[07: trajedi]
On dört yaşındaki Yunho hayranlıkla sahada koşan Mingi'yi izliyordu. Sanki rüzgarın kendisiymiş gibi koşuyordu Mingi, havada süzülüyor gibiydi.
Büyük bir dikkatle ve çeviklikle futbol topuna vurdu. Top kalecinin kafasını sıyırarak yanından geçince Mingi ağlara attığı topla takımına galibiyeti getirmişti. Ait olduğu yer burasıydı. Yunho'nun evinin yakınındaki okulun futbol sahası ikinci evi gibiydi.
Maç biter bitmez Mingi'nin gözleri tribünleri taradı. O tanıdık yüzü gördüğü anda yüzüne yerleşen kocaman gülümsemeyle zıplamaya başladı.
"Nasıldım? Beni gördün mü? Galibiyet sayısı attım!" Mingi sabit duramıyordu, zıpladığı yerde Yunho'yu soru yağmuruna tutuyordu.
"Nasıl mıydın?!" diye sordu Yunho ve koluna yumruk attı.
"O nasıl bir soru? Harikaydın aptal! Yani neredeyse tüm maçı sen götürdün! Tanrım, harikasın!" Bir an olsun terli ya da kokuyor olmasını umursamadan Mingi'yi kollarının arasına çekti.
"Biliyor musun, koç profesyonel olma şansımın olduğunu söylüyor!" dedi heyecanla, gülümsemesi asla yüzünden kaybolmuyordu. "Galiba hayatımın geri kalanında ne yapmak istediğimi sonunda buldum Yunho!"
"Gerçekten mi? Çok güzel bir haber bu!" Yunho, Mingi'yle beşlik çaktı. Zaman çok hızlı geçiyordu. Bir an beş yaşında aptalca kurbağaları yakalamaya çalışan çocuklarken diğer bir an geleceklerine karar veren iki genç çocuklardı.
Keşke zamanı durdurabilsem. Çok kısa bir süreliğine olsa bile.
"Ya gerçekten profesyonel olursam Yunho? Siktir, hayallerim gerçekleşecek! Sadece düşünürken bile heyecandan ellerim terliyor!"
"Eminim her şey harika olacak! Ayrıca ellerinin terlemesi muhtemelen maçtan dolayı, seni zeki," dedi Yunho gözlerini devirerek ama Mingi'ye gülümsemekten asla vazgeçmiyordu.
"Bana bak serseri. Binlerce hayranın olsa bile benimle hala arkadaş olmaya söz verirsen iyi edersin, duydun mu beni?" diye ekledi Yunho Mingi'ye bakarak.
Mingi hızla başıyla onayladı. "Arkadaş olacağız tabii! Sonsuza dek birlikteyiz, unuttun mu?" Bir elini kaldırarak serçe parmağındaki kırmızı plastik yüzüğü gösterdi. Elleri küçücük, ucuz yüzüğe göre oldukça büyümesine rağmen hala yüzüğü takıyordu.
Yunho'nun dudakları daha çok kıvrıldı. Kendisi de serçe parmağındaki mavi, plastik yüzüğünü göstermek için elini kaldırdı. "Sonsuza kadar beraberiz Mingi."
❋
Ramen kokusu tüm duyularını ele geçirirken hızla uykusundan uyandı. Yunho hafifçe kaşlarını kaldırırken halsiz bir şekilde yatağından çıktı. Kalkmak istemiyordu ama yemek kokusu ölü gibi uyuyan bedenini uyandırmıştı. Kafası karışmış bir şekilde saatine bakarken kafasını kaşıdı. Bu saatte evde bir tek kendisi olması gerekiyordu. Babası normalde bu saate kadar iş için evden çıkmış olduğu için Yunho her sabah okula hazırlanmak için kendisi uyandığında evde olmuyordu.
Yüzünü yıkayıp dişlerini fırçalamak için banyoya gittikten sonra ocaktaki büyük, gümüş tencerenin olduğu mutfağa doğru ilerledi. Etrafına bakındı ama kimse yoktu. Rameni kim yapmıştı ki? Hayalet mi? Yunho haricinde mutfakta başka kimse yoktu. Ta ki omuzunda bir el hissedesiye kadar.
"Doğum günün kutlu olsun!" diye bağırdı babası heyecanla ve oğluna sıkıca sarıldı. Babası en kaslı ya da en kalıplı insan olmasa bile öyle sıkı sarılmıştı ki neredeyse oğlunun ciğerlerindeki bütün havayı kesmişti.
'Doğum günü mü? Bugün mü?' diye düşündü Yunho içinden, mutfağın etrafına bakarken gözlerini kıstı. Bakışları Mart'ın 23'üne kadar çarpıyla işaretlenen takvime çarptı, tam 23'ü kocaman kırmızı bir daire içine alınmış ve büyük harflerle YUNHO'NUN DOĞUM GÜNÜ yazıyordu.
"Ah Yunho, çok çabuk büyüyorsun. Sana nasıl yetişicem ben ha?" diye sordu babası, gözleri hafiften sulanmıştı. Bu kadar kısa süre içinde oğlunun nasıl bu kadar çabuk büyüdüğüne gerçekten inanamıyordu. Daha dün bezini değiştirirken bugün on beşinci yaşını kutluyorlardı. Zaman resmen ışık hızında geçiyordu.
"O kadar da hızlı büyümüyorum ama!" Yunho bir saniye duraksayıp dudaklarını bükerken yüzünde hınzır bir gülümseme belirdi. "Ama eğer gerçekten büyüdüğümü düşünüyorsan artık ev işlerini yapmak zorunda değilim demektir, değil mi?"
"İyi denemeydi dostum ama o kadar da büyümedin henüz," dedi babası gülerek ve oğlunun saçlarını karıştırınca zaten olduğundan daha çok dağıldı saçları. Ardından tencereyi işaret edip Yunho'ya baktı. "Şimdi kahvaltını yap hadi. Boşuna pişirmedim ben onu. Sonuçta en iyi rameni kim yapıyor, ha?"
Yunho kocaman gülümsedi. Ev boşuna bu kadar güzel kokmuyordu. "Sen tabii ki! Seninki de soru mu? Hiçbir restoran seni geçemez. Teşekkür ederim baba!"
"Rica ederim evlat. Benim artık gitmem lazım, tamam mı? Bugün seninle daha fazla vakit geçiremeyeceğim için özür dilerim," dedi babası hafifçe kaşlarını çatarak, oğluyla doğum gününde bile zaman geçiremediği için kendisine kızıyordu.
Yunho omuzlarını silkerken babasına içtenlikle gülümsedi. "Sorun değil. Çalışmak zorundasın sonuçta, anlıyorum. Özür dilemene gerek yok baba. Kolay gelsin!"
"Sen de güzel bir gün geçir bugün, duydun mu beni?" Oğluna bir kez daha sarıldı ve ardından el sallayarak odadan çıktı.
Yunho bir kase ve bir çift chopstick alıp kasesini ramenle doldurarak küçük masaya oturdu. Sanki birisi tabağını önünden alacakmış gibi rameni ışık hızıyla hüpürdeterek yemeye başladı. Yemeğini yerken zihninde heyecan verici hatıralar belirirken kendi kendisine gülümsedi. Hatırlayabildiği kadarıyla doğum günlerini her zaman Mingi'yle birlikte bir şeyler yaparak geçirmişti.
Ya film izleyerek, ya manga okuyarak ya da sadece dışardan aldıkları yemekle günbatımını izleyerek, bir şekilde her doğum gününde Mingi'yle beraber eğlenerek geçirmişlerdi. Fakat bu yıl Mingi'nin aklında ne olduğunu çok merak ediyordu. Belki oyun oynarlardı? Ya da sadece abur cubur yerlerdi?
Her ne olursa olsun çok heyecanlıydı, düşünürken bile heyecandan bacaklarını sürekli zıplatıyordu. Yunho'nun sırıtışı günün ilerleyen saatlerinde Mingi'yle beraber olacağı için kocaman olmuştu. Mingi'ye sahip olduğu için çok şanslıydı, aksi takdirde en özel gününü yalnız geçirmiş olacaktı. Bugün güzel bir gün olacaktı.
❋
Rüzgar hafifçe eserken çiçekler ve çalılıklar rüzgarın şarkısıyla hafifçe kıpırdanarak dans ediyorlardı. Yunho okula zar zor vaktinde yetişmişti çünkü evdeyken koca tencere rameni üfleyerek mideye indirmekle zaman kaybetmişti. Dersleri her zamanki gibi çok sıkıcıydı ama en azından bugün dört gözle beklediği bir şey vardı.
Kalabalık koridora doğru yönelirken sınıfına varmadan hemen önce Mingi'yi fark etti. Yunho sırıtırken arkadaşına el salladı. Ama Mingi fark etmemişti, yürümeye devam ediyordu.
Yunho iç çekerek elini indirdi. Genelde sabah ilk işleri beraber konuşmak olurdu ama her zaman yapamayacaklarını düşünerek bozuntuya vermedi. Daha sonra da kouşabilirlerdi. Önemli bir şey değildi. O yüzden ilk dersi için sınıfına ilerledi.
Zaman geçiyordu ama istediği kadar çabuk geçmiyordu. Sanki her saniye, her dakika salyangoz hızında geçiyordu. Yunho başını sıraya koyarken içinden çığlıklar attı. Öğretmenin söylediği her şey bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyordu, asla beynine yer etmiyordu. Gerçi beyninin çalıştığını da sanmıyordu. Etkinlik kağıdına bir şeyler karalarken sayfanın her bir noktasına saçma daireler ve şekiller çiziyordu.
Kağıtlar toplanmaya başlanmadan önce baktığında sanki şeytan çağırmak için çizilen o değişik sembollere benzetmişti. Adını bile yazmamıştı kağıda. Kağıtları toplayan kız Yunho'nun kağıdını gördüğünde ağzındaki şişirdiği sakızla bakışlarını Yunho'ya çevirdiği an sakızını patlattı.
"Vay canına Yunho, ne zekisin ama. Adının yerine daireler çizmişsin. Bu kağıdı vermek istediğine emin misin? Üç yaşındaki bir çocuğun kağıdı gibi duruyor da."
Yunho kıza gözlerini devirdi. "Boş yapma. Ver işte. Bir önemi yok zaten. Düşük bir not kimseyi öldürmez."
"Eğer tek düşük notun bu olsaydı tabii seni zeki."
"Sanki seninkiler çok yüksekmiş gibi konuşuyorsun. Bir dakika, şu sesi duyuyor musun? Ah, çalışman için yalvaran notlarının sesiymiş," dedi Yunho kıza sırıtarak bakarken.
"Of, neyse ne Yunho." Kız kağıdı çekip alırken gözlerini kısarak tekrar sakızını patlattı.
❋
Dersler bitmiş sonunda öğle arası gelmişti ama Yunho kafeteryanın hiçbir yerinde Mingi'yi hala göremiyordu. Genelde her gün onunla birlikte yemek yerdi ama bugün hiçbir yerde bulamamıştı onu.
Okulda tek başına yemek yemek çok sıkıcı olsa da öğrencilerin ona olan bakışlarını umursamadı. Bahçeye doğru ilerledi ve bir banka oturdu. Telefonunu almak için elini cebine attı. Fakat o anda sınıfta unuttuğunu fark etti. Deirn bir iç çekti. Tekrar binaya girdi ve çantasını almak için sınıfa doğru ilerledi.
Tam sınıfın sürgülü kapısını açacaktı ki tanıdık bir ses duyunca duraksadı.
"Beni neden çağırdın?"
Yunho gizlice içeriye doğru baktı. Mingi duvara yaslanmış dikiliyordu. Önünde ise derslerinden birinden tanıdığı bir kız vardı. Yüzü gömleğinden çıkan bir iplikle oynarken utançtan kızarmıştı. Kız ardından gözlerini yerden kaldırmadan bir mektup uzattı. "Lütfen aşk itirafımı kabul et."
İtiraf mı?
Nedenini bilmiyordu ama sanki çimento dolu bir havuzun içinde kalmış gibi anında donakalmıştı. Sesler boğuklaşırken görüşü bulanıklaşmıştı. Yavaşça geriye doğru adımlarken titrek nefesler alıp veriyordu. Sertçe dudağını ısırırken ağzına gelen kan tadıyla birlikte elleri de titremeye başlamıştı. Her şey...
Hissizleşmişti.
Yanakları yaşlardan ıslanmıştı fakat ağlamaya başladığını bile fark etmemişti. Kalbi camdan bir heykel gibi paramparça olurken, ezici dehşet ve çaresizlik hissi üzerine çöküyordu.
Yunho'nun ciğerleri havayı içine çekemezken kaburgaları birer çelik gibi ciğerlerine batıyor gibi hissettiriyordu. Daha önce birçok kez kavgaya karışmıştı fakat hiçbirisi bu kadar canını yakmamıştı. Kolunu bile kırmıştı ama acısı şu anda hissettiği ıstırapla karşılaştırılamazdı bile.
Yunho titrek bir nefes verirken başını okul dolabına vurdu. Kendisine neler olduğunu bilmiyordu. "Kes şunu," diye mırıldandı kendisine, iradesini korumak için elinden geleni yapıyordu. Neden böyle tepki verdiğini bilmiyordu ve bu onu dehşet korkutuyordu.
Jöle gibi titreyen bacakları kendi ayaklarının birbirine takılmasına neden oluyordu. Sanki her an yere devrilip düşecek gibiydi. Yunho koşmaya çalıştı fakat tam bir aptal gibi kendisini yüz üstü yerde bulmuştu.
Hızla kendi bedenini yerden kaldırdı, kanamaya başlayan burnunu umursamıyordu. Tek bildiği oradan uzaklaşmak istediğiydi. Çantasının ve telefonun hala sınıfta olmasını bile umursamadı.
❋
Yunho yere oturup sırtını duvara dayadı. Telefonuna boş gözlerle bakıyordu. Sadece bekliyordu. Bekliyordu. Ama neyi?
Kendisi de emin değildi.
Belki bir arama? Ya da bir mesaj. Şu anda herhangi birisi onu mutlu etmeye yetecekti. Ama telefonu bir kez olsun çalmamıştı. Siyah ekranı soğuk tahta yerde öylece duruyordu.
Orada otururken saatler geçmişti. Tek yaptığı hiçbir şey yapmadan boş bir alana bakmaktı. Doğum gününü ilk kez tek başına geçiriyordu. Daha önce hiç yalnız başına doğum gününü geçirmemişti. Yanında hep birileri oluyordu; çok küçükken babası oluyordu ya da sadece Mingi oluyordu.
Fakat bugün tek başınaydı. Sadece Yunho ve yalnızlığının soğuk, acı sessizliği vardı. Yere doğru uzandı ve telefonunu tamamen kapattıktan sonra gözlerini tavana dikti.
"Doğum günün kutlu olsun," diye mırıldandı kendi kendisine titrek sesiyle. Yunho gözlerini kapattığında gözlerinin önüne bir önceki doğum günü kutlaması gelmişti.
Sanki bir tuvale çizilmişçesine batan güneş gökyüzünde dans ediyordu. Mingi ve Yunho bir çatıya çıkıp oturmuş, yolda gelirken bir dükkandan aldıkları abur cuburları atıştırıyorlardı.
Yunho derin bir iç çekerken gülümsedi. Mingi'yi üzecek bir şey mi yapmıştı? Yapmadığından emindi. Son konuştuklarında her şey gayet yolundaydı. Eğleniyorlardı, gülüyorlar ve birbirleriyle her zamanki gibi şakalaşıyorlardı.
O zaman neden aniden Yunho'yu terk etmişti? Belki de bir şey yapmıştı ama tamamen unutmuştu? Ama aniden bir işi çıksa ya da gelemeyecek olsa Mingi her zaman ona haber ediyordu.
Çok fazla düşünmemek için ellerini saçlarına daldırdı.
"Artık bir önemi yok. Kabullen artık şunu," diye mırıldandı Yunho başını sallayarak. Örtünün altına girdi ve tekrar gözlerini kapattı.
Doğum günün kutlu olsun sevgili Yunho.
Doğum günün kutlu olsun.
❋
Ertesi gün Yunho için biraz zor bir gün olmuştu. Mingi'yi koridorda görünce yanına gidip selam vermeye karar vermişti. Bir gün önce doğum gününde onu ekmiş olması umurunda bile değildi. Daha bir gün olmasına rağmen onu özlemişti.
Kısa bir anlığına gözleri buluştu. Mingi donakalırken gözlerinde panik belirmişti. Diğer yandan Yunho gülümseyerek bakıyordu ona.
Mingi hızla gözlerini kaçırıp anında koridorda gözden kayboldu. Yunho kafası karışmış bir şekilde başını kaşıdı.
"Muhtemelen yapacak bir işi vardı. Önemli değil. Her zaman sürekli yan yana olamayız. Sonra onunla konuşurum," diye düşündü Yunho ve olayın üzerinde çok fazla kafa yormadı.
Başka bir zaman onunla konuşabilirdi.
❋
Hiç konuşmadan geçen iki gün, bir haftaya dönüşmüştü.
O bir hafta birkaç haftaya dönüşmüştü.
Ve o birkaç hafta bir aya dönüşmüştü.
Sanki ikisi hiç arkadaş olmamış gibiydiler, sanki birbirleriyle hiç konuşmamış gibiydiler. Yunho tamamen şaşkına dönmüştü. Mingi'yi böylesine kızdıracak ne yapmıştı ki? Yunho, koridorda karşılaştıkların Mingi'nin onu kaç kere görmezden geldiğini sayamaz olmuştu.
Okul zili yankılanarak çalarken öğrenciler her zamanki gibi aceleyle okul binasından dışarı akın ediyorlardı. Yunho ise ağırdan alıyordu.
Ellerini ceplerine sokup evine giden yolda ilerliyordu. Tek başına yürürkenki sessizliğe çoktan alışmıştı. Derin bir iç çekip bir şeyler yemek için ramen yapan küçük dükkanın önünde durdu. Eve gitmek için acelesi yoktu. Sonuçta evine gidince de yalnızlığını hatırlatacak boşlukla karşılaşacaktı.
Artık caddede yapacak eğlenceli hiçbir şey yoktu. Tabii her zamanki gibi başını belaya sokabilirdi ama tek başına olunca eğlenceli olmuyordu. Yanında Mingi olmadan her şeyin ne kadar yalnız hissettirdiğini hiç fark etmemişti.
Yunho yemeğini bitirdikten sonra çantasını alıp masaya birkaç kağıt para bırakıp dükkandan çıktı. Evine ilerlemeye devam edirken kestirme yol olan sokağa girdi. Birkaç adım attıktan sonra duraksı. Arkasından gelen ayakkabı ve çıtırtı seslerini fark etmişti.
Arkasına döndüğünde en son beklediği şeyle karşılaştı.
"Selam Yunho."
Mingi?
Yunho şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Ne halt ediyordu? Aniden karşısına çıkmıştı. Tek kelime etmeden geçen bir ay sonunda gelip öylece selam vermeye mi karar vermişti? Ne yaptığını sanıyordu ki?
"Evine gidiyorsun, değil mi? Beraber gidelim hadi." Mingi, yola devam etmesi için eliyle Yunho'ya işaret ederken ilerledi ve kolunu Yunho'nun omzuna attı.
Bir ya da iki dakika yürüdükten sonra Yunho aniden kendini Mingi'nin kolundan kurtardı.
"Mingi, tam olarak ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordu sinirli ses tonuyla, gözlerini kısarak bakıyordu.
"Ne demek istiyorsun? Sorun ne?" diye soruyla cevap verdi Mingi, sanki geçen bir ay yaşanmamış gibi davranıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
"Ciddi misin sen? Gerçekten soruyor musun bir de?" diye sordu Yunho tükürürcesine, öfkeden gülerken sert ifadeyle Mingi'ye bakıyordu.
"Sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki hala konuşuyormuşuz gibi öylece karşıma çıkmaya karar verdin, öyle mi?"
"Yani... hala kouşuyoruz, öyle değil mi? Neden kouşmayalım ki?"
"Yaptığın şeyden sonra gerçekten seninle konuşmak istediğimi mi sanıyorsun? İstemiyorum. Lanet olası bir ay boyunca beni görmezden geldin, doğum günümde beni ektiğinden bahsetmiyorum bile."
"Yunho, ben-"
"Kapat çeneni Mingi! Sikik bahanelerini duymak istemiyorum. En azından arayabilir ya da mesaj atabilirdin. Siktiğimin maili bile beni mutlu edebilirdi! Ne kadar yalnız hissettiğimden haberin var mı senin? Cevap ver!"
Vücudunun alev almış gibi ısındığını hissederken dökülmekle tehdit eden yaşlarla görüşü bulanıklaşmıştı. O tanıdık bastırılmış öfke yeniden günyüzüne çıkıyordu. Sadece dövüşürken hissettiği bir öfkeydi. Fakat bu sefer farklıydı. Kontrol edemediği bir dürtü değildi. Ayrıca...
Üzüntüydü de.
Hayır, tüm bedenini saran o hissi tanımlamak için üzüntü terimi yeterli gelmiyordu. İncinmişti, kafası karışmıştı, öfkelenmişti.
Yunho vücudunda hissettiği tüm güçle Mingi'yi sertçe ittirip arkasındaki apartman binasının duvarına çarpmasına neden oldu.
"Yunho, lü-lütfen beni dinle."
"Neden dinleyeyim, ha? Bahanelerini duymak istemiyorum!"
Mingi, Yunho'nun gözlerinin içine bakarken gözleri korkuyla kocaman olmuş ve olduğu yerde donup kalmıştı. Aldığı ağır ve derin nefeslerle birlikte kahverengi gözlerindeki hayvansı parlamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordu.
İyiye işaret eden hiçbir şey yoktu; Yunho'nun bu haliyle karşılaşan her kim olursa olsun bir yara veya kırıkla son buluyordu. Mingi kendi sonunun da iyi bitmeyeceğini biliyordu.
Yunho, Mingi'nin sol çenesini hedef alarak yumruğunu savurdu. Yumruğu genç oğlanın yüzüyle temas ettiğinde çıkan ses ortama tezat oluşturan huzurlu sessizliğin içinde mide bulandırıcı bir sesle yankılanmıştı.
Tekrar bir yumruk savurduğunda bu sefer karnını hedef almıştı. Hiçbir acıma duygusu olmadan tüm gücünü yumruğuna aktarmış gibiydi. Yunho'nun zihni tamamen kaos içindeydi, kendisine gelmeye çalışmak için elinden geleni yapıyordu. Fakat öfkesi üstün gelerek tüm sinir uçlarına hükmediyor ve hareketlerini kontrol altına alıyordu.
Mingi organları sökülüyormuş gibi hissediyordu. Daha sadece iki darbeyle bacakları güçten kesilmiş ve anında geriye doğru düşmüştü. Yüzüne gelen yumruğun etkisiyle başının arkasına duvara vurunca acı tüm vücuduna yayılmıştı. Mingi inlerken hırıltılı, titrek bir nefes verdi.
"Yunho..." dedi, yalvararak bakıyordu.
Yumruklar tekmelere dönüşürken Yunho kendisini öyle bir kaptırmıştı ki bir an olsun durmuyordu. Mingi'nin görüşü kararmaya başlıyordu. Kan yavaşça dudaklarının kenarından sızarken beyaz gömleğini kıpkırmızı rengiyle lekelemişti.
"Lütfen... dur. Çok... acıyor."
Kısa bir anlığına gözlerini kapattığında Yunho sakinleşmiş gibi görünmüştü. Fakat Mingi durduğunu düşünecek kadar aptaldı. Yunho daha da kararmış gözlerini açtığında artık kendisini öfkenin pençesinden kurtaramayacağını anlamıştı.
Yunho aldığı derin nefeslerle birlikte yumruk yaptığı elleriyle iyice yanına doğru geldi. Ne yaptığının farkında olmadan bir bacağını yavaşça kaldırdıktan sonra tüm gücüyle sertçe bacağına bastırdı.
Kemiğin kırılma sesi havada yankılanırken peşinden Mingi'den acı dolu bir feryat koptu. Yaşadığı ıstırapla başını geriye atarken gözyaşları akan nehir gibiydi.
Mingi gözlerindeki dehşet dolu ifadeyle sağ bacağına baktıktan sonra gözlerini Yunho'ya çevirdi.
Her şey daha kötüye gidemezmiş gibi büyük bir gökgürültüsünden sonra tıpkı Mingi'nin gözyaşları gibi yağmur tüm hızıyla üzerlerine dökülmeye başlamıştı. Yunho sessizliğini koruyordu fakat yüzü duygularını gizleyemiyordu. En yakın arkadaşına yaptığı şeyin farkına varmasıyla dehşete kapıldığı tüm yüzünden okunuyordu.
Yunho korkuyla birlikte tökezleyerek geriye doğru adımladı. "Mi-Mingi ben..." Gözyaşları yüzünden ardı ardına dökülüyordu.
Mingi'ye daha fazla bakamayacağını anlayınca olay yerinden tüm gücüyle koşarak uzaklaştı.
Mingi ise kırılmış bacağı ve ağzından ve burnundan akan kanla yerde tek başına kalmıştı. Etrafına bakınarak kendisini yerden kaldırmak için yardımcı olabilicek bir şey aradı fakat hiçbir şey yoktu.
Artık parmağını oynatacak takati kalmamıştı. Yattığı yerde yüzünün önüne düşen elindeki serçe parmağına taktığı plastik yüzüğe ve ardından biraz ilerisindeki, muhtemelen Yunho ittirdiğinde yere düşmesiyle cebinden düşen küçük, lacivert kutuya baktı.
Tüm gücünü toplamaya çalışarak kolunu uzatıp kutuyu almaya çalıştı. Fakat yapamamıştı. Hala Yunho'yu görebileceğini düşünerek Mingi hafifçe başını kaldırdı. Yavaşça yerde sürünmeye başlayarak Yunho'ya;
Suç ortağına,
Dostuna,
Dünyasına...
ulaşmaya çalıştı.
_____________________________________
Upuzun ve dram dolu bir bölümdü :(
Sonunda geçmişe giderek Mingi'nin Yunho'ya olan nefretinin nedenini öğrendik. Mingi'nin yaptığı normal değil elbette ama Yunho'nun önce Mingi'yi dinlemesi gerekirdi ama öfke kontrol problemi olduğu da kesin
Ben taraf tutamıyorum, bakalım ilerleyen bölümlerde neler olacak 👀
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top