Sahipsiz Mektuplar B-27-

Selam...

Nasılsınız, Temas ailesi?

Keyifli okumalar...

Telefonu kapattı ve avuç içine aldı. Yol arkadaşlarının bulunduğu alana doğru adımlarken, sıkıntı terleri döküyordu vücudu. Öyle ki her köşeden peşinde olan adam çıkıverecekmiş gibi hissediyordu. Kulağına gelen her hışırtıdan irkiliyor yüreği ağzına geliyordu. Korku ve endişenin verdiği tedirginlik midesinin kasılmasına neden olurken, akabinde bulantılar başlıyordu…
Şakası yoktu bu işin bir kere yaşamış ölümden dönmüştü. Bir defa daha aynı şeyleri yaşamamanın adam yakalanmadıkça garantisi yoktu. Oval alnından şakaklarına doğru dökülen ter damlacıklarını elinin tersiyle silerken kendi görüntüsüne çeki düzen vermeye çalıştı, ama bozulan moralini saniyeler içinde düzeltmek hiç de kolay olmayacaktı.
Birkaç defa burnundan nefes alarak ağzından verdi. Yaptığı nefes egzersizi bir nebze olsun işe yaramıştı lakin tedirginliğini ört bas etmeye yetmemişti. Elinde değildi hiç yoktan yaşadığı şeyler yaşam enerjisini ister istemez düşürüyordu.
Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında gözündeki perdeyi bir kereliğine kapatıp açtı ve gökyüzünün derinliğinde kaybolmak istedi. Eline kocaman bir silgi alıp hafızasını silmek istedi. Pamuk yığınları gibi bir araya toplanmış bulutların üstünde olmak yeryüzüne hiç inmemek istedi. Keşke bu imkânlara sahip olsaydı ama ayakları yere basıyordu ve gökyüzünün özgürlüğü kendinden epey uzaktaydı.
Bütün bunları düşünüp hayal etmek bile yüreğinin yükünü hafifletmeye yetmişti. Naifçe gülümsedi. Gülümserken yanağıyla dudaklarının birleştiği alanda minicik bir gamze oluştu. Oluşan gamzede bir tomurcuk gül açtı. Şimdi yol arkadaşlarının yanına daha rahat gidebilirdi.

“Kusuruma bakmayın arkadaşlar, konuşmam biraz uzadı. İki de bir sohbetinizi yarıda kesip telefonla konuşmak zorunda kalıyorum ama bu maalesef benim isteğim dışında gelişiyor.”

Zarife Hanım, endişenin tohumlarını yüreğine ekerken sesinin nağmesinde durağanlık vardı. “Kimdi arayan?”

“İlker’di. Biliyorsun daha önce aradığında telefonun şarjı bittiği için konuşamamıştık ya. Merak etmeyin diye aramış. Herkese selamı var!” Konuyu kısaca özetlemiş herkesin merakını gidermişti İlkem Öğretmen.

Yere serili kilimin üzerinden kendisine yer beğenip otururken, “Evet, arkadaşlar nerede kalmıştık?” diye sorduğunda bir yandan da kafasının içindekileri ekarte etmek istiyordu.

Songül, sırıtarak konuşmaya başlarken hafızasının ne kadar güçlü olduğunu fısıldıyordu kulaklara. “Nerede kaldığımızı ben biliyorum. Kim anlatacak kısmında kalmıştık.”

İlkem, işaret parmağını genç kıza doğru salladığında, “Aferin kız, sende zehir gibi hafıza var he!” dedi hep bir ağızdan gülüştüler. He..he..he…

Zarife Hanım, kaşlarını havalandırıp gözlerini baygın baygın süzerek konuştuğunda, “Ben hepinizin büyüğüyüm ben kime söz verirsem o konuşacak.” dedi.

“Zarife’ciğim bakıyordum sende gençlerin rüzgârına kapılmışsın?” dedi İlkem…
Kadın, süzgün göz kapaklarını birkaç kez açıp kapatarak kırpıştırdıktan sonra, “Ne yapayım kızım, gençlerin arasında kaldıkça bende sizlere benzedim.” dedi.
Gençlere benzemek kadın için iyiye işaretti zira solgun ruhu canlanıyor demekti. “Zarife’ciğim, madem seçimi sen yapmak istiyorsun hadi kimi seçeceksen seç bakalım.”

Kadın, özgür ruhunu anın akışına bıraktığında bir süre bakışlarını dörtlünün üzerinizde gezdirdikten sonra durdu. “Ben en çok Ömür’ün ne yaptığını merak ediyorum. Bence onunla devam edelim.”

İlkem, başparmağıyla annesine onay verirken, “İyi seçim anneciğim, tebrik ediyorum seni.” dedi.

Ömür, “Keşke anlatacak olan ben olmasaydım,” deyip mızıkçılık yapmak isterken hiç kimsenin onun çocuksu nazına kulak asmadığını gördüğünde mecburiyetin ışığı altında anlatmaya başlamadan önce gözlerini hayali bir boşluğa sabitleyip biraz düşünür gibi yaptı. Sonra dudaklarını kıvırıp düşünmeye devam etti. Sonra saçlarını karıştırıp biraz daha düşündü. Saçlarından çektiği ellerini yüzünde gezdirdi ve biraz daha düşündü. Ellerinin gezintisi çene oyuğunda son bulunca düşünmeye son verip nihayet konuşmaya karar vermişti.
“Gerçeği konuşmak gerekirse bende anlatacak pek bir şey yok. Sizler gittikten sonra epey bir zaman çevre edinemedim. Kendimi boşluğa yuvarlanmış bir nesne gibi hissediyordum. Yani sizlerin yerine hiç kimseleri koyamadım. Tarihi belirleyen zaman obur bir fil gibi günleri yiyip tüketirken, o akıp giden zamanın bir köşesinde sürüklenir buldum kendimi. Ortaokul lise derken bir de baktım bu yaşa gelmişim işte.”

Rüzgâr’ın şaşkınlıktan ela gözleri yavaş yavaş büyürken kaşları ona paralel olarak havalandı. “Nasıl ya bütün anlatacağın bu kadar mı? Ben de uzun uzun düşününce anlatacağın çok şey var diye düşünüştüm. Sen üniversiteye falan da mı gitmedin?“

Ömür, arkadaşına bakıp dudaklarını yana doğru kaydırarak ‘hıh’ diye gülümsedi. “Birkaç kez şansımı denedim. Yeterince hazırlanmayınca üniversiteyi kazanmak da zorlaşıyor işte. Malum bizim iş güç çok oluyordu, babama yardım edeyim derken çalışma fırsatı bulamadım. ‘Babam da boş ver oğlum, sıkma canını, dedi. Allah’a şükür bizim halimiz vaktimiz yerinde, illa okumak istiyorsan açık öğretimden okursun, dedi ve son noktayı koydu.”

Yitik bir kimlik olan Rüzgâr, muziplik peşindeymiş gibi yüzüne sinsi bir sırıtış yerleştirirken sağ elini ensesine götürüp olduğu bölgeyi kaşımaya başlamıştı. “Ee, üniversite yok kasabadan çıkmak yok bunca yıldır ne yaptın peki? Hala bekâr olduğuna göre o zaman hayatına hiçbir hatun girmedi?” dedi.
Esasında Rüzgâr, bu soruyu sorarak Ömür’ün en zayıf halkasına dokunmuş oldu. Herkes nefesini tutmuş Ömür’ün iki dudağı arasından çıkacak cevaba odaklanmıştı. İlkem, bir ara göz ucuyla Sude’ye baktı. Sude’nin yüzü bukalemun gibi renkten renge giriyordu.

Ömür, “Ş-şey!” diyerek kekeler gibi konuşunca Rüzgâr, “Beyefendi kaçmak yok, sen bize nasıl anlattırıyorsan her şeyi sende öyle anlatacaksın,” diye emrivaki konuştu.
Genç adamın baskısı sonucu Ömür’ün yüzüne garip bir ifade yayılmıştı. Önce dudaklarını kıvırdı sonra omuzlarını dikleştirdi daha sonrasında işaret ve başparmağı ile çenesini sıvazladı. “Belki sizlere garip gelecek ama hayatıma hiçbir hatun girmedi.”

Biraz önce merakını dile getiren Rüzgâr, aldığı cevap karşısında şaşkınlıkla gözleri fal taşı gibi aralandığında, “Nasıl yani, hiç mi?” diye yeni bir soru daha sordu.

“Hiç diyemem ama benimki adı konulmamış platonik bir aşktı,” dedi iki kolunu koltuk altlarında birleştirirken.

Sude, hariç herkes düşüncesini belli ettiğinde birbirine benzer sorular sormuştu. Sude, hariç diyorum çünkü Sude’nin duymak istemeyeceği bir şeydi bu. Kim ister ki, âşık olduğu adamın platonik de olsa başka birine olan aşkını ortalık yerde itiraf etmesini. Ömür’ün karşılıksız aşkını herkes gibi İlkem de çok merak etmiyordu. Yani Ömür’ün kalbinde Sude’den başkasının olacağına pek ihtimal vermiyordu ama şu an Sude’nin yerinde olmak da istemezdi doğrusu.

Ömür, hiç kimseyi umursamadan aşkla bakan gözlerini Sude’ye çevirdi.  Öyle içten öyle yakıcı bakıyordu ki; insan o bakışların karşısında taş olsa erirdi. “Esasında b-ben daha çocuk yaşlarındayken bir şirine kıza tutuldum. Hiçbir zaman ona sevgimi itiraf edemedim fakat her ay ona bir mektup yazıyor sonra da bir kenara bırakıyordum. Kısacası ona olan aşkımı kâğıtlara döküyor böylece de biraz rahatlıyordum.” 

“Senin de benden kalır yanın yokmuş be dostum? Benim asıl merak ettiğim şey mektupları neden göndermediğin?” Genç adam içinden geldiği gibi sorularını sormuştu ama sonra da geri vitese takarak “hıh” diye omuz silkmişti. “Söyleyene bak, sanki ben yapabildim de başkasına soruyorum.”

Ömür, baş-parmağıyla Rüzgâr’ı onaylarken, “Senin de dediğin gibi yazmak kolay muhatabınla yüzleşmek zor!” dedi ve konuşmasına kaldığı yerden devam etti. “Takdir edersiniz ki önceleri yaş olarak çok gençtim ve cesaret edip gönderemedim. Sonra da göndermek için geç kaldığımı düşündüm.”

Yol arkadaşlarından Rüzgâr, sağ elinin ayasıyla çenesini avuçlayarak arkadaşına imrenerek bakıyordu. “Gönderilmemiş mektuplar, büyük sükse doğrusu? Peki, o mektuplar hala duruyor mu?”

Ömür Sude’nin üzerinden bakışlarını hiç çekmeden konuştuğunda ona olan aşkını ilan edecekmiş gibi görüntü çiziyordum çehresine. “Evet, duruyorlar. Onları küçük bir sandığa koyup hapsettim. Sahibini bekliyorlar, tabii sahibi geri dönerse.”

Sude, o kadar imalı cümlelerden sonra sonunda dayanamayarak patlamıştı. “Kim, bu şanslı kız?”

Ömür, aşka bulanmış bakışlarını sevdiği kadının çehresinden bir milim ayırmadan hala gizemli davranırken konuşmasına devam ediyordu. “Onun kim olduğunu şimdilik açıklamayacağım. Olur ya, gün gelir onunla evlenirsem ancak öyle açıklarım!”

Kızın kim olduğunu öğrenme konusunda ısrarcı davranan Rüzgâr, “O zamana kadar bizi bekletmeyi düşünmüyorsun umarım? Eğer öyle düşünüyorsan bu bize yapışmış büyük haksızlık olur.”

Genç adam, ısrarcı davransa da Ömür’ün inadını kıramıyordu. “Olmaz, kendime öyle söz verdim.” 

Sonunda Sude’nin gözleri buğulanıp ağlamaklı olunca kalkıp uzaklaşmıştı ortamdan. Ömür’ün kimi beklediğini anlamıştı. Ömür de kalkıp Sude’nin peşinden gitmişti. Tabii ki aşk kızının kim olduğunu herkes çoktan anlamıştı ama bunu Ömür’ün kendisi açıklasın istiyorlardı...

Ömür, büyük olasılıkla Sude’nin evlenme teklifine vereceği cevabı bilmediği için açıklamıyordu. Bu arada Songül, genç öğretmenin kulağına eğilip fısıltıyla konuşmaya başlamıştı. “İlkem abla, ben sana abimin sırrı var demiştim ya, işte o sır buydu. Bir sandık dolusu gönderilmemiş mektupları var abimin…”

İlkem, hiçbir şey bilmiyormuş gibi yaparak Songül’ü konuşturmak istiyordu. “Ya, öyle mi? Peki o mektupların kime yazıldığını da biliyor musun?”

Songül, büyük bir hevesle ağzını şapırdatarak cevap veriyordu. “Bilmez olur muyum, biliyorum tabii.  Bir gün abim sandığın anahtarını üzerinde unutmuştu, bende baktım.” dedi.
Genç öğretmen, heyecan yapmış gibi yaparak “Ee, kimmiş?” diye sordu.

Songül, kendini emniyete almak ister gibi önce gözlerini etrafında gezdirdi sonra genç öğretmenini kulağıma eğilerek fısıltıyla konuşmaya başlamıştı. “Kim olacak; Sude… Baksana abimin platonik aşkının kendisi olduğunu bildiği halde kıskandı ve kalkıp gitti. Bak bak abim de hemen kalkıp peşinden gitti.”

“Kız Songül, senden de korkulur he? Ne yaman kızsın sen böyle?”
Songül, kendisinin pohpohlanarak takdir edildiğini gördüğünde kıkırtıyla gülümsedi ama devamında pişmanlık yaşamış olmalı ki verdiği sırrı sağlama almak ister gibi: “İlkem abla, sana söylediğimi sakın hiç kimseye söyleme. Eğer abim bunu benim bildiğimi öğrenirse bir de sana söylediğimi duyarsa yanarım ben.” dedi.

Öte taraftan kıskançlık yaparak ortamdan ayrılan Sude’nin peşinden giden Ömür, onun gönlünü almaya çalışıyordu. “Sude, affedersin seni üzmek değildi maksadım. Sende çok iyi biliyorsun o mektupların sana yazılmış olduğunu?”

Sude, kendinden bağımsız olarak akmak için fırsat kollayan gözlerindeki nemi parmak uçlarıyla kuruladığında, “Yok, sen sıkma canını. Ben sana kırılmadım ki sadece duygulandım işte.”

Sude, kendi duygularının ağırlığı altında ezilirken çareyi arkadaşlarının yanından uzaklaşmakta bulmuştu. Ömür de kalkıp peşinden gelmişti. Sude’nin Ömür’e arkası dönüktü. “Benim gönlüme senden başka hiçbir kadın girmedi, bundan sonra da hiç kimse girmeyecek!”
Sarf ettiği sözler bir yemin gibiydi. Onun ağzından dökülen yemin hükmündeki kelimeler sevdiği kadının elini kolunu kıskıvrak bağlıyordu. İşte bu sebepten dolayı Ömür’ün daha fazla konuşmasını engellemek istiyordu; çünkü Ömür, konuştukça onun bedbaht ruhu daha çok yara alıyordu. İçine çektiği derin bir soluğun ardından ani bir kararla yönünü ona döndü. Yönünü ona döner dönmez nefesleri birbirine karıştı. Yutkundu genç kadın, susturmak adına parmak uçlarıyla onun dudaklarına dokunduğunda. “Sus lütfen, daha fazla konuşma!” Narin parmak uçları Ömür’ün dudaklarına dokunduğunda bu dokunuş vücudunun her zerresine yayıldı ve kalp atışlarının hızlanmasına neden oldu. Eridi aktı bedeni yanan bir mum gibi. Tekrar etti. “Sus lütfen konuşma!”

Belli ki Ömür, sebep ve sonuçlara odaklanmıştı. “Benim konuşmamı engelleyerek hiçbir yere varamazsın Sude,” dedi derken de öyle aşk doluydu ki sesinin tınısı.

Ömür’ün aşk dolu sesi genç kadının yeniden hücrelerine işlerken duygularının yoğunluğu sesinin titremesine neden olmuştu. “B-ben kesin konuşmaktan korkuyorum; çünkü gelecekte kimin ne yaşayacağını bilemeyiz ve hayat sürprizlerle dolu.”

Ömür’ün hiddeti sesine yansımıştı. Hiç vazgeçmiyor vazgeçeceğe de benzemiyordu. “Ne olursa olsun ben seni ömrümün sonuna kadar bekleyeceğim,” dedi savruk cümleler kurarak. 
Onun kurduğu savruk cümleler yine genç kadını, duygusallaştırmıştı. Ömür’ün aşkının önüne set çekememenin verdiği acı gerçeği yaşıyordu tüm zerreleri. “Ömür, sen beni neden anlamak istemiyorsun? Ben sana mutluluk veremem, bu sevdanın gövdesine körü körüne bağlama kendini. Hayatına başka düzen kur. Benden sana hayır yok, lütfen anla beni,” derken bile sesinin her bir teli ayrı titriyordu.
Bütün bunları söylerken Ömür’e aşkla bakan gözlerini görmemek için insanın gözlerinin kör olması gerekiyordu. Ömür de kör değildi ve sevdiği kadının ona nasıl baktığını görebiliyordu fakat bu genç kadının elinde değildi ne yaparsa yapsın kalbi başka, dili başka konuşuyordu.

Ömür, kara gözlerini kısmış ısrarla onun gözlerinin içine bakıyordu. Sude, genç adamın neden ısrarla kendisine baktığını pekâlâda biliyordu zira orada kendini arıyordu. Ömür, sevdiği kadına doğru bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi sıfıra indirmişti. Bakışlarını genç kadının gözlerine kenetleyerek konuşmaya başladı. “Senin ağzından çıkan sözleri kulakların duyuyor mu acaba? Ne demek sen kendine başka hayat kur? Sen bana bunu nasıl söylersin? Bu söylediğin şeyi yapacağımı aklın havsalan alıyor mu?” derken farkında olmadan ses tonunu da yükseltmişti…

Ömür, konuşuyordu fakat Sude, hiç ses çıkarmadan onu dinliyordu. Yaptığı tek şey başını öne eğmekti. Çünkü onun gözlerine bakmaya çekiniyordu. Çünkü gözyaşlarının feryadını sevdiği adam görsün istemiyordu. Çünkü canı çıkasıya acı çekiyordu ruhu. Çünkü ölesiye seviyordu karşısında duran adamı. Çünkü gerçekler üst üste eklendiğinde bir çığ gibi büyüyor ve altından kalkılamaz bir hal alıyordu.

Ömür, ses tonunun yükseldiğini fark ettiğinde sesinin tonunu biraz düşürerek konuşmaya devam etmişti. “Neden olmaz? Hadi bakalım bana nedenini açıkla, açıkla ki bende kendime başka bir hayat kurayım. Hadi buyur anlat, sessizce seni dinliyorum. Madem bana öneri sunuyorsun çözümünü de sen bul?” dedi alnına düşen siyah saçlarını parmak uçlarıyla gergince geriye doğru savuştururken.

Genç kadın, gözlerinden akan son damla yaşı elinin tersiyle silip kuruladıktan sonra kendine biraz çeki düzen verir gibi yaptı ve devamında dağılan saçlarını toparladı. Niyeti belliydi Ömür’ün amansız sorularına karşın bir bahane bulabilmek için zaman kazanmaya çalışmak. Ömür ise kara gözlerini sevdiği kadının gözlerine dikmiş nefes almadan ondan bir öneri bekliyordu. Kollarını çapraz yapıp birbirine dolamış ve koltuk altlarına birleştirmiş olarak.
Konuşmaya başlamadan önce boğazındaki rahatsız edici gıcığı ‘ıhım’ diye bir ses çıkararak temizler gibi yaparken, “B-ben evlenmekten korkuyorum. Evlenip de anlaşamayan birçok arkadaşım var çevremde, doğal olarak onların evlilikleri beni etkiliyor. Ben o nedenle evliliğe sıcak bakmıyorum,” dedi demesine ama dediği şeye kendisi bile ikna olmamıştı.

Ömür, genç kadının verdiği cevaplara dudak ucuyla gülümsemeye çalıştı ama olmadı. Karakaşları yine çatılmış ve gözleri kısılmıştı. “Ne kadar saçma bir çözüm bu, herkes aynı olacak diye bir kural mı var? Üstelik evlenip de mutlu olan birçok insan var?”

Sude’nin niyeti Ömür’ü evlilik konusunda sabit fikirli olduğuna inandırmaya çalışmaktı. “Bende biliyorum herkesin aynı olmayacağını ama benim cesaretim yok. Bu konu için lütfen beni zorlama!”

Ömür’ün dudaklarının kıvrımına acı bir tebessüm yerleşti. “Seni zorlamak mı? Seni herhangi bir şey için zorlamak, benim yapacağım en son şey… Hatta yapacağım en son şey bile değil. Sen iste ben seni bir ömür beklerim. Sen iste Ferhat olur dağları delerim. Sen iste mecnunun olurum ama yine de hiçbir şey için zorlamam seni.”
Ömür, bu kelimeleri sarf ettikten sonra bir süre elini yüzünde dolaştırdı ve bu gezinti çene oyuğunda son buldu. Haklı olarak endişeliydi ve endişesi yüz hatlarına yansımış orada tahtını kurmuştu. Uzun süre de yüzüne yerleşen endişenin gölgesi silinmeyecek gibi duruyordu.
Bütün bunların üzerine Ömür, dilinin ucuna gelip oradan sabırsızca yol bularak çıkmak isteyen sözcükleri söyleyip söylememekte tereddüt yaşıyordu. Tereddütleri vardı ama daha olgunlaşmayan düşünceler bir anda şeytana uyup kelimelere dönüştü ve dudakları arasından firar etti. Sözcükler ağzından çıkmıştı bir kere ve geri dönüşü yoktu.
“Sen ne demek istiyorsun Sude? Yoksa bana olan duygularından emin değil misin?” Sözcükler ervahından çıkmış anında pişmanlıklar başlamıştı. Pişmanlık başlamıştı çünkü sorduğu sorunun cevabını duymaya aşka tutkun yüreği henüz hazır değildi.

Ömür, pişmandı fakat Sude, ondan daha çok pişmandı. Sevdiği adama karşı telafisi olmayan sözler sarf ettiğini biliyordu. Biliyordu sarf ettiği kelimeler yayından fırlayan ok misali dudaklarından çıkıp onun kalbine saplanmıştı. Şimdi pişmanlıklar içinde kıvranıyordu ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Neden hayattaki tek sevdiği adamı kendinden uzaklaştırmak isteyerek ‘git kendine başka hayat kur’ demişti. Ömür, hiç hak etmiyordu bu ağır sözleri ama kendi de çıkmazlar içinde debeleniyordu.
Sude, bütün pişmanlığıyla içinden kendi kendine kızarken dudakları tekrar aralandı. “Bu nasıl bir soru Ömür?” Kısa bir cümle kurmuştu fakat daha fazla kelimeyi bir araya getirememişti. Üstelik genç kadının sesindeki titrek tını pişman olduğunun bir göstergesiydi. Sevdiği adamın gönül tahtını yıktığı için bütün vücudu isyan bayrağını çekmişti. Sevdiğini darmaduman eden bu amansız direnişe daha fazla dayanamadı ve anlık bir refleksle kendini Ömür’ün kollarında ona sımsıkı sarılmış olarak buldu. “Seni çok seviyorum!” 

Ömür,  sevdiği kadından gelen bu ani hareket karşısında afallasa da hiç belli etmedi. Önce dokunmaya korktu ama sonra o da bıraktı kendini anın akışına. Genç adamın, hasrete gebe kolları sımsıkı sardı onu. “Bende seni çok seviyorum, ne olur bir daha böyle şeyler yapma. Üzüp yıpratma kendini de beni de. Seni korkutan ve aramıza aşılmaz duvarlar ören şey her neyse birlikte aşalım. Sen kendini ne zaman anlatamaya hazır hissedersen ben o günü beklerim. İsterse bu bir ömür sürsün benim için hiçbir şey fark etmez, sevgilim!” dedi.

Ömür’ün güven veren sözleri genç kadını bir nebze olsun rahatlatmıştı. “Biliyorum, seni incittim. Bunun için senden özür dilerim. Her şeyi anlatmaya hazır olduğum gün hiç şüphen olmasın anlatırım…”

“Tamam, sevgilim sen nasıl istersen öyle olsun.” Sonrasında Ömür, arkasını dönüp kendilerini sabırsızlıkla bekleyen arkadaşlarına baktı. Sevdiği kadına göz kırpıp başıyla işaret ederken, ”İstersen bizimkileri daha fazla bekletmeyelim, baksana hepsinin gözü bizim üzerimizde.” dedi. İki âşık yürek birbirlerinin kollarında huzuru yakalamış anı yaşamışlardı; şimdilik mutluydular…

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top