24. BÖLÜM AĞLIYORUM
18 Ocak 2022 Çarşamba, 16.00 suları Ankara
Elindeki pakete tekrar baktı. Çürük vişne renginde, üzerinde gül desenleri olan basit bir şeydi. Bir karış yüksekliğinde, dikdörtgen biçimliydi ve fazla büyük değildi.
Gözleri baygın bir şekilde bakıyordu. Hazır hissetmiyordu kendini ama hazır hissetse bile bir şey değişmeyecekti, bunu biliyordu içten içe. Okulun kapısından çıkıp onu yakalayamama umuduyla marketin olduğu tarafa yürümeye başladı. Karşı taraftaki gençlik merkezine baktı birkaç saniye boyunca, yürümeyi kesmeden. Adımları istemsizce sıklık kazanmıştı. Geniş sayılabilecek yoldan geçen birkaç araçtan sonra, karşı tarafa geçti o da. Caminin arka tarafında, yerden üç-dört metre kadar derine kazılmış bir yere açılmış olan süpermarkete inen eğimli yolu görmüştü. Aynı anda, kendine orada olmadığı için geri dönme bahanesini vermeye hazırlanırken marketin çıkış kapısından çıkan onu gördü.
Kısa kesimli saçlarının uçları maviye boyalıydı. Sırtında gri ve tonlarından oluşan, kamuflaj desenli bir çanta vardı. Mavi montu ve okulun üniforması olan krem rengi pantolonu giyiyordu yine. Zaten sabah okulda da görmüştü onu. Ama kıyafetlerini birkaç saniye daha inceledi onlarca metre uzaktan. Kalbi patlayacak gibi atmaya başlamıştı. Çantasını yere atıp kırmızı renkli, içinde poşet dosyaların dolu olduğu kalın klasörünü çıkardıktan sonra, paketi onun arasına koydu. Tekrar başını çevirdiğinde, her zaman olduğu gibi diğer arkadaşları ile beraber eğimli yolu çıkarken gördü onu. Bir an zaman durur gibi oldu. Yasir'e öfkeli bakışlarını yöneltti. Neden bilmiyordu, ama sanki Ceren'i kendisinden çalan kişinin o olduğunu hissediyordu. Tabii Ceren'in aslında hiçbir zaman ona karşı bir şey hissetmediği ve hissetmeyeceği gerçeğini kendinden saklamak için bir bahaneydi bu. Belki gerçekten öyleydi, ama Yasir'i günah keçisi ilan etmek kendi kararıydı. Suçu başkasına yıkarak kendini rahatlatma çabasıydı bu...
İki Gün Önce, 16 Ocak, Gece
Yarısı
Heyecanlıydı, hem de hiç olmadığı kadar. Neredeyse haftalardır bunun üzerine çalışıyordu. Üzerinde sevdiği kızın en sevdiği oyunun simgesi, altında ise büyük ve elektronik harflerle yazılmış "CEREN" yazısı vardı. Yaklaşık beş-altı santim yüksekliğinde ve üç-dört santim genişliğinde, kenarları fazlasıyla yuvarlatılmış bir anahtarlıktı bu. Siyaha boyalıydı, üzerinde içeri girer şekildeki simgeler ve harflerin içleri ise kırmızıya boyanıyordu. Harfler gerçekten çok küçüktü ve içlerini en ince fırçayla bile boyamak çok zordu. Pet şişe kapağının içine sıktığı akrilik boyanın üzerine hafifçe dokundurdu ince fırçayı. Ve onu en çok zorlayan kısım olan "N" harfinin kıvrımlarına tekrar kırmızı boya doldurmayı denedi. Boya, dışarı taşarak siyah zeminin üzerini de boyamıştı tekrar. Aynı zamanda harfin içine dengesizce dağılarak Ömer'in gözünde sevdiği kıza yakıştıramadığı bir dengesizlik oluşturmuştu orada. Sol elinin bas parmağını harfın üzerinden
geçirerek fazla boyayı aldı. N harfini daha da batırmanın yanında bu sefer E'yi de bozmuştu. Ama bıkkınlık gelmedi. Sevdiği kıza değerdi!
***
Bir Gün Önce, 18 Ocak, Saat
02.00
Başarıyordu! Renklerin dengesi güzelleşmeye başlamış, özellikle harfler ve "V" simgeli oyun işareti gerçekten bir şeye benzemeye başlıyordu. Sanki fabrikada basılmış gibi görünen bir muhteşemliği var gibiydi. Daha bitmemiş halini dün birkaç arkadaşına göstermiş ve çok güzel cevabı almıştı. Hatta bir tanesi "Senden hoşlanmıyorsa bile alır bence." demişti. Son fırça darbesiyle üst kısımdaki deliğin sırt kısmını da boyadıktan sonra, birinde kırmızı diğerinde siyah akrilik boya bulunan pet şişe kapaklarına baktı. Siyah boya olanın üzerine nazikçe ve dikkatle yerleştirdi anahtarlığı, zarar görmemesine ve boyanın sürtünmemesine özen göstererek.
Sandalyesini biraz kaydırıp bilgisayarının başına geldi ve ArmA III'ü başlattı. Boya kuruyana kadar heyecanını sınır devriyesi atarak bastıracaktı.
***
Boya muhteşem bir şekilde kurumuş ve Ömer'in gözüne harika görünmeye başlamıştı. Ceren bunu kesinlikle sevecekti! Dikkatle ince olan yuvarlak anahtarlık demirini delikten geçirdi. Boya biraz bozulmuş gibiydi, ama tekrar boyayabilirdi orayı. Küçük olanın üzerine de büyük olan anahtarlık demirini geçirince, iki halkadan oluşan bir zincir yapmıştı. Siyah renkli künye biçimli anahtarlık, bilgisayar ve telefondan başka ışıkla aydınlatılmadığından zar zor görülüyordu. Rafa yatay biçimde yerleştirip lamba gibi kullandığı telefonunun fenerini alıp künyeye tuttu. Cidden fabrika işi gibi duruyordu. Rahatlamış bir şekilde mutlulukla gülümseyip hayallere daldı.
***
Tüm cesaretini toplayıp birkaç adım attı. Ceren onu fark etmişti, ama kendisiyle konuşmaya geleceğini düşünmediğinden tam arkadaşına bir şey söylemek için döndüğü sırada Ömer konuşmuştu:
"Ceren, beş dakikan var mı?"
Oradakiler birbirlerine baktılar. Toygar, Irmak'ı kolundan tutup çekti ileri doğru. Durumu anlamıştı. Ayşen de hızlı adımlarla yürümeye devam ederken, arkada kalanlar sadece aralarında fısıldaşan Yasir ve Naz kalmıştı. Ömer, derin bir nefes alıp dosyanın içinden paketi çıkardı:
"Bu senin için..." diyerek başladığı cümle, aslında söylemeyi planladığı şey değildi. Yine strese girmiş ve Ceren'in bakışları altında ezilip kalmıştı. Ceren, sinirli bir iç çekip belki de son defa söze girdi:
"Ömer ben seni anlayamıyorum artık. Hareketlerim davranışlarımla yeterince belli etmeye çalıştım, rahatsız oluyorum. Mektup yazdığında çok bir şey söylememiştim ama saçma gelmeye başladı sen anlamıyor musun? Ben sana rahatsız olduğumu belli ediyorum sen bana hediye alıyorsun saçma geliyor. Bunu da son kez söylüyorum artık o da arkadaş olduğumuz için." dedikten sonra, Ömer'i ağzı açık kalmış bir şekilde bırakarak ona cevap verme imkânı bile tanımadan hızlı adımlarla oradan ayrıldı.
Ağlayarak oradan indi ve dosyanın yanına geldiği sırada çantasını yere fırlattı. Kendini yere bırakırken sertçe sırtını duvara vurdu, bacaklarını kendine çekti ve başını gömüp kollarıyla korumaya aldı kendini. Hüngür hüngür, hıçkırarak ağlıyordu. Yapacak bir şeyi yoktu. Neredeyse beş dakika ağladı orada. Sonra arka cebinden sarkıp duvara sürten telefonunu çekti. Arama kısmına girip "Duru Hoca" diye kaydettiği kişiyi aradı.
Telefon sadece iki saniye çaldı, hemen sonra ise 9/C sınıfının rehber öğretmeni açtı telefonu:
"Alo, Ömer?"
Ömer, sesini dengelemeye
çalışarak "Hocam müsait
misiniz?"
"Evet canım söyle." dedi Duru Hoca, yurtta kalan öğrencisine her zaman hitap ettiği sert ama içi şefkat dolu sesiyle.
"Hocam ben sınıfımın değiştirilmesini isteyecektim de... Acaba mümkün mü?"
Duru Hoca birkaç saniye duraksadıktan sonra "Sınıf değiştirmek için gerçekten büyük bir şeyin olmuş olması gerekiyor Ömercim, arkadaşlarınla bir sorun mu var?"
Ömer alt dudağını ısırıp boğazına gelen hıçkırığı yuttu ve gözyaşlarını sol eliyle sildi:
"Hocam özel bir şey oldu da.."
"Ömercim sınıf değiştirmek istiyorsan bu isteğini geçerli bir sebeple beraber idareye iletmen gerekiyor, özel bir şey de olsa. Acaba bana anlatabilir misin nasıl bir şey olduğunu? Arkadaşlarınla mı ilgili yoksa başka bir şey mi?"
"S..Sınıf.. arkadaşlarımdan biriyle hocam..." diye mırıldandi Ömer.
"Kim?" diye sabırlı bir sesle
sordu Duru Hoca.
"Şey.. Hocam..." dedikten sonra birkaç saniye sustu Ömer. "Sonra konuşsak..." sesi ağlamaklı gelmeye başlamıştı bile.
"Ömer ağlıyor musun sen? Anlat lütfen durumunu aklımda kalırsın."
"Hocam..."
"Arkadaşlarından biriyle bir sorun mu yaşadın?"
"Ceren'le ilgili... Şey..."
Kısa bir sessizlik oldu. Ömer, kem küm etmeye devam ederken Duru Hoca onun söylemek istediklerini söyledi: "Ve sen Ceren'e karşı hislere sahipsin."
"Evet hocam." derken artık
gözyaşlarına da sesine de
ancak hakim olabiliyordu
Ömer.
"Az önce konuşt... Hocam
reddetti de beni.. Ben..."
Duru Hoca, Ömer'in durumunun bir kısmını anlamış gibiydi:
"Ömercim, üzgünüm ama böyle bir sebep sınıf değiştirmen için yeterli olmaz muhtemelen."
Ömer biliyordu zaten bunu,
yine de bir umut aramıştı
öğretmenini.
"Biliyorum hocam.. Ben şey..
sadece... Teşekkürler..."
"Ömercim üzülme lütfen, sen çok değer verdiğim bir öğrencimsin üzülmeni gerçekten istemem. Bana durumu anlatabilir misin acaba?"
"Hocam bugün... çıkışta hislerimi itiraf ettim ona.. bir süredir zaten belli ediyordum ama..."
"Arkadaşının başkalarıyla da dolaştığını biliyordun ama değil mi?"
"Evet hocam..." diye mırıldandı. Göz yaşlarının arasında birkaç saniyelik bir öfke parlaması oluşmuştu gözlerinde. Hem Naz'a hem de Ceren'e 'yavşadığını' hissettiği Yasir'e olan öfkesi tekrar kanını kaynatmıştı.
"Sen buna rağmen gidip
arkadaşına hislerini açtın.."
Ömer cevap veremedi, gözleri
bulutlandı.
"Kendini üzme Ömercim, bak daha yolun başındasın, hem çevrenizde kimse var mıydı sen itiraf ederken?"
Ömer düşünmeden cevap verdi:
"Yok hocam.."
"Ceren'in gidip de senin yaptığını başkalarına anlatacağını düşünmüyorum ben, aranızda olan aranızda kalır merak etme."
Hemen sonra ise diğerlerinin de aslında orda olduğu gelmişti aklına Ömer'in. O an dünyada sadece Ceren ve kendisi varmış gibi hissettiğinden, diğerlerinin varlığını unutmuş gibiydi. Hızlı adımlarla bir ileri bir geri yürürken ağlıyordu:
"Hocam ben sınıfımı değiştirmek istiyorum.. Ceren'i rahatsız ediyorum sanki... Bir süredir belli ediyordum.."
"Ben Ceren'in bundan rahatsız olacağını düşünmüyorum Ömer'cim, sen kendini rahatlat yeterli."
O an Ömer'in aklı aralığın ilk haftası yazdığı isimsiz mektubun ardından açığa çıkmasına gitti. O günden beridir Ceren'le konuştukları süre toplamı beş dakikayı belki geçmişti, belki de geçmemişti. Üstelik Ceren, Ömer'in olduğu ortamlarda rahatsızlığını belli ediyordu, Ömer orada onunla iletişime
geçecek hiçbir şey yapmamasına rağmen. Sınıfta bile onunla aynı taraftaki sıraya oturmamaya, onunla karşı karşıya gelmemeye özen gösteriyordu. Gözleri doldu tekrar.
"Hocam fazlalıkmışım gibi hissediyorum... Varlığım onu rahatsız ediyormuş gibi.."
"Ceren'in böyle düşüneceğini.."
"Hocam hareketleriyle belli ediyor. Benim orada olmam bir hataymış gibi... Bilmiyorum, belki de ben yanlış anlıyorum ama..."
Duru hocanın sesindeki sert tondaki değişim, Ömer'i bir anlığına kontrol altına almıştı.
"Eğer sen doğru anlamışsan da Ceren'in bunu yapmaya hakkı yok Ömercim, her ne kadar sen ona karşı bir şeyler hissetmiş o sana karşılık vermemiş olsa da bir şekilde devam etmek zorundasınız."
Ömer tekrar ağlamaya başladığı an Duru Hoca'nın sesi bir anne şefkatini andırır şekle bürünmüştü:
"Ömercim, daha yolun başındasın. Hayatta her şey istediğin gibi gidemez biliyorsun." Duru Hoca bunu hep söylerdi derslerde. Ömer'in aklına kazınmıştı bu laf, ama çaresizliğinin çaresi sözlerde değildi.
"Senin sevdiğin birinin seni sevmemesi olabilecek bir şey, önemli olan ileri bakmaya devam edebilmek. İstersen ne yap biliyor musun, annene söyle sana bir izin dilekçesi yazsın yarın gelme okula."
Ömer bir an telaşlandı, göz yaşlarının arasında ağlayarak "Hocam anneme söylemeyin lütfen ailemin haberi olmasın." derken, Duru Hoca onun lafını böldü :
"Kötü hissettiğini söyle sana izin dilekçesi yazsınlar Ömercim, gelme yarın okula. Olur mu?"
Başını sallarken "Tamam hocam.." diye mırıldandı Ömer. Çantasının dibine gelmiş, yere çökmüştü.
"Sağolun hocam." dedi Ömer.
"Ne demek canım, sen kendini çok üzme tamam mı?" dedi Duru Hoca. Ömer, tekrar teşekkür ederken telefonu elinden kayıp yere düştü sertçe. Sonra da çantasının üzerine kapaklanıp yüksek bir sesle ağlamaya başladı.
O sırada omzunda şefkatli bir
el hissetti. Ve ona:
"İyi misin?" diye soran bir kız sesi duydu.
Ağlamaya devam etti Ömer.
Tanımadığı birisiydi bu.
Tekrar sordu ona "Ne oldu?"
Ağlamaya devam etti Ömer. Tanımadığı birisiydi bu. Tekrar sordu ona "Ne oldu?" Başını kaldırdı sessizce Ömer. Marketin üniformasını giyen, kısa saçlı bir görevliydi bu. O sırada başka bir erkek görevli de yanlarına gelmiş ve ne olduğunu soruyordu. Ömer "Bir şey yok abla sağol." dedikten sonra hızla cetvelleri çantasına attı, paketi de yerden alıp ağzını kapattı ve yerdeki çantasını sürükleyerek yürümeye başladı. O sırada markete inen onun bir alt sınıfından iki çocuk onu görmüşlerdi. Ayni anda:
"Ömer abi noldu?" diye sorarken onlar, Ömer aralarından öylece geçip "Bir şey yok." dedi. Tekrar anayola çıkmıştı. Ceren ve diğerleri neyse ki gözden kaybolalı çok olmuştu. Muhtemelen Mesa istasyonuna gidiyorlardı. Ömer, çantasını sürükleyerek ve yüksek sesle kendisine küfürler savurarak yürüyordu boş sokakta. Okula girerken, kapıda yeni çıkan, diğer 9'lardan bir çocuk onu fark etmiş ve yanına koşmuştu "Ömer n'oldu iyi misin?"
Ömer, onu da pas geçti "İyiyim yok bişey." diyerek kapüşonunu kapattı kafasına. Okulun otomatik kapısı açıldı, içeri girerken orada servisi bekleyenlere çaktırmamaya uğraştı durumunu. Koridordan sola devam edip kütüphaneye daldı. En uçtaki masalardan birine eşyalarını bırakıp kafasını gömdü.
Bir ses daha duymuştu:
"Ömer abi, bir sorun mu var?" diye sordu. Ömer, başını kaldırmadan "İyiyim bir şey yok.. Sağol." dedi. Çocuk, birkaç saniye daha orada durduktan sonra üzgün bir şekilde ona baktı ve ayrıldı.
Ömer, kollarını birbirine birleştirip masada onların üzerine yatmıştı ve kapüşonuyla da başını örtmüştü. Zaten genelde hep projeler yüzünden uykusuz kaldığından arada bir sınıfta ve kütüphanede uyur kalırdı. Onu görenler yine böyle bir şey olduğunu düşünecek ve umursamayacaktı. Paketten çıkardığı anahtarlığı sağ eline alıp kalbine bastırdı. Sol kolunu ise yastık olarak kullanmak için başının altına yerleştirdi. Orada öylece duruyordu. Gözlerinden yaş akmaya devam ediyordu. Nefesinin dengesini bulmaya çalışıyordu.
Tanıdık bir başka sesin içeri girdiğini duydu. Berkay olmalıydı bu. Yanında muhtemelen Recep ve Ali Burak vardı. Onun kendisini umursamadan geçip gitmesini ve bilgisayara kurdukları ateş ve su oyununa dönmesini umdu. Ki öyle de olmuştu.
Kapı sesleri arttığı sırada telefonuna bakmak geldi aklına. Okul servisinin kalkmasına beş dakika vardı. Kalkıp çantasını omuzladı ve dosyasını aldı. Hızlı adımlarla
servise bindiği sırada, paketin içindeki siyah defteri ve beyaz kalemi masada unuttuğu geldi aklına. Umursamadı çok, asıl hediyesi yanındaydı onuçta. Kendini bu ana uzun zamandır hazırlamıştı zaten, şimdi tek yapması gereken farklı şeylere odaklanmayı başarmaktı.
Kolay olmayacaktı onu unutmak. Her gün aynı sınıfa girip çıkıyor, aynı hizadaki iki sırada oturuyorlardı. Koridorda göz göze geliyor, etkinliklerde beraber çalışmaları gerekiyordu.
Hepsi benim kendi kurguladığım rüyamın bir parçasıydı. O hiçbir zaman beni sıradan bir sınıf arkadaşından fazlası olarak görmemişti. Kalbimi parçalayan o sözleri duyana kadar ben rüyasını yaşayan biriydim.(kalın italik)
Acı veriyor belki evet, ama artık uyanığım onun sayesinde. Şimdi sırada ayağa kalkmak var.(kalın italik)
İsimler gerçek olmasa da yaşananlar gerçektir...(kalın italik)
" Umut_Yankaya "
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top