İsyan Ateşi B-25-

Merhaba, Temas ailesi!

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir?

Keyifli okumalar dilerken oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen.

📖📖📖

Sonbahar yeli ılgıt ılgıt eserken çınar ağacının dilimli yaprakları oyana buyana oynaşıp duruyordu. Yaprakların çıkardığı hışırtılı sesler, eşsiz bir melodinin bestesi gibi nağmeler fısıldıyordu kulaklarına. Her biri bir başka âleme kulaç atarken Sude, kendi iç dünyasına kapanmış sadece kahvesini yudumluyordu.

Genç kadının yukarıya doğru kalkık burnu, badem gözlerini süsleyen top top kirpikleri, ipeksi beyaz teni insanı kendine hayran bırakıyordu. Genç arkadaşını dinlerken öyle dalıp gitmişti ki kendi iç dünyasında neler hayal ediyordu anlamak mümkün değildi.

Zarife Hanım'ın serzenişlerine karşın içsel yolculuğundan sıyrılıp sadece haklısınız anlamında başını sallamakla yetindi Rüzgar. Genç adamın, ağır ağır göz-kapakları kapandı aynı tempoda tekrar aralandı. Konuşmasına kaldığı yerden devam etmek isterken dudakları aralandı. Kelimeler dilinin ucunda yuvarlandı ve kalplere mührünü vurdu. "İkinci vurgunu ise adam sandığım arkadaş ve dost yerine koyduğum insan müsveddesinden yedim."

Genç adam, sözünü bitirince kendi içine kapanır gibi yaparak başını usulca yere eğdi ve derin bir soluk aldı. Bir süre bakışları ortamdan kopuk boşlukta gezindi. Öte yandan zaman kavramını belirleyen saniyeler dakikalara evrildi dakikalar süreci doldurdu ve genç adam yere eğdiği başını tekrar kaldırıp arkadaşlarının yüzünde gezdirdi.

Biliyorlardı bu bakışın anlatmak istediği çok şey vardı ama sorup öğrenmek yerine genç adamı dinlemek ve onun kelimelerinden duymak istiyorlardı her şeyi. Genç adam, bakışlarını arkadaşlarının üzerinden çekip hayli bir noktaya sabitledi. Boşlukta yüzen bakışları donuk ve ruhsuzdu. "Hadi diyelim ki ilk vurgunum haktan geldi. Amenna. Haktan gelen insanın canını yakıyor yakmasına ama bir yerden sonra kabulleniş başlıyor. Çünkü bunun bir döngü olduğunu biliyor insan. İnsanın gerçek manada canını yakan kuldan gelen oluyor. Kardeş bellediğin sırtından hançerleyince katlanmak bir o kadar zor oluyor."

Ortamı merak duygusuyla karışık bir matem havası yokladı. Sessizlik dudaklara mührünü vurdu bütün bakışlar genç adamın üzerine kilitlendi. İlkem, konunun dönüp dolaşıp mesire yerine gelen kadına bağlanacağından emin gibiydi.

Genç adamın, yeniden dudakları aralandığında nefesler tutuldu bakışlar iki dudağın arasından dökülecek sözcüklere odaklandı. "Yani hepiniz lise ortamını bilirsiniz? Ben o zamanlar deli rüzgâr gibi esiyordum," derken başparmağıyla kendisini göstererek "şahsımı övmeye gerek yok zaten görüyorsunuz," diye eskiden kalma alışkanlıktan olsa gerek gururlandı kendisiyle. İşi şaka boyutuna taşıyarak bu davranışı biraz da ortamın kasavetini dağıtmak için yapmıştı.

He he he!

Hep bir ağızdan genç adamın yaptığı şakaya gülüştüler. Yiğidi öldür hakkını yeme, demişler.
Gerçekten de Rüzgâr gibi bir adamı bir kere gördü mü insan dönüp bir daha bakmadan edemezdi. Bu günlerde ise onu en çekici kılan şey suskun ve saygılı bir beyefendi görünümüydü. Hayattan yediği darbeler genç yaşta onu suskun ve olgun bir adam yapmıştı. Geçmişin acı izlerini arkadaşlarıyla paylaşırken şahin bakışlarını bir noktaya sabitledi yeniden.

"Lise yılları boyunca birçok kız bana tutkundu ben ise Gonca'ya. Okuldaki diğer kızlar etrafımda pervane olurken ben Gonca'ya bir adım dahi yaklaşamıyordum. Ne zaman Gonca'yı karşımda görsem elim ayağım birbirine dolanıyordu. Kelimeler boğazımda düğüm, düğüm oluyor bir tek kelam dahi konuşamıyordum. Bir meczup gibi içten içe yanıyordum. Benim Gonca'ya olan sevdamı bilen tek arkadaşım Devrim'di."

Devrim'in adını telaffuz ederken kalbinin acı çığlığı yüz hatlarına yansımıştı.

Ömür, arkadaşının sözlerini bıçak gibi yarıda keserek, "Evet, ben Devrim'i tanıyorum." dedi.

Ömür'ün kurduğu cümle genç adamın şaşırmasına neden olmuştu. Şaşkın bakışları bir anlığına Ömür'ü süzdü. Bakışlarında nedenli nedensiz sorular vardı. Şaşkınlıktan büyüyen gözleri soru sormaya hazırlanırken kısılmaya başlamıştı. "Tanıyorsun demek? Peki, ama nereden tanıyorsun? Yani Devrim, bizim kasabadan değil ki?" Kelimeler birbiri ardına ağız boşluğundan yuvarlanırken Ömür'den gelecek cevabı beklemeye başladı.

"Haklısın Devrim, bizim kasabadan değil ama bizim kasabada onun bir kuzeni var. Onun kuzeni benim liseden arkadaşım olur. Beni Devrim ile o tanıştırmıştı, hatta senden çokça söz ederdi. Peki, bu Devrim, ne yaptı sana? Cidden çok merak ettim?"

Ömür'ün açıklaması genç adamın, üzerinde bir tür şok etkisi yaratmıştı. Hiç yoktan gelişen olay örgüsüne ister istemez dudak büktü. "Ben Gonca'ya olan hislerimden sürekli olarak Devrim'e bahsediyordum. Devrim ile arkadaşlığımız o kadar samimiydi ki, sadece içtiğimiz su ayrı giderdi boğazımızdan. Yani birbirimizden hiçbir şeyimizi saklayıp gizlemezdik. Üstelik Devrim'in kız kardeşi Gonca'nın en samimi arkadaşıydı. Bu benim için iyi bir avantajdı. Ama Devrim'in bana ihanet edeceğini inanın rüyamda görsem inanmazdım," dedi ve boğazındaki ihanet yumrusunu yutkundu. "İnsanoğlu çiğ süt emmiş derlerdi de inanmazdım, doğruymuş," diye de ekleme yaptı kanayan yarasına tuz basar gibi.

Şu mesire yerine gelen genç kadın, hala İlkem'in zihnini meşgul ediyordu. Gonca, olabilme olasılığı var mıydı? Yoksa Devrim'in kız kardeşi miydi? Sorsa mıydı? Tam zamanıydı çünkü.

İlkem, tam zihnini meşgul eden soruları sormaya hazırlanıyordu ki Sude, girdi araya. "Ne kadar doğru söyledin bu sözü. Gerçekten de insanoğlu çiğ süt emmiştir. Onun için her şeyden önce bu dünyada hiç kimseyi sahiplenmeyeceksin. Yani sözüm meclisten dışarı ama ilk kündeyi ondan yersin." dedi.

Sanırım Sude'de benzer konuda tecrübe yaşamıştı; yoksa olaya bu kadar yakından hâkim olamazdı.

Rüzgâr, acı bir tebessüm astı dudaklarının kıvrımına. "Gerçekten de öyle. Ben bunu yaşayarak tecrübe etmiş oldum. Ama bende bu tecrübenin bıraktığı etki 9,9 şiddetinde oldu. Beni hayattan koparıp aldı ve bütün umutlarımı ve insana olan güvenimi yerle yeksan etti. Uzunca bir süre psikolojik tedavi görmeme sebep oldu. Ben yaşadığım bu acımasız ihanetten sonra uzunca bir sure bitkisel hayatta gibi yaşadım. Yemiyor, içmiyor, uyuyamıyordum."

Songül, yine içinden geçeni diline döküvermişti. "Rüzgâr abi, nolur sonuca gel artık. Cidden meraktan çatladım şurada," diye sabırsızca sorarken Ömür, Songül'ün bu tatsız-tuzsuz sualine kızmış gibi yaparak, "Songül!" diye çıkışmıştı ama Songül, umursamaz bir tavır sergileyerek göz devirmişti.

Genç adam, Ömür'ün aksine sabırsızlık gösteren genç kıza dudak ucuyla gülümserken, "Size hak veriyorum, dediğiniz gibi meseleyi çabuklaştırmak hepimizin yararına olacak. Sanırım mevzu uzadıkça sizlerin merakı da artıyor. Ben ise unutmak istediğim ama anlattıkça köhneyip harabeye dönmüş anıları tekrar yaşamak zorunda kalıyorum."

Ömür, bütün içtenliğiyle genç adama moral verip desteklemek isterken, başını yana doğru meyillendirip tekrar eski konumuna getirdi. "Sen anlat arkadaşım, bizler o acı geçmişin izlerini silmek için buradayız." dedi.

Genç adam, teşekkür edip konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Lise yılları göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş bense hala Gonca'ya olan aşkımı itiraf edememiştim. Oysa lise son sınıftaydık ve ben yoğun bir ders çalışma temposunun içine girmiştim. Yani sizin anlayacağınız aşka-meşke hiç vakit ayıramaz olmuştum. Çünkü benim hayalini kurduğum hedeflerim vardı.

İçinden geçtiğimiz zaman hızla ilerliyordu ve biz ne zaman Devrim ile bir araya gelsek, 'Sen derslerine çalışmaya bak. Sakın ihmal etme. Sana söz veriyorum Gonca ile aranızı yapacağım. Hem unutma kız kardeşim onun arkadaşı bu iş tereyağından kıl çeker gibi kolay olacak,' diye beni avutup duruyordu. Ben de bir aptal gibi onun sözlerine körü körüne kanmışım meğer." dedi ve sustu.

İlkem, kızmış gibi yaparak çatılan kaşlarını iyice birbirine yakınlaştırdı. "Neden kendin açılmadın Gonca'ya? Bu gibi duygusal konularda üçüncü kişiler hep fazlalıktır, bunu bilmiyor musun?" diye sordu bir faydası olmayacağını bile bile.

Ela gözleri kapanıp açılırken, üst üste binen etli dudakları bilinmezlikle kıvılmıştı. "Hocam, çok doğru söylüyorsun da o kızda benim cesaretimi kıran bir şey vardı. Bir türlü karşısına geçip konuşamıyordum. Ne zaman konuşmak istesem onun karşısında tutuk kalıyordum. Neyse lise bitmiş bizlerde üniversite giriş sınavına girmiştik. Kalbim bir daha Gonca'yı göremeyecek olmanın buruk acısını yaşıyordu. Bende oturup Gonca'ya vermek üzere uzunca bir mektup yazdım. Hiç olmazsa ona olan duygularımı yazıyla dile getirebilirim diye düşündüm. Tabii bunu da Devrim, arkadaşıma söyledim.

Devrim, 'Sen mektubu bana ver ben kız kardeşim aracılığıyla Gonca'ya ulaştırırım.' dedi.

Tabii bende bütün saflığımla Devrim'e kanıp mektubu verdim. Hem benim açımdan da böylesi daha iyi olur diye düşündüm. Gonca ile yüz yüze konuştuğum zaman olası reddetme durumunda karşı bir tedbir olurdu. Bende bir şekilde hüsrana uğramayacak zor durumda kalmayacaktım. Ben bütün enerjimi sınav sonuçlarına kitlenmiş tüketirken diğer taraftan da içim rahattı. En azında anlatmak istediğim birçok şeyi yüz yüze anlatamazken mektup, aracılığıyla her şeyi daha detaylı anlatmıştım. Bu da benim için büyük avantajdı."

İlkem, işaret parmağını ileri geri sallayarak, "Bak orası doğru işte. İnsan bazen yüz yüze anlatamadığı birçok şeyi yazıya dökerek daha rahat dile getirebiliyor. Bazen de tam tersi olabiliyor. Yazmak istediğini yazamaz ama çok kolay dile getirebilirsin, yani karakteristik bir özellik bu."

"Hocam, ben de aynen sizin gibi düşünmüştüm. Gonca'ya olan hislerim dışında her şeyi çok kolay anlatırdım ama ona gelince tutuk kalıyordum. Her neyse ben sabırsızca mektubuma cevap beklerken zaman hızla geçip gitmiş sınav sonuçları açıklanmıştı. Ben sınavı kazanmanın telaşesi içinde mektup olayını tamamen unutmuştum; zaten akabinde malum kazayı yaşadı ailem. Yaklaşık bir yıl kadar sürdü kazanın ardından kendimi toparlamam. Üstelik ayakta kalmak için bulduğum her umuda tutunmaya çabalıyordum." dedi.

İlkem, "Peki, mektup olayından sonra Devrim ile hiç görüşmediniz mi?"

"Yani çok tuhaf ama yüz yüze hiç görüşmedik. Telefon aracılığıyla ara sıra görüşüyorduk. Görüşüyorduk görüşmesine ama o garip bir şekilde sürekli beni geçiştiriyordu. Ne zaman Gonca'dan söz açılacak olsa konuyu başka mecralara çekiyordu. Ben bu hareketini hiçbir zaman kötüye yorumlamadım. Onun tek amacının beni üzmemek olduğunu düşündüm hep."

Zarife Hanım, "Hıh," diye bir ses çıkararak yüzüne alaycı bir gülüş ekledi. "Hep böyle olur zaten. Sen sorarsın onlar geçiştirir. Muhtemelen senin arkandan bir iş çevirmiş. Baksana adama seninle konuşmaya yüzü kalmamış."

Genç adamın, yüzüne acı geçmişin izi düşünce rengi attı ve buğday teni koyu kırmızıya döndü. Zarife Hanım gibi onunda yüzüne sahte bir gülüş eklendi. "Haklısınız. Ben de bunu aylar sonra öğrendim. Mektubu yazıp Devrim'e vermiştim vermesine ama bunun üzerine yaşadığım acı dolu günler bana neredeyse zamanı unutturmuştu. Mektubun veriş tarihinin üzerinden bir yıl belki de daha fazla zaman geçmişti ki hiç hatırlamıyordum. Yalnız mektubuma ne bir cevap gelmiş ne de Devrim'den beni tatmin edecek bir açıklama gelmişti. Konu öylece muallakta duruyordu. Bir gece amaçsızca sosyal medyada gezinirken bir fotoğraf gördüm. Bu öyle bir fotoğraftı ki görünce beynimden vurulmuşa döndüm. O fotoğrafı görene kadar kafama bir kurşun sıksalar ondan daha iyiydi."

Ortam buz kesmiş gülüşler bozguna uğramıştı. Bir fotoğraf insan ruhu üzerinde bu kadar ağır travma etkisi yaratabilir miydi? Biraz düşününce tabii ki yapar diyesi geliyor insanın... Yani cansız bir fotoğraf seni can evinden vuruyorsa yapar... Kim bilir nasıl bir görseldi onun kafasına kurşun sıktıran? Genç adamın soluğunu kesen son cümlesi arkadaşları arasında bakışmalara neden olurken merak duygularını kamçılamıştı.

Yaşadıklarına kıyasla kendini her açıdan genç adama yakın hisseden İlkem, merak duygusunu daha fazla baskılayamadı. "Gerçekten fotoğrafı çok merak ettim!" dedi kelimeleri yudumlayarak içerken.

"Hıh," diye alaycı bir gülüş bıraktı havaya. "Evet, fotoğraf, fotoğraf, " diye tekrar etti sözcükleri. "İşte o fotoğraf bana hayatımın ikinci vurgununu yaşattı. Bu vurgun benim için öyle ağır bir vurgundu ki, elim kolum tutmaz olmuş. Sanki bütün vücudum felç geçiriyor gibiydi; artık tamamen diplerdeydim. Kendimi gereksiz işe yaramaz biri gibi hissediyordum. Ne tutunacak bir dalım kalmıştı ne de hayata dair bir beklentim, ruhen ve bedenen çökmüştüm. Tek eksiğim boynuma dolanacak olan yağlı bir urgandı...

Rüzgâr, anlattıkça duygulanıyor duygulandıkça yalnızlığa düşmüş ve ihanete uğramış yokluğu gözlerinin dolmasına neden oluyordu. Onların sormaya cesaret edemediği soruyu Songül, bir solukta soruvermişti. "O fotoğrafta ne gördün Rüzgâr abi?"

"O fotoğraf Devrim ve Gonca'nın nişan fotoğraflarıydı," dedi ve kuruyan dudaklarını ıslatmak için mola verdi.

Songül, bir çırpıda sorusunu sormuş ve cevabını almıştı ama biri daha vardı ve onun içinde sormak istediği soru deli-taylar gibi tepişiyordu. Soruyu sorsa mıydım acaba? Beklemek ve kendini tutmak hiçbir işe yaramıyordu. "Peki, biraz önce gelen kadın kimdi?" İlkem, daha fazla sabredemeyerek sorusunu sormuştu ama içini kurt gibi kemiren bir sorusu daha vardı. "Son bir soru daha o fotoğrafı görünce ne yaptın?"

Genç adam, kabuğundan sıyrılır gibi biraz önceki ruh halinden sıyrılmış hatta gülümsemişti bile.

"Biliyorum o kadını Gonca mı diye merak ediyorsunuz? Merak konusu kadın Devrim'in kız kardeşi. İkinci sorunun cevabına gelince; kendimi tutamayarak fotoğrafın altına yorum yazdım. "Bazı insanlar şerefsiz oluyor. Böylelerinin hiç utanması sıkılması yoktur. Hatta arkadaşını sevdiği kızı ayartacak kadar namussuz oluyorlar," diye.

Yaa! Sesi önce havada süzüldü sonra suretler arasında dolaştı. "Ben giden sevgiliye değil de en çok uğradığım ihanete yanıyorum. Yaşama sevincimi elimden alışlarına yanıyorum. İnsanoğlunun gözümden düştüğüne yanıyorum. İnsana olan güven duygumu yok edişlerine yanıyorum. Kırılan can kırıklarımı toplayanımın kalmadığına ve yaşam denen var oluşun benim için korkulu bir rüyaya dönüştüğüne yanıyorum," dedi demesine ama gözündeki isyan ateşini söndüremedi. Gözyaşlarını ne kadar gizlemeye çalışsa da artık durduramıyordu.

Genç adamın ruh hali saniyeler içinde değişime uğruyordu.

Benzer ateşte yanan Zarife Hanım, genç adamın anlattıklarından etkilenerek duygulanmıştı. Onun da göz pınarlarından akan yaşlar beyaz tenli yanaklarına doğru ince bir çizgi halinde durmaksızın akıyordu...

İlkem, çantasına uzandı fermuarlı bölmesini açtı bir paket kâğıt mendil çıkardı. Mendil paketinden bir dal annesine uzattı bir dal Rüzgâr'a. Islak gözlerini kurulayan Zarife Hanım, kendince genç adamı teselli etmek istemişti. "Bilmez miyim evladım, insanın kabullenmekte zorlandığı en zor şeylerden biridir ihanet; hele ki bu ihanet hiç beklemediğin can bildiklerinden gelirse." dedi.

"Bu zincirleme yaşadığın problemlerle baş etmekte zorlanmış olmalısın?" Genç adam, yüzünü buruşturup kumral alnına düşen saçlarını başının gerisine doğru savuşturdu. "Hocam, hiç kuşkusuz zor oldu. Bir süre ilaç tedavisi görmek zorunda kaldım."

Ömür, oturduğu yerden iyice doğruldu, ellerini yüzünde bir süre gezdirdi ve ellerinin gezinti turu çenesinin bitiminde son buldu. "Peki, hala ilaç tedavisi görüyor musun?" Genç adam tek kelimelik bir cevap vermişti. "Hayır."

Sude, derin bir iç çekerek ciğerlerini temiz havayla doldurdu. Belli ki o da Rüzgâr'ın hikâyesinden çok etkilenmişti. "Umarım bir daha benzer hadisleri yaşamazsın. Bilirim çok zordur o psikolojik tedaviler." dedi. Sude, tedavi dedi demesine ama sonradan fark etti Ömür'ün eline bir koz verdiğini. Ömür, sormaz mıydı ona 'sen nereden biliyorsun bu tedavinin zor olduğunu' diye. Sorardı elbette...

Sude, pot kırmanın verdiği haletiruhiye içinde başını öne eğdi ve yerde serili olan kilimin desenlerini incelemeye başladı.

Bu arada Rüzgar, onların kafasından geçen sorulara toptan cevap vermek ister gibi konuşmaya başlamıştı. "Yıllarca beynimi ilaçla uyuşturdular. Bu tedavi ile yaşama dair kaygılarımı ve insanlara yenilişimin verdiği kaybedişlerimi unutturmak istediler. Unuttum mu? Hayır... Unutmadım. Yaralar zamanla iyileşiyor ama bedende izi kalıyor.

İlkem, "Ne kadar doğru söylüyorsun." dedi, çünkü yaşananları kendi aynasında görüyor gibiydi. "Peki, arkadaşın yorumuna karşılık ne yaptı?"

"Ertesi gün sabahın en kör saatinde kapımın zili çaldı. Kapı merceğinden baktım. Gördüklerim karşısında elim ayağım boşaldı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top