Şiddetli Hazlar B.22

Merhabalar!

Nasılız bakalım can içlerim.

Etkileşim için bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Kitabın listelerde yükselmesi adına bu gerekli.

Etkileşim ne kadar yüksek olursa bölümler o kadar hızlı gelir.

Oy sınırı 100 yorum sınırı 150 kolaylıkla geçeceğimiz düşünüyorum. Sizleri seviyorum ❤️

🌿🌿🌿

Ezeltene kokulu dağlar sinesinde bin bir ahı saklar. Kralın kepçe kulakları gibi her bir ahı duyar işitir de diline kilit vurur konuşmaz. Ortak olur üzerine ayak basanların derdine. Sabırlıdır taşı toprağı. Güneş'e merhaba derken ılgıt ılgıt eser harlı kayanın yelleri. Gecenin karası çöktüğünde Ay'la sevişirken uyku tutmaz gözlerini.

🌿🌿🌿

"Hadi Zehra, biraz elinizi çabuk tutun çocuklar acıktı," diye evecenlik ediyordu öğle üzeri Fidan.

Şu görümcenin yumuşlarından (iş buyurmak) bıktım usandım sanki bizim işimiz bize yetmiyor bir de görümceye hizmet et. Elin tutuyor ayağın tutuyor kalk çocuklarının karnını kendin doyur. Asiye, içinden görümcesine saydırırken hiç istifini bozmamıştı.

"Kadın, tek başına yetiştiremiyor boş boş oturacağına kalk biraz yardım et Asiye!" dedi Fidan.

"Bacı, bulgur aşı hazır az daha bekleyin. Aşın yanına fellah turşusu yapıyorum birazdan o da hazır olur!" Fidan, henüz lafını tamamlamış bakışları hâlâ Asiye'nin üzerindeyken Zehra, seslenmişti.

Umursamaz bakışlarını görümcesinin yüzüne sabitleyerek onun kinayeli bakışlarını bertaraf etmek isterken Asiye, içinden geçeni diline dolayıvermişti. "Çok istiyorsan kendin yardım et bacı. İki sahan yemek koyamıyorsa önümüze gitsin kendini damdan aşağı atsın zaten."

Başını çattık belaya der gibi sağa sola sallayan Fidan, "Senin iyice şirazen kaydı Asiye, büyük küçük bilmez oldun. Üç gelinsiniz. Üçünüz bir olup önümüze iki sahan yemek koyamıyorsanız gidin üçünüz birden atlayın damdan."

"Biz damdan atlayalım da meydan hepten sana kalsın istiyorsun ama yok öyle yağma. Meydanı sana bırakmam bacı!" Tatlı sert atışma devam ederken Zehra, sofrayı kurmaya Güllü 'de ona yardım etmeye başlamışı.

Edibe kadın, gelin görümce atışmasını uzaktan duymuş fakat iştirak edememişti. Yüzünü asarak suratına asabi bir görüntü çizerken herkesten önce oturdu sofra başına. "Hepinize diyorum çeneniz çalışana kadar eliniz çalışsın. Maşallah herkesin dili pabuç kadar uzun ama icraata gelince tık yok. Haydi, çekin çenenizi de sofraya oturun."

Kaynana azarı yiyen gelinler çocuklarını kucaklarına alıp büyük bir sessizlik içinde öğle yemeklerini yediler. Fidan, arada bir konuşup kendi haklılığını ortaya koymak istiyordu fakat anasının nemrut suratıyla karşı karşıya kalıyordu.
Yemekler yenmiş Edibe kadından geriye kalanlar sofra toplama telaşına koyulmuştu. Sofra toplama işi bittikten sonra da kimi bulaşık yıkamaya başlamış kimi çocuğuyla meşgul oluyor Fidan'da anasından azar yememek için iş yapıyormuş gibi yaparak ortalıkta dolanıyordu.
İşte bu hengâmenin tam orta yerinde kalan ruhunu şeytana satmış melun biri vardı; Asiye'nin her hareketini izleyen ve hayalinden her türlü hayâsızlığı geçiren. Asiye'nin sesi onun her zerresinde vuku bulurken içini gıdıklıyordu. Onun tek derdi vardı akşam sabah bu evde olmak.

🌿🌿🌿

Hayat gailesi almış başını giderken günler ayları aylar birbirini kovaladı. Asiye, her zaman olduğu gibi yine kişiliğinden ödün vermiyor burnunun dikine gidiyordu, çünkü kendisine sözü vardı; önceliği çocukları olacaktı. Yoksa ruhuna ters düşen bu ortamda asla yaşamak istemezdi. Bir diğer sıkıntısı da kız çocuğunu anasız bırakarak başıboş büyütmek istemiyordu, zira dünya kurulalı beri orman çakallarla doluydu. Elinden geldiğince kızlarının başında kalacak kimseye göz açtırmayacaktı. Bu eve gelin geldiği günü daha dün gibi hatırlıyordu; nasılda hızla geçip gitmişti zaman. Şimdi ikinci kızı neredeyse yaşına değecekti.
Günler zaman denen döngünün çarkları arasında ilerlerken yaz mevsiminin kavurucu sıcağında bile buzdan geceler yaşıyordu Asiye'nin katılaşmış yüreği. Yine mevsimlerden yaz günlerden salı vakit öğle üzeriydi. Geniş sofaya önce dokuma çul onun üzerine de yine el dokuması sofrayı serdi Güllü gelin. Güllü'nün peşinden elinde kocaman bir bakır tepsiyle Asiye geldi. Bakır tepsiyi sofranın tam ortasına bırakırken dizlerini hafifçe kırarak eğildi Asiye.
Hınzır bir bakış sabitlendi Asiye'nin kıvrak bedenine. Asiye, tepsiyi boş olarak getirmişti zira bu sıralar beli ağrıyordu; onun için yemek tencerelerini ve sahanları tek tek taşıyordu.
Eğildiği yerden doğrulurken Asiye, ellerini belinin ağrıyan yerine bastırarak kalkmıştı. İhtirasın kurbanı olan arzulu bakışlar direkt kadının ellerinin dokunduğu bölgeye kaydı. Asiye, yemek almak için mutfak tarafına doğru yürürken o sapkın bakışlar Asiye'nin her bir yerinde arsızca geziniyordu.
Ergence hislerle hareket eden şahıs Fidan'ın kayınbiraderi Enes'ten başkası değildi. Ev halkı bu hormonları tavan yapmış çocuktan bir haberdi. Onu kendi çocukları gibi görüyor gelip gitmesinde hiçbir mahsur görmüyorlardı. Onlar maaile art niyet görmüyorsa Asiye, neden böyle bir fantezinin içerisine girecekti? Asiye'de herkes gibi çocuk saydığı şahsın gelip gitmesinde herhangi bir art niyet görmüyordu. Gel görelim ki, her taciz şaşırtmacasız çoğu zaman yakınından gelmez miydi, insanoğlunun başına.

Bu arada Enes, herkesin yemeğe oturmasını bekledi. Bekledi ki, Asiye'nin yanına oturabilsin. Fidan, "Hadi Enes, ne bekliyorsun yemeğe otur!" diye seslendi bir köşede sinsice emellerini gerçekleştirmek isteyen kayınına. Enes, geriden gelerek Asiye'nin yanından kendine yer açtı. Asiye, sahandaki yemeğe her uzandığında Enes'e değiyor bu gayesiz dokunuşlar Enes'in sapkın ruhunda şiddetli hazlar oluşturuyordu.
Tacize maruz kalan Asiye, hiçbir şeyin farkında değildi. Biri çıksa böyleyken böyle dese inanmaz ağız dolusu gülerdi. Asiye için Enes, hem aileden biriydi hem de ergenliğe yeni girmiş çocuk denecek yaşta biriydi. Onun içindir Asiye, çarpık düşüncelerden ve başına geleceklerden bir haberdi.

Süregelen sıradanlığı yaşayan hane halkına kerhen müdahil olan Enes, eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmıyor kendi aleyhine çeviriyordu, çünkü habis ruhlu çocuk Asiye, neredeyse dibinde bitiyordu. Sofra kurulurken yardım bahanesiyle Asiye'nin peşinde. Sofra toplarken yardım bahanesiyle Asiye'nin peşinde. Kısacası bulduğu her fırsatta Asiye'ye yakın olmanın peşindeydi. Asiye'nin her hareketi onun hormonlarını harekete geçirirken Asiye'ye bir kere dokunabilmek uğruna zaman zaman gözünü karartıp en olmaz işlere kalkışabilecek dereceye geliyordu.
Enes, freni patlak kamyon gibi ortalıkta dolaşırken hiç kimsenin bunu fark etmemesi de ayrı bir olaydı. Yalnız Asiye ve Güllü, bazen Enes'in bayık bakışlarıyla alay edip kendi aralarında gülüşürlerdi ama hepsi bu kadardı. Hiçbir zaman Enes'in yediği kaba pisleyeceğini düşünmezler hatta ihtimal dahi vermezlerdi. Onlar ihtimal vermezlerdi lakin insanoğlu çiğ süt emmiştir ve ruhu her zaman ihanete meyillidir. Esasında kalubeladan beri bilindik bir hikâyedir; yasak meyveye tamah etmek ihaneti getirir ihanet çoğu zaman yıkıma sebep olur.

Hal böyleyken Enes, gelip gitmeye devam ediyor, ruhundan geçenler dışında kimseye bir zarar da vermiyordu. Sapkın ruhlu insanlar hem korkak hem de sinsi olurlar. Onları harekete geçirecek olan cesaretleri değil baş edemedikleri ihtiraslarıdır. Genelde ıssız koylarda dolaşır avının en zayıf anını kollar tuzağa düşmesini beklerler.
Her daim yüzüne masum görünüşlü bir maske takar. Onun saldırgan veya hesaplar içinde biri olabileceğine asla ve asla güman gelmezsiniz. En çarpıcı vuruşlarını sizin güveninizi kazandıktan sonra yaparlar; işte bundan sebep onlar avcı siz av olursunuz.

Sinesinde melunluk barındıran günlerden bir gün görümce Fidan, ekmek yapmak için kilere geçip un almak istedi ama maalesef un az kalmıştı. Şimdi değirmene gitmek sıra beklemek uzun işti en iyisi komşulardan veya anası gilden ödünç un almaktı. Üstelik hamuru önceden yoğurup dinlendirmesi gerekiyordu. Hezeyan içinde kilerin kapısının eşiğine geldiğinde, "Enes!" diye seslendi.
Enes, yengesinin kendisine seslendiğini duyunca aheste adımlarla oturma odasından çıktı ve kilerin olduğu tarafa yöneldi. Yengesinin yakınına geldiğinde eğrelti duruşundan taviz vermezken, "Ne istiyorsun bacı?" diye sordu.
Enes'in umarsız duruşuna karşın oflayıp göz deviren Fidan, "Ekmek yapak için hamur yoğuracağım ama un az kalmış. Şimdi komşulardan ödünç alsak hemen geri vermek lazım, sen en iyisi anam gile git biraz un al da gel!" dedi.

Fidan, anam gile git demiş Enes'in sevinçten gözlerinin içi parlamıştı. Yengesinin sözünü ikiletmeden taş merdivenin basamaklarını ikişer üçer atlayarak indi. Engebeli ve taşlı topraklı yolu koşarak gitti çünkü yolun sonunda Asiye'yi görmek vardı.
Tahtadan yapılmış merdivenin basamaklarını hızlı adımlarla çıktı. Koştuğu için nefes nefese kalmış biraz tıkanmıştı ama olsundu. Asiye'yi görmek buna değerdi. Genişçe sofaya adım attı ama ev pek sessizdi. "Kimse yok mu?" diye seslendi.

Evde Asiye'den başka kimse yoktu Asiye'de küçük kızını uyutuyordu. Güllü ve Zehra, dağa çalı çırpı toplamaya gitmişlerdi. Edibe kadın, çalıya giden gelinlerin çocuklarını uyutup Hatçe'yi yanına katarak komşulara kadar gitmişti.
Asiye, hem uyuyan çocukları uyandırmamak hem de zar zor uyuttuğu kendi kızı uyanmasın diye ayak parmaklarının ucuna basarak sessizce çıktı ortak kullandıkları oturma odasından. Enes'in sesini duymuş tanımıştı. Yine çocuklar uyanmasın diye olabildiğince kısık bir ses tonlamasıyla konuşmuş Enes'e ne istediğini sormuştu.
Evde kimsenin olmayışı ve Asiye'nin karşısında kısık bir ses tonuyla konuşması Enes'i kışkırtmış heyecandan eli ayağı titremeye başlamıştı. "Evde un bitmiş. Fidan bacım, un istedi." Kurduğu kısa cümleler dilinin üstünde yuvarlanıp ervahından doğarken sık nefes alıp veriyordu.

Enes'in aksine Asiye, gayet soğukkanlı sıradan fakat iğneleyici konuşmuştu. "Fidan bacının isteği hiç bitmez ki, bugün unu biter yarın bulguru biter." Asiye, sesli bir şekilde kendi kendine konuşarak ilerlerken; hem kiler hem yatak odası hem de mutfak olarak kullandıkları odaya geçti ve eline derin bir kap aldı. Elindeki kaba unu koydu ve dökülmesin diye iyice bastırdı.

Bu arda kapı önünde bekleyen Enes, öne doğru bir adım atarak içeriye girdi. Onun içeriye girmesinde herhangi bir sakınca görmeyen Asiye, un dolu kabı Enes'e uzattı fakat Enes, un kabını değil Asiye'nin kolunu tutmuştu.

Bilinmezlikle çatılırken Asiye'nin kaşları göz-bebeklerinde şaşkınlık vardı. Bu hadsiz ne yapmaya çalışıyordu? Neden avına odaklanmış çakal gibi sinsi bakıyordu? Ergen duyguların tutsağı olan Enes, sıtma nöbetine tutulmuş bir hasta gibi tir tir titriyordu. Heyecanından deli gibi çarpan kalbi duraksız vücuduna adrenalin pompalarken, yüzüne yansıyan kızarıklık bariz bir şekilde görülebiliyordu.
Enes'in hal ve hareketlerinden bir anlam çıkaramayan Asiye, aynı şaşkınlıkla, "Ne oldu Enes, neden titriyorsun?" diye sordu.
Enes'in zihnini ele geçiren şehvet, aklını elinden almış deli deli bakmaya başlamıştı. Kana susamış bir vampir gibi kızarıktı gözlerinin akı. Bu saatten sonra ihtirasın tutuşturduğu bedeninin önüne dünya set olup dursa, hiçbir tesiri olmazdı artık. Kesik kesik ve hırıltılı nefesler alıp veriyordu sürekli. "Asiye!" Tek kelimelik bir haykırıştı içinden dışına taşan vaveyla.

Asiye'nin koluna mengene gibi yapışan Enes, farkında olmada sıktıkça sıkıyordu.

Canı yanan Asiye, "Ne söylemeye çalışıyorsun Enes, un istemiştin işte sana un; al ve çek git!" dedi sinirli bir ses tonuyla.

Enes, aklını ve mantığını unutup sadece hisleriyle hareket ettiğinden dolayı Asiye'nin sesini duyuyordu ama ne söylediğini işitmiyordu. İkinci kez yakıcı hislerinin doğrultusunda arzulu dudakları aralanırken Enes'in hiç düşünmeden ve sonunun nereye varacağını sorgulamadan bindiği dalı keser gibi ahlaksız teklifini fütursuzca Asiye'nin yüzüne karşı okumaya başlamıştı:
"Asiye, ben seni çok seviyorum. Seni görmeden duramıyorum. Hazır evde kimse yokken, şey yapalım mı?"
Bu ahlaksız teklif karşısında Asiye'nin damarlarında akan kan çekilmiş ve vücudu kaskatı kesilmişti. Enes'in sıkıca tuttuğu koluna baktı. Hâlâ ısrarla tutuyor tüm gücüyle sıkıyordu. Asiye, ilk şaşkınlığı üzerinden attığında kolunu hızla geriye doğru çekti. Kolunu Enes'ten kurtarayım derken Asiye'nin dengesi bozulmuş diğer elindeki un sahanı büyük bir gürültüyle yere düşmüş her yer beyaza kesmişti.

Enes, hiçbir şeyi umursamayarak gözü dönmüş saldırgan bir köpek gibi tekrar Asiye'ye doğru yaklaştığında Asiye, sol eliyle omuzundan itip sağ eliyle ahlak yoksunu ergene tokadı yapıştırdı. Yüzüne sert sayılabilecek bir tokadı yiyen Enes, kendine gelir gibi oldu fakat eyleminden vazgeçeceğe benzemiyordu.

Eliyle yüzünün acıyan kısmını ovarken Asiye'ye şehvet dolu bakışlarla bakmaya devam ediyordu.
Gerçekle yüzleşen Asiye, başladı küfür dolu sözler sarf etmeye. "Seni onun bunun çocuğu seni... Kanı bozuk deyyus... Sende hiç utanma arlanma yok mu? Hem soframıza oturup yemeğimizi yersin, hem de utanmadan namusumuza göz dikersin!"
Asiye, hem ağza alınmadık küfürler ediyor hem de Enes'in göğsüne vurarak geriye doğru itekliyordu. "Şimdi def olup git buradan. Bir daha da bu eve ayak basayım deme. Yanılıp yazılıp gelmeye kalkışırsan eğer yemin içerim seni öldürür leşini de köpeklere atarım!"

Enes, beklemediği tepkiyle karşılaşınca korkudan yüzü mosmor olmuş arkasına bile bakmadan kaçıp gitmişti. Kaçıp gitmişti ama un sahanı yere düşerken unun yarısı üzerine dökülmüştü; kesinlikle görüntüsü suçunun ispatı gibiydi...

Enes, bulduğu ilk fırsatta gerçek yüzünü göstererek saldırıya geçmiş fakat Asiye, tarafından geri püskürtülerek kovulmuştu. Yalnız Enes'in hesap edemediği Asiye'nin kovmakla yetinmeyeceğini bilmiyor oluşuydu. Kadın, normal olarak hiç ummadığı anda umulmadık bir şekilde başına kepaze bir iş gelince neye uğradığını şaşırmış, doğaçlama gelişen olayın ışığında bilindik bir tepkiyle kendine saldıranı görmek istemeyerek kovmuştu.
Asiye'nin yaptığı doğal ve bilindik bir tepkiydi lakin aradan birkaç dakika geçip olay soğumaya başladığında ruhu yerle gök arasına sıkışmışlığı yaşıyordu. Yaşadığı hayâsızlığı içinde tutmanın imkân ve ihtimali yoktu. Üzerindeki baskıyı atmak adına evin içinde dönme dolap gibi sağa sola dönüp duruyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top