𝐬𝐦𝐚𝐥𝐥 𝐡𝐚𝐧𝐝𝐬, ᵒⁿᵉ ˢʰᵒᵗ



𝐬𝐦𝐚𝐥𝐥 𝐡𝐚𝐧𝐝𝐬₁₀₀₂₁₉


─── ・ 。゚☆: *.☽ .* :☆゚. ───

miss you terribly already,
miss the space between
your eyelids, where i'd stare
through awkward sentences
and avoid through
awkward silence.

Koyu perdelerin arasından sızan ışığın zemininde oyunlar oynadığı mermer tezgah, o anki tek dayanağı idi. Elindeki sıcaklığını yitirmiş boş kahve kupası yüreğini anımsatan adam, bir zamanlar bahçesindeki en nâzenin bitkilere benzetilen, yahut şu an bir tek duyguyu dahi ifade etmekten uzak gözlerini yummuştu. Kır evinin geçirdiği son yazlardan birisi belki de, haziran yağmurlarından sonra damlatıyordu çatı bir parça, katreler gözyaşları gibi düşmüştü yatağına.

Atladığı öğünlerin sayısını görmezden gelmeye çalışıyordu, damağındaki acı tat hissedebildiği tek şey. Kısa bir süre önce soğuğa bürünen kupayı tezgahın üzerine bıraktı, salondan gelen melodi bir sanrı gibiydi. Aynı aydınlığın işgali altında ufak salon. Güneş lekelerini sayardı büyük bir ciddiyet ile, ona göre takımyıldızları ile bezeli çehresini. Şimdi o dokunuştan uzak ve soğuk teni.

Aynı anda ikiden fazla kişiyi barındıramayacak kadar kalabalık ve ufak oturma odası düşüncelerinin yansıması. Köşeye sıkıştırılan ufak piyano yabancı. Adam piyanosunun önündeki alçak sandalyeye oturmaktaydı, elleri kucağında birleşmiş yorgun bir ifade ile. Sessiz bir çığlık yahut suyun altına çekilişi. Geceyi gölgede bırakan bakışları ona çevrildi. Adının dudaklarından yuvarlanışı, sonrasındaki garip sükunet. Müzik durdu, tek başınaydı.

miss your teeth when they chatter,
when we smoked out in my garden
when we couldn't sleep for all the heat,
soft talk began to harden.

Bazen rüya -kabus- ve gerçek arasındaki farkı ayırt edecek bilince sahip oluyordu, çoğunlukla hayır. Her çınlama, silah sesleri ve şarkılar birbirine giriyor. Neyin şuan, neyin geçmiş olduğunu bilmek imkansız.

En tatlı ninni olan gecenin gürültüsünde çimenlerin üzerinde yatarlardı parmaklarının arasındaki sarma sigaralarla, karıncalar kolunun üzerinden yuvalarına yol alırken. Patlak veren kavga, gecenin göbeğinde dumanlar dans ediyordu, pişman olacağı türden, mütereddit kelimeleri. Piyanonun tuşlarına indirdiği sert vuruş, çirkin ve uyumsuz bir ses. Geri çektiği parmak eklemleri kırmızı, lakin o melodi veyahut bakışlarına okyanusları gizleyen adam geri gelmiyor.

miss your small hands in the palm of mine
the fact they're good at making,
miss your sitting up incessantly,
and the fact you're always waking in the night

Yarattığı her bir şeyin kutsal olduğuna inandırmıştı benliğini, bahçede geçirdiği saatler ve eve taşıdığı râyiha. Narin, pamuksu elleri yoktu ikisinin de - hayat kimseye o kadar merhamet etmemişti. Savaşı her daim hatırlatan beyaz izlerle süslenmişti kendisi, onunkiler ise titrerdi sebepsizce, ayağının dibinde çömlekler dizili iken önlüğüne silerdi ellerini. Tırnaklarının altında çamur ile karşılardı onu kapıda, karanlık çökerken ruhu olabildiğince parlak.

Parmaklarını geceyi anımsatan saçlarında hissetmek; elini, mütemâdiyen orada olan kirli sakalında dolaştırmak yerine mürekkebe boyamıştı eklemlerini, yere saçılı, buruşturulmuş kağıtların ortasında otururken. Bazen kollarına yazdığı şiirler öyle öfkelenirdi ki adama, mavi mürekkep kırmızıya karışırdı nokta nokta, güneş lekeleri gibi değil, dağınık ve kanamakta ısrarcı lekeler, kelimelerine boğulmuş. Eninde sonunda dolma kalemin ondan alındığını fark ederdi, sıcak eller kollarına bastırılırken. Karanlığa boğulmuş, sükut içerisinde otururlardı bitmemiş şiirlerin ortasında birbirlerine tutunarak.

Uzun süre sonra ilk defa servise çağrıldığında onun kırık duruşunun gölgesi düşmüştü yosun tutan taşlara, elinde tutmakta olduğu mektup bir parça kuvvet ile buruşmuş, aynısını yaşayacak kendisi birazdan. Geri geldiğinde onu beklemeyeceğini söylerdi belkide, ona göre almazdı kalemini ve cep bıçağını yanına, onları okuyacak birisinin olmadığının bilinci ile. Adam ise müteessir bir tebessüm bahşetmişti ona dudaklarını aralamadan, geceye karışmış kısa bukleleri gizlemişti geriye kalan çehresini daha fazlasını söylemeden önce gözleri. Öfkelenmesini istemişti, gerekirse yumruğunu yüzüne geçirmesini ve yola devam etmesini. Gecenin cehenneminde uyandığında bahçeye atmıştı kendini, bu sefer yalnız, unutulmuş bir adam olmanın hülyasıyla dans ederken üflediği duman.

miss your teeth dug in my shoulder,
as we rolled in early morning,
miss your arm dying beneath me,
as i lay there simply yawning

Tahassürün duygusu garip ve yeni, her zaman orada olan bir parçanın bir anda sökülmesiyle hissedilen o acayip boşluk gibi. Yatağın boş ve battaniyenin bozulmamış tarafı, yada renklerini kaybetmekte olan bahçe gibi. Hayır, hala yanında esasen. Bacaklarını yatağın bir ucundan sallandırmıştı, vakur ifadesi tebessümü tarafından gölgede bırakılmış. Çıplak ayakları yerle temas etmiyor, yeni uyandığının bir kanıtı, yanağında çarşafın kırışıklıklarının izi var, dudaklarında sözleri belirsiz bir şarkı — kendisi kadar darmadağın serap. Gözleri ışığa alıştığında odada yalnızdı.

Servise değil, savaşa sürüklenecekti , elleri mürekkebe değil kırmızıya batıyor artık. Bir kaç ay sonra tekrar görecek gibi yorgun çehresini elleri arasına almıştı, bu hicranın ne kadar süreceği belirsiz. Perşembe'yi koruyan meleğin adını taşıyordu omuzlarında, ailesinin ilk ve son hediyesi oğullarına. Yüzünü avuçlarını içine almıştı, kağıda dökmekte usta olduğu kelimeler asla dökülmezdi dudaklarından, bir buse bırakmak dışında, toprağın kokusu sinmişti üzerlerine soğuk mevsimi kucaklayarak veda ederken.

Münhasıran zor geçen geceler ve bilmeyecekleri onca şey. Bedenler. Hayatta olduğunu, yaşamayı hak eden adamların değil ama taziye mektuplarının evlerine döndüğünü yazmıştı bir kaç kere gece saatlerinde zihninde toplayabildiği tek müphem kelimeler ile. Bir tanesi ulaşmıştır muhakkat kır evinin önündeki taş yola kadar, diğeri gümbürtüye mayhap o kağıt fırtınasının içerisinde. Soğuk, güçsüz bir adamdı yarım olduğunda. Siperlerin arkasında herkes bir matara ve farklı resimler — bir kız kardeş, nişanlı, eş — gezdirirdi elden ele, konuşmalarda uzak. Adını ağzına alamazdı, kan ve çamurun ortasında onu kimin beklediğini sorduklarında, burada olmaz. Son mektubunu göğsüne saklamıştı adamın, kelimeler olabildiğince yakın, evden uzak ve yorgun.

please forget me, you were right dear,
i am cold and self-involved,
and though i'll miss you, recent lover
i am weak and therefore fold

Ellerini avuçları arasında tutardı daha uzun süre, zamanının tükendiğini bilse. Yaratmakta iyi olan o nâzenin parmaklar, kutsal bir noktada adeta, defalarca hayran bırakırdı gözlerindeki okyanusları sırf onun için saklayan diğer adamı. Piyanodan yükselen sedanın endamına kapılmazdı o terennüm ederken. O ise her bir güneş lekesini ezberlerdi yanaklarına bezenmiş olan dikkatli birer fırça darbesi gibi, uykunun kollarına teslim olurken üryan ve sıcak göğsünde.

get distracted by my music,
think of nothing else but art
i'll write my loneliness in poems,
if i can just think how to start

Eskisinden daha fazla yara izini taşırken — göz önünde veya değil — kaybettiği zaman kavramının içerisinde yıpranmış bir çanta sırtında, beyaz örtüsünün altından dağınıklığı belli olan bahçe alışık olduğu bir görüntü değildi, dalları birbirine giren kış çiçekleri ve yeşillerini toprağa hediye edeli uzun zaman olan ceviz ağacı. Kaybettiği zaman kavramında ona yabancılaşan yuvası. Ormanın ve beyazın içine gömülmüş tuğladan ev sükunete gömülmüş, kendisi kadar yanlız bir parça düşünülürse üzerine. Belki koltuğunda uyurken bulurdu onu, her daim titreyen elleri hareketsiz ve sıcak. Cevap vermediği onca mektup için buseler kondururdu avuç içlerine, bir daha bırakmamaya kararlı ve olması gerektiği yerde.

Tezgahta unutulan soğuk kahve kupası — kendi ellerinin hayatında o kadar titrediğine şahit olmamıştı. Yüreğini yanında götüren eski sevgili, cevaplanmayan onca mektup ahşap zemine saçılmış. Ölmekte olan bahçe şafağı selamlıyor, saçlarında geceyi saklayan adam olmadan.

close my eyelids, hide my eyes,
i'll be idle in my ideals,
think of nothing else but i.
i,
and
i

Bir kaç günün nasıl geçtiğinin bilincinde değildi, boyaları dökülen duvarların arasında kendi evine bir yabancı, metruk. Israrla bakışlarını diktiği piyano sessiz kalmıştı, tepesinde ince bir toz tabakası tutan plaklar, her danslarında ayaklarına basardı. Unutulmak isterken belkide gerçek hülyası yalnızlıktan korkmuştu ölümüne.

Uzun bir süre sonra kasabadan tanıdığı bir kadın geldi, kızıl bukleleri karanlık çehresini gizlemeyen — ormandan yükselen baca dumanını fark ettiği olası — ufak bir parça kağıt ile. Anlayan bakışlarla, çiçek tarlalarının yakınındaki makberleri ziyaret etmesini söyleyerek.

Geri döndüğünde orada olacağını söylemişti.

Kuru rüzgar tulumundan içeri sızıyor, çiçek tarlaları arasında elindeki buruşturulmuş kağıt, dudaklarında dökülen sözler.

Şiirinin son satırları,

hikayesinin sonu.



i hope for your life
you can forget about mine
just forget about mine
oh,
mine.



&&.



[Burada bir GIF veya video olmalı. Görmek için uygulamayı şimdi güncelle.]




ANTH0NYSTARK , AngeList1 , visionsofmagic , hcwkcyc , swiatti  , endaglivet ,goodnightpunpun , oziwuzhere , daddypool tilered , yamurwho , jfconstantine , iamdramaqueenx , --solstice softpcmela

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top