu. "İşte seni derslerdeki konuşmalarından tanıdığım için ismimi hiç söylememek istemiştim." diye mırıldandı. "Fuzuli mi adın gerçekten?" diye sordum şaşkınlıkla. Başını salladı.

"İsmimle dalga geçmeni istemiyorum...sakın. İşimiz bitti lütfen otoparkımı terk et." dedi ciddiyetle. Alayla güldüm. "Beni sinirlendirme. Ne demiş Fuzuli, 'Topraktan olanı toprağa vermek gerek.' Seni toprağa geri göndermemi istemiyorsan ben birinin ismi ile dalga geçmek üzereyken bana sakın 'sakın' deme."

Geri adımlar attım. "Neyse Fuzuli'ciğim. Çok iyi isim yemin ederim! On yıl dalga geçsem de sıkılmam." dedim sırıtarak. Sıkıntılı bir nefes vererek başını iki yana salladı. 

🌺

Asansörün önüne gelerek asansör çağırma düğmesine bastım. Bir iki dakika sonra asansör zemin kata indi. Açılan asansör kapısından içeri girdim. Tam benden saniyeler sonra da Doğuş doktor çikolata kokusuyla beraber asansörü doldurdu. Dışardan geliyordu.

Bakışları kısaca bana dokundu. Önce benim katıma ardından kendi katına bastı. "İyi akşamlar." diye mırıldandım. Göz ucuyla dikkatle beni inceledi. "İyi akşamlar."

Tek kaşım kalkarken ona döndüm. "Hayırdır? Pek bir dikkatle incelediniz?" diye sordum. Yönünü bana çevirince bende yönümü ona çevirdim. "Sigara kokusu alıyorum üstünüzden." dedi ciddiyetle. Doktor değil K9 köpeği!

"Bir arkadaş içti. Ben içmedim. Üzerime sinmiş." diye mırıldandım. Bana ifadesizce bakmaya devam etti. "Emin misiniz? Ben sizin doktorunuzum biliyorsunuz değil mi?" diye sorunca kaşlarım çatıldı. "Ne yani yalan mı söylüyorum?" diye sordum sinirle.

Başını iki yana salladı. "Öyle bir şey demedim." diye mırıldandı. Kapı açılacakken köşeden düğmeye uzanıp kapıları kapattım. İkimizde asansördeydik. 

"Ne yapıyorsunuz?" diye sordu sakince. "Ben sigara falan içmedim! Siz içmiş olduğumu düşünüyorsunuz ama!" dedim sinirle. Bana doğru bir adım attı. "Evet, çünkü sigara hastalığını ilerlettiğin için onla intihar etmeye çalışacağınızı düşünmüştüm bir an. Çünkü siz intihara meyilli birisiniz." dedi sakinliğini sinirli olduğu halde koruyorken.

"Ben içmedim diyorum." diye tekrarladım kelimeleri bastırarak. "Tamam Manolya hanım size inanıyorum." dedi sakinlikle. Sakinliği resmen beni umursamıyormuş gibi geldiği için kaşlarım sinirle çatıldı.

Kaşlarıma kısaca baktı. "Kenan abinin dediklerine inanıyorsun değil mi?" diye sordu ciddiyetle. Bir şey demeden onu izledim. "İnanıyorsun." diye mırıldandı sessizce.

"Seni işim için kullandığımı düşünüyorsun içten içe." diye mırıldandı. Konuşacaktım ki asansörü tekrar çalıştırarak asansörden çıktı. Asansör benim katımda durmuş olduğu için o geri merdivenlerden aşağıya inmişti.

Sinirle ellerimi saçlarıma geçirip derin bir nefes verdim. Neden böyle oluyordu? Sürekli bir sorun çıkıyordu.

Ellerimi saçlarımdan çekip daireme yöneldim çantamdan anahtarımı çıkararak kapımı açtım. Kar koşa koşa yanıma geldi. Kapıyı kapatarak onu kucakladım. Kar'la beraber salona ilerledik.

Kar'ı kanepeye koydum. Onunla beraber bende koltuğa oturdum. Tam bu sırada telefonum çalmaya başladı. Çantamı kolumdan çıkarıp koltuğa attım ve içindeki telefonu bularak dışarı çıkardım. Esma arıyordu.

Aramayı yanıtladım ve telefonu kulağıma götürüm. "Efendim Esma?" dedim telefonu kulağımda konumlandırırken. "N'aber Manolya'm?" diye sordu keyifle.

"İyi Esma sen?" diye sordum yanımda uzanan Kar'ın sırtındaki türleri okşarken. "İyi iyi." dedi. "Sesin iyi geliyor hayırdır? Fatih falan mı göz kırptı? Yine bir şeyler olmuş sana." 

Karşı taraftan heyecanlı bir haykırış geldi. "Ay yok! Daha büyük bir şey yaptı!" Heyecanla oturduğum koltukta dikleştim. "Kız yoksa öptü mü seni?!" diye sordum heyecanla.

"Yok, el salladı bir de, iyi günler dedim, 'Seni gördüm ya, iyi günler' dedi." dedi heyecanla. Ciddiyetimi tekrar takındım. "Bende büyük bir şey sanmıştım Esma! Neyse bu da bir şeymiş en azından." diye mırıldandım.

"Evet evet!" dedi hevesle. "Şöyle bir iyi yönü de var, Fatih etik değil diye tutturan biri de değil. Oh hayat sana güzel Esma." dedim. 

"Ee ben gidiyim ev arkadaşım geliyor." diye mırıldandı Esma. "Kız Esma!" diye seslendim hızla. "Efendim?" diye cevap verdi. "Ver o telefonu ev arkadaşına inan ki konuşacağım o kızla! Yeter, nedir bu modanın senden çektiği?"

"Of Manolya! Bende seni ciddi ciddi dinliyorum!" dedi sitemle. Kaşlarım çatıldı. "Tabi ciddi ciddi dinleyeceksin kızım! Ciddi bir insanım ben!" 

"He he! Hadi bay!" dedi. "He he deme bak bana! Neyse hadi görüşürük!" dedim ve telefonu Esma'nın suratına kapattım. 

Bakışlarım Kar'a döndü. "Bunlarda bir Fatih'le olamadılar. Neyse zaten şu aralar Fatih'e ve diğerlerine kırgınım." diye mırıldandım Kar'ın tüylerini okşamaya dönerken.

🌺

Göz yaşlarımı sildim. Neden böyle psikolojisi bozuk bir insandım? Neden insan zaten yıkık bir moddayken ağlamak için birde gider Dünyanın en üzücü filmini arayıp izleyerek ağlar ki? 

Yalnız film gerçekten üzücüydü. Benim hayatım kadar olmasa da tabi ki. Gözlerimin altlarını sildim. Işıklar kapalıydı ve geç olmuştu. Ayrıca film de bitmişti.

Ayaklanarak ışığı yaktım. Kar kanepenin köşesinde çoktan uyumuştu. Trajedi hiç ona göre değildi. O daha çok funny takılırdı.

Perdeleri kapatmak için cama ilerlediğimde bakışlarım apartmanın önüne kaydı. Apartmanın karşısında ki bank doluydu. Kaşlarım çatıldı. Çünkü banka yayılırcasına oturan kişi Doğuş doktordu. Evet, yayılırcasına.

Gözlerimi kısarak biraz daha dikkatli bakmaya çalıştım fakat tek gördüğüm başını etrafa döndüğü ve yayılarak oturuşuydu. Geri çekildim. Ben aşağıya inmeden rahat etmezdim.

Hızla mutfağa ilerleyerek mutfaktaki çöpü damlamaması için başka bir poşete daha geçirdim. Çöpü kendime çok sürtmeden dışarı çıkardığımda 'I am most perfect' yazılı terliklerimi giydim. Anahtarımı almayı unutmayarak aşağı çöp atmaya indim. 

Terliklerimi gece olduğu için çok yere vurmamaya dikkat ederek aparmandan inişimi asansör ile hallettim. Apartmanın kapılarından çıkmamla tatlı bir esinti oluştu. 

Bakışlarım kaçamak bir şekilde karşı banktaki Doğuş doktoru buldu. Bakışlarını net olarak göremiyordum. Çöp konteynerine ilerlediğimde bakışları beni yakaladı ve bende durdu. Beni dikkatle baştan aşağıya süzdü. Yanaklarım kızarıyordu çünkü üstümde geyikli pijama takımım vardı.

Çöpü hızlıca konteynıra atarak çöp işimi hallettiğim an, "Her halinle de çiçek gibi olur musun be!" bu iç çekişli söz tam o taraftan hatta onun sesiyle gelmişti. 

Şaşkınlıkla ona döndüm. Tebessümle bana bakıyordu. Tek kaşımı kaldırdım. "Efendim?" Üst dişlerini alt dudağına hafifçe geçirerek başını iki yana salladı. Ona doğru iki adım attım. "Gerçek olmayacak kadar güzelsin. Çiçek gibisin çiçek!" dedi hafif sarhoş ağzıyla.  

O an anladım, o sarhoştu. İçmiş miydi yani? Doğuş doktor?

Biraz daha yanına ilerleyerek karşısına geçtim. "Siz sarhoş musunuz?" diye sordum sakince. Bakışları yüzümü inceledi. "Öyleyim de ben senin bu kadar güzel olmana laf ediyor muyum? Doktor olarak durumuma kritik diyorum. Gördüğüm andan beri vuruldum. Tam kalbimden." dedi tekrar derin bir iç çekerek.

Ağzım şaşkınlıkla aralandı. "N-ne?" diye sordum kekeleyerek. Bence burada herkes kekelerdi çünkü Doğuş doktordan bahsediyorduk.

"Siz sarhoşsunuz. Ben sizi evinize bırakayım." dedim ve onu kolundan tutup kaldırmaya çalıştım. "Evime gitmek istemiyorum." Kolundan tutarak onu kaldırmaya çalışırken tekrar konuştu. "Benim yanım kurban olduğumun yanı." Kurban olduğu?   

Kahkaha attım. "Kurban olduğun kim?" diye sordum muzip bir sesle. Ben onu kaldırmaya çalışıyorum diye kalkarken cevap verdi. "Herkesim." Onu apartmana ilerletirken şaşkınlıkla ona baktım. "O kim?" 

Cevap vermeyerek kafasını boynum gömdü. Asansöre sokmaya çalıştım onu. Koca adamı zar zor ayakta tutmaya çalışıyordum gerçi bu şuan onun sırf ben ağırlığını çok almayayım diye ağırlığını çok vermemiş haliydi. 

"Sizi evinize bırakayım..." diye mırıldandım. "Hayır!" dedi sitemle gözleri kapalıyken. "İstemiyorum ben evime gitmek!" 

Sinirle derin bir nefes aldım. "Ne istiyorsunuz o zaman?" diye sordum. Başını boynumdan kaldırmasıyla durup onu izledim. Yüzünün yüzüme yakınlığıyla yutkundum. "Bunu." diye fısıldadığında bakışlarım arkada bastığı asansör tuşuna kaydı. Benim katımın düğmesine basmıştı...

Gözlerim büyüdü. "Yalnız Doğuş doktor ben çok fesat bir ins-" Keyifle ağzımı kapatarak beni asansör duvarına yaslamasıyla sözüm kesilmişti." Sırıtıyordu. "Çok konuştuğunu söylemiş miydim? Geveze gibi?" Onu deme işte.

Başımı iki yana salladığımda asansörün kapısı açıldı. Koca elini ağzımdan çektiğinde, "Sende iyice sarhoş niyetine beni götürüyorsun ha Doğuş doktor." diye mırıldandım.

Sırtımı asansör duvarından ayırdığımda asansörden sarsak adımlarla çıktı. Kolunu tutarak onu durdurdum. "Doğuş doktor seni evine bırakayım ben ha? Çünkü sonra benden faydandın falan dersin aman hiç çekemem." diye söylendim.

Kolunu elimden kurtararak sarsak adımlarını daireme atmadan önce göz kırptı. "Merak etme bizde sonradan caymak adamlıktan sayılmaz." dedi kalın bir sesle. Buna sarhoş güncellemesi mi yapmışlar?

"O kimsede adamlık sayılmaz zaten." diye mırıldanarak kapımın kilidini açtım. "Dur sakın ayakkabılarınla girme valla sarhoş falan demem evine gönderirim!" diye uyardım terliklerimi aceleyle çıkarırken. 

Başımı iki yana sallayarak sırtını kapının pervazına yaslayarak beni bekleyen Doğuş doktora baktım. Ayaklarına garip ve anlamsız bakışlar atıyordu. Doğuş doktora kaydı. "Ayakkabılarımı nasıl çıkaracağım?" diye sorunca gülme gelmişti ama kendimi tutak hızla eğildim. "Ne yapıyorsun?" diye sordu sarhoş ağzıyla. "Ayakkabılarını çıkarıyorum, Doğuş çay bey." diye söylendim gülerek.

Hızla bağcıklarının bir kısmını açtıktan sonra dizine vurdum. "Kaldır ayağını!" Ayağını yavaşça kaldırınca ayakkabısını çıkararak köşeye attım. Ardından hemen diğerine geçip onunda bağcıklarının bir kısmını açtım. Bu sefer ben demeden ayağını kaldırmıştı. Hızla o ayakkabıyı da çıkararak köşeye attım.

Onu kolundan tutarak salona yönlendirdiğimde bir şey demeden beni takip etti. Doğuş doktor bir anda elini kolumdan kurtardı. Ona döndüğümde yüzünde şok ifadesi vardı. Kaşlarım çatıldı. "Ne oluyor Doğuş?"

Eliyle koltukta uyuyan köpeğimi işaret etti. "Bu kim?!" diye sordu hiddetle. Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. "O mu kim?" diye sordum şaşkınlıkla. Başını sertçe salladı. "Evet! Bu kim! Neden senin koltuğunda yatıyor?"

"Kar o, Doğuş?" dedim şaşkınlıkla. Gözlerini kırpıştırdı. Tekrar köpeğe baktı. Ardından sırıttı. "He! Bu benim köpeğin manitaydı dimi!" Kaşlarım derince çatıldı. "Hayır değildi! Ben onları ayırdım!"

Yüzünde yine yumuş yumuş bir ifade oluşunca kaşlarım düzeldi. "Ne oldu yine?" diye sordum. "Doktorunda mı nişancıydı be kızım, tam kalbe nişan alınır mı?" dedi semt çocuğu tavırlarıyla.

Onu omuzlarından itmemle koltuğa düştü. "Ben sana bir kahve yapayım." dememle yüzünde yine bir sırıtış oluştu. Bir anda sarhoş gücüne rağmen beni kolumdan çekerek dizlerine oturtturdu. Şaşkınlıkla ona döndüm. Daha nasıl şaşıracağımı bilemediğim noktadaydım resmen. 

"O kahveyi anca tuzlu içerim gülüm." diye fısıldadı yüzüme doğru. Gülüm diyene kadar tamamdın. "Gül mü? Manolya ben Manolya!" Yaklaşarak dudağımın kenarına minik bir öpücük koymasıyla daha da şok nasıl yaşanırmış onu da öğrenmiş olmuştum. Dudağı minik bir öpücüğü bırakmıştı dudağımı kenarına ama sanki yakmış geçmişti. Yada ıssız bir çöle su taşımıştı.

Bakışlarım ona kaydı. "Doğuş doktor. Çok pişman olursun. Yapma." diye mırıldandım. Maalesef kendine geldiğinde bana dediği, bana yaptığı her şey için pişman olurdu. İsterdim pişman olmasın.

"Bizde geri vites olmaz. Biz yola çıkarken onu söküp atarız. Adanalıyız biz." Kahkaha attığımda uzanarak boynuma minik bir öpücük kondurdu. "Sen semt çocuğu mu oluyorsun sarhoş olduğunda?" diye sordum eğlenerek.

"Sen istiyorsan oluruz gülüm." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Gül değil Manolya Manolya!" diye sitem ettim ve hızla dizinden kalktım. Dudağını bükerek bana baktı. "Nereye?" 

"Tuzlu kahve yapmaya!" dedim gülerek. Benim gülmemle oda dudaklarıma bakarak gülümsedi. Parmakları üzerindeki gömleğin düğmelerini bulunca gülüşüm anında soldu. 

Düğmelerini açmaya başlayınca hızla üzerine atıldım. "Doğuş ne yapıyorsun!" Elimi gömleğinin üstüne koydum. Kaşları kalktı. "Çok sıcak oldu. Hem ben hep yarı çıplak değil miyim? Ne olacak ki?" dedi saf saf. 

Düğmelerini birkaçını kapattım. "Olsun olsun. Böyle kalsın. Bende isterdim de burada bana manzara göste- neyse." diye mırıldandım. Başını sallayarak çocuk gibi beni dinledi. Hızla mutfağa ilerledim.

Kahveyi çıkararak ona acı bir kahve yaptım. Kahveyi götürecektim ki gözüm telefonuma takıldı. Bir intikam fena olmazdı aslında. Benim onuruma karşılık onun onuru. Yavaşça telefonumu elime aldım.

Telefonum ve kahveyle beraber salona ilerledim. Doğuş doktor Kar'la konuşuyordu. Bu adam hep beni şaşırtacak bir şeyler yapıyordu.  "Evet evet, Erik'te seni çok seviyor." Şaşkınlıkla ona bakarken kahveyi karşısındaki masaya bıraktım.

Bana döndü. "Bizde Kar'la konuşuyorduk." dedi. Başımı anlıyorum dercesine salladım. Kahveyi işaret ettim. "Hadi iç." dedim. 

Gülümsediğinde telefonuma uzandım. Kamerasını açarak gizliden gizliye onu çekmeye başladım. "Elinden zehir olsa içerim Manolya'm."

Gülümsedim. "Demin ne güzel şeyler söylüyordun Doğuş." dedim tekrar demesi için. "Seninle bazı konularda anlaşmak istiyorum." Başımı salladım. "Neymiş o konular?"

"Ma eğer başkasını seversen seni iyileştirmem." dedi sarhoş ağzıyla. Kaşlarım kalktı. "Başkasını mı sevmeyeyim? Ma? Ne?" diye mırıldandım şokla.

"Sen başka doktora gidebilirsin ama gönlümden gidemezsin Manolya." dedi kalın çıkan sesiyle. Şoktan şoka girmek diye buna diyorum ben çünkü şuan resmen şoktan şoka giriyordum. 

Eliyle saçlarımın ucunu tuttu ve sevdi. "En güzel Manolya çiçeği sensin yârim." diye fısıldadı. Daha fazla videoya çekmek istememiş ve videoyu burada bitirmiştim.  

Doğuş'a döndüm. Beni izliyordu. "Kahveni iç hadi." dedim sinirle. Başını iki yana salladı. "O uyku kaçırır! Ben seninle uyumak istiyorum." dedi ve beni kolumdan çekerek yanındaki koltuğa oturtturdu. 

Şaşkınlıkla kaşlarım kalktığında uzandı ve başını göğsümün üstüne koydu. "Uyuyalım. Ben ninni diye senin kalp atışlarını duyayım. Her zaman durmasın. Hiç susmasın bu ninni." diye fısıldadı. 

"Doğuş..." Eli ağzıma gitti. "Sus..." Ağzımı kapattı. "Uyuyalım dedim." diye fısıldadı. Gözlerini kapattığında ona karşı gelme gereği duymadım ve bende gözümü kapatarak onun çikolata kokuları eşliğinde kendime uykuya bıraktım.

Bölüm sonu geldi!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Manolya'nın intihar sahnesi ve tavırlarına ne diyorsunuz?

Peki son sahne ve Doğuş doktor??

Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yaparsanız çok mutlu olurum💖

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍

Ig: dilek.wt



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top