6.BÖLÜM MUTLULUK
Ateşi, mumu sonra elektriği keşfedince insan, kendi doğasına, doğanın doğasına karşı gelmeye başladı ve kendine ait olan gündüzlere sığmayıp geceye taşmaya başladı, hoşuna gitti geçenin sakinliği insanın, sakindi gece çünkü diğer tüm mahluklar doğanın kurslarına mahkumdular hala ve gece dükkanı kapatıp yatıyorlar dı, sakin gece sadece ve yalnızca insana kalıyordu, doğayla savaşan insana. Geceyi yaşamak, yıldızlara daha fazla vakit ayırırken onları söndürmek hoşuna gitmişti
İnsanın ta ki sabah erken kalkması gerekene kadar, her güzel şey gibi gecenin bir bedeli vardı ve karanlığa aşık olsa da gündüzle evli olmak zorundaydı insanlık.
İlk başta biyolojik saat bu işe direndi ve sabah yine erken kaldırdı bünyeleri, sonra uyandırıcılık diye bir meslek bulundu, sonrada aklı evvelin biri çalan saati buldu ve insan uykusunun cellatına kavuşmuş oldu, her cellat gibi metal barındırıyordu silah olarak bu cellat da. Cellat sadece uyandırıyordu ve diğer cellatların aksine alt edilebilirdi ama dunya hızla değişiyordu ve cellada uymak gerekiyordu, öl deyince ölmeliydi uyuku. Celladın yetmediğinin farkına varan insan kahveyi buldu böylece.
Sabah saat çalıyor sonra geceye kavuşmayı başlatan ateş yakılıyor ve kahve pişiyordu artık evlerde, hemde her sabah.
İnsanlığın eski kıta dediği, ilk ana yurt olduğunu düşündüğü Afrika'da dan çıkmıştı kahve de ve anayurdun insanları kadar koyu rengi. Güzeldi ve acıydı. İnsana benziyordu.
-Alarm çaldı, lanet ettim yine, hayalleri olan her insan gibi daha doğrusu ütopik hayalleri olan her insan gibi ömrümü insanlığa değil kendime vakfetmek istiyordum ve yılın 300 günü güneş alan, alabildiğine sıcak ve yeşil bir deniz şehrinde yaşayıp kendi başıma ölme hayalleri kuruyordum alarm çaldığında.
Gözümü açtım karanlığı öperek uykuya dalan gözlerim aydınlığın tecavüzüyle uyandırmıştı, acı çekiyorlardı ama ne fark ederdi, kaçış yoktu ve bundan zevk almak icin kahve içmem gerekiyordu.
Göz kaslarından sonra benden kaslarımı da çalıştırmak için döndüm ve yanımdaki çıplak bedeni gördüm, benimle birlikte boynunu cellada uzatmış kadın bedenini, karımın bedenini, güzeldi, ayaktayken beline kadar gelen saçları yataktayken neredeyse tüm yüzünü ve yastığı kaplıyordu, sarı bir yumak oluyordu yatağın öbür tarafı, yüzünün görünen tarafını öpebilirdim ama ağzımda leş gibi bir tat vardı ve bu tadın tahminen de leş gibi kokusu olduğunu var sayarak yanaşmadım ona ve elimle başına dokunarak hadi, hadi kalk der gibi dürttüm.
Yataktan kalkıp o tuvalete gitti bende mutfağa, evliliklerde böle anlaşmsız paylaşımlar oluyor,konuşulmamış düzenlemeler, kimin ne yapacağı,hangi anda nerede olacağı belli.
O tuvaletten ben ben makineye kahve koydum, sonra su doldurdum tuşuna bastıktan sonra makine bağırmaya başladı, makine bağırması, çirkin bi ses ama alışıldık, tanıdık bir ses.
Sonra akmaya başladı kapkara bir sıvı. Tuvaletten musluk sesi geldi, sonra sustu o ses de ve kapı açıldı, yavaş, bıkkın adımlarla sarışın arzı endam etti mutfakta, ona ve bana birer kahve koydum, içmeye başladık, konuşmuyorduk, dil kaslarımız çalışmak için hazır değillerdi daha, yudumlar ve adımlar, mutfaktaki parlak, kaygan döşeme üzerinde gidip geliyordu.
Buberang gibiydik, hem o an yaptığımız hareketler hem hayatımız gidip geliyordu, kaçmak istiyor, geriyor bedenimizi atıyorduk ileri ama hep aynı yere, aynı eve, aynı işe ve aynı insanlara dönüyorduk sonunda.
Bu dönmeler yüzünden fizik kurallarına göre hiç bir iş yapmamış sayılmıyorduk ve fizik ilk defa bu kadar haklıydı, dönüp baktığımda hayatımın arkamda kalan kısmına, ne bir adım ileri gidebilmiştim ne de kayda değer bir iş yapmıştım. İnsan arkasında güzel şeyler, güven veren şeyler olmayınca önün de bakamıyor keyifle.
Arkamda varlığından emin olduğum tek şey ip gibi bir şey di, hatta kesin ip vardı yoksa elbette ben bir bumerang değildim, gidip gidip gelmiyordum, hic gidemiyordum esas olarak.
Ateşi bulup gündüzden ayrılan, çalar saatle uykudan ayrılan, kahveyle rüyadan ayılan insanlığın evladı olarak ben de ayrılmalıydım.
Kahve 500 yıldır vardı, insanlık geç keşfetmişti bu acı güzeli, bende 45 yaşında keşfettim ayrılığın getireceği zindelik ve yenilenmişliği, kahvemin son yudumlarını biraz daha hızlı ve heyecanlı içtim, karım fark etmedi bile belki ama ben adeta zıplıyordum olduğum yerde, yıllarından ayrılmayan bir hayvan gibiydim hatta eninde sonunda bir hayvandım ve doğama dönmek istiyordum, kalktım ayağa karımın yanına geldim, çok kısa, anlık bir öpücük sonrasında gidiyorum ben dedim. Bir şeyler söyledi eminim, kulağıma bir takım sesler geldi ama beynime ulaşan hiçbir sey olmadı.
Çıktım evden ve gittim. İpten kurtulduğu dan emindim, yol alıyordum, iş yapıyordum, arkamda dönüp baktığımda, evet, işte bu diyecek bir şeyler bırakıyordum artık, ütopik hayallerim gibi, insanlık için değil kendim için yaşayacaktım artık.
Eylül akşamı, en sevdiğim ayın en güzel akşamlarından biri, ateşim yanıyor, üzerinde tiril tiril bir gömlek, uzanmışım yere, gözüm göklerde, yıldızlara bakıyorum, baktıkça artıyor sayıları, tanış oldukça oldukça yıldızlarla arkadaşları toplanıyor sanki etrafında.
Yükseltiyorum, ben yıldızlara daha yakınım yıldızlar bana, bedenin arkamda bıraktığım işlerden biri gibi kalıyor, yükseldikçe hafifliyorum, rahatlıyorum, yüzümde gülümseme belirtiyor, atalarımı anıyorum, gecenin sakinliği ve güzelliği içine çekiyorum Mutluyum.
" Dilefruz "
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top