12.BÖLÜM : HİSSİZLİK HİSSİ

Göksel - Acıyor

🌺

Düşüncelerimin tükenmek olduğu kısımdaydım artık sanırım. O kadar şey olur hale ders çıkaramadığınız zaman aptal olduğunuzu düşündüren şeyler olur. 

Aklımı yönetemediğim halde yine de aptal olduğumu düşünüyordum. İçimdeki hisleri o an çıkarıp atamadığım içi kendime ve dünyaya sövüyordum. Her saniye bir şekil de aklıma gelip kalp atışlarımı hızlandırdığı için ona değil kendi aptallığıma kızıyordum.

Onunda suçu vardı ama onu sevmemem için daha ne yapacaktı ki? Hala dünyanın en aptal insanı gibi içimdeki hisleri bitirememiştim. O kendi hislerini başlamadan bitirerek kendini korumuştu oysa.

Bakışlarım durmadan avcumdaki gazlı beze kayıyor, ona kaydıkça canım daha da yanıyordu. Kendimi bu yüzden suçlamamda benim aptallığımdı aslında. Ben her saniye onu düşünürken, o profesyonelliği için beni harcamıştı.

Bir anda gürültüler oluşmaya başlayınca kendime gelerek etrafa baktım. Herkes çantalarını toparlıyor ve dışarı çıkıyorlardı. Dersi hiç dinlemediğimi hark ettiğimde sinirle nefes verdim. 

Elimde kalem, yazmak için hazırlandığım not almak için önümde duran defterimle kalakalmıştım. Firdevs bana döndü. "Çıkalım mı?" diye sordu. Sırtımı sandalyeye yasladım. "Ben hiç not alamamışım ya." diye mırıldandım.

Güldü. "Fark ettim."  dedi imayla. Kaşlarım çatıldı. "Hiç öyle bakma Firdevs!" dedim sinirle. Firdevs gülüşünüz bozmadan çantasını alarak omzuna astı. "Sen notlarını versene." dedim yalaka bir sırıtışla. "Hadi canım arkadaşım! Sen çok güzel not alıyorsun."

Firdevs alayla kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi?" diye sordu. Sırıtarak başımı onaylarcasına salladım. "En son sana gelmediğin gün not verdiğimde, "Bu yazı ne? Olmayan babaannem yazsa çok daha güzel yazardı! N'aptın tarihsel olsun diye çivi yazısıyla mı yazayım" Dedin." demesiyle o anı hatırladım.

Suçlu bir çocuk gibi gülümsedim. "Aa! Büyük ayıp etmişim ya! Ama olaya şöyle bak, ben tarihi çok severim. Ve çivi yazısına da bayılırım. Ondan sana iltifat etmişimdir." diye çevirmeye çalıştım. 

Firdevs'in ifadesinde değişiklik yoktu. "Lise de notun kötü diye Tarih'ten proje almıştın. Hocanın verdiği harita ödevinde Bizans'ı yanlışlıkla haritaya koymayı unutmuştun. Hoca neden olmadığını sorunca da, "Hocam, boş verin zaten bizi kıskanıyorlarmış." demiştin. Ve sıfır almıştın."

"Ama bu Tarih dersini sevmediğimi göstermez değil mi?" dedim düzeltmeye çalışarak. "Niye sıfır aldığını unuttun sanırım?" deyince tekrar hatırladım. Firdevs ukala bir sırıtışla tekrar konuştu "Hoca sana tekrar ödev vermek istemişti. Fakat sen Tarih'i hiç sevmediğin için hocaya, "Bana sıfır verseniz de olur. Benim işim Tarih öğrenmek değil. Tarih yapmak. Seneye hocam olmadığınız zaman sizin de benim için Tarih olacağınız gibi." dedin."  Aslında o hoca daha çok son cümleme sinirlendiği için bana sıfır vermişti.

"Tamam ya! Tarih sevmiyor olabilirim. Peki sen notları verecek misin?" diye sordum. Omuz silkti. "Almadım ki." demesi beni fazlasıyla sinirlendirmişti. "Kızım desene o zaman! Beni niye yarım saat konuşturuyorsun!" diye sinirle söylediğimde gülerek sınıftan çıkmak için kapıya ilerlemeye başladı.

"Zaten yazında çok kötü! Tarihteki ilk yazıyı yazanlar gibi yazın var!" diye bağırdım arkasından ama beni pek takmamıştı. Tekrar nefes verdim.  

Bakışlarım biraz yanımda oturan sessiz çocuğa kaydı. Hep oradaydı ve hep sessizdi. Kimse onu fark etmezdi bile. Gerçi daha çok o insanlarla sosyalleşmek istemiyor gibiydi. Onun hakkında bunun dışında tek bildiğim kimseye not vermediğiydi.

Yalan yok yakışıklıydı. Gür dağınık siyah saçları, Masmavi dikkat çeken gözleri vardı. Doğuş doktor kadar olmayan ama uzun sayılan bir boyu vardı. Üzerinde kalın oduncu bir gömlek altında siyah tişört, siyah pantolon vardı.

Kulağında kulak üstü bir kulaklık vardı ve zerre dünyayla ilgisi yok gibiydi. Önündeki dünya klasiği bir kitabı okuyordu. Onda doğru uzanarak onu koluna dokunmamla irkilerek bana döndü.

Bana bakışı çok garipti. Sanki uzaylıymışım gibi baktı, evet. Kulağındaki kulaklığı tek eliyle aşağı çekti. Gülümsedim. "Ders bitti. Sen gitmiyor musun? Hem derste kitap mı okudun. Gerçi okuyabilirsin. Beni ilgilendirmez de, ben öylesine sormuştum." Abartma sende niye bana neye uğradığını şaşırmış gibi bakıyorsun? O kadar da asosyal olamazsın.

Umarım asosyal, sessiz katillerden değilsindir. "Burası sakin ve sessiz şuan." dedi ve kulaklığını geri takarak önüne döndü. Benim olduğum hiçbir yer sessiz yada sakin değildir dostum.

Tekrar koluna dokunmamla kulaklığını çıkararak tekrar bana döndü. Bana Efendim? dercesine baktı. "Dersin notunu çıkardın mı? Gerçi kitap okuyordun çıkarmam-" Bir defteri ortaya çıkararak masaya koydu. "Not çıkardım." dedi tok bir sesle.

Tam uzanacaktım ki defteri önümden çekti. "Sana alabilirsin demedim. Not çıkardım dedim." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ver işte ya şu notları! Ne olacak hem? Alıp hemen geri getiririm ha?" diye sordum. Bunu kabul etmesi en imkansız kişiden istiyordum.

"Notlarımı kimseye vermiyorum." dedi net bir sesle. Sinirle tahammülsüz bir nefes verdim. "Versen ölür müsün?" diye sormamla başını salladı. "O zaman hiç zahmet etme nota falan. Ben seni direkt öldürürüm." dedim ve defteri hızla uzanarak önünden çektim. Sadece ödünç alıyorum.

Hızla sandalyemden kalkmamla oda kalktı. "Hey! Ne yaptığını sanıyorsun? Hemen notlarımı geri ver!" dedi sinirle. "Ödünç aldım, aslan. Sakin ol." dedim çantamı bir kolum asıp aceleyle dışarı koşarken.

Adımlarımı hızlandırarak ondan uzaklaşmaya çalıştım ama boydan dolayı benden hızlı koşuyordu. Bana yetişmesine biraz kalmışken hızla merdivenlerden inmeye başladım. "Çabuk onları bana ver!" diye bağırdı arkamdan.

Koşarken güldüm. "Gel de al sessiz çocuk!" diye bağırdım. Merdivenlerin bitmesiyle oda dibimde bitti. Hızla kolumu tutarak beni kendine çevirdiğinde kolumu fazla sıktığı için canım yandı.  Bu acıyla beraber kolumu hızla ondan kurtardım. 

"Ver defterimi!" diye çemkirdiğinde diğer elimle acıyan kolumu ovaladım. "Sessiz hayvan! Öküz!" dememle kolumu fazla sıktığını yeni fark etmiş gibi bakışları koluma kaydı. "Özür dilerim." dedi sadece.

Elini bana doğru uzattı. "Defterim?" Uzattığı eline vurdum. "Al sana defter! Ya kolumu acıttın, defter bende kalsın bari! Lütfen!" diye bağırdım. Etrafta bana bakan bazı insanları umursamadım. Oda fazlasıyla umursamamış gibiydi

"Defterimi istiyorum." dedi sertçe. Kaşlarımı çatarak ona yaklaştım. "Vereceğim..." Bakışlarımı siyaha yakın rengi olan mavi gözlerine çektim. "Ama şuan değil!" dedim ve arkama bile bakmadan fakültenin çıkışına doğru koştum. Duyduğum şey sinirle sert bir şekilde inlemesi olmuştu.

Koridorda gelişigüzel çıkışa doğru koşarken hemen bana çarpmak üzere olan kutularla dolu olan taşıma arabasını görmemiştim. 

Koli arabası tam bana çarpacaktı ki bir kol beni çekerek taşıma arabasından kurtarmıştı. Ondan kurtulsam da maalesef yana doğru yere çakıldığım için yine canım yanmıştı. Başımın altında beni koruyan bir kol duruyordu.

Fakülteye bir sessizlik çökmüştü. Tahminimce herkes buraya bakıyordu. Yavaşça yerden kalkmaya çalışarak beni koruyan ve yerde benimle düşen kişiye döndüm. Sessiz çocuk.

Başını kaldırıp yavaşça dikleşmeye çalıştı. Üzerine düştüğüm kolumu tutarak ayağa kalktım. "Sen demin beni mi korudun? Hayret o taşıma aracının bana çarpmasını ve senin de notları alıp kaçmak isteyeceğini düşünürdüm sessiz çocuk." 

Yavaşça ayağa kalktı. O beni korumak istediği için benden daha çok hasar almıştı. Yüzünü buruşturarak ayağa kalktı. "İnsanların çantalarını karıştırmayı sevmem. Kendi çantandan kendin çıkarıp bana vermen gerekiyor geveze kız." dedi ciddiyetle.

Çantamın askılarını düzelterek ona baktım. "Defterini mi istiyorsun?" diye sordum. Başını evet dercesine salladı. "Bir not için değer miydi burada koliler önüne atlamaya?" diye sordum. 

Bana doğru bir adım attı. "Benim notlarım değerlidir geveze." dedi kısık bir sesle. Alayla güldüm. "Tamam. Yarın getiririm notlarını." dedim ve hızla arkamı dönerek çıkışa koşmaya başladım. "Hemen gel buraya!" diye arkamdan bağırsa da umursamadım.


🌺

Şu hastaneye gelişim bile eskisi kadar keyifli olmuyordu. Şu canım robot gibi olan güvenlikçi beyefendi bile eskisi gibi gelmiyordu. Çünkü adam artık gülümsüyordu. Üzerler oğlum seni.

O kadar garip hissediyordum ki sanki bu hastanede gelen geçen doktorlar, hemşireler, personeller, hastalar, herkes bana acıyordu sanki. O odada kimler vardı ve hangileri bana acımıştı. Bunun cevabı da Bayar'daydı.

Danışmanın önüne geldiğimde Sultan başını kaldırıp gülümseyerek bana baktı. Normalde hep ya ifadesiz yada sıkıntılı bakardı. Niye bana gülümsüyordu? Acıyor muydu yoksa?

Ona kaşlarımı çatarak baktığımı fark ettim. "Doğuş Çekici doktor beni çağırdı." dedim. Başını sallayarak eliyle asansörü işaret etti. "Biliyorum. Doğuş doktor haber verdi. Birde şey dememi istedi, odası ikinci kat, koridorun sonunda." Bunu bildiğim halde neden söylettirdiğine anlam verememiştim.

Başımı sallayarak asansöre ilerledim. Çantamın askılarını sıkarak düzelttim. Bu dört duvarın içinde kendimi çok garip hissediyordum artık. 

Asansörün açılmasıyla asansörde sırtını asansörün duvarına yaslamış bir şekilde duran Arat'ı gördüm. "Acımasınız teki olarak bunu başarabil bari."

Onu görmezden gelmeye çalışarak asansörün kapılarından içeriye girdim. "N'aber Manolik?" diye sordu keyifle. Benimle hala yüzsüz yüzsüz konuşabiliyordu. 

Onu takmamaya çalışarak asansörün ikinci kat düğmesine bastım. "Mükemmelim. Her zaman olduğum gibi." dedim ciddiyetle. Bunu söylerken ona bakmamıştım. "Bir sorun mu var? Neden garip davranıyorsun? " diye sordu. Kaşlarını çattığını hissettim.

Ona döndüm. "Neden bir sorun olsun Arat?" diye sormamla bana anlamsızca bomboş baktı. "Oradan bakınca çok acınası mı görünüyorum?" diye sordum. "Ne alaka?" dedi anlamsızca.

"Bana acıyorsun ya. Asıl ben sana acıyorum. İnsanlara arkadaşlık duygusuyla yaklaşıp aslında onlara acıyorsunuz! Artık bana yakın davranma!" dedim sert bir şekilde. Yüzüme can yakıcı bir alaylı gülümseme oluştu. "Pardon. Yakın davranma derken acıma demekte istedim." Afallamıştı.

"Nasıl? Sen nede-" Sözünü kestim. "Ben sizi duydum! Davet günü konuştuklarınızı duydum. Senin de bana acıdığını duydum." dedim titreyen sesimle. Ağzı aralandı. Üzüldüğü belliydi ama şuan oda umurumda değildi. Üzmeseydi üzülmezdi.

Asansörün açılan kapılarından çıktım ki iki üç adım atamadan hızla kolumdan tutarak beni durdurdu. Yeter ama salın şu kolumu! 

"Manolya çok klişe olacak ama düşündüğün gibi değil." dedi ama onu umursamadan kolumu ondan kurtardım. "Basbayağı düşündüğüm gibi. Hala kimi kandırıyorsun? Bir daha bana arkadaş dediğin acıma duygusuyla yaklaşma. Çünkü benim sizin acımanıza ihtiyacım yok!" dedim sert bir sesle.

Üzüldüğünü suratındaki ifadesinden net bir şekilde anlayabiliyordum. Hızla dönüp arkamı ilerledim. Doğuş doktorun odasına ilerlerken derin bir nefes aldım. Toparlanmalıydım. Güçlü durmalıydım. Bu üstüme üstüme gelen kaderin karşısında durabilmeliydim.

Omzum üstümden arkama baktığımda Arat'ın orada olmadığını gördüm. Önüme döndüm ve nefes verdim. Şimdi birde Doğuş doktoru tekrar görmek zorundaydım. 

Nazikçe kapıya vurduğumda saniyeler içinde, "Gelin lütfen." diye tanıdık bir ses geldi. Kapının koluna yüklenerek kapıyı açtım ve içeriye yavaşça girdim. Doğuş doktor başını önündeki belgelerden kaldırarak bana çekti. "Hoş geldiniz Manolya hanım." dedi son derece mesafeli bir sesle.

Başımı sallayarak cevap verdim. "Hoş bulduk Doğuş bey." Ona bey demek benim bile garibime gidiyordu. Ama artık bundan sonra böyleydi. Artık o Doğuş bey'di. Karşımdaki adam eski Doğuş çay değildi.

Eliyle her zaman oturduğum koltuğunu gösterdi. "Oturun lütfen." dedi kibarca. Başımı sallayarak gösterdiği koltuğa oturdum. Şimdi tam da onun istediği gibi mesafeli bir Hasta-doktor ilişkisi vardı aramızda.

"Beni neden çağırdığınızı öğrenebilir miyim?" diye sormamla başını tabi dercesine salladı. "Hastalığınızla ilgili konuşmak için çağırmıştım. Size hastalığınızı anlatacağım." dedi. İçime bir korkunun girmesi beni korkutmuştu. Bana 'Hastalığın' dese bile gerildiğimi hissediyordum artık.

"Olur. Anlatın." dedim sesimin titremesine engel olmayarak. "Çok az ve çok eskiden görülen bir hastalık. En son ki vakası on beş yıl önce çıkmış. İl vakası ise yirmi beş yıl önce. Toplam bu hastalığı olanlar senin dışında beş kişi...." diye söze girdi.

"Hastaların hepsinin de seninle aynı yada benzer belirtileri var. Bu hastalığın tedavisi üzerine pek yoğunlaşılmamış. Tedavisi de yok. Hastaların hepsi de ölmüş." dedi ciddiyetle. Hepsi ölmüştü. Bu demek oluyor ki bende mi ölecektim?

"Bu hastalığında evreleri var. Sen ilk evredesin. Evre atladıkça ve zaman geçtikçe hastalık büyüyecek ve belirtiler çoğalacaktır." dedi mekanik bir sesle. Bütün cümlelerini gözlerimin içine bakarak söylüyordu. 

"Hastalığın semptomları ve belirtileri kişilere göre değişir ama genel olarak, göğüs ağrısı, baş ağrısı, baş dönmesi, halsizlik, nefeste darlık, eklem ağrısı, ateş gibi belirtileri olabilir." dedi ciddiyetini koruyarak. Yutkundum.

"Ben sizin bu zamanki bütün testlerinizi inceledim. Kan testleri, idrar testi, tomografi, emar. Bana güvenebilirsiniz. Sorunlarınızın sebebi olarak görünen tek hastalık bu." dedi. Son yaşanan olaylara rağmen bu konuda ona sonsuz güveniyordum. 

"Madem hastalığın tedavisi yok, herkes ölmüş. Bende mi öleceğim?" diye sordum endişeyle titreye sesimle. Doğuş doktor  ifadesizce bana baktı. Her zaman ki gibi duygusuz ifadesiyle.

"Senin ölmene izin vermem. Tedavini bulacağım Manolya." dedi mesafe sözcüklerini de aşarak. "Hastanızın ölmesine izin vermeyin Doğuş bey." dedim mesafe sözcüklerini bastırarak.

Bastırdığım sözcükleri fark etmiş olacak ki gözlerini benden kaçırdı. Yaptıklarına pişman olduğunu gözlerinden görebiliyordum. "Hastalığımla ilgili öğrenmem gereken başka bir şey var mı?" diye sordum. 

"Duygularınız da hastalığınızı tetikleyebiliyor. Yaşadığınız heyecan yada herhangi baskın bir duygu vücudunuza etki ettiği gibi aynı zamanda hastalığınızı da tetikleyebiliyor." dedi ciddiyetine bürünmeye çalışarak.

Alayla değil acıyla gülümsedim. "Doğru. Bunu daha önce katıldığım bir davette anlamıştım." Elim kalbime gitti. "Tam burada şiddetli bir ağrı hissetmiştim. Önceden aşık olduğum bir adam yüzünden." 

Sertçe yutkundu. Ona artık açık açık aşık olduğumu söylemiştim ama artık yeni bir sayfa açmıştık. Benim aşık olduğum adam o değil, eski Doğuş'tu. Robot doktorumdu.

"Eğer sizi üzen biriyse onu söküp atın. Doktorunuz olarak size bunu öneriyorum." dedi ifadesiz kalmaya çalışarak. Sırtımı deri koltukla buluşturdum. Açık açık beni kalbinden söküp at diyordu.

"Onu söküp atacağım zaten. Çalışıyorum üzerinde. Zaten bir şeyleri unutmada üstüme yok. Değil mi?" dedim bir anda sertleşen sesimle. "Hastalığım konusu bitti mi artık?" diye sordum sakin olmaya çalışarak.

"Bir şey daha var. Bu fırında yakma şeylerinin asıl sebebi fırından değil, sizden kaynaklanıyor." dedi pür dikkat bana bakarken. Kaşlarım çatıldı. "Anlamadım?" diye sordum.

"Hastalık arada unutkanlık yapabiliyor. Siz aslında kendiniz onları fırında unutuyorsunuz. Bunu sürekli olarak yaptığınız için fırınınızın bozuk olduğunu sandınız ama değil." dedi ciddiyetle. Ne yani fırınım bozuk değil miydi?

"Bunu fırınınızı kontrol ettiğim gece fark ettim. Aynı gece de hastaneye gidip hastalığınızı öğrendim." dedi gözlerimin içine bakarak. Çok garipti. O keklerin, böreklerin yanmasının asıl sebebi bunun olması çok garip geliyordu.

"Hastalığımın ne kadar çok etkisi var." diye mırıldandım. Bir şey demedi. "Siz çok güçlü bir kadınsınız. Üstesinden geleceğinize eminim. Tabi ki size bu süreçte elimden geldiğince yardım edip destek vereceğim." dedi. 

Kendimi toparlamaya çalıştım. Bunca şey yaşadım hepsini atlattım bunu mu atlatamayacağım? En fazla ölürüm işte.

"Bu arada..." diye mırıldanmasıyla bakışlarımı tekrar ona çektim. "Geçen gün size saldıran adamı karakola teslim ettim." dedi ciddiyetle. O adamın lafının geçmesiyle boğazımda bir yumru oluştu. "Adamın önceden küçük bir kız çocuğuna da aynısını denemiş." demesiyle resmen nefesim kesildi. Minicik çocuğun ne günahı vardı? Ne istemişti onun çocukluğundan?

"Ama o küçücük bir çocuk. Kadın bile değil." dedim titreyen sesimle. Başını evet dercesine salladı. "Maalesef dünyada böyle insanlarda var." dedi. 

"Belalarını bulsunlar! Canları cehenneme!" diye sertçe mırıldandım. Ufacık çocuktan ne isteyebilirlerdi ki? Dünyada neden böyle kötü insanlar vardı? O çocuğun renkli dünyasını karartmıştı.

"Birkaç gün hastanede kalmıştı. Aldığı darbelerden dolayı. Şuan karakola teslim edildi ama. Cezasını bulması için elimden geleni yapacağım." dedi emin bir sesle. 

Aklıma gelen şeyle bakışlarımı ona çektim. "Siz kayıtları izlediniz mi?" diye sordum. Yüzünde olmayan ifadesi solmuştu. Başını ağır ağır evet dercesine salladığında cevabımı almıştım. Adamın bana saldırdığı anın görüntülerini izlemişti.

"Bana anlatacaklarınız bitti mi?" diye sordum boğazımı temizleyerek. "Bitti." diye fısıldamasıyla hızla sandalyeden kalkarak arkama bile bakmadan kapıya ilerledim. Onu da unutacaktım.

Bundan sonra ona karşı hiçbir şey hissetmeyecektim. Bunu o istemişti. Ben onun aksine hem kendi gururum, hem de onun mutluluğu için onunla hasta-doktor ilişkisi içinden çıkmayacaktım.

"İyi günler Manolya hanım." dedi buz gibi bir sesle. "İyi günler." diye cevap vererek kapıyı açıp odasından çıktım. Göz yaşlarım beni boğmak için doğru anı ve hazır olduğum bir anı bekliyorlardı. Hastalığım kesindi. Kesin olarak çaresi yoktu. 

Hızlı ve öfkeli adımlarla hastanenin koridorlarında ilerlemeye başladım. Tek isteğim bu hastanede daha fazla durmamaktı. Artık onu görmek bile canımı yakıyordu. Beni ağlama hissine boğuyordu.

Hızlı hızlı merdivenlerden inerken geçerken gördüğüm ama ilgilenmediğim Döndü ve Mehmet bana bakmışlardı. Bu halimi garipsemiş olmalıydılar. Onları da umursamadan merdivenleri indim. Hiçbir şeyi umursayacaktım artık.

Merdivenleri inmemle bakışlarım koridorun ilk odasındaki jaluzi perdesi açık olan camdan Bayar'ı gördüm. Onu görme isteğiyle dolmamla adımlarımı oraya attım. Bayar odada durmuş sanki biriyle konuşuyor gibiydi. Bu çocuk kendi kendine mi konuşmaya başladı? Vah vah!

Camın önüne geldiğimde karşısında birinin olduğunu ve o kişinin Gümüş olduğunu gördüm. Birbirlerine hem kırgınlık, hem de öfkeyle bakıyorlardı. Camın ardından kısıkça sesleri geldi. 

"Bayar lütfen mecbur olmadıkça çok sık karşılaşmayalım artık!" dedi Gümüş, Bayar'a sert bir darbe vurarak. Bayar, uzun boyundan dolayı kendisinden kısa kalan koyu kahve saçlı kadına kırgınlıkla, ama öfke perdesiyle örttüğü bakışlarıyla baktı. "Bence de! Zaten sen kendine yenilerini bulmuşsun!"

Kadın alayla büyük bir kahkaha patlattı. Bayar onu kahkahası bitene kadar izledi. Kahkahası biten Gümüş öfkeyle karşısında ki adama daha çok yaklaştı. "Sen büyük saçmalıyorsun! Okan'dan bahsediyorsan o sadece arkadaşım!" dedi yüksek bir sesle.

Etraftan sırf burayı izlemek için birkaç kez dolaşan hemşirelere döndüm. "Önünüze dönsenize! Tiyatro yapıyorlar sanki size! İşinizi yapın!" dememle bana sen kimsin? bakışları atarak işine döndüler. Onların bakışlarını aldırmadan Bayar ve Gümüş'e döndüm.

Bayar kaşlarını derince çatmıştı ve birbirlerine çok yakındılar. "O herif sana yürüyor! Bunu fark edecek kadar aptallaşmış olamazsın Gümüş!" dedi sertçe. Gümüş'ün dudakları kıvrıldı. Başını kaldırmasıyla Bayar'la yüz olarak da yeterince yaklaşmış oldular. "Kıskandın mı yoksa? Söyle hadi?" diye sordu alayla.

Bayar afalladı. Bayar'ın afallaması Gümüş'ü güldürmüştü. Bayar kaşlarını tekrar çattı. "Kıskandım be! Tamam! Eski nişanlımsın nede olsa! İçimde hala bir kırıntı-" Gümüş onun sözünü kesti. "Olmasın Bayar! İçinde bir kırıntı falan olmasın! Ben Baydım çünkü Bayar." dedi ciddiyetle. Bayar pür dikkat onu dinliyordu. 

"Ailen sana bu ismi koymakta yeterince haklılar. Ailen bile senden baymış. Sen kesinlikle isminin anlamını taşıyorsun. Önce sevgini veriyorsun ama sonra o gösterdiğin sevgi sıkıyor ve bayıyor. Bırak artık Bayar." dedi ve Bayar'ı yıkıcı darbeyi tam kalbinden vurdu.

Bu söz karşısında benim bile dudaklarım aralanmıştı. Ama onun kalbini kırmıştı. Gümüş, Bayar'ın omzuna çarparak odadan çıkmak için bir hamlede bulunduğunda Bayar şok ve kırgınlıkla geri sendeledi. 

Gümüş kapıyı açarak çıktı. Beni fark bile etmeden gitmişti. Hızla adımlarımı odanın içine atıp Bayar'ın yanına girdim. Kalçasını bir yere dayanmak ister gibi hasta yatağına yaslamıştı. Gözleri dolmak üzereydi.

"Bayar..." diye fısıldadım. Bayar ellerini yüzüne kapattı. "Hoş geldin Manolya. İyi misin?" diye sordu hiçbir şey yokmuş gibi. "İyi değilim. Ve sende iyi değilsin." dedim artık hem onun için hem kendim için gözlerim dolmuştu.

"Beni böyle görme." dedi sessizce. Üzülüyordu. Çok üzülüyordu. Yanına ilerleyerek bende kalçamı onun yanında boş bir yere yasladım. "Canın çok mu yandı?" diye sordum. 

Ellerini yüzünden çekerek gözlerini sildi. "Yok be. İki üç güne toparlarım ben." dedi gülmeye çalışarak. Dolu gözlerimle ona baktığımda onunda gözleri tekrar doldu. "Of! Sen niye ağlıyorsun aptal!" dedi gözyaşlarını tekrar silmeye çalışırken.

"Bayar senin isminle sadece ben dalga geçebilirim! Hiçbir insan senin isminle dalga geçemez!" dedim göz yaşlarım arasından. Zaten ağlamaya sebep arıyordum onu da Bayar'da bulmuştum. Ama o ağlamasın. Ben onun yerine de ağlardım.

"Geçmesin kızım! Tek benim kardeşim dalga geçsin!" dedi göz yaşları arasından. Kollarımı sormadan onun vücuduna sardım. Kardeşiydim onun. Tanışmamız çok uzun olmasa da kardeş olmuştuk biz.

"Ailen konusunu kafana takma." dedim. Takmaması imkansız olsa da. "Takmamayı daha üç yaşındayken öğrendim. On çocuk olunca kimse seninle ilgilenmiyor. Çok gelişmiş insanlarda değildiler. Kendi kendime baktım ben." dedi kuru bir sesle.

Devam etti. "Abilerim bile benim doğmamı hiç istememiş. Üç yaşımdan beri benim ismimle dalga geçtiklerini hatırlarım. Tamam bunu pek takmazdım ama hepsi birbirine değer verirdi. Bilal ve Halil abilerim ikiz gibidir. Ege ve Kaan abimde arkadaş gibidir. Yusuf ve Coşkun abim de öyledir. Oğuz ve Cafer abilerim de en çok birbirine değer verir. En büyük Zafer abimin de pek umurunda olan kardeşleri arasında değilim." dedi acı veren bir tebessümle.

"Bizim Gaziantep'te bir aşiretimiz var Manolya." Gözlerim kocaman açıldı. Kollarımı ondan çekerek ona şaşkınlıkla baktım. "Ay gerçekten mi? Yemin etmezsen inanmam!" dememle yüzü asıldı. "Ciddi bir şey anlatıyorum." demesiyle sustum.

"Babam katı biridir aslında. Ona göre aslında hiçbir çocuğu İstanbul'da ya da herhangi bir farklı şehirde yaşayamaz." dedi bakışlarını tırnaklarıyla oynadığı parmaklarına çekerek. "Sen?" diye sordum kısık bir sesle.

Bana bakmadan acılı bir tebessüm etti. "Ben onların gözlerinden çıkmış oğluyum. On çocuk arasından en küçüğünü hep bir hata olarak gördü babam." dedi. Kaşlarımı çattım. "O ne demek be! Sırf en küçüksün diye öyle şey mi olurmuş?" dedim sinirle.

Başını iki yana salladı. "Babam soy ve soyadın nesillere aktarılması işlerinde oldukça katıdır. Ben onun gözünde olmayayım da ne yaparsam yapayım." Başını bana çevirdi. "Bak uzman doktor oldum ama umurlarında bile değilim." 

Kaşlarım çatıldı. "Ya neden ama? Sadece en küçük çocuk olduğun için mi?" dedim şaşkınlıkla. Başını tekrar iki yana salladı. "Manolya ben baba olamayacağım." dedi. Ne? Bayar kısır mıydı?

Ağzım aralandı. "Gerçekten mi?" diye sordum. Başını tekrar salladı. Bakışlarını kucağına çekmişti. Ağlamamaya çalışarak burnumu çektim. "Geri zekalı buna mı üzüldün! Ulan beni babam sevmedi yetimhaneye verdi be! Benim gibi olan bir sürü çocuk var! Onları mutlu et! Onlara baba olursun be! Babalık sadece biyolojik olarak olmaz! Bak benim babam bana baba olabildi mi? O şuan ne yapıyor, ne halde bunu bile bilmiyorum!" 

Bakışlarını bana çevirdi. "Ama bu farklı. Babam için kan çok önemli. Kanında 'Akbaş' kanı akması gerekiyor babam için." Elimle kalçasını yasladığı hasta yatağına sertçe vurdum. "Başlarım lan Akbaşına, kızılbaşına! Boş ver aileni! En azından seni seven insanlar var!" diye bağırdım.

Kalçasını yataktan ayırarak karşıma geçti. "Sevdiğim insanlar ben sessizce ülkeyi terk ederken neredeydi? Ben bu derdimi orta okuldan beri Gümüş'e anlatırdım ya! O ne yaptı? Beni ailemden vurdu! Onlara hak verdi!" Doğuş doktor benim acılarımı bilmeyerek bunu yapmıştı ama Gümüş, Bayar'ın acılarını bilerek ona bunu yaşatmıştı.

"Ben yurt dışına sırf bu sorunlarımdan uzaklaşmak ve tedavi aramak için gittim. Gümüş anne olmayı hak ediyor. Onunla nişanlandım, evet. Ve bunun bir bencillik olduğunu nişanlandıktan sonra anlayıp gittim." dedi çaresizce.

"Ama kimse sorgulamadı. Tamam yine sorguladılar bazıları ama gerçekten bana kalmamı istediğini hissettiren olmadı! Yalnız başıma gittim. Yalnız başıma kaldım hep." dedi çaresizce.

"Ben buradayım ya." dedim kısık çıkan sesimle. Gözleri tekrar doldu. "Bende hep senin yanındayım, tamam mı?" dedi ve yüzümü elleri arasına aldı. Dolu gözlerime dolu gözleriyle baktı. 

"Biz şimdi kardeş mi olduk?" diye sordum. Sahte bir şekilde kaşlarını çattı. "Ne kardeşi kızım? Ben senin ağabeyinim, ağabeyin!" Beni göğsüne çekerek kollarını bana sardı. Bana sıkı sıkı sarılırken, "Hep bir kız kardeşim olsun istedim biliyor musun?" dedi ve saçlarımın arasına minik bir öpücük bıraktı. "Hep beni seven biri olsun istedim biliyor musun?" diye fısıldadım.

"Bundan sonra bende senin favori ikiz kardeşinde benim o zaman." dedim kollarımı ona daha sıkı sararken. "Sana kardeşim deme diyorum! Abinim kızım ben senin! Aramızda altı yaş var!" diye sitem etti. 

"Tamam ağabeyciğim!" dedim gülerek. Güldüğünü saçlarımın arasına sızan hareketli nefesinden hissetmiştim. "Aferin benim güzelime. Hep böyle ol." Sarılırken koluna sertçe vurmamla acıyla inledi.

Kollarımı ondan çektiğimde gözlerini ve gözünün altını sildi. "Hadi nereye gidiyorsan dikkatli git." dedi kapıyı işaret ederek. "Beni kovuyorsun seni abilikten reddediyorum!" dedim muzipçe. Ardından hızla kapıyı açarak kapıdan çıktım.

Kapının önünde durarak gözümün altlarını hızlıca sildim. Başımı kaldırmamla Doğuş doktorun koridorun bir köşesinde elinde dosyayla dimdik buraya baktığını gördüm. Tahminimce bizi perdesi açık olan camdan da izlemişti. Ne kadar izlemişti ama bilmiyordum.

Onu umursamadan hiçbir tepki vermeyip koridordan Gümüş'ün doğru ilerledim. Oda zaten ne gelmişti, ne de bir laf etmişti. Sadece oradan öyle bakmıştı. Artık anca bakar zaten.

Gümüş'ün yanına gidecektim. Onunla Bayar'ı zor duruma düşürmeden konuşacaktım. Ona bilerek böyle bir şeyi demesi içimde büyük bir öfkeye sebep olmuştu. O Gümüş'le konuşmadan rahat etmezdim.

Hızlıca kapısını açarak içeri girdiğimde onu koltuğunda ağlarken buldum. Göz yaşları masadaki ajandasının deri kapağına düşüyordu. Ellerini saçlarına geçirmiş başı ajandasına bakıyordu. O kadar dalmıştı ki beni görmemişti. İçli içli ağlıyordu. Hastanenin her odası bir drama giriyordu.

Kapıyı arkamdan kapatmamla beni fark ederek başını kaldırdı. Kızarık gözleriyle şaşkınca bana baktı. "Manolya?" dedi ve hızla göz yaşlarını sildi. "Sen ne zaman geldin?" diye sordu telaşla.

"Şimdi." diye cevap verdim ifadesizce. "Ne istiyorsun?" diye sordu ciddiyetle. Birkaç adım atarak masasına yaklaştım. "Bayar'ı üzüyorsun. Yapma!" dedim sinirle ama sakince.

Kaşlarını çatarak bana baktı. "Sen kimsin? Sana ne bundan? Sana ne Bayar'dan?" diye sordu sinirle. Hala onu seviyordu. "Sana verecek cevabım yok. Asıl sen kimsin? Bir daha onu üzdüğünü görmek istemiyorum." dedim kendimden emin bir şekilde.

"Sen kendi derdine baksana Manolya!" dedi sinirle. Kollarımı göğsümde bağladım. "Bayar'ın derdi benim de derdimdir! Eğer onu istemiyorsan zorlama. Kalbini de kırma!" dedim net bir şekilde. Alayla güldü. "Bu yolumdan çekil mesajı mı?" demesiyle şaşkın içime sinsice sızdı.

"Ne?" diye sordum anlamsızca. "Boş versene." diyerek sandalyesinden kalkarak odasının çıkışına ilerledi. Bayar'dan hoşlandığımı mı ima etmişti? Ulan daha demin adama 'abi' diyordum!

Gümüş'ü takmayarak odadan çıktım. Bayar'a onu kıskandığı için laf ediyordu ama oda Bayar'ı benden kıskanıyordu. Manyak mıdır nedir?

Hastaneden çıkmamla bir ses duydum. "Manolya!" bu tanıdık ses Esma'dan başkasına ait değildi. Başımı çevirerek bankta Cemile'yle oturan Esma'ya baktım. Elini kaldırıp gel işareti yaptı.

Ne? dercesine ona baktım ama tekrar gel işareti yaptı. Çantamın askılarını düzelterek karşılarına geldim. "Evet, Esma?" diye sordum. "Sende bir gariplik var gibi." diye araya girdi Cemile. 

Esma dikkatle beni inceledi. "Boşuna bakmayın, evet var. Bugün modum pek yerinde değil." dedim halsiz bir sesle.

Esma kaşlarını kaldırdı. "Niye? Dünde davete gelmedin zaten." dedi sitemle. Nefes verdim. "Kar'la ilgilenmem gerekiyordu." dedim ciddiyetle. "İyi misin?" diye sordu Esma. 

Başımı salladım. "İyiyim Esma. Sağ ol. Sen?" diye sordum. Esma dikkatle beni inceledi. "Dünden beri  bir gariplik var sende." dedi gözlerini kısarak. Şimdi olayı yarım saat Esma'ya da anlatamazdım. "Valla Esma, senin üzerindeki o bel altı kot pantolonundan daha garip değilimdir."

Esma şaşkınlıkla pantolonuna baktı. "Gerçekten olmamış mı? O Kadar da uydurmaya çalışmıştım." dedi. Ciddiyetle ona baktım. "Olmuş mu sence?"

"Bence olmuş." Cemile'ye döndü. "Sence?" diye sordu. Cemile yüzünü buruşturdu. "Sırf kırılma diye dememiştim ama Manolya hiç çekinmeden direkt demişken bende söyleyeyim, bence de olmamış."

Omuz silktim. "Ben onun iyiliği için söylüyorum." dedim. Esma sıkıntılı bir nefes verdi. "Ev arkadaşımla olan problemlerimi düzeltmeliyim." diye mırıldandı. "Yine neden kıyafetlerine bir şeyler yaptı?" diye sordum.

Göz ucuyla bana baktı. "Bir şey yapmadım. Çamaşırları makineye atmış. Bir baktım hepsi küçülmüş." dedi sıkıntılı bir sesle. Kahkaha attım. "Esma şu hep üzerindeki hemşire takımınla gez daha iyi." dedim gülerken. Cemile'de benim dediğime peşimden gülmeye başladı.

"Manolya..." Yeter ama! Adımı ezberleme kararı falan mı aldınız? Başımı çevirdiğimde Arat'ı görmemle gülüşüm kayboldu. "Buyurun Arat bey?" diye sordum mesafeli bir şekilde. Esma ve Cemile yine dalga geçtiğimi sanarak güldüler.

"Konuşabilir miyiz?" diye sordu çekingen bir sesle. "Konuşacağım her şeyi doktorum Doğuş beyle konuştum. Siz bana ne diyecektiniz?" diye sordum mesafeli sesimle.

"Manolya lüt-" sözünü kestim. "Ben geçen o davet odasında duyacağımı duydum! Bana nasıl acıdığını da duydum!" Dedim sertçe. Bakışları suçlu bir çocuk gibi yere indi. Lütfen öyle bakma. İnkar et ama bana acıdığını kabul etme.

"Ne? Sen hangi odada konuşulanları duydun?" diye sordu Esma ayağa kalkarak. "Davetin odasında resmen bütün doktorların toplanarak dedikodumu yaptığı oda." dedim alayla.

"Onları duydun mu? Ama sen gelmemiştin?" diye sordu Esma şokla. "Geldim ve gittim Esma!" dedim net bir şekilde. Başımı Esma'ya çevirdim. Telaşlanması dikkatimi çekmişti. "Yoksa senden de duymam gereken bir şey mi vardı Esma?" diye sordum ifadesizce. 

Esma afalladı. "Ne?" diye sordu şaşkınlıkla. "Diyorum ki, bakıyorum telaşlandın. Senden de mi duymam gereken bir acıma duygulu bir söz vardı?" diye sordum imayla. O geceden sonra aklım o kadar karışmıştı ki herkes bana acıyor gibi geliyordu.

Esma'nın ağzı aralandı. "O ne demek? Sen sana acıdığımı mı düşünüyorsun gerçekten?" diye sordu yüksek bir sesle. Esma'ya bomboş baktım. "Bilmiyorum Esma. O an ile ilgili kim ne düşündü bilmiyorum. Bu yüzden zaten soruyorum." dedim.

Esma sinirle bir adım geri attı. "Sana acımıyorum! O zaman da sana acımamıştım! Telaşımın sebebi, senin onları duyup üzülme ihtimalindi!" dedi sertçe. Bana acımıyordu.

"Esma-" Esma sinirle bana bakarken sözümü kesti. "Sen bana demek ki yeterince güvenmemişsin!" dedi ve hızla arkasını dönerek hastanenin kapılarından içeriye girdi.

Başımı eğerek bir şey demeden hastaneden uzaklaşmak için ilerlemeye başladım. Kahretsin ki gözlerim yine dolmuştu! Buna asla engel olmamak çok kötü bir şeydi.

🌺

Katılaşan ve kaynamaya başlayan çikolatalı pudingi daha büyük bir heyecanla karıştırdım. Ocağın altını kapatarak pudingi karıştırmaya devam ettim. İyice katılaşmış ve puding kıvamını alarak çikolata kokusunu etrafa yaydığında tencereyi kulplarından tutarak ocaktan çektim.

Çikolata kokusunun etrafa yayılması bana bir kişiyi hatırlatmıştı. Onu hatırlamak heyecanımın ve moralimin düşmesine neden olsa da kendime gelmeye çalıştım. Sanki onu hayatımdan çıkarmak istedikçe daha da hayatımda konumlandırıyordum. Bunu yapmamalıydım. Gurursuz gibi hala sırf uzaklaşmak için bu yaptıklarından sonra ona yaklaşmazdım.

Çıkardığım kepçeyle tenceredeki pudingi dört kaseye de doldurdum. Fazlasıyla fazla yapmıştım. Bir kişiydim bana yeter artardı. Günde iki tane yersem yarın biterdi bu puding.

Pudingleri tek tek kaselere doldurduktan sonra puding kaselerini bir tepsiye koyarak buz dolabına koydum. Soğuduktan sona ağzıma layık olacaklardı.

Ve en enfes kısma gelmiştik. Tencereyi alarak dibindeki pudingleri büyük bir iştahla yemeye başladım. Kesin o Doğuş çay tencerenin dibini sıyıra sıyıra yemiyordur. Eğer yeseydi şuan böyle olmazdık zaten. Tam iki zıt insanız.

Olan olmuş geçen geçmişti. Bundan sonra hayatıma bakacaktım. Herkes başından kendini belli etmişti. Pek başından sayılmaz gerçi...

Ölümcül hastalığım olduğunu öğrenmiştim birde. İyileşecek miydim bunu bile bilmiyordum. Belki sonsuz bir uykuya dalacak bir daha uyanmayacaktım. Bunlara rağmen yaşamıma hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye çalışacaktım. Öleceksek de öleceğiz artık.

Bu hayatta yapmak istediğim çok şey vardı ve muhtemelen ölürsem, onları yapamadan ölecektim. Bu azı vericiydi. Özellikle hayallerim kısmı. Ben bu zamana kadar yaşadığım acılara katlanırken aynı zamanda hayallerime de tutunuyordum. 

Onca acıyı yaşadım ama bu hayatın bana getirdiği bir ödülü hiçbir zaman olmadı. Mutlu olmamak için mi gelmiştim ben bu dünyaya? Acı çekmek için mi gelmiştim? Hayatın bana ne zaman güzel bir getirisi olmuştu? 

İnkar edemezdim her şeye rağmen içimde hep bir umut vardı. Hep inanıyordum bir gün mutlu olacağıma. Şuanda ölümcül hastalığıma rağmen istemsizce inanıyorum. Benim de Hayal gibi ölümcül hastalığım vardı.

Mutfağı toparlamadan bulaşıkları lavabonun içine koyarak salona geçtim. Doğrusu bulaşıkları toparlamaya üşendim. Biraz daha biriksin öyle yıkarım bir ara.

Kendimi koltuğa attım. Orta masadaki laptopumu aldım. Hikaye yazacaktım biraz. Dizlerimin üstüne bıraktığım laptopu açarak yazma sayfama girdim. Hikayemdeki anlık durumuna uygun bir şarkı açarak yazmaya başladım. 

Parmaklarımı hızlı hızlı oynatıyor ve kendi oluşturduğum kurgusal karakterleri oynatıyordum. Bazen onların kurgusal olduğunu unutuyor Hayal'in de benim gibi olduğunu düşünerek yalnız hissetmiyordum. Oysa o sadece, benim yalnızlığımın meyvesiydi.

Uzay, Hayal'in hastalığını biliyor ve ondan neden uzaklaştığını da biliyordu. Hastalığı yüzünden ondan uzaklaşan Hayal'i bırakmak istemiyordu. Kimsesiz olan Hayal'in kimsesi olmak istiyordu.

Uzay ona söz vermişti. Beraber uzaya çıkacaklardı. Beraber uzaydaki gezegenleri inceleyecek, en güzelini, en sakini seçecekler ve o gezegen onların olacaktı. Benden daha klasik bir şey mi bekliyordunuz yoksa?

Hayal'in psikolojisi de iyi durumda değildi. Yalnızlıktan ve yaşadığı şeylerden dolayı kimseyi kolay kolay hayatına alamıyordu. Uzay her zaman ona iyi gelmiş, adeta onun ilacı olmuştu. 

Uzay'da Hayal'de birbirlerine olan duygularını anlamıştı. Hayal, Uzay'dan daha önce anlamıştı. Uzay, Hayal ondan kaçtıkça Hayal'i kovalıyor ve onu asla bırakmayacağını ona kanıtlamaya çalışıyordu.

Hayal bir yandan hastalığının olmayan çaresini arıyordu. Bu pek onun elinde olan bir şey olmasa da sürekli olarak doktoruyla konuşuyor, ona iyileşip iyileşemeyeceğini soruyordu. Doktorun cevabı ise hep aynıydı. "Bir çaresini arıyoruz."

Kendi yazdığım hikayeye bile üzülüp ağlıyordum. Karakterler kötü bir şey yaptığında, onları kendim yönlendirmeme rağmen onlara sövüyordum. Benim kadere sövdüğüm gibi onlarda bana sövüyor muydu acaba?

Sanki hepimiz bir kitap içindeydik ve sadece bir kişi tarafından yönlendiriliyorduk. 

Yaklaşık bir saattir burada oturmuş hikaye yazıyordum. Saat akşam saatlerindeydi. Parmaklarımı bir saattir, durmaksızın klavyenin üstünde şov yaparcasına hızlı hızlı oynatıyordum. 

Her yazdığım bir cümlede o an aklımda canlanıyor, sanki o yazdığım kısımlar aklımda bir filme dönüşüyordu. 

Kapının çalınmasıyla aklımdaki düşünceler uzaklaştı ve parmaklarım durdu. Başımı kapıya çevirdiğimde kapı tekrar çalındı. Yavaşça ayağa kalkarak üstümdeki yarım atleti düzelterek kapıya yöneldim.

Kapının ucundan kısık sesli sesler geliyordu. Bir kişiye değil birkaç kişiye ait sesler. Sesler tanıdık geliyordu. Kapının koluna uzanarak hızla kapıyı açtım.

Bakışlarım karşımdaki yüzlere kaydı. Bayar, Fatih ve Arat'ı görüyordum. Fatih ifadesizce bakıyor, Bayar gülümseyerek, Arat ise mahcup bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Tek kaşım kalktı. "Yanlış adres beyler. Burası altıncı kat, beşinci kat değil." dedim ifadesizce.

"Diğerlerin bilmem ama ben kardeşime geldim." dedi Bayar sırıtarak. Bu dediğine sadece gülümsemiştim. Bayar ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiğinde peşinden, "Bende." dedi ve içeri geçti Fatih. Esma'da burada olsun isterdim. Esma'yı görememek beni hüzne uğratmıştı. 

Arat tam konuşacak ve girmeye yeltenecekti ki kapıyı kapattım. Evet, bunu yaptım. Kapıyı onun yüzüne kapatmıştım. Bana acıyan birini evime almazdım. O dışarıda kalmaz Doğuş kankasına giderdi zaten.

Onlar solana geçen Fatih ve Bayar'ın arkasından giderek konuştum. "Hoş geldiniz o zaman." dedim neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle. Koltuklara yerleşirken cevap verdiler. "Hoş bulduk." diye Fatih, "Hoş bulduk kardeşim." diyen Bayar'dı.

Fatih düz bir şekilde otururken Bayar sanki abimsin değil de, evimin sahibisin demişim gibi bir rahatlıkla kolunu koltuğun tepesinden uzatmış bir bacağını diğerinin üstüne koymuş bir şekilde etrafı inceliyordu. Fazla abi tavırlarına bürünmüştü anlaşılan.

"Size ne koyayım? Ne içersiniz?" diye sorduğumda Fatih'in etrafta bir şey arar gibi gezen bakışları dikkatimi çekti. Muhtemelen demin kapıyı yüzüne kapattığım arkadaşını arıyordu. "Arat?" diye sorunca sahtece sırıttım. "Arat mı koyayım size?"

Bayar gülerken Fatih'in bakışları bana çevrildi. "O da gelmişti." diye devam etti beni umursamadan. "Kendisi şuan büyük ihtimalle bir aşağı katta." dedim derin bir nefes alarak. 

Fatih kaşlarını kaldırdı. "Gelmek istemedi mi?" diye sordu. Cıkladım. "Ben eve almadım." dedim sahte bir sırıtışla. Fatih bir şey demese de başını anladım dercesine salladı.

Bayar bana döndü. "Tek misin sen evde?" diye sordu kalın çıkardığı sesiyle. Anlamsızca başımı salladım. "Tek olmamam mı gerekiyordu?" diye sormamla Bayar tek kaşını kaldırdı. "Tek mi olman gerekiyordu?"

"Evde tek, görmüyor musun?" bunu diyen Fatih'ti. Bayar onu umursamadan oturuşunu düzeltti ama pozisyonunu bozmadan. "Peki." dedi sakince.

"Ne içersiniz?" diye sordum. "Çay olursa çok iyi olur Manolya." dedi Fatih. Başımı sallayarak mutfağa ilerledim. Ne var bu çayda bu kadar? Kahve de isteyebilirdin!

Hızlıca elektrikli çay makineme su koyarak çalıştırdım. Tam bu sırada köşede prizde şarjda olan telefonum çalmaya başladı. Telefonun yanına ilerlediğimde ekranda tanımadığım bir numaranın aradığını gördüm.

Aramayı cevaplayarak telefonu şarjdan çekmeden kulağıma koydum. "Alo?" dememle karşıdan hemen ses geldi. "Alo kızım ben Menekşe teyzen." 

"Buyur Menekşe teyze." dedim kibarca. "Kızım Doğuş sende mi?" diye sorunca içimi istemsiz bir korku kapladı. Sesinde herhangi bir tedirginlik olmasa da içimde bu his oluşmuştu. "Hayır Menekşe hanım. Niye ki?" diye sordum.

"Ya en sevdiği patatesli böreği yapıvermiştim. Dün erken gelirim demişti ama hala gelmedi." dedi meraklı bir sesle. "Hastanededir bence." dedim.

"Öyledi- dur kızım Doğuş arıyor kapatma bekle." Onun adını duymak kalp atışlarımı yükseltse de sakin ve doğal davranmaya çalıştım. Onun yaptığından sonra kalp atışımın adıyla bile yükselmemesi gerekiyor. Bunu hak etmiyordu çünkü.

Sakince Menekşe teyzeyi bekledim. Çok geçmeden Menekşe teyze rahatlamış gibi bir sesle bana döndü. "Heh! Tamam kızım." dedi. Tekrar konuştu. "Hastanedeymiş doğru dedin kızım. Bir hastasının hastalığı üzerinde çalıştığı için muhtemelen en geç sabaha karşı gelirmiş." deyince garip hissettim. Çünkü onun hastası büyük ihtimalle bendim. Başka bir hastasının hastalığının tedavisini bulmadığı için muhtemelen o sabahlamanın sebebi bendim. Daha önce de hastalığım için sabahladığı olmuştu.

"Ben o patatesli börekleri alayım mı Menekşe teyze? Valla canım çok çekti." dedim hevesle. Menekşe teyze çekinir gibi konuştu. "Kızım, Doğuş oğlum beni uyardı. Senin patates alerjin varmış. İstesen bile vermemeliymişim." Demesiyle yüzüm asıldı. Alerjim olduğunu unutmuştum. 

"Peki Menekşe teyze. İyi geceler." dedim neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle. Menekşe teyze konuştu. "Görüşürüz kızım." demesiyle telefonu kapatarak geri mermere bıraktım.

Kaynayarak fokurdayan çayı demlemek için önüne ilerledim. Dolaptan Lipton çayı çıkarıp çay makinesin içine üç poşetini attım. Bu markayı yeni almıştım ve ilk kez kullanacaktım. Bir miktar suyu içine doldurarak çayı demlenmeye bıraktım.

Nefes vererek geri salona ilerledim. Fatih ve Bayar hareketli bir sohbet içindelerdi. Bayar bu sefer pozisyonunu değiştirmiş ve kendi gibi oturmuştu. Bende diğer koltuğa yerleşerek onlara baktım.

"Hayır ya, herifler zaten olay çıkarmaya, iyice rakipleşmeye çalışıyorlar." dedi Fatih. Dikkatle onları dinledim. "İyi de oğlum sinirim bozuldu ya! Gelmiş karşıma var mısın osuna busuna deyip duruyor!" dedi Bayar sinirle. 

Sırtımı koltuğa yaslarken konuştum. "Kim?" diye sormamla ikisi bana döndü. Fatih bana dümdüz bakarken cevapladı. "Özyıldız hastanesini biliyor musun?" diye sormasıyla kaşlarım çatıldı. "Hayır?" dememle ikisi de eğlenmiş gibi sırttı.

"Ama sizin hastaneyi de bilmiyordum, sadece birkaç kez adını duydum. Hemen öyle sırıtmayın." dememle Bayar omuz silkti. "En azından duymuşsun." dedi ifadesini bozmadan.

"Ee?" diye sordum. "İşte o hastane bizin rakibimiz. Hep bizi geçmeye çalışıyorlar ama asla başaramadılar. Doğuş'ta dahil hiç bizimiz onları sevmeyiz. Doktorlarımıza da sürekli hastanelerinden iş teklifi yaparlar, özellikle de Doğuş'a."

"Ee?" dedim tekrar. Bayar devam ettirdi. "Bunların doktorları da hep bize dayılanır. Her zaman bir savaş, yarış peşindeler. Bugün kafede Fatih, Arat ve ben langırt oynarken gelip oynamayı teklif ettiler kışkırtıcı sözlerle. Ondan sinilerim bozuldu, az daha kabul edecektim ki Fatih durdurdu." 

Kaşlarımı çattım. "Kabul edip günlerini gösterseydiniz ya!" demesiyle Bayar elini 'Aynen' der gibi kaldırdı. Fatih, Bayar'ın eline vurdu. "Geri zekalı, Kenan abi onlarla muhatap olmayın dedi ya!" 

"Niye dedi ki? Olsanız n'oluyor?" diye sordum. Tekrar Fatih konuştu. "Kavga oluyor." dedi ve devam etti. "2019 yılı hastanenin ödül gecesinde kavga çıkmıştı. Hastanemiz ödül aldığı gece onlar yüzünden rezil olmuştu. Ve dahaları da var." dedi.

Şaşkınlıkla onlara baktım. "Neden bu kadar kavga çıkıyor ki? Tek sebebi sizi geçmek istemeleri mi?" diye sordum. Bayar konuştu. "Hayır. Tek sorun onların akıllanmayan bir maymun olmaları! Amerika'ya gittim geldim hala aynılar!" 

Bayar'ın dediğine gülerken Fatih araya girdi. "Bizi geçme çabalarından dolayı mıdır bilmiyoruz ama her gördüğü yerde en az bir laf çakarlar. Tabi bizim elimiz de armut toplamayınca cevabımızı veriyoruz." dedi ciddiyetle.

Başımı salladım. "Aman boş verin! Renksiz hayatınıza renk gelmiş işte." dedim güldürmeye çalışarak. Bayar gülerken Fatih sadece sırıtarak sırtını koltuğa yasladı.

"Sizin bu ziyaretinizin sebebi nedir?" diye sordum. Bayar kaşlarını çattı. "Ben abin olduğum için evine geldim kızım! Abini evinde istememenin bir sebebi mi var yoksa?" diye sordu.

Güldüm. "Yok abiciğim neden öyle bir sebebim olsun? İstediğin zaman gel. İstersen bir de yedek anahtar yaptırayım?" diye sordum muzip bir sesle. Cıkladı. "Ona gerek yok. Sevmiyorum eve anahtarla girmeyi."

Kaşlarım kalktı. "Camdan atlayarak girmesi zor olmuyor mu o zaman?" diye sormamla güldü. "Yok kız! Kendi evime anahtarla giriyorum." dedi Bayar.

Fatih gülerek Bayar'ı gösterdi. "Gerçekten bunu abin olarak görmek gibi bir kötülüğü kendine yaptın mı?" diye sordu. Bayar bu dediğiyle dirseğiyle Fatih'in koluna sertçe vurdu.

"Yaptık öyle bir şey." dedim sırıtarak. Bayar bana döndü. "Orada, burada karışan var mı küçük kardeşim?" diye sormasıyla gülecek gibi oldum. Fatih zaten direkt çekinmeden gülmüştü. 

"Yok, büyük kardeşim." dememle kaşlarını sertçe çattı. "Yok, canım abiciğim." diye düzetmemle memnuniyetle sırıttı. Hava atarcasına Fatih'e dönerek başıyla beni işaret etti. "Kardeşimi görüyor musun? Nasıl da seviyor beni? Senin var mı böyle kardeşin?" 

Fatih gülerken başını salladı. "Doğru, benim kardeşim yedi yirmi dört benim ismimle dalga geçecek biri değil." deyince ikimizin kaşları da çatıldı.

"Aa! Üstüme iyilik sağlık!" diye söylendim. Bayar, Fatih'in ensesine sertçe yapıştırdığında Fatih artık onun fiziksel olarak küçük şiddetlerine dayanamayıp, "Sende yeter ha!" diye söylenerek Bayar'ı boğazlamaya başladı. Bayar'da onu boğazlamaya başladı. 

Burada oturup çekirdekle beraber onları izlemeyi tercih ederdim ama, ikisi ölürse ve onları benim öldürdüğümü düşünürlerse düşüncesi beni yerimden kaldırmıştı.

Bayar'ın üstünde, Bayar'ı boğazlayan Fatih'in kolundan tutarak çekmeye çalıştım. "Ay bıraksana be!" diye söylendim Fatih'i çekmeye çalışırken. "Dur kardeşim!" dedi zorlukla Bayar. Sinirle alttaki ona baktım. "Sus be sende! Öleceksin farkında mısın?" 

Daha büyük bir kuvvetle Fatih'i çekmeye çalıştım. Fatih bir anda geri çekildiğinde onun kolunu tutan bende geri sendelemiştim. Hızla birbirlerinin yakalarına yapıştılar. O kadar hızlı hareket ediyorlardı ki onları takip edemiyordum. Kapı çalmaya başlanınca bu garip ortamda ne yapacağımı bilemeyerek kapıya koştum.

Kapı tekrar çalındı. Hızlıca kapı koluna uzanıp kapıyı açtım. Gelen kişinin Esma olması beni çok sevindirmişti. "Esma." diye mırıldandım. Esma gülümsedi. "Gelebilir miyim?"

Gülümseyerek başımı sallayıp geri çekildim. Ayakkabılarını çıkararak içeri girdiğinde kollarımı onun boynuna sardım. Bunu beklemediği için elleri havada kalmıştı. "Esma özür dilerim!" dedim ona sıkı sıkı sarılırken.

"Tamam Manolya." deyince ondan ayrıldım. Gülümseyerek ona baktım. "Ne yaptığımı, ne dediğimi bilmiyordum." dememle elimi tuttu. "Biliyorum." dedi samimi bir gülümsemeyle.

Tek kaşım kalktı. "Sen nasıl beni hemen affettin? Pek kararlı görünüyordun?" diye sordum. Güldü. "Boş versene. Halinden anladım diyelim." dedi. Kaşlarım indiğinmiş bir şekilde ona baktığımda tekrar konuştu. "Sana acımadım, son yaşanılanlarla empati kurdum." dedi.

"Bana acıdığına inanmıyorum zaten." dedim gülümseyerek. Aklıma salondaki cengaverler geldi. Şuana kadar öldülerse, Esma beni oyladığı için birinin cinayetini de o üstlenmeliydi. 

Gözlerim açıldı. "Fatih ve Bayar!" dedim. Esma hemen telaşlandı. "N'olmuş onlara?" diye sordu. Başım salona dönerken, "Umarım ölmemişlerdir." diye mırıldandım. "Nasıl öldüler? Fatih'te mi?" Esma ağlayacak gibi olduğunda, "Hemen ağlama dur!" diyerek elinden tutup koşarak salona girdim. Esma'da peşimden gelmek zorunda kalmıştı.

Gördüğüm görüntüyle gözlerim açıldı. Hali köşeye kadar boğuşmaları yüzünden toplanmış. Fatih'in üstünde Bayar. Fatih'in baş parmakları Bayar'ın kapalı gözerinin üstünde, Bayar'ın ise elleri Fatih'in boğazındaydı. O koltuktan yere nasıl indiklerini düşünmeye zaman harcayamazdım birde.

Esma şaşkınlıkla, "N'apıyorlar onlar ya?" diye sordu. Onlara doğru koşarken Esma'ya cevap verdim, "Hasret gideriyorlar! Ne yapıyorlar, dövüşüyorlar Esma!" dedim ve Fatih'in kolundan tutarak çekmeye çalıştım.

Esma'da yanıma gelip bana yardım edince onları ayırmıştık. "Doktor olacaklar birde he!" diye söylendim nefes nefese kalmış ikiliye karşı. "Doktorlar şakalaşamaz mı?" diye sordu Fatih.

"Bu şakalaşmak mı? İki doktor birbirinizi gırtlakladınız!" diye sitem ettim. Esma koltuğa oturdu. Fatih onu fark ederek onun yanına oturdu. "Hoş geldin." dedi kıpkırmızı olan ensesini ovuştururken. Esma çekingence başını salladı. "Rica ederim." dediği şeyin şaşkınlığıyla Esma'ya döndüm. Bu kız niye böyle? Heyecandan adama 'Rica ederim' dedi resmen!

Fatih heyecanından hoşlanmış gibi sırıttı. "Şey yani, hoş buldum diyecektim. Kafam karıştı."  bakışları cümleyi bitirmemesiyle bana kaydı. Ona karşı tükürür gibi bir hareket yaptığımda bakışlarını tekrar Fatih'e çevirdi.

Yerde oturmuş parkeyi inceleyen Bayar'a döndüm. Sıkıntılı bir nefes verip kolundan tutarak onu yerden kaldırmaya çalıştım. "Sen niye yerde oturuyorsun Allah aşkına ya!" Onu yerden kaldırıp koltuğa geçirdim. Daha çok kendisi kalkıp geçmişti ama.

Ellerimi belime koyduğumda burnuma bir kokular geldi. "Bu koku nereden geliyor?" diye Esma'yla beraber kokuyu sadece benim almadığımı anladım. "Bir şey mi yanıyor?" diye sordu Fatih, kaşlarını çatarak.

"Aa! Çay makinam gitti!" diyerek mutfağa koşmaya başladığımda Bayar ve Fatih beni geçerek hızla mutfağa girdiler. Bende peşlerinden girip makinama baktım. Etrafı çok olmasa da duman sarmıştı.

Fatih hemen fişi çekti. Dumanlar fışkıran çay makinama mutsuzca baktım. Yine unutmuştum. Bu makina kendi kendine durmuyordu maalesef. Anlaşılan çay makinam da sadece bir markayı kabul ediyordu. Bu yüzden ondan tekrar nefret ettim.

Fatih mutfağın ucundaki camı açtı. "Bu makinayı atarsın artık. Dumanları çıksın." dedi elini cama doğru dumanların gitmesi için sallarken. Bayar elini omzuma koydu. "Üzülme kardeşim. Ben alırım sana yenisini." dedi.

"Boş ver alma. Hastalığımın unutkanlık belirtisiyle onu da yakarım falan." diye mırıldandım. Bayar omuz silkti. "Olsun yine alırım ben. Uzman doktor abin var, sömür biraz abini." dedi sırıtarak.

Güldüm. "Bunu düşünmen için sana bir ay mühlet. Bu karar çok ciddi bir karar çünkü. Ben sömürürsem tam sömürürüm." dedim. 

Fatih dumanlarla uğraşırken göz ucuyla Bayar'a baktı. "Yol yakınken sende mi vaz geçsen?" diye sordu. Ben kaşlarımı çatarken Bayar konuştu. "Sana ne ya? Şimdi de küçük kardeşime mi sardın?"

"Kardeşim mi?" diye araya giren Esma'yı kimse takmamıştı. Fatih'e olan bakışımı bozmadan konuştum. "Kıskandın dimi sen bizi? Kıskandın kıskandın!" dedim.

Fatih güldü. "Sorma ama ne kadar kıskandım." diye mırıldandı muzip bir sesle. "Oha! Anlamadım hiçbir şey!" diye Esma'ya döndü. "Bayar ve Manolya kardeş olmaya karar vermiş." dedi Fatih. "Abi-kardeş." diye düzeltti Bayar.

"Niye ki?" diye sordu. Bayar, Esma'ya döndü. "Sana ne! Yine giyinmişin kepaze gibi zaten." deyince Esma üzerine baktı. Altında koyu renklerin sıklıkla olduğu çiçekli diz altına kadar uzanan bir etek vardı. Üstünde iste eteğinin üstüne çıkan beyaz bir atlet. 

Şaşkınlıkla eteğini işaret ettim. "Menekşe teyzenin böyle bir eteği vardı. Kız onun eteğini mi çaldın?!" diye sordum. Kaşlarını çatarak bana baktı. "Hayır! Ev arkadaşımın bu!" dedi sitemle.

"Şu ev arkadaşını hala kovmadın mı?" diye sorduğumda başını iki yana salladı. Fatih'te burada olduğu için bu konuda biraz utanan Esma'nın yanına gittim. "Ama şimdi daha güzel giyinsen taş gibi olursun! Ve önemli olan yüz güzelliği ve sendede bu fazlasıyla var." dedim Esma'ya.

Fatih, Esma'yı incelerken araya girdi. "Önemli olan iç güzellik." dedi. Esma'nın bakışları yerdeydi ve Fatih'in ona baktığını görmüyordu. "Hemen kızı etkilemek için araya girme. Fiziksel olan güzellik olarak bahsetmiştim ben." diye mırıldandım. Fatih beni pek takmış değildi.

"Bence de önemlisi iç güzellik hocam." dedi Esma kısık bir sesle. Esma'ya iyice yanaşarak başımı hafifçe ona çevirdim. "Hocam'dan, kocam olur mu dersin?" diye fısıldamamla gözleri büyüdü.

Esma omzuyla sertçe omzuma vurduğunda telaşına güldüm. "Utanıklı gelin iki!" dememle aklıma gelen kişi gülüşümün bozulasına sebep olmuştu. Ona karşı hala kırgındım. Hatta onu görmek bile istemiyordum. Hatırlamak ve duymak bile.

Esma'ya yaklaştım ve kapımdan girdiğinden beri yapmak istediğimi yapıp atletini eteğinin altına sokuşturdum. "Böyle daha iyi. Yoksa gözümden kırmızı bir sıvı akacak." diye mırıldandım.

"Böyle oldu mu ki?" diye mırıldandığında yüzümü buruşturdum. "Eskisinden daha çok olduğuna emin olabilirsin." dedim.

🌺

Fincanı dudaklarıma yaklaştırarak yaptığım bol sütlü kahveden bir yudum aldım. Yanımdaki Esma yarım saattir bir anılarını anlatıyor ama onu Fatih dışında kimse dinlemiyordu. Fatih, Bayar ve benim aksime dikkatle Esma'yı dinliyor, bazı dedikleri komik olmasa da sırf o gülüyor diye gülüyordu. 

Esma, kucağında ki yastığa yaslanmış bana döndü. "Doğuş hocayla nasıl gidiyor?" diye sordu imasız bir şekilde. Boş boş ona baktım. "Kim Doğuş hocanla nasıl gidiyor?" diye sorarak anlamazlıktan geldim. 

"Doğuş hocayla sen!" dedi. Bayar ve Fatih'in bakışları da bendeydi. "Öyle bir şey mi var? Doğuş hocanla ben ne ya? Normal hasta-doktor olarak gidiyor işte." dedim ciddiyetle. Esma ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Tamam. Öylesine sormuştum zaten." dedi ve ellerini indirdi.

"Sen her şeyi duydun mu?" diye sordu Fatih. Başımı salladım. "Evet." diye mırıldandım. "Doğuş sana bir şey dedi mi? Çünkü onun hastasına acımasını kimse beklemezdi." dedi.

"İlla demiştir." dedi Esma bana dönerken. "Dedi. Bana acımamış. Böyle bir şey yapmasının farklı bir sebebi olduğunu söyledi." dedim. Bayar alayla güldü. "Yalan."

Fatih göz ucuyla ona baktı. "Doğuş yalan söylemez. Bunu sende biliyorsun." dedi ve geri bana döndü. Başımı salladım. "Doğru. Hem yalan söylemek için de değer vermek yada önemli olması gerekir." dedim. Fatih bu dediğime küçük bir şekilde gülerek başını çevirdi. Ne anlamda güldü bilmiyordum ama komik geldiği için gülmediği kesindi.

Gözlerimi Fatih'e diktim. "Komik mi geldi?" diye sordum. Başını iki yana salladı. "Doğuş'un yaptığı hareket saçmalıktan öteydi. Bu hareketi yapmasının sebebi bile belli ediyor her şeyi." dedi ciddiyetle.

"Neyi belli ediyor?" diye sordu Bayar merakla. Fatih'e bakarak, Bayar'a cevap verdim. "İşine ne kadar önem verdiğini. Pardon. İşine değil, profesyonelliğine ne kadar önem verdiğini."

Fatih'in bakışları bende gezindi. "Doğuş'u affedecek misin?" diye sordu sakince. Alayla güldüm. "Affetmek? Aramızda hiçbir şey yok ki. Affedilecek bir şey yok. Ortada sadece hata var."

Fatih bana bakışını sürdürürken tekrar konuştum. "Bu yüzden bu tür ima yapma. Düşün ben onun sadece bir hastasıyım. Doğuş doktorun herhangi bir hastasına nasıl gidip, "Aranız nasıl?" diye sormuyorsan bana da sorma." dedim ciddiyete bürünmüş sesimle.

"Tamam. Nasıl istersen şampiyon." dedi tebessümle. Bayar yavaşça ayağa kalktı. "Oğlum gitmiyor musunuz? Gideceğim sizin yüzünüzden gidemiyorum." Fatih kaşlarını çattı. "Ne alaka? Sen git." dedi.

"Ya Fato benim küçük kardeşimin evi burası! Gideceksem sizle yada sizden sonra gitmeliyim." deyince niye gitmediğini anladım. Fatih güldü. "Neyse zaten canım kazandibi çekmişti. Oturur bir yerde onu yerim." dedi. 

Kaşlarımı çatarak, yavaşça ayağa kalkan Fatih'e döndüm. "Deseydin ben yapardım sana!" dedim. Bana aman dercesine baktı. "Yanık kurabiyelerini sevdim ama, yanıkdibi ya işte sen onu kömür yaparsın. Ve bu halini sevebileceğimi sanmıyorum."  

Tükürür gibi bir hareket yaptım. "Yapmazdım zaten nankör!" Fatih gülerek ayakta dikilen Bayar'ın yanına geçtiğinde rahatça oturan Esma'ya döndüm. "Sende git." dememle bana döndü.

"Niye?" diye sordu anlamsızca. Esma'ya yaklaştım. "Fatih'le git sende! Beraber kazandibi yersiniz!" diye fısıldadım. Aydınlanmış gibi ağzı aralandı. "Laf yapma yarım saat hadi hadi!" diye fısıldadım.

Başını salladığında kalkmak için bir hamle yaptı ki onu kolundan tuttum. "Benim abişkoyu gönder yoksa size romantik an yaşatmaz." diye fısıldamamla gülerek tekrar başını salladı. Kolunu çekerek kapıya, onların yanına ilerledi.

Onlar evimden çıkmak üzereyken sırtımı koltuğa yaslayarak rahatıma baktığımda kapının oradan bir ses geldi. "Canım küçük kardeşim de keşke bizi geçirse." 

Gülerek koltuktan kalkıp yanlarına ilerledim. "Geçirmeye gerek duymamıştım." Bayar iki yanaklarımı sıkarak başımı iki yana salladı. "Sakın eve benden başka erkek alma. Özellikle Doğuş canlısını." dedi.

"Arkadaşın o senin." dedi Fatih. Bayar ellerini yanaklarımdan çekip cevap verdi. "Tamam bende sürekli kardeşime yürüyen, kardeşimin sevmediği Doğuş canlısından bahsediyorum." Kapıdan çıkıp ayakkabılarını giymeye başladı. "Doğuş mu sürekli yürüyen?" diye sordu şaşkınlıkla.

Bu konudan sıkılıp nefes verdim. Fatih ve Esma önden inmeye başladığında Bayar'da ayakkabılarını giyip bana el salladı. "Hadi görüşürüz güzel kardeşim." Bu pek olmamıştı.

Bayar'da inince kapıyı kapattım. Yerde boş boş duran Kar'ı karnından tutarak kaldırdım. Kar'la beraber salona ilerledim. Sessiz çocuktan çaldığ- ödünç aldığım notları kendi defterime geçirecektim.

Bu işi geceye bıraktığım için kendime söverek zaman harcamamaya çalıştım. Köşeye fırlattığım çantamı alarak yemek masasına ilerledim. Çantadan siyah kaplı defteri çıkarıp masaya koydum.

Kapağı açıp sayfalara kısaca göz gezdirdim. O kadar düzenliydi ki. Yazısı inci gibiydi resmen. Önemli yerleri renkli yazmış bazı yerlere post it yapıştırarak ekstra bilgilendirmeler yapmış. Birde benimkine bak. Karman çorman. Yazı okunsun bilgi anlaşılsın yeter.

Defteri kapatmadan mutfağa koşarak kendime bir kahve yapıp geri masaya ilerledim. Elimdeki kahveyi masaya bırakarak bir sandalyeyi çekip oturdum. 

Kalemimi çıkararak notları hızlı hızlı düzensiz bir şekilde defterime geçirmeye başladım. Arada kahvemden yudumlar alıyordum.

Yaklaşık yirmi dakikadır oturmuş burada yazıyı geçiriyordum. Adam üç dersin yazını bile baya yazmıştı. 

Elimi hafif hareketlendirmemle kupam düşecek gibi oldu ki hızla tuttum. Maalesef deftere dört damla kahve dökülmesine engel olmamıştım. Ağzım aralandı. Şaşkınlıkla dökülen kahveye baktım.

Dört damla kahveden bir şey olmazdı herhalde. Belki fark bile etmezdi. Umarım fark etmezdi. Birde o sessiz çocuğun laflarını çekemezdim. 

Sıkıntıyla nefes verip yazıları geçirmeye devam ettim. Bakışlarım pencereye kaydı. Apartmanın kapısının önüne kısaca göz gezdirdim. Kahvenin kalan son yudumlarını hızlıca kafaya diktim.

Geri deftere dönerek yazmaya devam ettim. 

Bölüm sonu geldi!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yaparsanız çok sevinirim💖

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍

Ig: dilek.wt





Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top