14.BÖLÜM : KALPSİZ ÖMÜR
🌺
Gözlerimde bir ağırlık hissediyordum ve gözüme vuran ışığı. Zorlukla gözlerimi açmaya çalıştım. Beyaz ışığın gözümü kamaştırmasıyla gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Bu ışığı tanıyordum artık.
Gözlerimi kısık bir şekilde açmayı başarabildiğimde acilde ve o bu acile geldiğim yatakta olduğumu anladım. Ve tanıdık bir ses duydum. "Uyandı mı?"
"Sanırım uyandı." denildi ve bakış açıma iki yüz girdi. Esma ve Bayar. "Bakmayın öyle değişik hissediyorum." dedim kuru sesimle. Konuşmamla ikisi de sırıttı. "Geldi bizim deli." dedi Bayar.
İkisi de bakış açımda uzaklaştıklarında avuçlarımı yatağa bastırarak dikleşmeye çalıştım. İkisi de bana bakıyordu. Sırtımı yatağın başına yaslayarak onlara baktım. "Neden bayıldım ya ben?" diye mırıldandım.
Konuşacaklardı ki tekrar konuştum. "Kim getirdi beni?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Cevabı Esma'dan aldım. "Doğuş doktor seni bulup getirmiş." dedi.
Kaşlarım kalktı. "Nasıl? İyi de evimde ve tektim ben?" dedim sorarcasına. Esma tam ağzını aralayacaktı ki gözlerimi irileştirerek tekrar konuştum. "Kapımı mı kırdı yoksa?! Ya gitti kapım ya!" diye söylendim. İkisi de bana ciddi misin? der gibi bir bakış attı.
Onların bu bakışlarıyla sırıttım. "Şaka şaka. Mala geleceğine cana gelsin değil mi?" diye mırıldandım. Aynı anda, "Cana geleceğine mala gelsin." diye düzelttiler.
Gözlerimle köşede kadın hemşirelerle cilveli bir sohbet içinde olan Arat'ı işaret ettim. "Bakın mala gelmiş işte." dedim alayla. İkisi de oraya baktı.
Arat'ın bakışlarının bana kaymasıyla ağzı aralandı. Bakışlarımı önüme çevirdim. Buraya doğru geldiğini hissedebiliyordum. "Mal, geliyor."
Bakışlarımı Esma'ya çektim. "Doğuş doktor nerede? O niye yok?" diye sordum. "Odasında." dedi Esma. Başımı ağır ağır salladığım sırada Arat'ın geldiğini gördüm.
"Manolya? Uyanmışsın! Seni Doğuş'un kucağında öyle bilinçsizce gördüğümde çok korktum! Sana bir şey oldu sandım!" dedi gerçekten endişeli çıkan sesiyle. Göz ucuyla ona baktım. "Daha fazla acımışsındır herhalde bana?"
Yüzü düştü. "Sanırım kendimi sana hiç anlatamayacağım. Ve sende hiç beni affetmeyeceksin." dedi ve yanımızdan ayrıldı. Kaşlarımı çattım. Arkasından, "Gel birde bana trip at paşam." diye söylendim.
Bayar'ın bakışlarını üzerimde hissettim. "Onu affedecek misin?" diye sordu. Bakışlarım ona çevrildi. Bu sorunun cevabı bende de yoktu. Derin bir nefes aldım. "Bilmiyorum Bayar. Ben o odada neler konuşuldu onu bile orda olmama, duymama rağmen bir kısmını biliyorum."
Esma beni ilerken konuştu. "Doğuş doktorun dediği sözlere herkes şaşırsa da benim dışımda kimse sesini çıkarmadı. Ne Fatih, Ne Döndü, Ne Evren, Ne Mehmet, Ne de herhangi birisi. Arat hoca sesini çıkardı ama onun da ne anlamda çıkardığını hepimiz biliyoruz." dedi ciddiyete bürünmüş sesiyle.
Bu dedikleriyle beynimden vurulmuşa döndüm. Orada ki Esma dışında ki herkes bana acımıştı. Arkadaşım dediğim insanların çoğu bana acımıştı.
Dişlerimi sinirden değil ağlamamak için sıktım. "Ne halleri varsa görsünler. Umurumda değiller zaten." dedim bir kırılmış bir çiçek gibi çıkan sesimle.
"Umurunda olmasınlar kardeşim." dedi Bayar şefkatle. Esma gözlerini kısarak bakışlarımı üstümde gezdirdi. "Kıyafetler bir yerden tanıdık geliyor sanki?" diye mırıldanınca kaşlarım kalktı. Üzerimde hala onun kıyafetleri vardı.
Esma'nın bu dediğiyle Bayar'ın da bakışları üstüme kaydı. "Yalnız bana da tanıdık gelmeye başladı." dedi kısıkça. Ellerimi tişörtün kumaşına bastırdım. "Ne tanıdık gelecek be? Benim kıyafetlerim bunlar!" diye söylendim.
Esma'nın gözleri kısıldı. "Çuval modası mı çıkmış?" diye sordu alayla. Başımı ona çevirip alayla gülümsedim. "Bilmem Esma. Sana sormalı. İlk sen uymuşsundur kesin."
Esma üzerimdekiler gösterdi. "Görünüşe göre benden daha önce uymuşsun. Ve ayrıca ne zamandan beri erkek reyonundan giyinmeye başladın?" Esma shut up, Esma!
Bayar'ın kaşları derince çatıldı. "Erkek mi? Kız evine erkek mi atıyorsun? Kimin kıyafetleri onlar?" diye dehşetle sorular sordu. Esma'ya ters bir bakış attım. "Esma'yla demin öyle şakalaştım ama, aslında bu benim yeni modam." diyerek durumu toparlamaya çalışır gibi sırıttım.
"Erkek mağazasından giyinmek mi?" diye sordu Bayar şaşkınlıkla. Başımı salladım. "Arada yaparım öyle çılgınlıklar." dedim sırıtarak. İkisi de aynı anda, "Arada?" dedi.
Kaşlarımı çattım. "Tamam, sık sık!" diye düzelttim. Esma'nın bakışları hala üzerimde geziniyordu. Bana göz mü koydun, Esma?
Tekrar gözleri kısıldı. "Sanki bu kıyafetleri Doğuş hocanın üst-" Sözünü kestim. "Evet Esma, bu kıyafetleri Doğuş hocanın üst katında ki Manolya giyiyor." diye toparlamaya çalıştım.
Esma bana kısa bir bakış atıp nefes vererek yatağın ucundan kalktı. "Ben gideyim. Kenan başhekimin yanına uğramam lazımdı." deyince başımı salladım.
Bayar'ın beni izlediğini hissediyordum. "Geçen Coşkun abimle telefonda konuştum." diye söze girmesiyle bakışlarım ona çevrildi. Konuşmasına devam etti. "Babam ölmeden önce mal paylaşımı yapmış. Tahmin et, diğerlerine göre çok daha az olan mal kimin?" diye sordu alayla gülerek. Tabi ki onundu.
"Senin mi?" diye sordum duygusuz çıkan sesimle. Başını salladı. "Çürük elmanın." diye mırıldanmasıyla kaşlarım derince çatıldı. "Salak mısın? O nasıl bir tabir? Sırf çocuğun olmuyor diye mi? Sen uzman doktorsun ya! Her gün birilerinin hayatını kurtarıyorsun! Onca insan sana minnettar kalıyor. Boş ver onu bunu." dedim sinirle.
Kucağındaki parmaklarını incelerken konuştu. "Sen git herkesin hayatını kurtar, ama hiçbir doktor senin sorununa çare bulamasın."
"Evlat edinirsin. Bir çocuğu mutlu edersin. Kanı falan boş ver, sen gerçekten baba olmak istersen zaten olursun Bayar. Bende istedim bir adam gelsin ve bana gerçek bir baba olsun. Ama olmadı. Benim babam bana asla gerçek bir baba olmadı."
Ona dediğim sözleri takmamış gibi konuştu. "Neymiş ben en küçük olduğum için bana biraz az vermişler. Diyemiyorlar, "Babam, sen soyu ilerletemeyeceksin diye sana az mal bırakıyor." diye." dedi hafif sertleşen sesiyle.
Yutkundum. "Tamam, sen merak etme ben ölmeden önce miras paylaşımı yapmadan bütün mirasımı sana bırakacağım." dedim onu mutlu etmeye çalışarak. Başını iki yana salladı. "Konu miras değil ki. Hem senin mirasın mı var kızım?"
Güldüm. "Sen beni ne sanıyorsun? Ben bile tanrıdan bir mirasım size. Tabi ki kıyıda köşede param var yani." dediğimde güldü. "Kıyıya köşeye altın falan da atıyor musun?"
"Tabi! Ben senin yerinde olsam o doktor maaşını her aldığımda altın alır birikim yapardım." dedim. Tekrar güldü. "İyisin Manolya. Güçlüsün. Onca şeye rağmen ayakta kalabiliyorsun. En azından kardeşimle gurur duyabiliyorum."
Kollarımı iki yana açarak gözlerimi kırpıştırdım. "Gel buraya yoksa bu baygın halimle gelir üzerine atlarım." Gülerek tekerlekli sandalyesini yanıma sürükledi ve kollarını sıkıca bana sardığında bende kollarımı sıkıca ona sardım.
Saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. "Bu derdimi Gümüş dışında kimseye anlatmamıştım Manolya. Sen iyi ki varsın." dedi. "Beni de kimse kardeşi olarak görmemişti. Sende iyi ki varsın."
Tam bu sırada bakışlarım önüme kaydı. Uzakta yanındaki hemşireyi dinleyerek yada dinlemeyerek dikkatle buraya bakan Doğuş doktor. Üzerinde onu son derece çekici gösteren beyaz önlüğü yoktu.
Kollarımı ayrıldığında sırtımı tekrar yatağın başına bastırdım. Bakışlarımız kesişti. Zeytin gözleriyle, yeşim gözlerime uzun uzun baktı.
Çok durmadan hızla koridorda ilerledi ve bakış açımdan kayboldu. "Of, ya!" diye yüksek sesle söylendiğimde yanda ki perdenin arkasından hareketlenme duydum. Ardından bir tanıdık ses. "Mano?"
Bakışlarım hızla perdeye kaydı. Perdenin arkasından kafasını çıkararak buraya bakan bir Volkan görmeyi beklemiyordum tabi ki. "Volkanik?"
İkimiz de aynı anda, "Ne alaka?" diye söylendik birbirimize karşı. Şaşkınlığı üzerimden atmaya çalışırken bir yandan da üzerimdeki ince çarşafı üzerimden attım. "Nereye?" diye mırıldandı Bayar.
Yataktan ani bir kalkışım olduğu için geri sendeledim. Hızla geri dikleşerek perdeyi tamamen açtım. Volkan Kolunda serumla uzanmış bir pozisyondaydı. Yatağının yanına geldim.
Şaşkınlıkla kaşlarım çatıldı. "Sana ne oldu?" diye sorduğumda arkamda Bayar'ı da hissettim. Kolundaki serumu gösterdi. "Zehirlendim!"
Hızla yatağının ucuna oturdum. "Nasıl?" diye sordum şaşkınlıkla. Volkan derin bir nefes aldı. "Evimin karşısında yeni açılmış bir restoran vardı. Yeni açıldığı için bayağı da ucuzdu. Oradan yediğim yemekten zehirlendim." Gülesim geldi ama kendimi tuttum.
Elimi omzuna koyum. "Ah be Volki'm! Yetmedi mi şu çektiklerin?" Volkan sıkıntılı bir nefes verdiğinde Bayar'ın sert öksürüklerini duydum. Anlaşılan abiciğim sert abiyi oynuyordu.
"Hem ne işin var orda zenginsin oğlum sen! Cimri zengin! Hadi ben gidip zehirlensem neyse de, sen zehirlenince garip oluyor!" Volkan alt dudağını sarkıttı. "Ne bileyim Mano ya..." diye mırıldandı başını eğerken.
Başını tekrar kaldırarak bana baktı. "Peki senin burada ne işin var?" diye sordu Volkan. Nefes verdim. "Hastalığımla savaşıyorum işte. Daha çok savaşmıyorum da o beni yıkmaya başlıyor da diyebiliriz." dememle bakışlarına hüznün çöktüğünü gördüm.
"Savaşacaksın ve yeneceksin." dedi emin bir şekilde. Yüzümde acılı bir tebessüm yer aldı. "Kendini koruyacak bir silahın yokken savaşamazsın ki Volki."
Bayar öksürdü. "Saçmalama kızım. Senin ölmene hayatta izin vermem." Göz ucuyla ona baktım. "He Bayar, Azrail de gelip canımı almadan önce senden izin isteyecekti değil mi?"
Bayar omuz silkti. "Benim kardeşimi öldürmek istiyorsa tabi ki benden izin isteyecek." dedi kendine güvenerek. Ardından Bayar'ın bakışları Volkan'a çevrildi. "Bu kim?" dedi hoşnutsuz bakışlarını hiç çekinmeden Volkan'a gönderirken.
Volkan elini Bayar'a doğru uzattı. "Adım Volkan. Manolya'nın arkadaşıyım." dedi samimi bir şekilde. Bayar, Volkan'ın uzattığı eline kısa bir bakış atıp karşılıkla oda elini uzattı. Elini Volkan'ın aksine sertçe sıkarak, kurban pazarlığı yapan dayılar gibi salladı. "Bende Bayar. Abisiyim."
Volkan'ın kaşları çatıldı. Ardından bakışları hemen bana çevrildi. "Abisi? Tek çocuk değil miydin?" diye sordu şaşkınlıkla. Başımı salladım. Bu sırada Bayar elini çekerek bu sefer sertçe omzuna koydu. "Manevi abisiyim. Abisi gibiyim." Volkan aydınlanmış gibi bakarak başını salladı.
"Bu ne ara oldu?" diye sordu Volkan şaşkınlıkla. Bayar'ın kaşları çatılırken ben güldüm. "Yaklaşık bir iki gün önce." dedim. "Sana be kardeşim? Sen serumunu yemeye baksana." dedi tersleyerek.
Bayar'a dönüp omzum üstümden Yapma der gibi bakıp attım. "Yalnız bana laf söyleme. Senden önce ben vardım. Sen onun manevi abisiysen ben çoktan onun manevi ikizi olurdum." alayla demesiyle Bayar'ın kaşları daha da çatıldı.
"Kes lan kılçık! Hiçbir şeyi olamazsın sen onun. Sen sadece arkadaşı olabilirsin!" dedi Bayar tehditkar bir sesle. Artık Volkan'ın da kaşları çatıktı. "Kılçık mı? Bu nasıl doktor?" diye mırıldandı sinirle.
Ardından çenesini hafifçe kaldırarak bağırmaya başladı. "Aa! Buranın nasıl doktorları var böyle? Hastalara hakaret edi-" Bayar ve ben onun ağzını kapatmıştık. "Kapa şu çeneni kılçık!" İnsanların bakışları üzerimize çekilmişti. "Volki'ciğim benim hatırım için şu Amerikan doktoru rezil etme."
Volkan ikna olmuş gibi bana bakarak başını salladı. Elimi ağzından çektim ama Bayar'ın eli hala ağzındaydı. Bayar çekmeyince bileğini kavrayarak kendim çektim.
Cemile hemşire yanımıza yaklaştı. Bakışları Bayar'daydı. "Bayar hocam?" deyince Bayar kendine çeki düzen vererek Cemile'ye döndü. "Evet?"
"Hocam yüz beş numarada ki hastanız uyandı." dedi ciddiyetle. Bayar başını salladı ve buraya döndü. Bakışları direk Volkan'daydı. "Volkan mısın, dağ mısın nesin, sana hiç güvenmedim. Kardeşime yanaşma. Eğer yanlış bir hareketini görürsem seni ameliyata sokar, üstüne yanlış ameliyat yaparım." dedi tehditkar bir sesle.
Volkan yüzünü buruşturdu. "Gider misin? Arkadaşım o benim, yanlışım olmaz." dedi Bayar'ı umursamayarak. Bayar arkasını dönüp gittiğinde birkaç kere gördüğüm ama adını bilmediğim başka bir hemşire de peşine takılmıştı.
Cemile buraya döndü ve Volkan'a yaklaştı. "Serumunuz bitti mi?" diye sorarak serumu kontrol etti. "Az kalmış." diye mırıldandı. Gözlerimi kısarak kalan seruma baktım. Az bir şeydi. "Onu da iki yudumda içse olmuyor mu ya?" diye mırıldandım.
Cemile bu soruma gülerek başını iki yana salladı. "Şşt!" Volkan'ı ayağından dürttüm. Volkan'ın bakışları bana çevrildi. "Ben şimdi doktorumun yanına gideceğim. Sonra tekrar gelirim olur mu?" diye sordum.
Volkan, "Az bir serum kalmış zaten bekle beraber gideriz doktorunun yanına." dedi ciddiyetle. Dudağımı sarkıttım. "Bilmem ki, öyle de olur." diye mırıldandım.
Cemile başka hastalara yöneldiğinde ayağa kalkarak serumum yanına gittim. Serum poşetini ortasından sıkarak daha hızlı bitmesi için uğraştım. Volkan dehşetle bana baktı. "Manyak mısın kızım? Damarım falan patlar yapma." deyince güldüm. "Korkma ölmezsin. Böyle daha hızlı biter." dedim ve parmak uçlarımın serum poşetine olan baskısını arttırdım.
"Hayırdır yoksa doktorunu görmek için heyecanlandın mı?" diye sordu başını kaldırıp bana imayla bakarken. Alayla gülüp alnına bir tane yapıştırdım. "Sorma ellerim titriyor heyecandan."
Gözüyle ellerimi işaret etti. "Onu fark ettim." demesiyle başlarım elime kaydı. Ellerim gerçekten titriyordu. Ama heyecanlı değildim. "Nasıl ya?" diye mırıldandım.
Ellerimi serumdan çekerek aşağıda yan yana getirdim. Bakışlarım titreyen ellerimde gezindi. Niye titriyorlardı ki?
Volkan'ın da kaşları çatılmıştı. "Ne oldu?" diye sordu. Konuşmasıyla kendime geldim. "Hiç..." diye mırıldanarak ellerimi Doğuş doktorun siyah eşofmanının cebine soktum.
Çok geçmeden Volkan'ın serumu bitince beraber ayaklandık. Benim asansöre binmeden merdivenlerden çıkmamla oda peşimden çıktı. Doktorlar, hemşireler, hastalar etrafta dolanıyorlardı.
Koridorda Doğuş doktorun odasına ilerlerken arkamdaki Volkan'da beni takip ediyordu. Koridorda bana gülümseyerek, başıyla selam veren Mehmet'e sadece ifadesizce baktım. Bana acıyanlardan biri de oydu. Bu tepkimi beklemediği için yüzü solmuştu.
Volkan, "Ben girebiliyor muyum?" diye sordu. Başımı salladım. "Girebilirsin herhalde ya. Doğuş doktor sorun etmez. Takmaz bile." Onun umurunda bile olmazdı zaten.
Kapıyı tıkladım. "Gel." diyen tok sesi duyunca kapıyı açtım. Başımda hala ufak tefek ağrılar vardı ama artık alışıyordum. İçeri girdiğimde Doğuş doktorun önündeki dosyanın bir kısmına imza attığını gördüm. Eşsiz ve değişik bir imza atarak dosyayı köşeye bıraktı.
Bakışları önce bana ardından yanımda ki Volkan'a kaydı. Kaşları çatılmadı ama zeytin gözlerinde bir hareketlenme oldu. "Oturun lütfen." dedi sakince.
Başımı sallayarak her zaman oturduğum deri koltuğa oturdum. Volkan'da hemen karşımdaki deri koltuğa geçti. Doğuş doktor beni dikkatle inceledi. "Ben gelecektim. Keşke zahmet etmeseydiniz."
Kaşlarım kalktı. "Niye laf sokuyorsu-" Sözümü kesti. "Laf sokmadım Manolya hanım. Gerçekten zahmet etmenize gerek yoktu. Ben gelecektim. İyi değildiniz. Ve sözünüzü kesmek gibi bir kabalık yaptığım için özür dilerim." dedi mekanik bir sesle.
Volkan'ın yüzünde değişik bir ifade vardı. Anlaşılan Doğuş doktoru garip bulmuştu. Ama ben ona alışmıştım artık.
Bakışları kısa süre Volkan'da gezindi ve tekrar bana döndü. "Sizi muayene etmem gerekiyor. Beyefendi çıksın isterseniz?" diye sordu. Ardından bakışlarını kaçırdı. "Rahat edemezseniz falan. Normalde zaten çıkması gerekiyor." diye mırıldandı.
Muayene yaparken yeri geldiğinde üstümü de çıkarmam gerekebildiği için bunu söylüyordu. Ama Doğuş doktor bunu yapmamak için, rahatsız olmamam için elinden geleni yapıyordu.
Bakışlarım Volkan'a kaydı. Volkan'ın kaşları kalktı. "Çıkayım mı ben Mano'm?" diye sordu. Doğuş doktor yine ifadesizce bizi bekliyordu.
Volkan'a dönerek gözlerimi belerttim. "Yok, gel muayeneyi sen yap Volkan." diye fısıldadım alayla. Eliyle kendini gösterdi. "Ben mi ya-" sözünü kestim. "Tabi ki de çık Volkan!" dememle yumuşatmak ister gibi sırıtıp ayaklandı.
"Ben kapıdayım o zaman." dedi sırıtarak. Başımı salladım. Tam gidecekti ki tekrar ona dönerek konuştum. "Kapıda bekleme. Kantinde bekle." dedim ifadesizce. Doğuş doktorun bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Volkan'ın çıkmasıyla Doğuş doktor bana döndü. "Beni siz hastaneye getirmişsiniz. Nasıl getirdiniz?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Bir şeylerden şüphelenip sizi birkaç kere aradım ama cevap vermediniz. Siz açmayınca dairenizin önüne geldim. Kapınızı da çaldım ama açmadınız. Evinize girdim. Girdiğimde de sizi salonda baygın gördüm ve hastaneye getirdim." dedi mekanik bir sesle.
Kaşlarım derince çatıldı. "Yani yine bayılacağımı anladınız." diye mırıldandım. "Bunun sebebi hastalığınızın seviye atlaması gibi bir şeydi." dedi mekanik bir sesle. Anlamsızca kaşlarım düzleşti. "Nasıl yani? O nasıl oluyor?" diye sordum. Kalp atışlarım yine kulağıma doğru çıkıyordu.
"Hastalığınızın belirli evreleri var. Bunlara atladıkça hastalığınız daha da ilerliyor." dedi. Sesi beni üzmek istemez gibi çıkıyordu ama ne faydaydı. "Son evrede ne oluyor peki?" diye sordum hastalığım gibi titreyen sesimle.
Yutkunduğunu boğazındaki hareketlenmeden fark etmiştim. "Ben sizi son evreye gelmesine izin vermeden, kurtaracağım." dedi emin sesiyle. Yine gözlerimi dolduramazdım. Fazlasıyla sulu göz olmuştum zaten.
Kendimi tutarak benimkiler gibi yeşil olan gözlerine baktım. "İkinci evrede miyim şimdi?" diye sordum. Başını evet dercesine salladı. "İkinci evreye hastalığınızın belirtileri daha acılı ve daha sık olabilir." dedi mekanik çıkardığı sesiyle. Harbiden ölüme gidiyordum galiba.
"Hastalığınızın dört evresi var. İkinci evrede, eklemlerde ağrı, nefes darlığı göğüs ağrıları oluşmaya başlar yada sıklaşır." dedi mekanik bir sesle.
Yutkundum. "Peki bu evreler çok tehlikeli olur mu?" diye sordum titreyen sesimle. "İlerlerdikçe evet." dedi ciddiyetle. İçimi büyük bir korku sararken o tekrar konuştu.
"Sizi iyileştireceğim Manolya hanım. Bu zamana kadar ki bütün hastalarımı iyileştirdim." dedi çenesini hafifçe kaldırıp bana bakarken. Kendine fazlasıyla güveniyordu ve güvenmesinin sebebi de başarılarının ve bilgilerinin ona verdiği güvendi.
"Hepsinin de benim gibi tedavisi yok muydu?" diye sordum ciddiyetime bürünerek. Başını iki yana salladı. "Değildi. Eğer öyle olsaydı adımı daha sık duyduğun bir doktor olurdum. Tedavisi olmayan ilk hastam sizsiniz ve sizi de iyileştireceğim. Siz benim hastamsınız." dedi kendinde güvenerek çıkan sesiyle. Her şeye rağmen ona bu kısımda hala güvendiğimi biliyordum.
Anlamsızca tebessümle, "Peki o zaman. Gösterin marifetlerinizi Doğuş bey." diye mırıldandım. Bu cümleme bir şey demedi.
"Hazırsanız muayeneye geçelim mi?" diye sordu. Başımı salladığımda oturduğu rahat koltuktan kalkarak arkasındaki askından doktor önlüğünü giydi.
Ayağa kalkıp köşedeki paravanın arkasında olduğunu bildiğim yatağa ilerledim. Küçük lavabonun önüne geçerek ellerini özenle yıkamaya başladı. Yatağın uç kısmına oturdum ve onu beklemeye başladım.
Ellerine beyaz eldivenlerden geçirirken önüme geldi. "Uzanır mısınız?" diye sordu yatağı işaret ederek. Başımı sallayarak ayakkabılarımı çıkarıp yavaşça yatağa uzandım. Rahat etmezsem olmazdı.
"Üzerinizdekini çıkarsanız sorun olur mu?" diye sordu mekanik bir sesle. Başımı iki yana salladım çünkü altımda ince askılı kısa beyaz atletim vardı. Dikleşerek üzerimdeki Doğuş doktora ait olan büyük tişörtü çıkardım.
Tişörtü çıkarınca artık sadece, yine ona ait olan uzun siyah eşofmanı ve üstümde kısa bir atletle kalmıştım. Sırtımı geri yatağa bastırdım. "Başlayabilir miyim?" diye izin istedi. "Başlayın." dedim sadece.
Sıcak parmaklarının sırtıyla yavaşça tenime dokunmaya başladı. Parmakları tenimde gezinirken kasılarak nefesimi tuttuğumu fark etmemiştim. "Nefesinizi tutmayın." Yat şu sedyeye, üstünü de çıkar, ben sana dokunayım da sen nefesini tutma bakalım.
"Nefesim tutmuyorum." diye mırıldandım. "Tam iki saniye önce, sekiz saniye boyunca nefesinizi tuttunuz. Cildinize dokunmaya başladığımdan beri." dedi mekanik bir sesle. Boş zamanlarına kronometre mi oluyorsun acaba Doğuş doktor?
Parmakları tenimde gezinmeye devam etti. "Bunu cildinizin muayenesi için yapıyorum." diye kısaca açıkladı. Parmaklarının sırt kısmı atletimin açık bıraktığı kısımlarda gezinirken dikkatle inceleme yapıyordu.
Düşünsenize aşık olduğunuz ama aynı zamanda unuttuğunuz ex aşkınız sizin doktorunuz ve sizi o muayene ediyor. Ne kadar da gerici.
Parmakları tenimde gezindikçe daha da geriliyor fakat bunu ona belli etmemeye çalışıyordum. O buna rağmen anlıyor gibiydi ama.
Bir süre böyle oyalandıktan sonra parmakları tenimden uzaklaştı ve beni bu gerilimden kısa süreliğine de olsa kurtardı. "Oturur musunuz?" diye sordu sakince. Dediğini yaptım ve eskisi gibi oturur pozisyona geldim.
Çeneme dokunup kafamı hafif ve nazikçe yukarı kaldırdı. Gözleriyle yüzümü, mimiklerimi, ifademi büyük dikkatle incelerken bu sefer tükürük bezlerimin olduğu kısmı elleriyle dokunmaya başladı.
Elleri çekilince bedenide hafifçe geri çekildi. Yatağın yanındaki masadan bir boğaz çubuğu aldı. Tekrar önüme geldiğinde, demin de incelemesine rağmen tekrar dudaklarımı gözleriyle inceledi. "Ağzınızı açar mısınız?" Dediğini yaptım.
Çubuğu ağzıma sokarak dilimin üstüne ağzımın içini incelemeye başladı. Çubuğu yana kaydırdı ve yanaklarımı hafifçe açtı. Tek tek iki yanak içimi de inceledi.
Çubuğu ağzımdan çıkarılıp köşeye bıraktı. Masanın üstünden göz fenerini alarak tekrar yüzüme yaklaştı. Yüzüme doğru çok eğilmeden bir elini alnıma koyup diğer eliyle iki gözüme de tek tek ışık tutarak inceledi.
Tekrar geri çekildi. Bu sefer eli boynuma gitti ve iki parmağını boynumun sağ bölgesinde bir noktasına nazikçe bastırdı. Ardından aynısını boynumun sol kısmına da yaptı.
"Boynunuzu çevirir misiniz?" diye sorduğunda boynumu hafifçe sağa doğru çevirdim. Bu sefer boynumda bazı bölgeleri dikkatle incelemeye başladı. "Diğer taraf." dediğinde bu sefer başımı sola çevirdim ve yine boynumu dikkatle inceledi.
"Başını kaldırır mısınız?" diye sormasıyla başımı hafifçe kaldırdım. Parmaklarımı boynumun ortasına yakın bir konumda hemen yan yana konumlandırdı. "Yutkunun lütfen." diye fısıldadığında derin bir şekilde yutkundum. Yutkunduğum sırada boğazımda oluşan o hareketliliğin üstünde parmaklarını hissetmiştim.
Parmakları bu sefer çenemde ve çene kaslarımda oyalandı. Kulaklarımın hemen altına kısaca bir baskı uyguladı. Çenemi nazikçe kavrayarak başımı yana doğru çevirdi. Parmakları boynumun en aşağı kısmında bir noktada gezindi. Elmacık kemiğin bir noktasına da kısa bir baskı uygulayarak başımı diğer tarafa çevirdi ve aynı işlemi oraya da yaptı.
🌺
Kantinde dolanıyor ve Volkan'ı arıyordum. Ama beyefendiler kantinde yoktu. Ona burada beklemesini söylemiştim ama şuan etrafta görünmüyordu.
Bakışlarım köşede birkaç hemşireyle sohbet içerisinde olan Esma'ya kaydı. Esma'nın yanına ilerledim. "Esma?" Esma'nın başı bana çevrildi. "Manolya? Bitti mi Doğuş doktorla olan muayene?" diye sordu. Başımı evet dercesine salladım.
"Volkan'ı gördün mü? Geldi mi hiç?" diye sordum. Kaşları çatıldı. "Volkan kim?" diye sorunca onun Volkan'ı tanımadığını hatırladım. "Ay sen onu tanımıyordun doğru." diye mırıldandım.
"Kim ki?" diye sordu merakla. "Arkadaşım." dedim sadece. Kaşları kalktı. "Nasıl bir arkadaş?" diye sordu. "Nasıl bir arkadaş derken? Normal, okuldan bir arkadaş." dedim.
"O mu, ben mi?" diye sordu hızlıca. Kaşlarım çatıldı. "İkinizde değil. Hem ne alaka?" diye sordum. Yüzündeki ifade bildiğin kıskançlık ifadesiydi. "Benden yakın mısın onunla? Hastanelere falan getirmişsin o kadar." dedi imayla.
Güldüm. "Kıskanma kıskanma! Sen zaten bu hastanede olduğun için seni hastaneden çıkarıp tekrar getirmedim kusura bakma." dedim muzip bir sesle. Omuz silkti. "Benden değerli olmasın da." diye mırıldandı.
"Neyse sen burada böyle hafif uzun boylu, kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, siyah tişörtlü, enayi gibi görünen bir erkek gördün mü?" diye Volkan'ı tarif ettim. Esma başını olumsuzca iki yana salladı.
Yanındaki diğer hemşirelere döndüm. "Siz, kızlar?" Aynı anda başlarını olumsuzca salladılar. Nefes verdim. "Tamam sağ olun." Tam gitmek için hamle yapacaktım ki Esma'nın konuşmasıyla durdum. "Kenan baş hekim seni odasına çağırmıştı."
Kaşlarım çatılırken Esma'ya döndüm. "Neden?" diye sordum sakince. Esma omuz silkti. "Sohbet etmek için sanırım." dedi. Kaşlarım daha da çatılırken başımı salladım.
Arkamı dönüp kantinin çıkışına ilerledim. Kenan başhekim muhtemelen geçen gün konuşulanlardan sonra nasıl olduğumu merak etmişti.
Volkan da nereye kaybolmuştu ki? Şimdi onu arasam bu sefer Kenan başhekimi bekletecektim. Zaten Volkan ortalıklarda yoktu, hemen odasına gidip çıkabilirdim.
Hızlı adımlarla asansöre ilerledim. Önce odasının yerini öğrenmeliydim. Asansörün önünde bir hemşire durdu. Hemşirenin yanına ilerledim. "Selam."
Kadın başını bana çevirdi. Otuzlu yaşlarında bir hemşire gibiydi. Gülümseyerek bana baktı. "Kenan başhekimin odası kaçıncı katta?" diye sordum. "Onuncu kat, koridorun başı." dedi. Başımı salladım. "Teşekkürler." Kadın cevap olarak sadece gülümsedi.
Onuncu kat düğmesine bastım. Asansör önce beşinci katta durdu. Kadın inince asansöre Fatih, Döndü ve Gümüş girdi. Fatih ve Döndü sohbet ediyor, Gümüş ise bütün ciddiyetiyle duruyordu.
Asansörün kapıları kapandı ve benim katıma çıkmaya başladı. "N'aber Manolya?" diye sordu Fatih. Herkesten bekleyebilirdim ama Fatih'ten beklemezdim. En azından onun susmayacağını düşünürdüm.
Cevap vermeyince Döndü ve Fatih bana döndüler. "Nasılsın kız?" diye sordu. 'Nasılsın kız?' ne köyde ismini bilmediği yada unuttuğu için 'kız' diye seslenen dayılar gibi.
"İyi." diye mırıldandım. Anlaşılan Gümüş'ün de dikkatini çekmiş olacaktım ki göz ucuyla beni inceliyordu. "Bir şeyin mi var senin?" diye sordu Fatih, bir gariplik sezerek.
"Yoo, her zamanki gibiyim işte." diye inkar ettim. "Normalde çoktan ismimle dalga geçmiş olman gerekiyordu." dedi Döndü. Kürkçü dükkanına güzel döndün, Döndü.
"Bugün havamda değilim pek. Hastaneye bayılarak geldiğim için de olabilir." diye mırıldandım alayla. Gümüş araya girdi. "Hastalığın nasıl gidiyor?" diye sordu ifadesizce.
Ona diğerlerinin aksine samimi bir şekilde gülümseyerek cevap verdim. "Sanırım ölüme doğru gidiyor." dedim sanki normal bir şeymiş gibi.
"Doğuş'tan pek hoşlandığım söylenemez ama onun başarılı bir doktor olduğuna ve seni elinden geldiğince kurtarmaya çalışacağına eminim Manolya." dedi ciddiyetle.
Kollarımı ciddi bir şekilde duran kadına sarmamla afalladı. "Bakacağız artık. En fazla ölürüz." dedim. Fatih ve Döndü'nün bakışlarını hissediyordum.
"Şuan niye böyle bir şey yaptın?" diye sordu Gümüş şaşkınlıkla. Kollarımı ondan çekerek sırıttım. "Bilmem. İçimden geldi." dedim. Bana acımayan az bir insan içinde sende vardın çünkü.
Açılan asansör kapılarından çıktım. Hepsinin de afalladığını görmüştüm gitmeden önce. Koridorun başında Kenan başhekimin odası olduğunu düşündüğüm kapıyı gördüm. Kapının yanında, 'Kenan Kırbaç' yazıyordu. Şimdi bu soyada güzel bir espri yapardım da...çok sapıkça kaçardı.
Saçlarımı savurarak kapıya doğru ilerledim. Tam elim kapıya gidecekti ki duyduğum tanıdık ses ve duyduğum cümlelerle yerime çivi gibi çakılı kaldım.
"Manolya için yaparım!" sesi sakindi ancak sertti de.
"Ona aşık mı oldun, Doğuş?"
Duyduğum seslerle kapıya daha da yaklaştım. Onun afalladığını hissetmiştim. Bana aşık mıydı? Neler konuşuyorlardı burada!
"Ne? Ona bağlanmadım. Sadece..."
Nefesimi tuttum.
"Ona aşık olduğun için mi o sözleri orada söyledin? Onu kendinden uzak tutmak için?"
Kapıya daha da yanaştım. Elimden geldiğince sessiz olmaya çalıştım.
"Ona aşık olmadım. O sadece benim hastam ve ona değer veriyorum."
Nefesimi tuttuğumu fark ederek nefesimi sessizce verdim.
"Ona karşı her hastandan farklısın ama. Tedavi çıkarmak senin işin mi Doğuş? Senin elinden gelebilecek olan o kıza tedavi çıkarmak değil, süreçteki ağrılarını, acılarını azaltmak."
Kenan başhekimin sözleri her ne kadar canımı yaksa da haklı olduğunu biliyordum. Kenan doktor durmadı ve tekrar konuştu.
"Bu tedaviyi çıkarak bile yüzde bir ihtimal Doğuş. O kızı da, kendini de boş bir umuda sürükleme. Bırak öleceğini bilerek yaşasın."
Yutkunamadım. Ne demek öleceğini bilerek yaşasın?
"Ölmeyecek diyorum. Boş bir umut falan da değil! Ben o tedaviyi çıkaracağım. Bu zamana kadar hiçbir hastam hayatını kaybetmedi. Oda kaybetmeyecek."
Beni de diğer hastaları gibi görüyordu.
"Doğuş, bu işi hırsa çevirme. O senin üstünde başarılarını geliştirilebileceğin bir deneğin değil. Önce aşık olduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi asıl amacının, ilginin, başarılarını onun ve hastalığı üzerinde yapacağını düşünüyorum."
Gözlerimin dolmak üzere olduğunu hissettim. Hislerim neden bana böyle bir kötülük yaparak o adamı seçmişti? Niye hayattaki her şey bana düşmandı?
Kenan başhekim, canımı yaktığını bilmeden tekrar konuştu.
"O konuşmayı da bilerek yaptın. Kız senden uzaklaşsın istedin. Aranızda bir şey olduğunu düşünselerdi yine başarınla yükselemezdin."
Dolan gözlerim sabrımdan önce taştılar ve usulca yanaklarıma doğru süzüldüler.
"Ne-"
"O kız son günlerinde felç, yatalak olunca yada iyileştiği halde öyle kalırsa, ne yapacaksın?"
Benim için her şey durmuştu. Koridorda yürüyen insanlar, onların konuşmaları, aklım, beynim, hatta zaman bile durmuştu. Sadece bir soru vardı.
Felç ve yatalak mı olacaktım?
Çok küçük ihtimalle iyileşsem bile hayatıma bir yatakta mı devam edecektim. Bir bitki gibi. Bir çiçek gibi.
Yaşadığıma bile sevinmezdim. Yapamazdım öyle. Ölmeyi tercih ederdim onun yerine. Yada zaten çok zamanım yokken bir kısmını da yatakta geçirecektim? İnsanların bana tam acıyacağı bir halde mi olacaktım?
Gözlerimden yaşlar durmaksızın süzülmeye başladığında kapının önünden sendeleyerek geri çekildim. Sırtımı hastanenin duvarına destek almak ister gibi bastırdım. Elimi ağzıma kapatarak ağlamaya başladım.
Göğsümdeki şiddetli ağrı şuan umurumda olmadı. Yine her şeyi üst üste hayatıma sokuyorlardı. Yine hayatıma üst üste acıları sokup çekip gidiyorlardı.
Kader şu oyunun sonunu getir artık. Benim hikayemi bitir artık.
Yüzüme yapışan saçlarımı hiddetle geri çektim. Ağlayışım koridora değil, kaderin kalın defterine yazıldı. Ağlayışım o odaya değil, hikayelere yazıldı.
Elimi tutan sıcak bir eli hissettim. Elimi yavaşça ağzımdan çekerek kızaran gözlerimle elimi tutan küçük elin sahibine baktım. Küçük boyuyla karşımda durmuş, okyanus gözleriyle bakan tanıdık bir kız çocuğu.
Otobüsteki kız.
Bakışları kızaran gözlerimde gezindi. Sessizdi. "Sen..." diye mırıldandım kuru bir sesle. "Sen yeşimsin. Yeşim taşı gözlü kız." dedi tatlı sesiyle.
Kahverengi saçları o gün kinin aynısı gibiydi. "Senin burada ne işin var?" diye sordum şaşkınlıkla. Kızın bakışları kızarmış gözlerimde dolanmaya devam ediyordu. "Ama senin gözlerin hep kırmızı."
Yutkundum. "Ağladın mı yine sen? Yoksa yine mi düştün?" diye sordu. Gülümsemeye çalışarak başımı iki yana salladım. "Alerjim var benim. Ondan öyle."
"Senin burada ne işin var? Bu katta?" diye sordum sakin kalarak. Alt dudağını sarkıttı. "Annemi kaybettim." dedi hüzünle. Onun annesi yoktu ki. O da tıpkı onun yaşlarındaki ben gibi yetimhanede kalıyordu.
"Nerede kaybettin anneni?" diye sordum ona yaklaşarak. "Çocuk katı! Çocuk katında!" dedi heyecanla. Gözlerimin altını kısaca silerek dikleştim. "Seni götürmemi ister misin?" diye soramama karşılık başını hevesle salladı.
Elinden tuttum ve beraber asansöre ilerledik. Demin duyduklarım hala aklımdaydı. Ben o acıya katlanamazdım. Felç olamazdım. Düşüncesi bile beni yıkıp geçiyordu. Çok korkuyordum. Artık beni bu hastalıktan koruyan kişiye sonsuz da güvenemiyordum. Bu yüzden daha da korkuyordum.
Asansöre girdik. Çocuk katının düğmesine bastım. Kapılar kapandı. Herkes yine akıp gidiyordu. Zaman da eskisi gibi akıp gidiyordu. Her şeyin bir kabus olmasını ve yine Ayten teyzenin zilime sert sert basışlarıyla uyanmak istiyordum.
Herkes o kadar zalimdi ki. Bunlardan biri de Doğuş doktordu. Bana hiç acımadan neler yapıyordu. Beni kullanmak istiyordu başarıları için. Benim onurumu profesyonelliği için kırıyordu, benden başarısı için faydalanmak istiyordu. Onun bu yüzünü görmek kalbime de fazlasıyla acı veriyordu.
Açılan asansör kapılarından çıktım. Yıkık bir haldeydim, dağılmış görünüyordum belki. Hiçbir şey umurumda olmamıştı. Yorgun adımlarımı çocuk katında atıyordum. Elimde, elimi sıkıca tutan kız çocuğunun eli vardı.
Bana bakan çocukları, aileleri yok saydım. Mutlu aileler, kıkırdayan çocuklar, nezle veya bilmem ne oldular diye endişe edip çocuklarını hastaneye getiren iyi ebeveynler. Kimseyi umursamadım.
"Şuradan." dedi ve beni bir köşeye saptırdı. Bir şey demeden dediği yeri takip ettim. Yorgun adımlarla koridorda ilerlerken bakışlarım açık bir kapıdan içeriye kaydı. Ve yine yerime çivi gibi çakılı kaldım. Gördüğüm görüntü şoka girmeme sebep olacak kadar büyük bir şeydi.
Babam ve yanında iki kişi.
Yönümü odaya doğru çevirdim. Onu en son yedi yaşımda görmüştüm ama o buna rağmen hiç değişmemiş gibiydi. Sadece saçlarının bazı kısımlarına aklar düşmüştü. İçimde bir burukluk oluştu. Gülen yüzüyle yatakta yatan kıza bakıyordu. Yatağın diğer yanında otuzlu yaşlarında güzel bir kadın duruyordu.
O adamı yıllar sonra görmenin bana verdiği his çok garipti. Sanki şuan o küçük kızmışım gibi hissettim. Sanki şuan ben yoktum, o vardı.
Yatakta uzanan kızın saçını şefkatle okşadı. "Doktorun gelsin konuşalım bir sonra çıkarız kızım." Kızım demişti ona. Bana hiç kızım dememişti. Kız başını kaldırıp gülümseyerek başındaki adama baktı. "Olur babacığım, zaten baba kız günümüzde senin yüzünden mahvoldu." Ona baba demişti.
Kaşlarım kalktı. Çocuğu mu olmuştu? Benim yüzüme bile bakmayan adam şimdi kızıyla baba kız günü yaparak gezip tozuyor muydu?
İçimde bir kırıklık hissettim. İçimdeki kız çocuğu babasından işittiği, o bedeninden büyük ağır sözler yüzünden bir köşede sesini duyurmamaya çalışarak ağlıyordu. Eli ağzında küçücük bedenine hayatın yorgunluğu inmiş kız çocuğu.
Elimi tutan küçük elin elimi sıktığını hissettim. "O senin baban mı?" Nasıl hemen tahmin ettiğini düşünmemiştim. Dolu ve kızarık gözlerimle başımı sallamıştım. "Seni sevmiyor mu?" Diye sordu benim gibi onları izlerken. Tekrar dolu gözlerimle başımı salladım. "Sevmiyor."
Kadın babamın yanına giderek elini tuttu. "Baban işte kızım..." nefes vererek sözüne devam etti. "Her zaman bir evham. Alt üstü nezle oldun. Ne gerek vardı o kadar hastaneye gitmeye?"
Babam şen bir kahkaha attı. "Evladım benim için çok değerlidir. Anlamam nezle falan." dedi üvey kardeşim olan kızın başına kocaman bir öpücük bırakırken. Biliyor musun baba, bende hastayım. Ama tek fark, ben ölüyorum. Diğer kızın umurunda mı bilmem ama.
Gözümden akan yaşı sertçe sildim. Ben yine bir kez daha kadere sövüyorum. Ben yine mutlu olamıyordum. O bile yıllar sonra karşıma böyle mutlu çıkabiliyordu. Ben bu dünyanın unutulmuş yaratığıydım.
Bizi unutup kendine yeni bir hayat kurmayı başarabilmişti. Kızını yetimhaneye verip kendini yeni bir aile kurmuştu. Ben hep onun gelip beni tekrar almasını beklemiştim içten içe.
Bir adım attım kapıya doğru. Babamın bakışları bana kaydı. Garip hisettim. Yıllar sonra genimi ondan aldığım yeşim gözlerle göz göze gelmiştim. Babamla göz göze gelmemle anılar resmen gözlerimde canlanmıştı.
"Hastaysan bak kendine birde beni uğraştırma. Nezle olmadın da ölüyorsun sanki!"
Yutkunamadığım sırada bir anı daha yüklendi gözümün önüne.
"Manolya, zırlama yine! Elin kesilmiş alt üstü!"
"Ama baba, çok acıyor. Lütfen bir bakar mısın?"
"Ağlama ağlak gibi. Ölmedin ya!"
Sırf annem beni doğurmak için öldü diye yıllarca beni katil belleyen adamın gözüne bakıyordum. O bana son derece ifadesiz bakıyordu. Bakışları çok kısa süre dolu gözlerimde gezindi. Ardından bunu umursamayarak konuştu. "Hemşire misiniz? Kızımın doktoru ne zaman gelir?" diye sordu bana. Tanıyamamıştı.
Cevap verecek gücü kendimde bulamamıştım. Durumu kavrayacak gücü bile kendimde bulamıyordum. Geri adım attım. Kaşları anlamsızca çatıldı. Ne beni tanımıştı, ne de çocuğunu hiç merak etmişti.
İçimde bir isyan vardı. Her bir isyan bir kıvılcımdı. Doğduğum günden beri kıvılcımlar birikiyordu. Ben o kıvılcımlar ne zaman yangına dönüşüp ya birini yada beni yakacak diye bekledim.
Kıvılcımlar hiçbir zaman başkasını yakmadı. Hep kendim yandım. Şimdi de o kıvılcımlar birikecek ve beni yakacaktı. Benim sonum olacaktı o kıvılcımlar.
Yanımdaki küçük kızın elini bıraktım. Hızla o odadan uzaklaşmak için koşarak koridorda ilerledim. İçimdeki o küçük kız çocuğuna dönmek istemiyordum. Bir anlığına bile olsa tekrar dönmek istemezdim ona. Mutlu mutlu kızının başında bekleyen o adamdan kaçmak ister gibi koştum.
Onun hayatı alt üst olmamıştı. O çok mutluydu. Eşi, çocuğu ve o, mutlulardı. Ben neden doğmuştum ki? Birilerinin mi cezasıydım? Bir şeyin mi cezasıydım yada neyin bedeliydim? Neden vardım? Acı çekmek için mi?
Bakışlarını üzerimde hissettiğim insanlar şuan zerre umurumda değildi. Sona iyice yaklaşıyordum. Her şeyden kurtulmak istiyordum artık. Bu hayattan, hastaneden, babamdan, kendimden bile.
Asansörün düğmesine hızlıca bastım. Gözümden firar eden yaşları elimle silip atma gereği duymamıştım. Asansörün kapısı açıldı. İçeride beş kişi vardı. Kimseyi aldırmadan hızla asansöre bindim ve en üst yirminci kata sertçe bastım.
Halimden dolayı bana bakan gözleri de umursamadım. Destek almak ister gibi sırtımı asansör duvarına yasladım. Demin gördüklerim ve duyduklarım gerçekti maalesef.
Bir kişi beni kullanmıştı, bir kişi ise beni hep yok saymıştı. Ve felç olacaktım kurtulamayacaktım bu hastalıktan. Hayat beni etkisiz bir elemana çevirmek istiyordu.
Ağlayışlarım yükseldi tekrar. Ellerimi yüzüme kapattığımda asansördekilerin bakışlarını üzerimde hissettim. Babam bile beni tanımamıştı. Bu kadar mı sevilmezdim?
Ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Aklımı bile kullanabildiğimi hissedemiyordum. Şuan sadece duygularım vardı. Hıçkırıklarımı kesilmiyordu.
Acı içimde yükseliyor ve beynimle anlaşma yapıp kalbimi bitirmeye çalışıyordu. Şuan o içimdeki çocuğun kalbi buna hazır değildi. Onu görmeye, onun sesini duymaya, onu bu halde görmeye hazır değildi.
Asansör bir katta durunca asansördeki herkes gitti. Asansörün kapıları kapandı ve yoluna kaldığı yerden devam etti. Ellerimi yavaşça yüzümden çektim. Elim göğüs ağrımın olduğu yere doğru gitti. Sertçe küçük kalbe bastırdım.
Aklıma sürekli olarak, babam, Kenan başhekimin sözleri, bana yaşattıkları, işittiğim her, beni yıkan cümleler kafamda dönüp duruyordu.
Felç olamazdım. Ben felç olarak yaşayamazdım. Zaten insanların bana acımış olduğu bir durumdayken birde felç olup tam acınacak biri olmak istemezdim. Çünkü ben olsam bende benim gibi birine acırdım.
Hıçkırıklarım susmuştu ama sırılsıklam gözlerim ve içimdeki yüksek hıçkırıklar hala yerli yerindeydi. İçimde o hale gelmenin korkusu dönüp dururken Asansörün kapısı açıldı.
Zorlukla derin bir nefes aldım. Asansörden çıkarken sertçe gözümün altındaki ıslaklığı silmemle elime maskaramın siyah boyası bulaşmıştı. Koridorda diğer merdivene ilerliyordum. Bu kat aşağı katlara göre daha sakindi. Sessizdi. Tıpkı evimdeki ıssız sessizlik gibi.
Adımlarım iyice yorgunlaşıyordu. Artık ne yaptığımı bilemeyecek bir duruma gelmiştim resmen. İsyanlarım artık içimde çığlıklara, ağıtlara dönmüştü.
Merdivenin kapısını açıp yukarıya çıkmaya başladım. Her bir adımım sarsakça düğümleniyordu. Boğazımda büyük bir yumru oluştuğunda yutkunmayı denedim ama yapamadım.
Adımların her bir basamağı sona çıkıyordu. Sonuma doğru adımlar atıyordum. Yada kurtuluşuma da olabilir. Dünya için küçük, benim için büyük bir şey yapıyordum.
Son basamakları çıkarken adımlarım da halsizleşmişti. Son kapıyı açtım. Rüzgarla beraber esinti hissettim. Sona doğru adımlarımı attım. Burası bomboştu. Ve çok yüksekti. Yükseklik korkumu kısa süreliğine unutmalıydım.
Korkum yüzünden geri adım atacaktım ki kendimi cesaretlendirdim. Benim amacım zaten o korkunun sebebiyken neden kaçacaktım ki?
Bunu gerçekten yapacaktım. Sanki şuan o içimdeki çocuk beni yönetiyor ve daha fazla acı çekmemek için bunu sonlandırmak istiyordu. Ve bende buna izin vermiştim.
Adımlarımı korkuluksuz hastane çatının ucuna doğru attım. Çok yaklaşmamıştım aşağının bir kısmı görünecek şekilde yaklaşmıştım. Ne kadar yüksek olduğunu görmemle korkuyla inleyerek gözlerimden yaş döktüm.
Ben ölürsem arkamdan kim üzülürdü ki?
Kimse.
Öylesine dünyaya gelmiş ve gitmiş gibi olacaktım. Kimsede bir şey ifade etmeyen acınası bir kız olarak dünyadan gidecektim. Kimse arkamdan üzülmeyecekti. Üzülenler iki üç gün sonra unutacaktı beni.
Ama o babamın çocuğu için üzülecek bir ailesi vardı. Ben felç olsam anca insanlara yük olacaktım. Yatalak olsam Doğuş doktor belki de gerçekten bana acıyacaktı. Kimsenin bana acıyan gözlerle bakmasını istemiyordum. Hele ki onun.
Çatının ucuna doğru bir adım daha attığımda göz yaşlarım daha şiddetlendi. Kalbim düğüm düğüm olmuştu. Kalbimin acılı inlemeleri hızlanıyordu, sesi kulağımda gibi duyuyordum.
Birazdan kalp atışlarım duracak ve bir daha konuşamayacaktım. Manolya Dinçer sonsuza dek offline olacaktı.
Göz yaşlarım arasından bulanık bir şekilde gördüğüm kadarıyla yerdeki, buraya geldiğim ilk gün gördüğüm ilk kişi olan o güvenlikle göz göze geldim. Kaşları şaşkınlıkla kalktı. Beni burada görmeyi beklemiyor olsa gerek.
Adam hızla içeri koşmaya başladı. Çok geç aslan. Ölmeden önce senin tepki verdiğini de gördüm ya.
Bakışlarım karşıdaki manzarada gezindi. Binlerce ev, binlerce bina, karınca gibi insanlar...Esen rüzgarlar kumral saçlarımı uçuşturuyor ve gözümün önünden geçiriyordu. Kollarımı açarak gözlerimi kapattım. Başımı gökyüzüne doğru kaldırmıştım.
"Seninle olan oyunumuza artık bir son verelim, kader." diye fısıldadım sırılsıklam gözlerimle. Hava kararmadığı için görünmeyen yıldızları hissediyordum. Onlar her zaman vardı ve her zaman yanımdaydı.
Bölümün sonuna geldik!
Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Siz Manolya'dan böyle bir hareket bekliyor muydunuz? Psikolojisi zaten çok iyi değildi, dahada bozacağız gibi görünüyor wkdkajdjejd
Kenan'ın Doğuş'a dedikleri hakkında ne düşünüyorsunuz peki?
Bölüme oy verip yorum yaparak destek olursanız çok mutlu edersiniz💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top