≛ Sihirli Mürekkep | 1
-1-
Doğum günü partimin üstünden neredeyse bir hafta geçmişti ve parti yorgunluğu, okul telaşı, yetiştirilmesi gereken ödevler falan derken elime kalem alıp bir şey yazamamıştım.
Hımmm... Bakalım nasıl bir kalemmiş bu, tekrar tekrar hatırlamak istercesine açıp bakıyordum ama ne hikmetse bir şeyler yazamıyordum, kilitlenmiştim sanki. Gören de kız yeni kalemiyle yazmaya kıyamıyor diyecekti neredeyse. Çünkü doğru, kıyamıyordum. O kadar heyecanlanıyordum ki yazmak için, bir türlü elimdeki kalem kâğıtla buluşamıyordu. Hepsi heyecandan. Bir de dediğim gibi, günlük yaşam telaşeleri.
Çekmeceye uzanıp parıltılı kutusunda usul usul yatan görkemli kalemi aldım ve inceledim. Kalemim. Benim kalemim... Gözlerimi kamaştırıyordu. Hayır, abartmıyordum. Genellikle abartmayı seven bir karakterim olduğunu inkâr edemem. Bir böcek görüp öyle olmasa bile kafam kadar olduğunu iddia ederim, bu abartıdır. Ancak her yanı parıldayan bu kalem hakkında söylediklerim kesinlikle abartı değil, bunu kabul etmiyorum. Onu çok sevmiştim. Ve bu kalemle yazacaklarım için şimdiden heyecanlıydım.
Zil çaldığında kalemimi yavaşça masama bırakıp kapıya doğru yürüdüm. Aklım elbette masanın üzerinde yapayalnız bıraktığım parlak kalemimdeydi. Yeni aldığımız şeylere çok özeniriz ya, benimki de o misal. Görmemişin kalemi olmuş durumları yani. Acaba kutusuna mı koysaydım, yanlışlıkla masadan düşmesin sakın, o da özlüyor mu benim bir tanem çok üşüyor mu ben olmayınca gibi saçma fikirlere kapıldığım da oluyordu hani. Küçükken de böyleydim ben. Kitapçıdan aldığım kitapla bir gece uyurdum, böyle de psikopat bir insanım ben. Tamam, abartıyı benimsemiş karakterim devreye girmiş olabilir. Yani psikopat olmasam da nesnelere fazla anlam yükleyen, onlarla duygusal bir bağ kuran hayalperestin tekiydim ben. Kapıyı açtığımda gelen tahmin ettiğim iki kişiden biriydi hiç kuşkusuz. "Hoş geldin Sude." Onu içeri buyur ettim. Evde yalnız olduğum zamanlarda -ki ailemin seyahatlerinden ötürü bu çok sık olurdu- can dostlarım Sude ve Ulaş beni ellerinden geldiğince yalnız bırakmamaya özen gösteriyorlardı. Canım dostlarım benim...
"Hoş bulduk, nasılsın?"
"İyiyim." Tahmin ettiğim diğer kişinin neden gelmediğini biraz merak ediyordum doğrusu. "Ulaş nerede, neden gelmedi?" diye sormaktan çekinmedim. Kim bilir yine hangi delikte ne yapıyordu...
"O Merve'yle barışmış ya."
Önce bilmiş bilmiş gözlerimi devirip doğum günü dileğimi onun kısmeti için harcamadığıma şükrettim, sonra da güldüm. Güya bir daha asssla barışmayacaklardı. Tamamen bitmişti. Bu işi Esra Erol gelse düzeltemezdi. Her şey bitmişti. Bir gece içip içip Merve'yi arayarak İbrahim Tatlıses'in "Aramam sormam bir daha, yalvarsan bile Allah'a" şarkısını dinleten o değildi sanki. "Doğum günümde pastamı üflerken ona yeni kısmet dilememi istememiş miydi?"
Kıkırdadı ve omuz silkti Sude. "Ulaş işte, sanki bilmiyorsun. Söylediklerine büyük ölçüde inanmamak lazım. İkizler burcu değişkenliği ve Terazi burcu dengesizliği vardır kendisinde."
Salona geçip televizyonu açtığımızda Sude moda ve magazin programları arasında zap yaparken ben de ikimize sıcak çikolata yapmıştım. İkimiz de abartısız yaz kış sıcak çikolata içmekten inanılmaz zevk alırdık.
Sude sıcak çikolatasını yudumlarken "Refik dede ne zaman dönecek?" sorusunu yöneltti merakla.
Dedem doğum günü partimden iki gün sonra Bodrum'daki evine dönmüştü. Bodrum ve İstanbul arasında mekik dokumaya alışmıştı. Annemin söylediğine göre emekli olduğundan beri sürekli gezmeye başlamıştı. İnsan bir yaşa kadar çalışmaya alışınca evde oturmak sıkıcı ve bunaltıcı geliyordu, alışamıyordu kolay kolay öyle evde oturmaya. Onu anlıyordum aslında. Ben her ne kadar sabahları erken kalktığım için okula sövsem de alışmışım bir kere. Hatta öylesine alışmışım ki sabahları bile erken kalkar vaziyete gelmişim istemsizce. "En fazla bir veya iki hafta sonra dönerim demişti." Muhtemelen şuan Bodrum'da lise arkadaşlarıyla buluşmuş felekten bir gün çalıyordu şu sıralar. Sabah arayıp konuşmuştum ve uzun süre sonra organize ettikleri bu görüşme sayesinde oldukça neşeli ve hevesliydi. Keşke ikimiz de şuan onun yerinde olabilseydik. Öyle sıkılıyorduk ki aklıma bundan başka bir şey gelmemişti.
En sonunda dayanamayıp televizyonu kapattıktan sonra kumandayı koltuğa bunalmış bir biçimde fırlatıveren Sude "Offf... Televizyonda hiçbir şey yok, çok sıkıldım." diyerek içimdekileri dile getirdi resmen. "Senin odana geçelim."
Onaylarcasına başımı salladım. "Olur." Sude'nin de isteğiyle odama geçtik. O yatağımda bağdaş kurmuş otururken ben de masamda oturmuş dönen sandalyemde üç yüz altmış derece dönüyordum çocuklar gibi. Bir süre sonra bundan da sıkıldım hâliyle. Masamın üzerinde duran kalemi elime alıp incelerken sandalyemde üç tur daha dönmeyi ihmal etmedim. Küçükken de kusana kadar dönmeyi severmişim. Bakın bu psikopatlıktır mesela. Öz eleştiride bulunmayı severim. Neyse, canım sıkıldığı için saçmalıyordum ve bir an önce meşgul olacak bir şeyler bulmalıydık. Aklıma aniden gelen soruyla aydınlanmış gibi Sude'ye döndüm. "Annenler bu gece bende kalmana sıkıntı çıkardılar mı?"
Boş vermiş bir ifadeyle omuz silkti Sude. "Yooo... Başkasının evinde olsaydım mutlaka sıkıntı çıkarırlardı ama sen olunca bir şey demediler." Gözlerini kalemime dikti. Onun da benim gibi kalemime bakarken gözlerinin kamaştığını görebiliyordum. "Kalemin çok güzel."
"Biliyorum." Kalemime sanki oyuncak ayıma sarılır gibi sarıldım. Onunla ilgili bir sürü hayal kurdum saniyeler içinde. Onlarca hikâye yazdım kafamda. Hevesle kalemimi kucaklarken "Bununla neler yazarım neler..." dedim.
Tek kaşını kaldırıp bir teklifte bulundu dostum. "Benim hayatımı yazmaya başlamakla ne dersin?"
Güldüm. Her yazar adayının en az yedi sekiz kez duyduğu bir istek olmalıydı bu. Ben bile aşinaydım buna, o derece. Normal bir insan neyse de, Sude'nin hayatını yazmak eğlenceli olabilirdi. Hele ki gerçek bir yaşamı konu almak... Bunun büyüsüne kapılmak için sabırsızlanıyordum ve şimdiden heyecan sarmıştı desem yalan olmaz sanırım.
Dedemin uyarısını unutmamıştım elbette. Henüz o kadar bunamadım. Ancak biraz düşününce mantıklı bir gerekçesi olmadığı için dedemin uyarısını ciddiye almamaya karar verdim. Sanırım onun da artık gerçek kitaplara ve gerçekçi sonlara alışmasının zamanı gelmişti. Muzipçe "Sonunda seni öldürmek serbest mi?" diye sorarak şaka yollu takıldım.
Kıkırdadı Sude. "Sonunu sana bırakıyorum. Sana teslimim yani." Omuz silkti umursamazca. "Nasılsa hikâye. Sen yaz, uydur bir şeyler. Gerçekçi olsun."
Onaylayan bakışlarla başımı aşağı yukarı sallarken heyecan ve hevesle gözlerim parladı. Bu beni daha çok heveslendirdi. Düşünsenize, neredeyse başından beri şahit olduğunuz gerçek bir karakterin en gerçek serüvenini kaleme alıyorsunuz. Tıpkı bir çömleğe şekil veren çömlekçi gibi. Bu insanı nasıl olur da heyecanlandırmaz?
...
YAZAR NOTU: Herkese selamlar, sevgili okurlarım! 1. Bölüm, bir bölüm olamayacak kadar kısa farkındayım ancak ucundan kıyısından Sihirli Mürekkep'e küçük de olsa bir başlangıç yapmak istedim. Bölümler ilerledikçe uzayacak elbette. Umarım beğenirsiniz, keyifli okumalar diliyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçüklerrr! :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top