11.BÖLÜM : İKİ İMKANSIZ

MaNga - Dursun Zaman

Deesmi Onlife - Влюбился в неё 

James Arthur - Impossible

t.A.T.u - All the Things She Said

🌺

Neremden yediğim önemli olmayan hançerler yemiştim. Birisini tam kalbime yemiştim. Diğerleri ise tam sırtımda yerini alıyordu.

İçim kanıyordu. Canım yanıyordu. Hayal kırıklığı denilen şeyi ben yine ve yine yaşıyordum. Ama bu seferki çok farklıydı. Bu sefer o duyguyu dibine kadar yaşıyordum.

Kalbimin acısı hepsinden farklıydı. Son zamanda düşündüğüm şeylere eline ki o hançeri kalbime saplayarak düşüncelerimle acımasızca alay etti. Hançer oradan çıktı ve kanlar durmaksızın fışkırdı. O kanlar dursa bile o kalp asla eskisi gibi kalmazdı.

En acı olanı ise göz gözeyken. Zeytin gözlerine, yalvaran dolu gözlerimle bakarken sıfır duyguyla cevabını vermesiydi. Bana acıdığını söylüyordu ama gözlerime bakarken hiç acımadan, onun bana acıması gerektiğini söylemişti.

Bu kişi o olamazdı. Göz göze geldiğim adam benim resmen her gün göz göze geldiğim adam olamazdı. Değildi de.

Her geldiğimde bana arkadaş sıcaklığıyla yaklaşıp yeri geldiğinde arkadaş olduğumuzu söyleyen adamdı orada bana acınmasını isteyerek diğer hançeri saplayan.

O içeride kaç kişi vardı, kaçı aynı bir düşünce içinde bilmiyordum ama bildiğim tek şey içimdeki kalbimin sancısıydı. 

Bir elim ağrıyan kalbimde, diğer elimle hızlıca göz yaşlarımı silerken hızlı adımlarla davet salonun çıkış kapılarına ilerlemeye çalışıyordum ki Bayar kolumu sertçe kavrayarak beni kendine çevirdi. "Manolya!" dedi tedirginlikle. Her şeyi oda duymuştu.

"Ne var?" diye sordum göz yaşlarım arasından. "Ben sana asla acımıyorum tamam mı? Bu aptallar nasıl böyle bir düşünce içindeler bunu bile bilemiyorum!" dedi telaşla.

Ağlayışım şiddetlendi. Kalbimin sancısı yükseldikçe elimin göğsüme olan baskısını arttırıyordum. "İyi misin? Hastalığın mı tetikleniyor?" diye sordu endişeyle.

Geri adım attım. "Gitmeliyim Bayar." diye mırıldandım paramparça bir sesle. Tam bu sırada Kenan baş hekim ve Gümüş'te yanımıza geldi. Şuan buradan gitmekten başka bir şey istemiyordum.

"Bir sorun mu var?" bu sesin sahibi Gümüş'tü. Boğazımda oluşan yumrunun geçmesi için derince yutkundum. "Sorun ne Bayar?" diye sordu Kenan baş hekim.

Bayar anlatmak istemez gibi gözlerini kaçırdı. Ne de olsa onun gerçek arkadaşlarıydı. "Doğuş'ları odada konuşurken duyduk." diye mırıldandı. "Ee?" diye sordu Gümüş sabırsızca.

"Ee'si Manolya'ya acıyorlar! Ufuk Manolya'nın burada ne işi olduğu hakkında konuşuyordu. Doğuş'ta ona yalnızlığı yüzünden acıması gerektiğini söyledi! Arat ve diğerleri de ona katıldı! " dedi sinirle. Ben o an Doğuş doktorun o sözlerine odaklanıp hiçbir şeyi duyamayacak kadar dalmıştım. Ama Bayar herkesi duymuştu.

Böyle duymak canımı fazlasıyla yakmıştı. Kalabalık sanki üzerime üzerime geliyor gibiydi. Gözlerimden yaşlar tekrar firar etti. Kötü hissin sebebi anlaşılmıştı. İhtimal bile vermediğim bir olayla.

"Doğuş'tan bahsediyoruz emin misin?" diye sordu Kenan baş hekim. Derin nefesler alıp vermeye başladım. Yalnız olduğum için insanlar neden bana acıyordu? Acınacak durumda değildim ben.

"Doğuş mu acıdı gerçekten?" diye sordu şaşkınlıkla. Sessizce ağlarken hıçkırıklar çıktı ağzımdan. "Sanırım göğüs ağrısı var." dedi Kenan baş hekim. "Gitmek istiyorum!" dedim hıçkırıklarım arasından. 

Tam gitmek için hamle yapacaktım ki Bayar tekrar beni durdurdu. "Dur bari ben bırakırım seni. Gece gece bu halinle tek gitme." dediğinde ağlamamı durduramadan başımı iki yana salladım.

Kenan baş hekim, "Doğuş'un böyle bir şey düşündüğüne inanamıyorum. Ben onunla bunu  konuşacağım Manolya." dedi hafif sinirli çıkan sesiyle.

"İstemiyorum. O zaten öyle düşünüyorsa konuşsanız ne olacak sanki?" dedim göz yaşlarımı silmeye çalışırken. "Hayır Manolya. Ben hastanemdeki bir doktordan böyle bir davranışı asla kabul etmem! Ne demek hastasına acımak?" dedi hafif hiddetli bir sesle.

Derin bir nefes vererek gözlerimin dolmasını engelleyemeye çalıştım. "Gitmek istiyorum. Lütfen." dedim ağlamaklı sesimle.  Gümüş bileğimi tuttu. "Tamam sen git ama iyi ol olur mu? Değmeyen insanlar için kendini üzme. Ağla, ağla ki içini dök. Sadece bugün bol bol ağla ve bir daha ağlama." dedi anlayışla.

Gümüş bileğimi bıraktığında Bayar, "Seni bırakayım." dedi. Başımı hızlıca iki yana salladım. "Hayır Bayar. Lütfen anla beni." diye fısıldadım yalvarır gibi çıkan sesimle.

Kenan baş hekim Bayar'a döndü. "Doğru. Onu da biraz anla. Şuan kötü bir durumda." Bayar cevap veremedi. Mecburen kabullendi. Kenan baş hekim bu sefer bana döndü. "Sana da bir taksi çağıralım. Bir taksiye bindirelim içimiz rahat etsin." dediğinde hızla cevap verdim. "Ben çağırırım hiç gerek yok." dedim.

"Olma-" Bayar tekrar söze girecekti ki Kenan baş hekim onu susturdu. "Ya dur bir Bayar!" dedi. Bayar kendin tutarak sessiz kaldı. "Lütfen bırakın, ben çağırırım taksi." dedim. İçim kan ağlarken artık burada tek başıma gitmek için daha fazla uğraşmak istemiyordum.

"Peki Manolya." dedi Kenan baş hekim. Gitmeden önce Bayar'a, Gümüş'e ve Kenan baş hekime tek tek baktım. "Yine de beni düşündüğünüz için teşekkür ederim. En azından bana acımadan yardım ettiniz. Ya da sizde acıyor olabilirsiniz. Artık hiçbir şeyden emin olamıyorum çünkü..." dedim zar zor kısık bir şekilde çıkan sesimle.

"Sana acımadığımı söylemiştim." dedi Bayar. Kendini tutamamış ve yine konuşmuştu. "Sana acımam için bir sebep yok." dedi Gümüş buz gibi sesiyle. Kenan baş hekimin bakışları zaten cevabımı anlamama yetiyordu. 

"Ben gitmek istiyorum artık." diye mırıldandım. "Eve git. Her şeyi unutmaya çalışarak güzelce dinlen." dedi baş hekim. O kadar kolay olsaydı keşke ama değildi.

Kapıya yöneldim. Hızlı adımlarla kaçarcasına o davet salonunu terk etmeye çalıştım. Mutluluklarla, neşeyle girdiğim bu parti salonundan dağılmış, paramparça bir halde çıkıyordum. 

Dışarı çıkmamla açık hava yüzüme vurdu. Taksiyle geldiğim yöne hızlı adımlarla ilerledim. Bir anda gözümden yaşlar akmaya başladı. Elimdeki çanta düşecek gibiydi elimde. 

Neden böyle oluyordu? Her şey bana acıdıkları için miydi? Neden mutlu olamıyordum? 

Adımlarımı daha da hızlandırdım. Ayağımdaki topuklunun ön kısımları hızlı yürümemden dolayı canımı yakıyordu ama şuan içimdeki acıdan daha önemli değildi.

Üzerimde Doğuş doktorun seçtiği o elbiseyle gittiğim davette bu sözleri duymak çok koymuştu. Ama en çok koyanı gözlerimin içine baka baka bana acımasını söylemesi olmuştu. Onu asla unutamazdım. Asla unutmayacaktım.

Adımlarımı çok daha hızlandırarak koşarcasına ilerlemeye başladığımda gözümden de yaşlar hıçkırıklarla beraber arttı. Etraftaki insanların delirmişim gibi bana attıkları bakışlar umurumda bile değildi. 

Adımlarımı atarken bir yandan ellerimi durmadan yüzüme çarpan saçlarıma sertçe geçirerek saçlarımı geri çektim. "Gelme yüzüme, yeter! İstemiyorum, çarpma yüzüme!" dedim hıçkırıklarım arasından yüksek bir sesle.

Bu hareketim yanımdan gelip geçenlerin beni şaşkınlıkla izlemesine sebep olmuştu. Onları takmadan gözlerimdeki yaşları sildim. Burnumu çekerek adımlarımı daha da hızlandırdım. Hayattan, bana bunu yaşatan insanlardan kaçmak istiyordum ama bu imkansızdı.

Nerden gittiğimi, neden taksiye binmediğimi bilmiyordum. Sadece tek kalmak istiyordum. Şuan ne yapacağımı, ne hissedeceğimi bile bilmiyordum. Kime güveneceğimi hiç bilmiyordum.

Geldiğim yoldan dümdüz ilerliyordum. Başımı çevirdiğimde yan tarafımda hemen bir mezarlık olduğunu gördüm. Umursamadan koşarak ilerlemeye devam ettim. 

"Kız kimsesiz. O kadar yalnız ki bir arkadaşı bile yok. Bir annesi babası da yok. Muhtemelen bu hastanedeki insanlar ona iyi davrandığı için bir bağ kurdu arada. Bir anda arkadaş moduna girdi sizle. Sende biraz anlayışlı ol Ufuk. Hayatında bir kez yap şunu." 

Onun o acımasız cümlelerinin kulağımda çınlamasıyla ellerimi sertçe saçlarıma geçirdim. Adımlarım yavaşladı. Bu cümlelerin hepsini o mu kurmuştu? Benim ruhuma da iyi gelen doktorum mu kurmuştu?

Acımasını umursamadan içimdeki baskın duygularla beraber saçlarıma daha da yüklendim. Sendelememle geri adım attım. Sırtımı mezarlığın eskimiş taşlı duvarına yasladım. Gözlerimden yaşlar usulca süzüldü. Gözlerime baktığı o an geldi gözümün önüne.

"Biraz olsun yap bunu."

Hıçkırıklarımla ağlayışım tekrar şiddetlendiğinde sanki o hançer kalbime çıktığı gibi tekrar saplanmış gibi hissettim. Ellerim güçsüz düşerek saçlarımdan çekildi. Gözlerimi kapatarak kendimi ağlayışıma ve onun kulağımda çınlanan o son cümlesine bıraktım. 

Acımasız kadere, alayına sövmüyordum ama sövmekte istiyordum. Ulan kader! Herkese güldün bir bana gülmedin! Beni de bir güldür beni dedim, bana arkadaşlar verdin. İki gün sonra da bana kim olduğumu hatırlatarak yine beni ağlattın.

Başımı mezarlığın eskimiş taşına yasladım. Bakışları gökyüzüne kaldırdım. Gökyüzünde yıldızlar yine yerli yerindeydi. Dolu dolu gözlerimle yıldızlara baktım. Yıldızlar gökyüzünde nokta gibi parıldıyorlardı.

Aklıma o gece geldi. Onun ilk kez bana iyi geldiğini düşündüğüm gece. Sadece yıldızlar ve benim aramda olan o gerçek. Artık gerçek değildi. Asıl gerçek şuan yıldızlar ve benim aramdaydı. O Bana acımadan acımıştı.

Bana iyi gelen o adam bugün benim yıkımımı imzalamıştı. Dün akşam bana iyi gelen adam, bu akşam beni bizzat kendi elleriyle yıkmıştı. 

Ailemin olmaması acınacak bir durum muydu? Annemin ölmesi acınacak bir durum muydu? Arkadaşlarımın olmaması acınacak bir durum muydu? Bana değer veren kimsenin olmaması acınacak bir durum muydu? Birilerine bağlanmak acınası bir durum muydu?

Sırtımı duvardan çekerek bir ucu, bir sonu olmayan yoluma devam ettim. Ayaklarımı acıtan topuklu şuan pek umurumda değildi. Ruhum çekilmiş gibi bir ifadeyle göz yaşlarımı silerek yoluma devam ettim. Bu yol bitmeden o göz yaşları tekrar akardı.

Yoldan taksiler, arabalar, otobüsler geçiyordu. İnsanlar hiçbir şeyi umursamadan evine yada yakınlarının yanına gidiyorlardı. Geçen araçlardan gelen müzik sesleri kulağıma çalınıyordu.

"Neden ki? Neden öyle dedi ki?" diye mırıldandım kendi kendime. Bunu düşünürken adımlarım tekrar hızlandı. Yazın yağmuru atmaya başladı. Atan yağmurlar usul usul saçlarımı ıslatmaya başladı.

"Ben acınacak durumda değilim." diye tekrar mırıldandım kendi kendime. Yağmur hızlanmıştı. Sadece saçlarımı değil üzerimi de ıslatıyordu. Bu da umurumda olmamıştı. İçimdeki yangını bu yağmur bile söndüremezdi.

Adımlarımın daha hızlanmasıyla kaldırımın hafif çıkık taşına takılarak yere düştüm. Düşerken ellerimden destek alamaya çalışarak avuçlarımı da yere bastırmıştım. Dizimde hissettiğim yoğun acıyla ağzımdan acı dolu inleme çıktı.

Çantam da biraz uzağıma fırlamıştı. Acıyla ellerimi biraz daha yere bastırarak kalkmaya çalıştım ama dizlerim bunu kabul etmeyerek yerden kalkmadılar. Sinirle ellerimi sertçe yere vurduğumda ağzımdan tekrar acılı bir inleme çıkmıştı. 

Yerde olduğum için elbisem hep batmıştı. Üstüne bir de yağmurun altında daha da ıslanıyordum. Ellerimi yavaşça kaldırarak toz ve çamurla ıslanmış olan avuç içlerime baktım. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında hıçkırıklarımda hızla ağzımdan döküldü.

Kanayan dizim ve batan avucum için ağladım. Yada yağan yağmur için, batan elbisem için, beni görmeyen, fark etmeyen insanlar için, bana acıyarak bakan insanlar için de ağladım. 

Ellerimin tersini yavaşça gözlerime yaklaştırarak temiz ama ıslak olan tarafıyla göz yaşlarımı silmeye çalıştım. Göz yaşlarım silinmedi sadece göz altlarımdan etrafa dağıldı. Ellerime kirpiklerimden akan maskara bulaşmıştı

Bunların hiçbirini aldırmamaya çalışarak tekrar kalkmaya çalıştım. Bu sefer başarmış ve ayağa kalkmıştım. Zorlukla eğilerek yerdeki çantamı aldım. Dengemi kurmaya çalışırken bir yandan da iç dengemi kurmaya çalışıyordum.

Ayağa kalkıp zorlukla dikleşmemle bir taksinin yanıma doğru yaklaşarak yavaşladığını gördüm. Umursamadan yoluma devam etmeye çalıştım ama maalesef dizim acıyordu. Sinirle inlemeli bir şekilde ofladım.

Acımı umursamamaya çalışarak topallayarak ilerledim. Tam bu sırada yanımda duran arabanın camları açıldı. Bakışlarım camları açılan arabaya kaydı. Başında az bir saçı olan, kırklı yaşlarında bir adam şoför koltuğundan yolcu koltuğunun camına doğru eğildi.  

Beni süzmesiyle kaşlarım çatıldı. "Kızım bu yağmurda ne bu halin?" diye sordu merhametli bir sesle. "Ne yapayım amca? Sırtımızdan vur oradan acımaz dedik, kalleşlik yapıp hem sırtımızdan, hem kalbimizden vurdular be amca!" dedim ağlamaklı sesimle.

"Yanlış anlama ama gel istersen? Bu yağmurda bu halde gitme." dedi bana acıyormuş gibi çıkan sesiyle. Yada artık herkes bana acıyormuş gibi geliyor da olabilirdi.

Adama dolu gözlerim ile şüpheyle baktığımda adam merhametli bir şekilde gülümsedi. "Kızım tek derdim seni bu yağmurun altında böyle bırakmamak." dedi güven veren bir sesle.

"Neden? Acıdın mı bana?" diye sordum ağlamaktan kısık çıkan sesimle. Adam başını iki yana salladı. "Yakınların sana acıyacağına, bırak hiç tanımadığın bir adam sana acısın." dedi. Gözlerimden tekrar yaşlar gelecekti ki göz yaşlarını düşmeden sildim. "Sayıyla mı geliyorsunuz? Beni yıkmak için her şey  bir anda birleşmiş gibi!" diye bağırdım baskın duygularımla.

Sadece beni izleyen adama döndüm. "Çok mu acınası duruyorum?" diye sordum çaresiz çıkan sesimle. Başını iki yana salladı. "Hayır, ama biraz daha yağmurun altında kalırsan öyle duracaksın." dedi açıkça.

Nefes verdim. Bir şey dememeden arabanın arka kapısını açarak koltuktaki yerimi aldım. Benim arabaya yerleşmemle adam da sürmeye başlamıştı. "Elzem sokak." diye mırıldandım. Sadece başını salladı.

Başımı cama çevirdim. Her bir ilerleyişimizde yok olan insanları, araçları, evleri izledim. Sanırım bir tek değişmeyen şey gökyüzüydü. Başımı yorgunca cama yasladım. 

"Bunu alın isterseniz?" diye soran taksi şoförüne döndüğümde bana bir peçete kutusu uzattığını fark ettim. "Teşekkürler. Gerek yok." diye fısıldadım. Adım bakışları dizime çekilince benimde bakışlarım dizime çekildi. Dizimdeki yaradan haddinden fazla kan akıyordu. "Bence gerek var." demesiyle artık adama hak veriyordum.

Kutudan bir peçete çıkardım ve yaranın üstüne bastırmamla oluşan acı yüzümü buruşturmama sebep oldu. Kanları durdurmaya çalıştım peçetelerle. Çok büyük olmayan bir yaradan bu kadar kan akması garipti.

Telefonum çalmaya başlayınca peçeteleri bırakarak kucağımdaki çantamdan telefonumu çıkardım. Arayan kişiye meraksız bir ifadeyle baktım. Arayan kişinin ismini okumak sözlerini hatırlamama sebep olmuş ve canımı yakmıştı. Aramaya reddettim. Davetinde eğlencesine bakması onun için daha iyi olacaktı.

Elimi alnıma kapattım. Alnımdaki sıcaklık hissini pek umursamadan alnımı ovaladım. Daha doğrusu şuan canım pek umurumda değildi. Dizimde kanamış bir yara, ellerim mahvolmuş, yağmurda ıslanmışım, hiç biri umurumda değildi.

Başımı çatlatacak derede bir ağrı başlamıştı. Gözlerimi sıkıca yumarak her şeyin geçmesini bekledim. Hala aptal gibi ona karşı bir şeyler hissediyor olamazdım değil mi? Ona aşık olmayı istemiyordum. Bu karar için çok geç olmasını da istemiyordum.

Hala ona karşı bir duygu beslememeliydim. Elimi alnımdan çekerek avuçlarımla şakaklarıma vurmaya başladım. "Aptal! Aptal mısın sen! O senin sadece doktorundu! Sen nasıl bir aptalsın..." dedim inler gibi çıkan sesimle. En son dayanamamış ve gözümden tekrar yaş akmasına izin vermiştim.

Adamın kaçamak bakışlarını dikiz aynasından üzerimde hissedebiliyordum. "Yapmayın. Duygularınız sizin elinizde olan bir şey değildir." deyince ağlamaktan kızarmış gözlerimle ellerimi şakaklarımdan çekerek ona döndüm. "Konunun duygular olduğunu nereden biliyorsunuz?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

Gülümsedi. "Halinizden anladım." dedi mesafeli bir sesle. Alayla güldüm. "Ne o? Sizde psikiyatrist misiniz yoksa?" diye sordum. Ciddiyetine geri döndü. "Evet. Eskiden öyleydim ama bıraktım." deyince şaşırmadan edemedim. Dalgaya aldığım şey doğru çıkmıştı.

"Neden eskiden?" diye sordum göz yaşlarımı içime silerken. Kirpiklerimdeki maskaradan dolayı elime maskara bulaşıyordu. "Bazı sebepler diyelim." diye kısaca cevap verdi adam 

"Siz ne oldu da kendinize kızıyorsunuz?" diye sordu. Başımı cama yaslarken onun gibi cevap verdim. "Bazı sebepler diyelim bey amca." Bakışlarım boş boş dışarıyı izledi.

Yol boyunca adama adresi söylemiş, daha ne konuştum, ne de adam konuştu. Yol boyunca başım cama yaslı bir şekilde durmuştum. En son bedenimi uyku bastırmış  ve uykuya dalmıştım. 

🌺

Omzumda bir dokunuş hissetmemle irkilir gibi başımı hızla camdan çekerek kaldırdım. "Kızım geldik." diye fısıldayınca dikleşerek adama döndüm. "Geldik mi?" diye sormamla başını salladı.

Avuçlarımı gözlerime bastırarak kendime gelmek ister gibi gözlerimi ovuşturdum. "Ücret?" diye sordum uykulu sesimle. "Elli versen yeter." dedi. Çantamdan cüzdanımı çıkarırken konuştum. "Gidiş yolundaki adam otuz lira istemişti yalnız..." diye mırıldandım.

"Oda hakkım olsun. Ben çağırmasaydım şuan hala yağmurda sırılsıklam bir şekilde yoldaydın." dedi. Taksimetre de otuzlarda bir rakamı gösterse de ona elli kağıdı uzattım. "Tam insanlık var diyoruz, bir bakıyoruz onun da parasını istiyorsunuz." dedim ve cevabını beklemeden arabadan hızlıca indim.

Apartmana girip asansöre ilerledim. Ayağım hala acıyordu ve bu yüzden hafif topallayarak yürüyordum. Şuan tam berbat bir halde görünüyordum. Gözlerimden maskaram akmış, elbisem yağmur ve çamurdan dolayı kendinden geçmiş, dizim yaralı, ellerim hala pis bir şekilde kapıları açılan asansöre girdim.

Asansörün düğmesine basarak asansörün çıkmasını bekledim. O davet salonundan çıktığımdan beri aklım davet salonunda duyduklarımdan başka bir şeyi düşünmüyordu. Hep o an aklımdaydı.

Asansörün çok geçmeden kata gelmesiyle asansörden indim. Bir an önce eve girerek ayağımda durmadan iğne batmış hissi yaratan topuklu ayakkabılarımdan kurtulmak istiyordum. Aynı zamanda bu elbiseden de. Onun seçtiği iki şeyde şuan canımı yakıyordu. 

Çantamdan çıkardığım anahtarla açtım. Kapının içeri doğru sürüklendin de elimi koridorun duvarına bastırarak ayakkabılarımdan kurtulmak için ayak bileğimi yukarı doğru çektim. Ayakkabıdan hızlıca kurtuldum. Ardından diğer ayağımda ki ayakkabıyı da aynı şekilde çıkardım.

Ayağım sanki büyük bir yükü üstünden almışım gibi rahatlarken içeri adımlarımı attım. Her bir adımımda dizimin acısını hissetmem yüzümün buruşmasına sebep oluyordu. Kapıyı geri kapatıp anahtarımı kapının yanındaki konsola bıraktım.

Adımlarımı odama doğru attım. Elbisenin uçları üst kısmına göre daha ıslak ve çamurluydu. Zaten bir bacağın olduğu uzun, bir bacağın kısa olduğu bir elbiseydi. 

Odama girip odamda adımlar attım. Bakışlarım aynama kaydı. Tükenmiş gibi görünüyordum. Ben böyle birini görsem ben bile acırdım galiba. Bir süre sadece aynadaki o halimi izledim. Neden ben?

"Sen acınası bir kızsın! Katil olarak doğan bir kıza herkes acır!" 

Onun sesinin beynimde yankılanasıyla kulaklarımı hızla kapattım. Ses durmadı. Beynimde tekrar, tekrar yankılanmaya devam etti. "Sus..." diye mırıldandığımda hala aynadaki o halimi izliyordum.

"Onlar seninle oynasa bile sana acıdıkları için oynarlar! Boşuna izleme onları!" 

Seslerden kurtulmak ister gibi çığlık atarak aynadaki görüntüme yaklaştım. Makyaj masamdaki rasgele bir parfümü alarak aynadaki görüntüme fırlattım. 

"Öyle sessiz sessiz ağlayarak sana acıma mı istiyorsun yoksa?"

Kulaklarımı kapatarak tekrar geri sendeler gibi çekildim. Ayna parçalanmıştı. Parfüm şişesi kırılmıştı. Kendi yaptığım manolya kokulu parfümümü kırmıştım. Etrafa manolya kokuları usulca yayılmaya başladı.

"Sus artık..." diye fısıldadım dolu gözlerimle. Bakışlarımın yatağımın yanındaki komodine kaymasıyla derin bir nefes aldım. Ellerimi kulaklarımdan çektim. Artık sesler yoktu. Susmuştu o.

Gözlerimden akan yaşlardan kurtulamaya çalışırken komodine ilerledim. Bir türlü eski haline dönemeyen gözlerim şu son saatler içinde fazlasıyla kırmızıya boyanmıştı.

Çekmeceyi ağır ağır açtım. İçinden çıkan çok neşeli, sevimli kapağı olan manolya çiçekleriyle kaplamalı günlüğümü aldım. Ellerim titriyordu. Sanki o günlüğün içindeki anıların yükünü de üzerimde taşıyormuş gibi zorlukla dikleştim.

Bakışlarımı defterimden çekmeden ağır adımlarımla salona ilerledim. Bugün o günlüğün yıllar sonra bir sayfasını dolduracaktım. Yıllardır açmadığım, görmekten bile çekindiğim o günlüğün içinden boş bir sayfaya daha hayat verecektim.

Günlüğümü yemek masasının üstüne koyarak salonda bulduğum bir kalemi aldım. Sandalyemi çekerek yavaşça sandalyeye oturdum. Dolu gözlerimi zar zor tutuyordum. Günlüğü açtım. Büyük ve düzensiz yazıların oluğu eski sayfaları geçerek boş bir sayfayı açtım.

Gözlerimden akan yaşı tutmaya çalıştım. Derin bir iç çekerek yazmaya başladım. Onun da bana dediği gibi oluyordu her şey. Yıllar geçip yirmi üç yaşıma gelmeme rağmen yine yalnız Manolya günlüğünün başındaydı. Tek fark bu sefer o eskisinden çok daha bitkin bir Manolya vardı.

Onun haklı çıkması her ne kadar beni yıksa da, beni asıl yıkan bana bunu fark ettirenin aşık olduğumu düşündüğüm adam olmasıydı.

Asla böyle bir şey yapacağını zerre düşünmezken böyle bir şeyle karşılaşmak oldukça sarsıcı olmuştu. Telefonumun odadan zil sesi geliyordu ama o kişinin tahmin ettiğim kişi olacağını düşündüğüm için umursamadan yazıma devam ettim.

Aşık olduğunuz adamdan, aslında size acıdığını öğrenmek çok acı bir duyguydu. Bu zaten kendi başına acı bir duyguyken benim acılarım onu felaket bir acıya sürüklüyor ve acılarımın ucunu keskinleştirerek bir bıçak gibi bana saplıyordu. 

Göğsüme giren ağrıyı umursamadan yazıma devam ettim. Manolya kokusu yayılarak buraya kadar gelmişti. Koku burnumun ucuna gelirken gözlerimden bir damla ya firar ederek cümlemin son noktasını oluşturdu.

Ben Manolya,

Dün yirmi iki yaşıma bastım. Dün mutluydum. Dün çok sevdiğim bir arkadaşlarım vardı. Dün aşık olmuştum. Dün yalnız değildim. Bugün mutsuzum. Bugün çok sevdiğim arkadaşım yok. Bugün aşık olmamaya karar verdim. Bugün yalnızdım.

18.06.2022

Günlüğü kapatırken gözüme ilk sayfası kaydı. Sanki içimde başka bir his güçlenmiş ve o sayfayı açmış gibiydi. Derin nefesler aldım. Odamdan tekrar telefonumun zil sesi yükseldi. Adeta lütfen aç diye yalvarıyordu. Hissediyordum.

Telefonu umursamadım. Bakışlarım eskimiş sayfada gezindi. Büyük ve düzensiz yazılar. Yazılar adeta kocamandı. Bu sayfayı, bu yazıları, bu anıyı hatırlamamla gözlerimin dolduğunu hissettim.

Ben Manolya,

Bugün yedi yaşıma bastım. Babam bugün bana bu defteri verdi. Ne yazmam gerektiğini bilmiyorum. Bugün çok yalnızım. Çok mutsuzum çünkü babam bana yine bağırdı. Eğer ağlarsam beni yetimhaneye verecek. Ağlayamıyorum. Ben katilmişim. Annemin katili benmişim. Bu yüzden herkes bana acıyacakmış. Acınacak durumdaymışım. Ben hep yalnız olacakmışım.

17.06.2006

O zaman dökmediğim gözyaşı şimdi döküldü ve eskimiş sayfanın tam üstünü buldu. İki sayfa birbirine benziyordu. Tek fark yazdıranlar farklıydı.

Acıtıyordu. Onun o dediklerini hala aklım almıyordu. Bana yıllar sonra o eski küçük Manolya'yı hatırlatmıştı. Ama onu değil, o acılarını hatırlatmıştı. Kötü olan tarafı buydu.

Gözlerimden akan yaşları engellemek için hızla günlüğü kapatarak masadan kalktım. O küçük Manolya'nın anılarından sonra hiç böylesine üzülüp, kırılmamıştım. Bu ikinci yıkım ilk kez oluyordu. 

Evin içinde yorgun adımlarımı attım. Kabus gibi bir akşam yaşamıştım resmen. Birazdan uyanıp her şeyin sadece bir kabus olduğunu öğrenmek ne güzel olurdu. Ama böyle bir şeyin olmadığını maalesef ki biliyordum.

Kimse için bir değerim olmamanın verdiği o his çok kötüydü. Herkesin değerli olduğu ortamda tek değersiz olmak kötü hissettiriyordu. Ve bu sürekli yaşadığım bir duyguydu. 

İlk kez kendimi değerli hissetmiştim. Onda da günün sonunda yine bana acınmıştı. 

Kapı çalınmaya başladı. Ruhsuz bakışlarım kapıya kaydı. Kapı ben açmadıkça daha ısrarcı ve kaba bir şekilde çalınmaya başlıyordu. En son o içimin cız etmesine sebep olan tanıdık ses duyuldu. "Manolya?" diyordu kapının ardından.

Halsiz adımlarımı yavaşça kapıya doğru attım. Dizimin acısından dolayı hala hafif topallayarak yürüyordum. "Manolya!" durmadan ismimi sayıklıyordu. O dediklerinden sonra nasıl hala nasıl adımı ağzına alabiliyordu?

Elim kapının koluna gittiğinde durdum. İçimde büyük bir fırtına varken şuan ona kapıyı açsam kim bilir neler olacaktı. "Manolya!" Sesini tekrar duymak bütün düşünceleri es geçirdi ve bana o kapıyı açtırttı.

Bakışlarım onun gözlerimle aynı renk olan ama aynı ton olmayan yeşil gözlerine çıktı. Yeşil gözlerine kızaran sadece yeşil gözlerimle baktım. Onu görmemle aklıma tekrar o söylediği cümleler geldi.

Rahatlar gibi nefes verecekti ki halim onun rahatlamasına izin vermedi. "Açmayınca korktum." diye mırıldandı. Bakışlarıyla beni süzdü. İçimdeki yara kadar olmasa da yaralı olan dizim, berbat halde olan onun seçtiği elbisem, ellerimle çekmekle özenle düzleştirdiğim bozulmuş kumral saçlarım ve ağlamaktan resmen kırmızının en koyu tonuna boyanmış gözlerim. Beni bu kadar yıkacağını düşünmediği belliydi.

"Niye geldin? Keyfine baksaydın orada." dedim kayaları bile yıkacak kadar sert ve öfkeli çıkan sesimle. Henüz sakin kalıyor, sesimi yükseltmiyordum.

"Sen gidi-" Hızla sözünü kestim. "Yoksa sen benim doktorumsun ve bana kesinlikle acımadığın için peşimden mi gelmeliydin?" Beklemediği alaylı sözü ona söylememle kaşları çatıldı. 

Ardından bunu umursamadan bakışlarını dizime indirdi. "Yaralanmışsın. Çok iyi görünmüyor, ona bir bakalım mı?" diye sormasıyla alayla güldüm. "Hala dizin diyorsun Doğuş doktor!" diye bağırdım kendimi daha fazla tutamayarak.

Bakışları hala dizimdeydi. "Dizine bakalım mı?" diye tekrarladı. "Bakmayalım! Bundan sonra seninle hiçbir şeye bakmayalım! Gökyüzündeki aynı yıldızlara bile bakmayalım! Kuzey ışıklarına da bakmayalım! Hiçbir şeye bakmayalım seninle!" diye acıyla bağırdım. İçimdeki o his söküp alınsın.

"Dizine bakalım." dedi. Kendini bazı şeylere zor tuttuğu belliydi. Yerinden kıpırdamıyor yada yüzünde hiçbir mimik oluşmuyordu. Artık sormuyor direkt 'Bakalım' diyordu.

"İstemiyorum." diye fısıldadım. Bakışlarını yüzüme kaldırdı. Yeşil olan gözlerime bakmasıyla sanki kalbime tekrar bir hançer saplanmış gibi hissettim. "Dizine bakalım."

"Kahretsin, başka bir şey söylesene doktor! Acıdın sen bana acıdın!" diye bağırdım son gücümle. Bağırışımı umursamadan üzerime doğru gelerek evimin içine girmesiyle geri adım attım. Kapıyı kapatarak tekrar bana döndü. İnsanlara ses gitmesin diye böyle bir şey yapmıştı.

Yüzüme baktı. "Oturur musunuz? Dizinize bakalım." demesiyle ellerimi sinirle saçlarıma geçirdim. Bu adam hala beni düşünüyormuş gibi konuşunca daha da kafayı yiyecek gibi oluyordum.

"Sorun dizim mi? Bu mu yani? Benim içimde daha büyük yaralar açıldı bu akşam! Üstelik onu açan sizsiniz bay uzman doktor Doğuş Çekici!" diye bağırdım. Bağırmama tek laf etmeyerek beni sakince dinliyordu. Bir daha dizin derse çığlık atardım.

"Özür dilerim. Evinize size sormadan girdiğim için de özür dilerim. Dizinize bakabilir miyiz?" diye sordu tekrar. Ellerimi saçlarımdan yavaşça çektim. Şaka gibi bir adamdı cidden!

Alayla güldüm. Ardından hızla ne yaptığımı bilemeyecek bir kafayla kapının yanındaki konsoldaki bibloyu alarak dizime doğru fırlatacaktım ki refleksiyle hızla elimi yakalayarak beni engelledi. Gözümden bir yaş süzüldü. Bana yaklaştı. "Kendine zarar verme." diye fısıldayarak emir verdi.

Bileğimdeki elini aşağıya doğru indirdi ve elimi kavrayarak ellerim arasındaki bibloyu aldı. Bibloyu ne kadar sert bir şekilde geri yerine bıraktıysa, biblonun alt taraflarında çatlaklar oluşmuştu.

"Lütfen bana biraz izin ver. Sonra konuşalım olur mu?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım. "Hayır! Şimdi konuşacağız!" dedim yüksek bir sesle. Bakışları tekrar dizime çekildiğinde artık illallah etmiştim. "O zaman seni hastaneye götüreyim? Evde de halledebilirim ama." dedi beni umursamayarak.

Nefretle suratına baktım. "Seninle hiçbir yere gelmem!" dedim. Başını salladı ve cebinden telefonunu çıkardı. Kaşlarım çatıldığında ne yaptığını merakla izledim. Numara tuşladı ve telefonu kulağına koydu. "Alo? Elzem sokak, Solmaz apartmanın önüne bir ambulans çağırır mısınız?" diye sordu nazik sesiyle. Bu adam gerçekten deliydi!

Hızlıca telefonu elinden çektim ve telefonu kendi kulağıma koydum. "Alo? Siz o beyefendinin kusuruna bakmayın! Kendisi uzman doktor oldu ama küçük yaralar için ambulansı rahatsız etmemek gerektiğini öğrenemedi! Haydi iyi günler!" diyerek telefonu kapattım.

Bileğini alarak telefonu avcuna vurur gibi bıraktım. "Al!" dedim ters ters. Bana ifadesizlikle baktı. "Yaranızdan belli ki fazlasıyla kan akmış. O yaradan bu kadar kan akması normal bir durum değil. Ona bir doktorun bakması gerekir. Ben burada bir doktorun bana izin vermediğine göre ve seni hastaneye bırakmama izin vermediğine göre bende ambulansı çağıracaktım." dedi düz bir sesle.

"Sen benim yaramı boş ver şuan! Yürü git evimden ya istemiyorum seni evimde!" diye bağırdım. Gitmek istemiyordu ama sırf ben onu evinde istemediğim için çıkmak için hamle yaptı ki kolundan tutarak onu durdurdum. "Vazgeçtim ya! Söyle bana neden acıdın! O saydığın aptal sebepler yüzünden mi?" diye sordum sertçe.

Bana tam döndü. "Ben size acıdığımı söylemedim." dedi sıfır duygusuz bir sesle. Alayla gülerek başımı salladım. "Doğru, siz bana acınmasını söylemiştiniz. Acınacak durumda olduğumu ima etmiştiniz! İma da etmemiştiniz hatta direkt öyle demiştiniz!" dedim yüksek bir sesle. Boğazımda büyük bir yumru oluştuğunda zar zor yutkundum.

Bana o malum tonlu yeşil gözleriyle bakması içimi yakıyordu. "Gerçek düşüncelerim değildi." diye mırıldandı. İki elimle sertçe göğsünden ittirdiğimde geri sendeledi. "Nasıl gerçek düşüncelerin değildi?! Gözlerimin içine baka baka öyle dedin, nasıl değildi?!" diye bağırdım.

Onu itmem umurunda bile olmamıştı. "Size acımıyorum." diye fısıldadığında gözlerimden yaşlar geldi. Son gücümle tekrar onu göğsünden itekledim. "Acıdığını söyledin ama!" diye haykırdım. İçim acıyor, göğsüme ağrılar girip duruyordu.

"Uzak durmalıydınız benden. Buna mecburdum." diye fısıldadı bakışlarını benden başka yere vererek. "Neden?! Neden sizden uzak durmayayım? Yada neden sizden uzak durayım?" diye bağırdım da tekrar onu ittirecektim ki, onu ittirmek için göğsüne koyduğum ellerimi bileklerimden sıkıca tutarak beni engelledi. Öyle bir tutmuştu ki ne canım yanıyordu, nede tek milim hareket ettirebiliyordum.

Bana yaklaştı. "Çünkü sen benim hastamsın. Bende doktorunum. Yaşadığımız şeyler normal mi sence? Gün içinde yaşadığımız şeyler çok mu normal? Kafam karışıyor Manolya! Hiç hissetmediğim şeyler hissediyorum! Profesyonel olamıyorum ben Manolya!" dedi. İlk kez benimle bu şekilde konuşuyordu.

"Sana hiçbir zaman acımadım. Aklımın ucumdan dahi geçmedi. Sırf sen orda beni duy ve benden nefret et diye öyle konuştum. Benden uzaklaş diye dedim." dedi canımı acıtarak. Olayları kavramaya çalıştım.

Bileklerimi gevşetmesiyle hızla bileklerimi ondan kurtardım. Ona istediği gibi nefretle baktım. "Sen sırf işin, profesyonelliğin için benim kalbimi mi kırdın şimdi?" diye sormamla ağzı aralandı. Bu lafı oda beklemiyordu. Gözümden bir acı yaşı firar etti.

Geri adım atarak ondan uzaklaştım. "Sen nasıl aşağılık, bencil bir adamsın?!" diye bağırdım içimdeki hayal kırıklığıyla. Ellerimle üzerimdeki elbiseyi sıktım. "Sırf bana aşık olmamak için, kendini değil beni yakmak istedin! Profesyonelliğinden, işinden olmaktansa benim içimdeki insandan olmayı istedin!" diye bağırdığımda başını hızla iki yana salladı ama konuşmasına asla izin vermedim.

"Keşke benimle konuşsaydın! Bana düzgünce deseydin, beden uzak dur diye!" diye bağırdım sinirle. Bana doğru bir adım attı. Bakışları değişmişti. "Dedim zaten. Seni defalarca uyarmadım mı başta? diye sordu ciddiyetle.

Sorunun içimdeki cevabı içimi yaktı, çünkü o beni gerçekten uyarmıştı. Ama yine de bu onu haklı çıkarmazdı.

Gözümden yaşlar yavaşça yanağımdan aşağıya doğru süzüldü. Yanağımdan süzülen o yaşları izledi. "Benden ne istediniz?" diye sordum acı dolu bir sesle. "Özür dilerim." dedi sadece.

"Niye böyle bir yöntem seçtiniz?" diye sordum daha da paramparça olan sesimle. "Özür dilerim." dedi tekrar. "Çok kırıcısınız. Çok kırıldım." dedim kırgın bir ses ve gözümden akan yaşla. Tekrarladı. "Özür dilerim."

"Herkesi iyileştirdin ama beni yaraladın Doğuş doktor!" diye bağırdım bütün kırgınlığımla. Pişmandı. Çok pişmandı. Ama sonuçta son pişmanlık fayda etmiyor.

"Sizin gibi hayat enerjili bir kadının ona acınmasına bu kadar üzüleceğini düşünmemiştim." dedi suçlu çıkan sesiyle. Alayla gülerek sahte bir şaşkınlıkla, "Tüh!" dedim. "Oysa ben sadece o hüzünlü kız çocuğunu size göstermiştim!" dedim. 

"Bak ama ben sana daha ne göstereceğim!" dedim ve kendimden bile sakladığım günlüğüm ilerlemek için salona girdim. Yemek masasının üstündeki günlüğümü kaparak hızlı adımlarla karşısına ilerledim.

Günlüğü parmak uçlarımla tutarak ona gösterdim. "Bak şimdi bana daha acıyacaksın! Bu bir çocuğun günlüğü. Ama okursan paramparça olacağın bir günlük! Bu benim çocukluğum olan günlük!" dedim.

Bakışları günlüğe kaydığında yutkundu. Günlüğü sertçe yere fırlattım. Günlük açılarak ters bir şekilde duvara yaslandı. Bakışları günlükteyken konuştum. "Annem beni doğurmak için ölmeyi seçmiş. Babama kabul etmez diye söylememiş." diye söze girmemle bakışları geri bana kalktı.

Bir gözümden akan yaşı silerken kendimi ağlamamak için tuttum. "Babam hep beni annemin ölümüyle suçladı! Hiçbir suçum olmamasına rağmen, hep kendimi katil olarak doğan bir çocuk zannederek kendimden nefret ettim!" dememle gözlerinde bir duyguyu gördüm. Acıma dışında başka bir duygu.

"Babam bana hep bağırırdı. Hep onu sevsin istedi o küçük kız! Her baba kız gördüğünde onlara özendi. Ben bir aylıkken benden kurtulmak isteyerek beni göle atmaya çalışmış biliyor musun? Orada ki insanlar babamı engelleyen insanlar olmasaydı ben şuan ölüydüm." dedim acı dolu bir sesle. Gözleriyle kızarmış gözlerimi izledi.

"Benden hep nefret etti! Anneme o kadar aşıkmış ki, beni onun bir emaneti değil, onun katili olarak görmüş!" dedim zorlanarak. Boğazımdaki oluşan yumrunun gitmesi için sertçe sesli bir şekilde yutkundum. Sadece beni dinliyor ve izliyordu.

Alayla güldüm. "Ama Allah'tan orada bana acıyan bir komşum varmış ki, bana bakılmış ve ölmeme izin verilmemiş. Apartmandaki herkes bana acıdığı ve annemi önceden tanıdıkları için hepsi bana farklı farklı günler bakıcılık yapmışlar. Yoksa babama kalsa çoktan ölüydüm." Duyduklarını kavramaya çalışıyor gibi kaşları çatıldı.

"Babamı hatırladığımdan beri hep içerdi. Sarhoş olduğu zamanlar hep benden nefret ettiğini, katil olduğumu söylerdi. Ben ona rağmen iyilik yapmaya çalışırdım ona. Her defasına beş yaşında olsam bile yemek yapmaya çalışırdım."

"Bir ara sırf bir kere bana yüzü gülsün diye ona yumurta pişirmeye çalıştım." Kolumu kaldırarak çevirdim ve orada ki yanık izini gösterdim. Ağzı aralandı. "Çay yapayım derken kaynar suyu koluma döktüm. Oysa ondan o kadar çok yardım istemiştim ki. Yanan kolumu görünce de hiçbir şey yapmadı. Kolumun acısıyla bir gece uyuyamadım!"

İfadesi öyle bir hal almıştı ki onu tanımasam karşımda oturup ağlayacak derdim. Devam ettim. "Bana bir fiske vurmadı ama en kötü şiddeti psikolojik olarak yaşattı. Okulda sürekli dışlanırdım. Annem yoktu. Babam zaten yok gibiydi. Okulda bana sürekli zorbalık yapılırdı. Ben bir şekil onlarla başa çıkardım ama." 

"Altı yaşında sokakta mahalledeki çocuklar beni aralarına almayınca babam benimle "Sana tabi ki acırlar. Sen sonuçta katil olarak doğan bir kızsın." diyerek benimle alay etmişti." dediğimde gözlerimden akan yaşlar boynuma doğru indi. 

"İnsanların kendi babaları anneleri, benim için, bu çocukla oynamayın demez, onlara o lafı benim kendi babam derdi!" diye bağırdım içimdeki bütün acıyla.

"Yedi yaşında rehberlik hocası içime kapanık bir çocuk olduğum için babamı çağırıp onun benimle gün içinde dertleşmesini istemişti." Elimle duvara yaslanarak duran günlüğü işaret ettiğimde bakışları oraya kaydı. "Babam sırf dertleşmemek için gitti bana o günlüğü alıp önüme attı. "Al şunu istediğin gibi doldur da, beni senin için bir daha bir yerlere çağırmasınlar." dedi!" dedim yüksek bir sesle. İçimdeki dolu dolu olan o öfkeyi, üzgünlüğü, kırgınlığı atmak ister gibi bağırarak.

"Manolya..." Elimle onu susturdum. "Daha bitirmedim!" dedim göz yaşları içinde. "Babam, ağlarsan beni seni yetimhaneye veririm diyerek tehdit ederdi. Bu yüzden onun yanında ağlamaktan korkardım!" diye bağırdım. Bana anlatma dercesine bakıyordu.

"Dediğini yaptı ve beni yetimhaneye verdi. Ama sebebi ağlamam değildi. Annemle fotoğraflarının olduğu çerçeveyi kırdığım için beni kolumdan zorla sürükleye sürükleye, ağlata ağlata o yetimhanenin kapısına bıraktı! Zaten beni bırakmak için sebep arıyordu." 

O günü asla unutmazdım. O sürüklenişimi, babama yalvarışlarımı, ağlayışlarımı, komşuların camdan izlemesini, apartmanda oturan ve bana bakan bazı komşuların da bana acıyarak "Yapma." dediğini hatırlıyorum. İnsanların bana acımasından nefret ediyordum.

Babam bana o zamanlar içinde o kadar travma yaşatmıştı ki, bunlar sadece fragman kalıyordu yaşadıklarımın yanında.

"Manolya-" Tekrar sözünü kestim. "Ondan sonra her şey değişti. Daha doğrusu her şey değişmedi. Ben değiştim. Eski suskun, içine kapanık Manolya'dan kurtuldum. Yeni Manolya'yı yarattım. Ama sen bugün, bu akşam bana o Manolya'yı hatırlattın. Bana o kız olduğumu hissettirdin." dedim dişlerimin arasından. Gözlerimden yaşlar durmaksızın süzülmeye devam ediyordu.

"Sen bugün gözlerimin içine baka baka, aynı babam gibi bana acımalarını söyledi-" Sözümü hızla kesti. "Sus lütfen!" sesi ilk kez yüksek çıkmıştı. Duymak istemiyordu. Neden bahsettiğimi gayet iyi anlamıştı. Tıpkı beni nasıl paramparça ettiğini anladığı gibi.

Benimle beraber oda paramparça olmuş gibiydi ama şuan benim umurumda bile değildi ne halde olduğu. "Profesyonelliğini böyle kazanamazsın Doğuş doktor." dedim ciddiyetle. 

Ona yaklaştım. "Bundan sonra profesyonelliğine devam edebilirsin zaten. Çünkü artık Manolya Dinçer diye bir hastan yok. Artık senin hastan olmayacağım." 

Bakışları anında değişti. Afalladı. Bugün ona fazlasıyla beklemediği şeyleri sergilemiştim. "Anlamadım?" diye sordu hala kibar çıkan sesiyle. "Sizin hastanız olmak istemiyorum." dedim net bir sesle.

Kaşları çatıldı. "Bunu kabul edemem Manolya hanım." dedi kesin bir sesle. Alayla güldüm. "Ne o? Anlattığım hayat hikayemden sonra daha da mı acıdınız?" diye sordum.

"Seni iyileştirecek tek doktor benim!" dedi sesi yüksek değil ama gergindi. Buna rağmen laflarına dikkat etmeye çalışıyordu.  Kaşlarımı çattım. "Öyle mi? Anlaşılan sizin burnunuz baya havaya kalkmış! Ben sizi hastanız olmayacağım artık!" diye bağırdım.

"Manolya hanım olmaz. Bunu yapmamalısınız." diye fısıldadı yalvarır gibi. Onu göğsünden ittim. "Yapacağım!" diye haykırdım ona inat.

"Benden başkası senin doktorun olmaz!" dedi emin bir sesle. "Bakalım oluyormuymu-" sözümü kesti. "Ölürsün!" demesiyle afalladım.

Bunu demesini kesinlikle beklemiyordum. Ölmek derken? Nasıl ölürdüm?

"Ö-ölür müyüm?" diye sordum titreyen sesimle. Sadece gözlerimin içine baktı. Cevap vermek istemiyordu. Bütün baskında olan duygularımla onu göğsünden ittirdim. "Cevap versenize!" diye bağırdım. Gözümden tekrar bir yaş süzülmeye başladı.

"Hastalığınızı buldum." dedi kısık bir sesle. Afallayarak geri adım attım. "Buldunuz mu? Neymiş?" diye sordum titreyen sesimle. Çok korkuyordum. 

"Ölümcül bir hastalık. Gittikçe ilerleyerek daha da canınızı yakacak bir hastalık." diye girdi söze. Ağzım aralandı. Hıçkırıklarımı tutmaya çalışırken onun devam etmesini bekliyordum. "Tedavisi var dimi? Tedavisini olsam?" diye sordum dolu gözlerimle.

Gözlerime öyle bir baktı ki o an bana hiç kıyamadığını düşündüm. Bugün bunun gerçek olmayacağını kanıtlasa bile bunu düşünmüştüm. "Tedavisi yok. Sonu ölüm." 

Duyduğum cümleyle geri sendeleyecek gibi oldum ki beni kolumdan tuttu. Ve hıçkırıklarımı tutamadan ağlamaya başladım. "Ölmek istemiyorum!" diye fısıldadım hıçkırıklarımın arasından.

"Sakin ol. Lütfen ağlama. Lütfen üzülme." diye yalvardı çaresizce. Elimi yüzüme kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladım. "Sana sarılmak istiyorum. Sarılabilir miyim?" diye sordu. Normalde buna asla izin vermezdim ama şuan ben bile kendime acıdığım için sadece başımı salladım.

Beni göğsüne çekerek güven veren kollarını sıkıca bana sardı. Ben bu hayata neden gelmiştim? Acı çekmek için mi? Yoksa birilerinin cezasını üzerimden mi kesiyorlardı? Annemin yada babamın cezası olarak mı doğmuştum? Ben niye doğmuştum? 

Saçlarımı kokladığını hissettim. "Ölemezsin." diye fısıldadı. Ağlarken yumruk yaptığım elimi kaldırarak onun göğsüne durmaksızın vurdum. Kollarını daha sıkılaştırdı. Göğsüne vurduğum için beni kendinden uzaklaştırmadı.

Göz yaşlarım onun gömleğini ıslatıyordu. "Ölmene izin vermeyeceğim. Sen benim hastamsın. Ölemezsin. Seni iyileştiren ben olacağım." diye fısıldadı.

"Ama tedavisi yok." dedim göz yaşlarım arasından. "Olmasın. Ben seni yine tedavi edeceğim." dedi emin bir sesle. "Ben Manolya'yım. Bende her çiçek gibi solacak mıyım?" diye sordum bir hıçkırıkla.

"Her çiçek bir gün solar. Ben senin için ölümsüzlüğü bulacağım." diye fısıldadı sonsuz güven veren sesiyle. O benim solmama izin vermezdi.

"Her şey üst üste geliyor. Dayanamıyorum." diye fısıldadım bitkin halimle. "Senden çok özür dilerim. Bu kadar derin bir hikayeniz olduğunu bilmiyordum. Bilsem yemin ederim yapmazdım." dedi çaresizce.

"Biliyor musunuz, gözlerime baka baka öyle dediğinizde canım çok yandı. Sizin canınızı da yakmak amacıyla size bir itirafta bulunuyorum. Ben size aşık oldum. Ben doktorum olan size aşığım. Ama artık aşkımı bitirmek için elimden geleni yapacağım. Zaten imkansızdık. Artık daha da imkansızız." Biz iki imkansızdık.

Sesli nefesini duydum. Bu dediklerim onun gerçekten canını yakmış olmalı. Ona aşık olmam mı, yoksa ondan hiçbir şey başlamadan vazgeçmeme mi canı yanmıştı?

Onu iterek ondan ayrıldım. Ve onun o sanki, benim şuan ki halimden bulaşmış gibi yüzüne yansıyan o ifadesini gördüm. Dağılmış gibiydi. Onun ilk kez böylesine görüyordum.

"Doktorumu değiştiremez miyim şimdi?" diye sordum sinirle. Bana aynı ifadesiyle baktı. "Değiştirme hakkın var tabi ki. Ama hiçbir doktor sana tedavi bulmak için uğraşmaz. Sadece ölüme kadar ilerleyen süreçlerdeki, nöbetlerde, ataklarda oluşan acılarını hafifletmeye çalışırlar." diye sert bir darbe vurdu bana.

"Tamam. Değiştirmeyeceğim. Ama seninle bundan sonra senin de istediğin gibi sadece hasta-doktor ilişkisi yaşayacağım." dedim ciddiyetle. "Tam istediğim. Harika olur." dedi ruhsuz sesiyle.

Alayla güldüm. "Harika! O zaman yeniden tanışalım." diyerek ona elimi uzattığımda iki üç saniye elime baktı. "Ben Manolya Dinçer." dedim sahte bir gülümsemeyle. Oda elini uzatarak ellerimizi birleştirdi. O iki elin birleşmesi büyük yangınları bile çıkarabilirdi. "Doğuş Çekici."

Başımı salladım. "İsminiz güzelmiş Doğuş bey. Daha önce hiç duymamıştım." dedim sahte sırıtışımla. Benim aşık olduğum adam Doğuş çaydı. Ben şuan yeni tanıştığım bu adamı zerre sevmek istemeyecektim.

Bu halimden hoşlanmamış gibiydi ama buna anlam verememiştim. Çünkü zaten istediği buyken neden bana böyle bakıyordu?

"Teşekkürler. Sizin de isminiz çok güzelmiş Manolya hanım." dedi ismimin olduğu kelimeyi bastırarak. 

Ellerimizi ayırdığımızda başımı başka yöne çevirdim. Ağlamamak için kendimi resmen zor tutuyordum. Doğum günümde tacize uğradım. Üstüne doğum günümden bir sonraki gün sevdiğim insanların aslında bana acıdığını öğrendim Ayrıca üstünden üç dört saat bile geçmeden öleceğimi öğrendim. Daha acı ne yaşayabilirdim ki?

"Siz gidin isterseniz?" diye sordum. Gidin de rahat rahat ağlayayım. Bakışlarını dizlerime indirdi. "Dizinize bakabilir miyim?" diye sorduğunda sıkıntılı bir nefes vererek yemek masasının bir sandalyesini çekerek ona oturdum.

Bu hamlemle koridordaki ecza dolabını açtı ve içinden bir şeyler çıkardı. Bu adam ne ara orayı fark etti bilmiyordum şuan da umurumda değildi zaten.

Karşıma gelerek önümde eğildi. Dizimdeki yaradan fazla fazla akmış olan kanı sildi. "Bu fazla kan akması da hastalığınızla ilgili muhtemelen." dedi işini pür dikkat yaparken.

 Kahverengi şişeden gazlı beze döktüğü şeyin dizimle temas etmesiyle ağzımdan acılı bir inleme çıktı. Yüzünü buruşturduğunu gördüm. Üfledi. Masum masum dizimi üflüyordu. Koskoca uzman doktor gelmiş hastasına pansuman yaparken canı yanıyor diye acısını azaltmak için acısına üflüyordu. O doktor bazen de harlıyordu.

Onu izlediğimi hissetmesiyle kendine gelerek geri çekildi. Başka bir şişeden başka bir gazlı beze daha tentürdiyot damlattı. Tentürdiyotla da canım yanmıştı ama bu sefer sadece yüzümü buruşturarak tepki vermemeye çalışmıştım.

Gazlı bezi yarama kapattı. Banta benzeyen bir şeyi gazlı bezin üstünden bantla tutturdu. Bunun aynısı avcumda da vardı. Tacize uğradıktan sonra avcumdaki yaramı sarmıştı. 

"Teşekkürler." diye mırıldandım mesafeli bir sesle. Mesafeli bir şekilde cevap verdi, "Rica ederim. Görevim." 

Ayağa kalkarak dikleşti. "Bence siz bir uyuyup dinlenin." dedi. Ona umursamazca baktım. "Denerim. Siz de evinizde rahatça uyuyup dinlenin bence. Malum, bugün bir davetiniz vardı. Yorulmuşsunuzdur." dedim ciddiyetle.

Bana dümdüz baktı. "Ben gideyim." diye mırıldandı. Başımı salladım. "Artık bir zahmet." diye mırıldandım. Bunu duymuş gibi göz ucuyla baktı. Duyması bile umurumda değildi.

Kapıya ilerlediğinde bende peşinden ilerledim. Kapıyı açarak isteksiz bir şekilde evimden çıktı. Kızarık gözlerimle ona baktım. "Size iyi geceler Doğuş Çekici." dedim onu delici bakışlarımla izlerken.

 Sadece başını salladı. Ardından merdivenlerden aşağıya yöneldi. Onun gitmesiyle benimde gözümden yavaşça bir yaş süzüldü. Kapıyı kapatarak sırtımı kapıya döndüm. Güçsüzlükle sırtımı kapıya yasladım. Kendimi çok güçsüz hissediyordum. Her şey üst üste geliyordu ve artık dayanacak gücüm kalmıyordu. Kader, sen nasıl acımasız bir şeysin. Neden bana bu kadar yükleniyorsun ki?

Kar sanki hissetmiş gibi odadan çıkarak bakışlarını bana dikti. Çaresizce sırtımı kapıya yaslamış beni izliyordu. Halsiz bir şekilde çömelirken gözümden tekrar bir yaş süzüldü. Sadece orada durmuş beni izliyordu.

Bakışlarım duvara yaslı bir şekilde duran günlüğüme kaydı. Derin bir iç çektim. O günlük benim lanetimdi. O küçük Manolya'nın lanetiydi o günlük. 

Bana acımamış olabilirdi ama bana bile isteye yaşattığı o duygudan sonra ona eskisi gibi olamazdım. Ona aşık olsam bile onu unutmasını bilirdim. Unutabilir miydim?

Bu hayattan nefret ediyordum. Her zaman en kötü darbeleri geçiriyordu. Ben kaderin, hayatın bana acımasını isterken o bana acımasız olup gidip etrafımda yakınım dediğim insanları bana acındırıyordu.

Şimdi birde sonu ölüm olan bir hastalığım olduğunu öğrenmiştim. Bu hayatta hep hayallerime tutundum. Beni gerçekten seven onlarca insan, yazdığım kitabımı çıkarmak, okulu bitirmek. Bunları yapamadan ölmek istemiyordum. Üstelik daha yapmak istediğim bunlar dışında onca şey vardı.

Ölürsem arkamdan kim üzülürdü? Hiç kimsenin hayatında bir yerim olmadan ölmek kimse için bir şey kaybettirmez. Varlığımdan bile haberi olmayan insanlar için ne değerim vardı ki? Eğer ölürsem kim için bir kayıp olurdum? Kimse. Bu yüzden canım yanıyordu. Ölmek istemiyorum.

Lütfen ölmemeyeyim.

🌺

Dün o kadar yorulmuştum ki, hem fiziksel olarak, hem ruhsal olarak. Dayanamayarak en son uyuya kalmıştım. Yine kendimi tutamamış ve bol bol ağlamıştım. Ama artık ağlamalarım geçmişti. Artık ağlamayacak, kendimi toparlamaya çalışacaktım.

Yüz üstü uzandığım koltukta hafifçe dikleştim. Halsiz bakışlarım evde dolandı. Elbise hala üzerimdeydi. Güçlükle koltuktan kalktım. Kendime gelmeye çalışarak gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım.

Masanın üstündeki telefonuma gelen bildirimle bakışlarım telefonuma çevrildi. Kaşlarım merakla çatıldı. Birinden mesaj mı gelmişti?

Telefona yavaşça uzanarak telefonu masadan kaptım. Geri çekilerek adımlarımı odama doğru atarken mesajlara baktım. Yazan mesaj buydu,

"Günaydın Manolya hanım. Ben Doktorunuz Doğuş Çekici. Bugün size hastaneye gelebilir misiniz? Hastalığınız hakkında konuşuruz?"

Tanınmayan yabancı numarayı telefonuma 'Doğuş Çekici' diye ekledim. Ardından klavyeyi açarak hızla cevap yadım. "Tamam Doğuş bey."

Mesajı anında gördü. Dört beş saniye çevrimiçi kaldıktan sonra uygulamadan çıktığını gösteren o son tarih göründü. Mesajlaşma ekranından çıkmamla gelen bir sürü mesajı gördüm. Bunlar de neyin nesiydi?

Tanınmayan bir numaradan on arama, yirmi dört mesaj. Mesajlara bakmamla kim olduğunu anladım. 

"Manolya!"

22.56

"N'aptın ne ettin?

"Ben Bayar." 

22.57

"Eve vardın mı?" 

23.00

Ve bu tür mesajların çok dahasını yazmıştı. Mesajların saatleri ilerledikçe onunda siniri yada telaşı artmış gibi görünüyordu. Her bir sonraki mesajı daha telaşlı görünüyordu. Cevap yazdım. 

"İyiyim Bayar :)"

Mesajı anında tetikteymiş gibi gördü. Ve mesaj yazmaya başladı. Makyaj masasının önünde yerde parçalanmış ayna parçalarına basmamaya çalışarak dolabımın önüne geldim. Dolabımı açtığımda Bayar'dan mesaj geldi. 

"Yalan söyleme. Nasıl iyi olabiliyorsun, onları sen yaşamana rağmen ben bile şuan iyi değilim. Gerçi senin acın, benim acımdır bacım. Enayi gibi tek başıma mı acı çekiyorum yoksa?" 

Yüzümde saf  bir tebessüm oluştu. Beni bu haldeyken bile güldürmeyi başarmıştı. Mesajı ona yollamaya başladım.

"Baydık acıdan kederden Bayar. Şimdi anlamadığım bir taraf daha var. Acım senin de acınsa? Doğuş doktor, Arat ve oradaki diğerleri sana da mı acımış oluyor."

Maalesef acım sadece bana acınması değildi. Eğer bu olsaydı bu kadar acımazdı. Gördü ve cevap yazmaya başladı. 

"İsmim yüzünden acıyorlar, evet." Yazmıştı.

Kendime uygun kıyafetlerimi dolaptan alarak dolabı kapattım. Bir yandan durup hızlıca mesaj yazdım. 

"Cidden ama Bayar diye isim mi olur? O isim ne intikam ismi gibi." 

Mesaj görüldü ama cevap yazılmadı. Çevrimiçi görünüyordu. Bu mesajımla saniyeler sonra bir fotoğraf yollandı. Bayar yine baş parmağı ve işaret parmağıyla gözlerinin arasındaki burnunun üst kısmına gelen kısmı tutarak ağlar gibi ifadesiyle bir selfie çekerek bana atmıştı. 

Fotoğrafı görmemle onun bu hareketi yaparken ağlıyormuş gibi çıkardığı sesi duyar gibi oldum. Üzerindeki beyaz önlükten ve arkasından anladığıma göre hastanedeydi.

"Ağlama ağlama koca bebek." Yazdım gülerek. Şu olanlar üzerinden çok bir şey geçmeden böyle güleceğimi düşünmezdim. 

Bayar tekrar bir mesaj gönderdi. "Bu upuzman doktorun bir hastası var şuanda. Asistanımdan randevu alın ve sonra tekrar konuşalım." 

Güldüm. "Maalesef. Ajandama baktım da sizin için daha sonra konuşacak boş vaktim yok. Daha sonra tekrar deneyiniz." Yazıp gönderdim.

"Şuan ağlıyorum." yazdı. "Ağlama hastana bak!" yazdım ve mesaj ekranından çıktım. Esma'dan ve Arat'tan da mesajlar gelmişti.

Önce Esma'nın mesajına baktım. Doğuş doktordan sonra diğer doktorların ne dediğini duymamıştım. Ama bildiğim kadarıyla Esma bir şey dememişti.

"Manolya, geleceğim dedin gelmedin. Davet sonuna kadar seni bekledim. Ama yoktun. Bir sorun mu var yoksa? Doğuş hocanın da rengi atmış gibiydi. Hiç iyi görünmüyordu."

Doğuş kelimesini görmekte, duymakta istemiyordum şuan. Aklıma gelsin istemiyordum. Nefes vererek cevap yazdım. "İyiyim Esma. Köpeğimle evde oturmayı tercih ettim tek başıma." Yazıp gönderdim ve yine mesaj ekranından çıktım.

Arat'a baktım. Onun dediklerini hatırlamamla tekrar eski halime dönmüş gibi hissettim. Canımı yakan Doğuş doktorun sırf ondan uzaklaşayım diye böyle demişken, Arat'ın ona hak vererek bana gerçekten acımasıydı.

"Manolik? Yoksun gelmedin de? Bir sorun mu var? İyi misin?" Yazmıştı. Alayla güldüm. Bu çocuk komikti. Sanırım yine bana acımış olmalı. Cevap yazdım.

"İyiyim. Merak etmene gerek yok. Davete gelmeye gerek duymadım. Önemli bir davet değildi benim açımdan." 

Mesajını gördü mü yoksa görmedi mi, bakmadan telefonumu kapatarak ilk gördüğüm masaya bıraktım ve bir türlü başlayamadığım duşuma girmek için ilerledim.

Tam bu sırada bir engel daha çıktı ve zil çaldı. Nefes vererek kapıyı açmak için ilerledim. Kapı ısrarcı bir şekilde tekrar çalındı. Kapının koluna asılarak kapıyı açtım. Gelen kişi tanımadığım orta yaşlarında yazın ortasında tamirci gibi bir şey olduğunu kanıtlamak ister gibi giydiği montuyla karşımda duruyordu.

"Kime baktınız?" diye sordum. Kapının yan tarafındaki duvar yasladığı için görmediğim tam makyaj aynamın dolabına göre olan aynayı aldı. "Camcı aynacı Selahattin ben. Sen Manolya Dinçer misin abla?" Yeter ama ben senden küçüğüm, ne ablası?!

"Evet oyum da, camcı ne alaka?" dediğimde pişmiş kelle gibi sırıtarak, "Camcı aynacı." diye ekledi. "Camcı aynacı ne alaka?" diye sordum bu sefer.

Adam güldü. "Valla ben buraya sesi güzel bir oğlan tarafından telefonla çağırıldım, abla. Sanırım içeride kırık ayna varmış. Hemen yenisinin takılmasını söyledi." Doğuş doktor. Dün hiç odama girmemişti ki. Nasıl kırıkları fark etmişti bilmiyordum ama üzerine de düşünmeyecektim. 

Geri çekilerek adama yol verdim. "Doğru adres buyurun." dedim ifadesiz bir sesle. Adam ayakkabılarını çıkararak eve girdiğinde elimle odamı gösterdim. "Burada." diye mırıldanmamla adam odama girdi. 

Bakışlarını çok dağınık odamda dolaştırmadan camları yerde olan aynaya yöneldi. Bende hızlıca süpürge ve faraş alarak yerdeki kırdığım aynaları faraşa almaya başladım. Aynalardan hala kırdığım manolya parfümümün kokusu geliyordu.

Adam dikkatle işini yaparken bende yerdeki aynaları topluyordum. Son şişem vardı. Oda kırılmıştı. Artık o düne kadarki Manolya olmadığım gibi artık onun parfümünü de kullanmayacak, kullanmayacaktım. Onun gibi kokmayacaktım.

🌺

Islak saçlarımı havluyla kuruttuktan sonra düzgün bir at kuyruğu yaptım. Dün akşam yaşananlar gözlerime yansımış gibiydi. Hala gözlerimde o yorgunluk duruyordu.

Allıkla biraz yüzüme renk vermeye çalışmış, toparlanmış gibi bir görüntü oluşturmaya çalıştım. Aynadan kendime bakarken gülümsemeye çalıştım. Her şeye rağmen dağılmamalıydım.

At kuyruğunu geriye savurarak oturduğum sandalyeden kalktım. Saçlarım hala nemliydi. Üzerimdeki siyah triko dizlerimin üstüne kadar uzanan askılı elbisenin üstünden kahverengi bir kemer takmıştım. Elbisemin üzerinden elbisemle aynı uzunlukta olan yazlık bir blazer ceket giymiştim. Simsiyah kedi göz güneş gözlüklerimi takıp elime siyah bir el çantası almıştım. Son olarak üzerime çok önceden öylesine aldığım odunsu kokulu parfümümden sıkmıştım.

Artık çıkmak için hazırdım. Kendi normal tarzımdan daha farklı giyinmiştim. İçimden öyle gelmişti. Ama şunu fark ettim her tarzda bana yakışıyor!

Kahvaltı yapmamıştım çünkü hiç iştahım yoktu. Mama kabının yanında boş boş halıyı izleyen Kar'ın kafasına kocaman bir öpücük bıraktım. Anlaşılan iştahı olmayan tek ben değildim.

Dikleşerek kapıyı açıp evden çıktım. Açılan asansörün kapılarından girdim. Asansörde Menekşe teyze duruyordu. Beni görmesiyle hızla yönünü bana çevirdi. Asansörün giriş kat düğmesine basarak Menekşe teyzeye döndü. "Sor Menekşe teyze sor." dedim.

Kadın heyecanla başını sallayıp sordu. "Kızım dün bizim eve çok ses geldi. Doğuş oğlumla kavga mı ettiniz?" diye sordu. Göz ucuyla Menekşe teyzeye baktım. "Sırf bunu sormak için çıkacağım saati tahmin ederek en az beş kere asansörle kat gezintisi yaptın değil mi Menekşe teyze?" diye sormamla kadın meraklı bakışlarını gözlerimden kaçırdı. Evet, bunu yapmıştı.

"Peki, sorumun cevabı kızım?" diye sordu merakla. "Teyze, çok merak ediyorum şuan. Ne kadarını duyabildin ve nasıl yorum yaptın o cümlelere?" diye sordum neşelenmeye çalışarak.

"İşte duydum biraz." dedi sırıtarak. Bende onun gibi sırıttım. "İşte ne kadar ve nereyi duydun?" diye sordum. "Tam duymadım işte, ne olduğunu bile anlamadım be kızım!" dedi kadın.

Başımı salladım. "Size cevap olur mu bilmem. Sonuçta siz ne isterseniz onu anlarsınız ama ben yine de sizin dilinizde anlatacağım. Yeğeniniz, yani size göre benim nişanlım. Bana büyük bir hata yaptı. Ve bende onu sürüm sürüm süründürerek ondan ayrıldım."

Kadın geri çekilerek anlamsızca bana baktı. Kim bilir o aklından ne geçiyor? "Nişanlını sürüm sürüm süründürerek trip mi atacaksın? İyi o kadarsa iyi. Ayrılmayın da." Kadına aşırı ciddi ve duvar gibi ifademle baktım.

Asansör kapıları açıldı. "İyi günler Menekşe hanım." dedim ve asansörden çıktım. Gözümdeki güneş gözlüğünü çerçevesinden tutarak düzelttim. Hızlı adımlarla apartmandan çıktım. 

Çıkmamla hemen karşıda Volkan'ın beyaz polosunu gördüm. Kaşlarım çatıldı. Burada ne işi vardı ki? Sürücü koltuğundaki adamın bana dönmesiyle o kişinin Volkan olduğunu gördüm.

Elini kaldırarak bana gel hareketi yaptı. Hızlı adımlarla arabasına ilerledim. Neyse en azından minibüs yada otobüs eziyeti çekmekten kurtulmuştum sanırım.

Ön yolcu kapısını açarak koltuğa yerleştim. "Hoş geldin Mano!" dedim neşeyle. "Hoş buldum." dedim daha neşesiz bir sesle. Sırtını koltuğa yaslarken bir yandan arabayı yavaşça hareket ettirmeye başladı. 

"Nasılsın?" diye sordu. "Çok iyiyim. Sen?" diye cevap verdim. Başını salladı. "Ne olsun? En son yemeğe çıktığım kız vardı ya." deyince başımı devam et dercesine salladım. "İşte ben üzerimdeki yası atınca o kıza tekrar yazdım. Kız bana tek yemeğe çıktığı erkeğin ben falan olduğunu söyledi. Meğersem kız fakültenin yarısıyla çıkmış." deyince gülmemi tutamamıştım.

"Volkan ya!" dedim gülüşümün arasından. Göz ucuyla bana memnuniyetsiz bir bakış attı. Arabayı daha hızlı kullanıyordu şuan. "Hep de seni bulur be Volkanik dağ!" dedim gülerek.

İçli bir nefes verdi. "Geçen Firdevs'e dedim otuz yaşımıza gelince evlenelim diye. O da beni istemedi." deyince gülüşüm tekrar şiddetlendi.

Volkan bana döndü. "Sen ne dersin Mano? Otuz yaşımıza gelince-" diye devam edecekti ki ben araya girdim. "Ben sana birini bulurum otuz yaşına gelince." Güldü. "O zaman olur." dedi sırıtarak. Tam bir şerefsiz, ama yalan yok seviyorum bu çocuğu.

"Sen sönük gibisin? O gözlüklerini çıkarsana. Hayret sen gözlük takar mıydın?" dedi bir yola bir bana bakarken. Gözlüğümü kaldırıp kafama yerleştirdim. "Aa. Niye takmayayım canım." diye mırıldandım.

"Bilmiyorum. Ben pek görmedim taktığını." dedi. Konuyu kapatmayı düşünerek başımı ona çevirdim. "Ziyaretinizin sebebi nedir?" diye sordum neşeli bir sesle.

"Arkadaşımı almaya geldim işte." dedi sırıtarak. Kaşlarımı kuşkuya kaldırdım. "Emin misin?" diye sordum. Göz ucuyla bana baktı. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Tamam. Hastalığın konusu kafama takılmıştı. Ne biliyim nasılsın diye de geldim işte." dedi.

"Ben iyiyim merak etme." diye yalan söyledim ona. "Harbi mi kız?" diye sordu gözlerini kısarak. Bir anda kahkaha attım. "Yok Volkan, ölümcül hastalığım var çok geçmeden ölürmüşüm." dedim kahkahalarımın arasından. Şaka yaptığımı üç dört saniye sonra anlayıp hafifçe güldü. Oysa ortada şaka yoktu. 

"O zaman istikamet fakülte?" deyince sırıtarak başımı salladım. Arkadan uzanarak bir küçük pastane kutusu gibi bir şeyi kucağıma bıraktı. "Bu ne?" diye sordum kaşlarımı çatarak kutuyu incelerken.

"İki gün önce doğum günündü. Unuttuğum için kusura bakma be Mano. İyi ki varsın. İyi ki dostumsun." dedi içten bir sesle. Başımı ona çevirdim. "Valla o kadar arkadaşım var hiçbiri senin yerini doldurmaz. Bunu yeni fark ediyorum. Hepsinde bir sahtelik var." dedi.

"Ee! Kimse bir ben edemez Volkan'cığım. Bir gün değil, her gün mükemmel olan insanım." diye övündüm. Volkan gülerek başını iki yana salladı.

Kutuyu köşelerinden açamaya çalıştım. "Bu ne ya? Bak yine içinden Kayseri kaysısı çıkarsa kayısıların hepsini bir anda ağzına sokarım!" dedim sitemle. Güldü. "Malatya kaysısı." diye düzeltti. 

"Senin kültür bilgini ölçüyorum ben. Aferin doğru bildin." dedim kutuyu açmaya çalışırken. Güldüğünde kaşlarımı çatarak sinirli nefes verdim. "Bu ne böyle yarım saat açılmıyor?!" diye bağırmamla yüzünü buruşturarak bir eliyle bana dönük olan kulağını kapattı.

"Manolya tatlısı almıştım sana." dedi. Gözlerime saf neşenin ifadesi yansıdı. Hızla kutuyu açarak içindeki Magnolia ama Türkçe adıyla Manolya olan tatlıyı çıkardım. Kavanozun içindeydi. Hem muz hem çilek vardı. En üstünde de birkaç tane yabanmersini konulmuştu.

Plastik kaşığı kutunun içinden alarak kavanozun kapağını çok zorlanmadan açtım. "Sana ne alacağımı bulamadığım için Manolya tatlısı almak istedim." dedi tebessümle. 

"İyi yapmışsın! Şuan bunu görene kadar hiçbir şey yiyesim yoktu. Şuan volkan gibi patladım sevinçten!" dedim açtığım kavanoza kocaman bir kaşık daldırırken.

Güldüğünü duydum. "Afiyet olsun." İştahlı bir şekilde yerken başımı salladım. "Sağ ol canım." dedim. Ağzım dolu dolu olduğu için sesim kaba çıkmıştı.

"Avcuna ve dizine n'oldu?" diye sordu. Muhtemelen avcumdaki ve dizimdeki bezleri görmüştü. İki yaranın da bana Doğuş doktoru hatırlatmasıyla yüzümdeki neşe soldu. "Yere düştüm. Avcum da vazo kırılınca kesildi." diye kısaca bir açıklama yaptım.

"Dikkatli ol Mano." dedi ciddiyetle. "En son gördüğümde sağlamdın, daha üç gün geçmeden nasıl o kadar yara aldın?" diye sordu ifadesizce. Omuz silktim. "Kaderle son zamanlara biraz bozuk. Ama apartmandaki Kader karısıyla değil. Gerçi ondan de pek hoşlandığım söylenmez." 

"Anlamadım ama neyse." diye mırıldandı. Tatlımı hızlı hızlı yerken bir yandan onu dinliyordum. "Peki, şu geçen anlattığın doktor? Hani çıplak gördüğün." dedi muzip ve imalı bir tavırla.

Niye sanki illa aklıma getirilmek zorundaymış gibi iki saniyede bir, sürekli bir şeyler onu bana hatırlatıyor. Üstelik ona karşı büyük bir nefretim varken.

Aklımda o kadar cevapsız soru vardı ki cevapları aramak için hangisinden başlamalıyım bilmiyordum. Belki önce hayatımda ki şu aptal duyguların hakimi olmalıydım. Çünkü soruların yarısından fazlasını o aptal duygular ortaya çıkartıyordu.

Keşke duygularımızı kendimiz yönlendirebilseydik. O zaman asla aşık olmazdım işte. Kimseyi istemezdim. Kalbimi herkese kapatırdım.

Bölüm sonu geldi!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Doğuş doktorla Manolya hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce neler olacak aralarında?

Bir sonraki bölümde görüşürüz Manolya çiçeklerim🌺🤍

Bana destek olmak için bölümü oylayarak yorumlar yapar mısınız?

Ig: dilek.wt

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top