2

Bebeklerim selam 🖤

Bu bölüm diğer karakterleri de ufak ufak okuyacağız. Nasıl olduklarını, ilişkilerinin dışarıdan görüntüsü vs.


🎼Zeyysıla, İlk Kez Uyuyorum

DEFNE

Pazartesilerden nefret etmeyen biri olmak için sebebim vardı. Bu sebep, okula uçarak gelmem ve üniformam izin verdiği ölçüde bir amigo kızı gibi süslenmemle aynıydı.

Berkay...

Ya da sadece eski sevgilim.

Hiçbir zaman parmakla gösterilen o ünlü çift de olmamıştık, bir ayrılıp bir barışan toksik ilişki de yaşamamıştık. Biz sadece bizdik, Berkay ve Defne. Değişmek zorunda olmayan ama bir şekilde ayrılan, yarım kalmış bir hikâye.

Hikâyemizin devam edip etmeyeceğine emin olmadığımdan, kantine dizlerim titreyerek girdim. Kalabalığın içinde yürürken tek bir noktaya bakıyordum. Boş derslerde, okul zilini duymadan önce, kaytarmayı başardığımız her an oturduğumuz o tenha masa bu kez doluydu. Son konuşmamızda sözleştiğimiz yer, başkaları tarafından işgal edilmişti.

Bulanıklaşan gözlerimle kantinin içini tararken Berkay'ı göremedim ama Hale'nin elini havada sallaması dikkatimi o yöne kaydırdı. Umutsuz bakışlarım bir tur daha öğrenci gruplarının arasında dolansa da Berkay'dan bir iz göremeyince yılgın adımlarla arkadaşımın yanına gitmek zorunda kaldım.

"Seni özledim," dedi boynumdan ayrıldığında. "Bak burada kim var?"

Neşesizliğime rağmen Asil'i kızdırmak için, "Eski sevgilin?" diye mırıldandım.

"Sana da merhaba en yakın arkadaşımın eski sevgilisi." Hale, Asil'e ters bir bakış attığında dalgalı gülümsemesini soldurdu. "Bu konu artık seni rahatsız etmiyor ya?"

"Saçmalama, iyiyim." Boğazım düğümlenirken sertçe yutkundum. Kollarını birbirlerine doladıklarını fark ettiğimde, "Siz bazı meseleleri halletmişsiniz gibi görünüyor," diyerek konuyu değiştirdim.

Hale saklamaya çalıştığı tebessümle bakışlarını eğmişti ki Asil onun elini tutarak, onlardan başka kimsenin algılayamayacağı bir boyutta güç verdi. Uzunca bakıştılar, belki de sadece bana öyle geldi. Yine de ikisini izlemek keyifliydi, Asil'in havalı tavırlarını ve Hale'nin dinmeyen öfkesini hatırlayınca biraz da mucize gibi.

"Okulun ilk günü," diye mırıldandım boğazımı temizleyerek. "Sizce herkes geldi mi?"

"Herkesten kastın, özellikle bir kişiyi içeriyor olmasın?"

"Damla," dedim hızla. Kollarımı göğsümde birleştirerek sandalyede geriye yaslandım. "Onu görmedim."

"Kırtasiyeler sokağındaki parkta oturuyordu. Birlikte yürümeyi teklif ettik ama bize katılmak istemedi."

"Orası sabahları Devran'la buluştukları yer, sizce hâlâ onu bekliyor olabilir mi?"

Asil'in sorusuna karşılık kaşlarım çatıldı. "Alanya'dan dönmeyeceğini biliyor. Açık öğretime geçeceğini de anlatmış."

"Biz Devran'ın söylediğini dinliyoruz, Damla ise kalbini."

Birkaç dakika sonra lisedeki son senemizin ilk dersine girmek üzere toparlandık. Hale'nin zoruyla yediğim yarım simit, mide bulantımı biraz olsun hafiflettiyse de gerginliğimin büyük kısmı hâlâ benimleydi. Öğrenci sayısı artıyor, Berkay buna rağmen ortalarda görünmüyordu.

Koridordaki panoya asılan listeden sınıflarımıza baktık. Eşit ağırlıktan toplam üç sınıf vardı ve ikimizin adı da yine farklı şubelerdeydi. Kapalı bir kapıya sessizce yaslanarak, Hale ve Asil'in aynı sınıfta yer almalarının sevincini izledim.

"Aramıza artık duvarlar bile giremiyor, kedi yavrusu!"

"Derste konuşursan tırmalarım."

"Ellerini tutarım."

Ben, Hale, Asil, Ela ve Fırat aynı eşit ağırlık sınıfındaydık. Dakikalar sonra bizim için bu anlamda büyük bir yüzleşme yaşanacaktı. Berkay başka bir sınıfta göründüğünden ve gözüme de görünmediğinden, işin içinden şimdilik sıyrılmıştı. Damla artık Devransız da olsa yine sayısal sınıftaydı. Okan ve Yaren ise tek şubeden oluşan dil sınıfındaydılar.

Bense kalabalığın içinde yapayalnızdım.

Ela ve Fırat duvar tarafındaki sıraların en arkasında otururken, Hale ve Asil de orta bölümün en arkasına geçerek onlara yakın durdular. Görünürde her şey güzeldi. Konuşuyor, gülüyor, eğleniyor ve WhatsApp grubundan hiç söz etmiyorduk. Arkadaşlarımın diyaloglarına ara ara katılırken, kendim için de kapıyı görebileceğim boş bir sıra seçmiştim.

"Bugün okulda, merak etme."

Asil'in sırama gelip masanın ucuna oturduğunu bile fark etmemiştim. Hale, Ela'nın saçlarını örmeye çalışıyor ve Fırat da büyülenmişçesine onları izliyordu. Benim tanıdığım Asil, sessizce düşüncelere gömülen arkadaşının yanında değil eğlencenin merkezinde olmalıydı.

"Beni ne ilgilendirir ki?"

"İlgilendiriyormuş gibi görünüyor." Masadan indiğinde omzunun üstünden olgun bir ifadeyle bana baktı. Asil ve olgunluk, dünyanın neresinde mümkündü bilmiyordum ama bugün öyle görünüyordu. "Okulun ilk günlerini önemseyen biri değildir kabul ediyorum ama seni önemsiyor. Bana inan, gelecek. Gelecek ve seninle konuşacak. Ya da sen gidip onu bul, karşısına çık. İşe yaramazsa bir ders Hale'nin yanında oturmana izin veririm."

Ciddiyetle dile getirdiği sır sona erince sınıftan süratle çıktım. Haklıydı, haklı olmasa Hale ile toparlayamazlardı. Bana bir taktik vermiş gibi hissediyordum ve Asil, iyi kalpli bir ruh tarafından ele geçirilmediği normal zamanlarda günahını bile paylaşmazdı.

B şubesinin önünde durarak, nefes nefese sınıfın içini süzdüm. Kısmen doluydu ama ucu ucuna yetişenler de vardı. Berkay gelecekti, okulun ilk günlerini önemsemese de beni umursardı. Bizim için bir masa tutmamasının mantıklı bir açıklaması vardı.

"Geçebilir miyim?"

"Pardon."

Geri çekilerek duvar dibine sindim. Gözlerim koridorda dolaşırken tanıdık bir bedene kilitlendim. Bu çocuğun, Berkay'ın ilk seneden beri sınıf arkadaşı olduğunu biliyordum. Önünü kestiğimde, büyük siyah kulaklığını isteksizlikle çıkardı.

"Selam."

"Bir şey mi oldu?"

Gözlerimi ağır ağır kapatıp açtım. Onun arkadaşları neden onun gibi konuşuyordu? "Berkay'ı gördün mü diye soracaktım."

Dudağı eğlenir gibi yavaşça yana kıvrıldı. "Siz ayrılmamış mıydınız?"

"Evet, ayrılmıştık. Peki bu bilginin tam olarak hangi kısmı cevabını etkiliyor?"

Söylediğimi umursamayarak omuz silkti. "Etkilemiyor."

"Ve?"

"Ama benim cevabım seni etkileyebilir, anti gamer."

"Bunu nereden biliyorsun?" diye sordum öfkeyle.

"Takımımızı defalarca bozuşundan."

Gözlerindeki kine bakarken sırtımı dikleştirdim. "Beynine kan gitmesini sağladığım için bana teşekkür etmelisin."

Sağlıklı olmayan sinir sistemimi daha da bozduğunu belli etmemeye çalışarak, çantamın kayışlarını sıkıca tutup geldiğim yöne yürüdüm. Yaşamayı beklediğim yüzleşmeyi Berkay'ın oyun arkadaşıyla heba ettiğime inanamıyordum. Yine de bir yanım göreceğimi umut ettiğinden ara ara arkama dönüp, sınıfına bakmadan edemiyordum.

Ta ki birine bodoslama çarpana kadar.

Elmacık kemiğimi tutarken suratımı buruşturdum. Neyse ki görünmez kaza ben tam da geriye bakarken gerçekleşmişti. Önüme döndüğüm bir ana denk gelse burnum kırılabilirdi.

"İyi misin?"

Küfredip yoluna devam etmesi gerekirken benimle kibarca ilgilenen simaya kısık bakışlarımla odaklanmaya çalıştım. Silüet netleştikçe gözlerim irileşti. "Okan?"

Onaylamak yerine sadece gülümsedi. "Seni revire götürmeliyim."

Başımı sağa sola salladım. "Okulun ilk günü buz torbasıyla dolaşmak istemem."

Tekrardan, sadece gülümsedi.

Ona ne olmuştu böyle, sadece üç ayda bu kadar değişmesi mümkün müydü? Saçlarını dağınık bir tarzda kestirmiş, okul lakosu vücuduna yapışan bir ölçüde küçülmüştü. Ya da Okan büyümüştü. Evet, kesinlikle bu daha mantıklıydı.

"Bana neden bu kadar uzun baktığını biliyorum."

"Ben sadece..."

"Artık gözlük kullanmıyorum," dedi. Tabii ya, bir de bu vardı. "Şeffaf lens, tarz kurtarıcı."

"Senin adına sevindim. Yani, kendini bu şekilde rahat hissetmene."

"Ben de senin için sevinebilirim, eğer tamamen iyiysen."

Yüzüme dokunarak acıyı hissetmeye çalıştım ama artık neredeyse geçmişti. "Sorun yok."

"Bunu kastetmiyorum. Etrafına bakarak süratle ve üzgünce yürüyordun. Söylemeye çalıştığım, gerçekten iyi misin?"

Boğazıma bugün kaç tane yumru takılıp kalmıştı bilmiyordum fakat bu seferki daha büyüktü. İçinde bulunduğum durum, Okan'ın samimiyetiyle birleştiğinde tüylerimi diken diken ediyor ve beni nasıl olduğumla, nasıl hissettiğimle yüzleştiriyordu.

Ağzımı açmak üzereyken merdivenden çıkan kişiyi görünce tekrardan suskunlaştım. Kollarına dek dökülen sarı saçlarını alışık olmadığımız şekilde ensesinde toplamış, siyah bir hırka giyinmişti. Okan sırtı dönük olduğu için fark etmese de Yaren onu kolaylıkla görebilirdi. Tabii eğer bakışlarını yerden kaldırarak yürüseydi.

Yanımızdan geçeceği sırada mecburiyetle, "Selam," diye mırıldandım. Yaren ise cevap vermedi ya da çok kısık sesle konuştu, duymadım. Hırkasının kollarını sündürerek sınıfa girdi.

"Her anlamda iyiyim," dedim açılmayan Yaren konusunu kapatmak için. "Okulun ilk günü ve pazartesi sendromu bir arada. Yaz tatili süresi sence de çok adaletsiz değil mi?"

Okan tüm çabalarımı boşa çıkarmaya yemin etmiş gibi duruyordu. Daha önce hiç görmediğim çatık kaşları sınıf kapısına kilitlenmişti. Onu transa girmiş halde bırakmamın kabalık olacağını düşünerek, zili duyana dek çaresizce bekledim.

"Hava sıcak olmasına rağmen neden hırka giyiyor?"

Yaren'in siyah bir hırkayla yanımızdan geçtiğini anımsayınca dudak büzdüm. "Belki de kansızlığı vardır, sabahları yine de serin oluyor."

"Kansızlığı, herhangi bir vitamin eksikliği ya da alerjisi yok."

İlgisi karşısında bakışlarımı utançla spor ayakkabılarıma indirdim. Okan, okulumuza geçen sene gelmişti ve sadece bir ay çıktıkları halde arkadaşımı benden daha iyi tanıyordu. Terk edildiği halde onun için endişelenmeye devam ediyordu. Birkaç haftadır değil, yedi aydır. Bunu her gün, üşenmeden yaptığına da emindim.

Beni öylece unutup sınıfa girmek üzereyken kolunu tutarak durdurdum. Açık kahve gözlerinde hâlâ sert bir mana takılı kalmıştı. "Berkay," dedim fısıltıyla. "Onu gördün mü?"

Beni şaşırtarak başını salladı. "Bilgisayar laboratuvarında."

İyi dersler dileyerek kolunu yavaşça bıraktım.

Berkay, olması gereken yerde.

Bugün herkes birilerini görmeye, beklemeye can atarken Berkay yine orada. Üstelik bana söz verdiği halde. Kantinde bulaşacağımızı söylememe rağmen. Berkay yine yanımda değil ve hiçbir adım, bizim için yeterli değil.

İkinci zilin ardından öğretmenler de sınıflara girdiği için kapılar kapalıydı. Hale'nin mesajını kilitli ekrandan okuyarak sildim. Orta katta laboratuvar ve kütüphane vardı. Büyük bir sessizlikle ve dişlerimi sıkarak ayaklarımı sürükledim.

Değişeceğini sanmıştım. İlişkimizin bitmesinin Berkay'ı yenileyeceğini düşünmüştüm. Sırf bu yüzden ondan ayrılarak, onu cezalandırmıştım. Ben de acı çekmiştim ve çekmeye de devam ediyordum. Bu yüzden Berkay'ın bıraktığım gibi kalmasına katlanamıyordum. Canım acıyordu ama bu bizim iyiliğimiz için hiçbir şey ifade etmiyordu.

Kapalı kapının arkasında biraz soluklandım. Bu kısım sosyal faaliyetlere ayrıldığından sınıflardan daha uzak bir bölgedeydi. O yüzden çoğunlukla sessizdi. Sadece belli belirsiz uğultular, gülüşmeler duyuluyordu.

En belirgin ses, içeriden gelen klavye tuşlarının tınısını bile bastıran kalp atışlarımdı.

Açmadan önce kapı kulpunu sıktım. Ellerim bembeyaz kesilmiş, nefesim hızlanmıştı. Kızgınlığımdan mı yoksa karşılaşacağımızdan dolayı mı böyle hissettiğimi bilmiyordum. Kapıyı kararsızlıkla açtım.

Öğretmeni görmeye alışkın olduğumuz tekli bilgisayarın önünde oturuyordu. Uzak bir mesafede olduğumdan yüzünü göremiyordum. Kabarmış saçlarıysa monitörün üstünden seçilebiliyordu.

Elimin tersiyle alnımı sildim. Saçlarımı parmak uçlarımla düzelterek oturduğu masaya, gürültülü adımlarla yürüdüm. Önce gözlerini kaldırdı, ardından beni fark edince de boynunu uzattı. Ellerini sandalyenin iki yanına kenetleyerek doğruldu.

Önceki hafta görmüştüm, aramızda uzunca metreler varken. Şimdiyse yüz hatlarını ayırt edebileceğim kadar yakındık. Saçlarının arasındaki karamel rengi tutamlardan, gözlerinin içindeki sıcak kahveye dek görebiliyordum. Ondan çok, onu ne kadar özlediğim gerçeğiyle yüzleşiyordum.

Bana saatler gibi gelen uzun bir zamandan sonra masalardan birinin ucuna oturdum. "Lütfen benim için rahatını bozma. Her ne yapıyorsan, işinle ilgilenmeye devam et."

"Seni aramalıydım." Gözleri, bana odaklanmak ve benden kaçmak kararsızlığı içindeydi. "Bu kadar uzun süreceğini bilmiyordum. Yarıda bırakamadım, özür dilerim."

"Özür dilerim," diyerek tekrar ettim. "Son zamanlarda üzerine fazla gittim."

Ellerini kapatıp açarken parmaklarını çıtlattı. "Öyle değil. Ben de seninle konuşmayı istiyordum. İstemekten de hiç vazgeçmedim."

"Anlıyorum. Ama önceliklerin her zaman başkaydı." Çalışmaya devam eden bilgisayarı işaret ettim.

"Bugün ne yazık ki vaktinde gelemedim çünkü sana yakın olabilmeyi denemek-"

Cümlesi bitmeden laboratuvar kapısı açıldı ve içeriye müdür yardımcısı girdi. Ben masadan kayarak inerken Berkay da aceleyle duruşunu düzeltti.

"Sorun çözüldü mü?"

Monitörün arkasında şimdi ikisi birlikte duruyorlardı ve Berkay fareyi hareket ettirerek bir şeyler gösteriyordu. Yaptığı açıklamalara kulak misafiri olurken tırnaklarımı kemirmeye başladım.

"Aferin evlat, iyi iş çıkardın." Cep telefonunu ceketinin iç cebine koyarken beni ilk kez fark etmiş gibi kaşları çatıldı. "Ders saatinde senin burada ne işin var?"

"Bunun için." Berkay elinde bir flash bellek tutuyordu. Müdür yardımcısının iyice görmesi için de hafifçe havaya kaldırmıştı. "Bazı dosyalar için gerekebiliyor."

Çabucak ikna olarak başını salladı. "Tamam öyleyse, benimle gelip geç kâğıtlarınızı alın."

Koridorda yan yana yürüyorduk. Ellerimiz birbirine değecek kadar yakındık. Beni yok yazılmaktan kurtarmıştı. Belki de hayır, zaten onun yüzünden derse girmemiştim. Bu nedenle kendimi suçlu hissetmemeliydim.

Odaya girdiğimizde küçük kâğıtlara ismimizi yazıp imzaladı. Hayatımda ilk kez buna ihtiyaç duyuyordum. Hatırladığım kadarıyla Berkay da aynı şekilde. O ya okula hiç gelmezdi ya da zamanında derse girerdi. Geç kaldığını anladığında günü tatil ilan ederdi.

Berkay'a bir kâğıt uzattığında yine hep birlikte koridora çıktık. "Ben derse giriyorum çocuklar, umarım siz de sınıflarınıza gidiyorsunuzdur."

Senkronize bir şekilde başımızı salladık ama yol ayrımından sonra kantine yöneldik.

Aslında adımlarımız o yöne kaymıştı. Her yer o kadar boş görünüyordu ki, Berkay'la yapayalnız olduğumuza ikna olmuştum. Onu takip etmeye son vererek bir köşede durdum ve ne yapacağını izledim. Bundan sonra ne olacağını.

"Biraz geç oldu ama."

Benim için çektiği sandalyeye baktım. Bizim masamız, bizim köşemizdi. Bunu neredeyse tüm okula ikna edebilmiştik. Fakat her nedense artık yabancı geliyordu. Belki de artık yan yana değil, karşı karşıya oturduğumuzdandı.

"Seni laboratuvarda görmeyi beklemiyordum."

"Ben de seni," dedim kısık bir sesle. "Ben de seni bu sabah tam da burada görmeyi bekliyordum."

"Affedersin."

Gözlerini benden hiç ayırmazken sesi ruhsuzdu. Onu özgür bırakarak başka yerlere odaklansam da Berkay kirpiklerini bile kırpmadan beni inceliyordu. Yersizce utanıyordum. Sanki beni sorguya çekiyordu.

"Her ne yapıyorsan kes şunu. Bana böyle hissettirmeye hakkın yok."

İrkilircesine toparlandı. Kendine gelmek için başını salladığında uzun saçları da dalgalanmıştı. Titrek bir nefes aldıktan sonra gözlerini ovuşturdu. "Seni bu kadar yakından izlemeyeli uzun zaman olmuş."

Bir bilgisayara dönüşmediğim düşünülürse, bayağı uzun bir zaman.

"Gerçekten yeteceğini mi sanıyordun?"

Afallayarak bakışlarımı kıstım. "Neyden bahsettiğini anlamadım."

"Seninle sadece burada birkaç dakika oturmanın bana yeteceğini mi sanıyordun?"

Müdür yardımcısının verdiği kâğıdı masanın üstünden kaydırarak bana uzattı. Parmak uçlarımla tutarak kendime çevirdim. Bir listeye, bir de ona baktım. "12/A şubesini tüm detaylarıyla görebiliyorum. Şimdi, anlamak için başka ne yapmam gerekiyor?"

"Bana kalırsa tüm detaylarıyla değil. İyice oku."

Listeye yeniden göz atarken dudaklarımı yaladım. "Berkay Kura." Yanağımın içini dişleyerek biraz daha oyalanmak için satırları incelemeye devam ettim. "Senin B şubesinde olduğunu sanıyordum."

"Öğrenci veri tabanıyla ilgili ufak bir sorunu çözene kadar öyleydim."

"Bu yüzden mi laboratuvardaydın?"

Kafasını ağır ağır salladı. "Sabah erken bir saatte geldim ve bahse girerim, o listeye bakan ilk kişi bendim. Farklı sınıflarda olduğumuzu gördüğümde önce şansıma bir küfür savurdum, ardından en iyi anlaştığım müdür yardımcısının yanına gittim. Biliyorsun, ikna edersen ilk ay değişiklikler yapılabiliyor."

Heyecanımı belli etmemete çalışırken, "Bu gerçekten mümkün mü?" diye sordum.

"İstersen Asil'e sorabilirsin. O da benim gibi B şubesindeydi ama Hale'nin yanında olmak istiyordu. Okulda kimsenin seçmediği çevre kulübünün başkanı olacağına söz vererek sınıfını değiştirdi."

"Asil ve çevre kulübü mü?" Bu, Berkay'la bir anda aynı sınıfta olmamızdan daha çok şaşırtmıştı beni. "Çöp falan toplaması gerekiyor."

"Bunu bildiği halde."

"Okulumuzda çevre kulübü sosyal kulüp kabul edildiğinden kendisi gibi birçok üye bulmak zorunda."

Dudaklarını kapatırken gözlerini kaçırdı. "Muhtemelen o üyeler de biziz."

Hadi ama! Asil, Hale'yle olabilmek için elbette hepimizi yakardı. Artık bahçede yere düşen her bir çöpten, sınıflardaki sıraların altına kadar sorumlu olacaktık.

Bize dönmek için toparlamaya çalıştım. "Öyleyse sen de veri tabanıyla ilgili sorunu çözme karşılığında başka bir şubeye geçmek istediğini söyledin."

"Seninle aynı sınıfa," dedi usulca gülümseyerek. "Aslında bununla sınırlı değil. Sene boyunca gerektiği ve yapabileceğim her durumda müdür yardımcılarına, öğretmenlere yardım edeceğim. Yakın zamanda dokuzuncu sınıfların e-okul fotoğraf güncellemelerini yaparak anlaşmayı başlatıyorum."

Anlatmaya devam ederken çenesi kusursuzca kıpırdanıyor, ara ara dudaklarını yalıyor ve ortamı yumuşatmak için mahcupça gülümsüyordu. Onu o kadar dikkatli izliyordum ki, onu duyamıyordum. Gözlerinin kenarlarındaki mahmurluğu, gülümsemesindeki yorgunluğu, bana zaman ayırmadığı için öfke duyduğum parmaklarındaki çabayı bu defa görebiliyordum. Sadece biraz daha yakın olabilmemiz adına sırtlandığı yükleri sezebiliyordum.

Bu sene, aynı sınıfa denk düştük.

"Sana çay ısmarlamamı ister misin?"

Sorum karşısında afallasa da da çabucak güldü. "Çay mı?" Ukala bir tavırla göz kırptı. "Nefret edersin." Sırt çantasını kucağına kaydırdığında fermuarını açtı ve içinden çıkardıklarını bir bir masaya dizmeye başladı. "En sevdiğin meyve suyu ve pipet, frambuazlı bisküvi, portakallı gofret. Ah bir de şey, kurumuş gül yaprakları. Bu çok klişe değil mi? Tamam, bunları çıkarmayacağım."

Saçlarımın ucuyla oynayarak Berkay'ın hareketlerini izledim. Heyecanını, ilgisini, gayretini görmeyi uzun zaman beklemiştim. Galiba ikimiz de, yeteri kadar.

"Bugün yine oyuna daldığın için beni unuttuğunu sandım." Çenemi kaşırken bakışlarımı kaçırmamaya direniyordum. "Bilgisayar laboratuvarına seni basmak için gelmiştim."

"Okul bilgisayarlarında erişim engeli var, oyun sitelerine giremem."

"Bilmiyorum, belki internet daha iyi çektiğinden ya da sessiz bir yer aradığından orayı seçtiğini zannettim. Her anlamda kötü bir fikirdi."

Samimiyetle, "Sorun değil," dedi. Gülüşünde alınganlık vardı.

"Hayır, bu bir sorun. Düşüncesiz davrandım." Elleri masanın üzerinde kıpır kıpırdı, sanki ellerimi arıyordu ama benimkiler kucağımda kenetlenmişti. Ellerimi kaldırarak onunkilerle buluşturdum. "Özür dilerim."

Dokunuşuma bakarken aldığı nefesi duydum. Gözlerini kırpıştırıyor, zorlukla yutkunuyordu. "Hatalarımız karşılıklı." Elim, elinin üstünden kaymak üzereyken hızlı bir hareketle yeniden tuttu. Bu defa benim ellerim alttaydı ve teması kısmen bileklerimdeydi. "Benim kabahatim daha büyük biliyorum Defne ama sen yine de affet."

Berkay'ı affetmek için sebeplerim vardı. Birincisi, onu seviyordum. İkincisi, beni seviyordu. Bu yüzden üçüncüsüne gerek duymuyordum.

Ellerini sıkıca tutarak karşılık verdim ve aynı anda gülümsedik.

Ayağa kalktığımızda sıkıca sarıldık. Vücudunu benimkine o kadar sert bastırıyordu ki geriye doğru kayarak masaya çarptım. Kulak tırmalayan ve fazlasıyla tiz bir ses çıkmasını beklerken, bir elini belimden ayırarak masayı sıkıca tuttu. Böylelikle hareket etmesini engelleyerek beni, masayla kendisi arasında sıkıştırdı.

"Görmeyeli güçlenmişsin."

"Mümkün değil," dedi boynuma gömülüyken. "Sensizlik beni tüketti ve bu, geriye kalan son gücümdü. Artık sana eskisinden daha çok ihtiyacım var."

Hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Ayrılığımıza, kavuşmamıza, küsmelerime, barışmalarımıza. En çok da sevmelerimize. Kırmayı başardığımız gururumuza.

"Geç kâğıtlarının süresi dolmadan sınıfa gitsek iyi olur."

"Kötü olur," dedi bıkkınlıkla. Beni istemeyerek bıraktı. "Bize bir bak Defne, yeniden bir aradayız. Bu güneş tutulması gibi, kanlı ay gibi önemli bir olay. Tatil ilan edebiliriz."

"İlk derse girmeyelim diyorsun."

"Okulu kıralım diyorum."

Çantamı büyük bir yavaşlıkla sırtıma geçirirken düşünüyormuş gibi yaptım. Umutlu bakışlarla beni süzerken parmak uçlarımda yükselerek yanağına şiddetli bir öpücük bıraktım. Elini şaşkınlıkla yanağına götürdüğünde, "Yemeğimizi toplayıp bana yetişirsen seni her teneffüs öpebilirim!" diye bağırdım.

Peşimden süratle gelmesi birkaç saniyede gerçekleşti. Sınıfımızın olduğu duvara yaslandığımda ondan çok önce ulaşmışım gibi davranmaya çalışsam da nefes nefeseydim.

Bana bir şey dememesi, öpücük sözüm hakkında konuşmaması için oyunbozanlık yaparak kapıyı çalıp içeri girdim. Berkay da yanımda durduğunda masaya ilerken elimi tutmaya çalışıyor, bense dirsek atarak onu engelliyordum. İsteyeceğim son şey, geometri öğretmenimizin sevgili olduğumuzu öğrenmesiydi.

Asil'in pişt nidalarını, Hale'nin elini ağzına kapatıp attığı çığlığı, Ela'nın ayaklarını heyecanla yere vurmasını, Fırat'ın alkışını duymamaya çalıştım. Berkay ise yeni dönem başkan adayı gibi elini havaya kaldırarak her birini gururla selamladı.

İlk gün ders işlenmediğinden herkes telefonla oynuyordu. Biz de cam kenarındaki en arka sıraya geçecektik fakat orası da, diğer her yer gibi doluydu.

"Dostum yanlış anlamazsan öne kayar mısın?"

Ekrandan başını kaldırmadan omuz sikti. "Başka bir yere geçin."

Berkay sakin kalmaya çalışırken boynunu çıtlattı. "Her biriniz gıcık otobüs yolcuları gibi tek tek oturduğunuz için çift kişilik boş sıra kalmamış."

"O zaman siz de öyle yapın."

Berkay elimi sıkıca tutarak çocuğun burnunun ucuna kadar getirdi. "Sevgilimle ayrı sıralarda oturmayacağımıza göre?"

Gözlerini ilk kez telefondan ayırdığında önce Berkay'ın elindeki tehditkâr damarlara sonra da yüzümüze baktı. "Bilmiyordum, kusura bakmayın."

Nihayet sıramıza yerleştiğimizde cam kenarına doğru kaydım. Dersin boşluğundan istifade ederek diğerleriyle sessiz bir konferans yapacağımızı düşünerek sağıma dönmüştüm ki Berkay'ın oldukça yakın suratıyla karşılaştım.

"Neler olduğunu merak ediyorlar." Kafamı sağa sola çevirirken defalarca önümü keserek onlarla göz teması kurmamı engelledi. "Ne istiyorsun?"

"Ojelerine bakabilir miyim?"

Elimi masaya koyduğumda, Berkay ojelerime dalmışken sabit durabildiğinden omzunun üstünden arkadaşlarıma baktım. Hale'nin ağzı açıkken Asil çenesini avcuna dayamış bizi izliyordu. Bu sabahki sevinçlerini hatırladım. Hale, şimdi yan yana oturmalarının bir tesadüf olduğunu sansa da Asil arka planda ona yakın olmak için her şeyi planlamıştı. Bundan haberi olsa bizi değil, sevgilisini seyrederdi.

Diğer arka sırada oturan çiftse, hepimize adım atma hakkını verenlerdi. Fırat başını kitaplara yaslayarak bize odaklanmış, Ela da onun sırtına gömülmüş şekilde bakıyordu. Berkay'ın burada ne aradığını ve nasıl bu halde olduğumuzu merak ediyorlardı. Gülümseyerek omuz silktim.

Yeniden Berkay'a döndüm. Parmaklarıma detaylıca bakıyor, tırnaklarımın hepsine tek tek dokunuyor, ojelerle ilgili alakasız sorular soruyordu. Elimi ondan kurtardığımda bir çocuk gibi dudaklarını büzdü. Sırtını çevirdiğinde kendini arkaya atarak, başını dizlerimin üstüne bıraktı. Elimi tutup alnına koydu. Başımı eğip gözlerinin içine bakarken saçlarını okşamamı istediğini anladım.

Ona istediğini verdiğimde gülümseyerek gözlerini kapattı. Göz altlarına değen kusursuz hizadaki kirpiklerini izlerken şükrettim. Artık benimle olduğuna ve bunu hiçbir şeye değişmeyeceğine emindim.

🌗

Ben bizim çocuklardan razıyım ya...

Orman kralının çevre kulübüne üye olması, Berkay'ın bu defa Defne'nin yanında olmak için kafasını doğru yerde kullanması..

Bizimkiler tamam ya.

Bir de yazdıkça fark ettim ki bölümlerdeki kelime sayısı artıyor. Yani 8. başlık tamamen final dediğimde az buldunuz ama düzyazı bölümlerin içeriği uzun ve detaylı. Kısa hikâye türü için gerçekten uygun.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top