Kıyas B.21.
Merhabalar!
Nasılız bakalım can içlerim.
Etkileşim için bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Kitabın listelerde yükselmesi adına bu gerekli.
Etkileşim ne kadar yüksek olursa bölümler o kadar hızlı gelir.
🌿🌿🌿
Geçmiş senin hayatındır bilmediğin kıyısı köşesi yoktur. Geçmişe kıyasla gelecek dipsiz bir kuyu gibidir, çünkü yarının ne getireceğini bilemezsin. Belki yarınını bilemezsin ama ön görü diye bir kavram vardı işte bundan sebep yaşadığın hayatın seni nereye götürebileceğini az çok tahmin edersin ve ona göre önlemini alır gerisini tevekkül edersin…
Asiye, izlendiğinden bihaber kıvrak yürüyüşlerle geldi ve dokuma sofrayı misafir odasına serdi. Tam arkasını dönüp gitmek üzere adım atmaya yeltenmişti lakin Yaman, "Yemekte ne var Asiye?" diye sorarken eteğinden tutup çekiştirmeye başladı. Asiye, el çabukluğuyla eteğini Yaman’ın elinden kurtardı fakat dengesini kaybedince kucağına düşmekten kurtulamadı. Kalkmak için hamle yaptıkça Asiye, tekrar düşüyordu Yaman’ın kucağına. "Yapma, uzak dur benden!”
Asiye, yüreğinden çoktan çıkardığı herifini sert bir dille uyarmıştı ama görüntü yanlış anlaşılmaya müsaitti, çünkü aynı esnada bir tepsi dolusu yemekle kapı önünde beliren Zehra, onları cilveleşiyor sanıp neredeyse yemek tepsisini elinden düşürecekti. Ense kökünden başlayarak bütün bedenine yayılan kıskançlık zehri kan akışını durdurmuş ve kaskatı kesilmişti.
Kadın veya erkek olsun hiç fark etmez nikâhı altında olduğun kişiyi bir başkasıyla paylaşmak bir kere insanın genetiğine ters düşer. Bir başkasını anlamak için duygudaşlık yapmak yetmez, kıyas lazım. Hissetmek için birebir yaşamak lazım. Zehra’nın bizzat kendisi bir başkasının yaşamını elinden alırken, şimdi kıyasla karşı tarafın az buçuk neler yaşadığını hissedebilmişti lakin iş işten geçtikten kendi hemcinsini yakıp kül ettikten sonraki yakarış beyhude bir çabadan öteye gitmezdi.
Yaman, ikinci avradı Zehra'yı karşılarında kıskançlık krizi geçirirken görünce hemen atağa geçmiş bu arada Asiye de düştüğü yerden kalmayı başarmıştı. "Hadi Zehra, kapı önünde dikilip duracağına tepsiyi sofraya getir, zira ben çok acıktım!”
Helalinin sesiyle etrafını kuşatan sis perdesinden kurtulan Zehra, düşürmemek için sıkıca tuttuğu tepsiyi kısa mesafeli adımlar atarak getirip sofraya bıraktı. Bu arada Yaman’ın yüzüne bile bakmadan başı önde geldiği gibi gerisin geri çıkıp gitmişti odadan.
Kıskançlık şuurunu yaşamayan bilmezdi, zira bir kadının üstüne kuma gitmek üstüne kuma gelmek kadar zor ve yakıcı bir histi.
Kıskançlık şarabını bir dikişte içen Zehra, iç sesinin gösterdiği tepkiyle odadan çıktığında ıssız bir yere diz çöküp avazının çıktığı kadar ağlamak istemişti. Kadere isyan etmek, içindeki yangının külünü dağa taşa savurup yok olmak istemişti. Gel gör ki, ne sığınacak ıssız bir köşe vardı bu evde ne de derdini dinleyecek bir derttaş. Herkesin derdi kendine yetiyor bir başkasının yükünü sırtına yüklenmek istemiyordu.
"Zehra, nerede kaldı ekmekler?" diyen sesle irkilirken, "Getiriyorum!" diye ses verdi.
Herkes kendi dert yüküyle hemhalken akşam yemeğinden sonra bakır çaydanlıkta demlenmiş çay büyük bir keyifle içiliyordu. Babasının keyifli olduğunu gören Yaman, konuşmak için tam sırası diye düşünmüştü zira hayallerine gem vuramıyordu artık. "Baba, bakıyordum da keyifler yerinde.”
“Şükür oğlum, dua edelimde ağzımızın tadı bozulmasın.”
Yaman, konuşmaya başlamadan önce babasının karşısında olabildiğince üslubu mütevazı bir ses tonu kullanmaya özen göstermişti. "Baba keyfini daha da yerine getirecek bir iş var aklımda. Senin bu konuda fikrini almak istiyorum, çünkü benim için senin düşüncelerin çok önemli.” dedi.
Babasından önce Edibe kadın lafın arsına girmişti, "Köpoğlusu, yoksa yeni bir gelin daha mı getireceksin?" diye şaka yollu sorarken bakışları bir müddet gelinlerin üzerinde gezindi.
"Yok, ana benim derdim başka!"
Muallakta kalan cevabın karşılığı gelinler arasında soğuk duş etkisi yaratırken ister istemez merak duyguları kabarmıştı.
Edibe kadının araya girmesiyle baba ve oğulun muhabbeti yarıda kalmıştı.
Yaman, kaldığı yerden ekleme yaparak meramını dile getirmeye devam etti. "Biraz önce anama da söylediğim gibi, benim derdim başka baba. Sende takdir edersin ki, evin nüfusu git gide artıyor. Yazı yaban işleri ile geçinmek zorlaştı. Jandarmaya şikâyet edilmezden önce iyi kazanıyordum ama son zamanlarda Jandarmanın gözü üzerimde ve ben kaçak iş yapamaz hale geldim. Her ihtimale karşı kenara bir miktar para koymuştum. Eğer müsaade verirsen şehre yerleşip kendime iş yeri açmak istiyorum.”
Babası olmaz dese de oğlunun aklına koyduğunu yapacağını az buçuk biliyordu. "Bakıyorum buradan gitmeye pek heveslisin amenna, ama yapmak istediğin iş nedir?”
"Odun kesip biçme makinesi alacağım. Bu büyük bir iş yeri olacak. Ormancılarla anlaşma yapıp kerestelik kütük alacağım ve bu kütükleri hızar makinesin da işleyeceğim." Yaman, yapmak istediği işi anlatırken sesinin her hecesinde heyecan vardı.
Seyyit Efendi, küçük yaştan beri çiftçilikle uğraştığından bu işlerin yabancısıydı fakat oğlu bir konuda haklıydı; aile iyice kalabalıklaşmıştı. Bundan sonra daha büyük evlere ve işlere ihtiyaçları vardı. "Sen kararını çoktan vermiş görünüyorsun, ben yapma etme desem de kafana koyduğunu yapacağını biliyorum. Ne diyeyim hakkında hayırlısı olsun!” Baba oğluna destek verirken hem nalına hem mıhına vurur gibi yaparak bir bakıma Yaman’ı uyarmıştı.
Babasından icazet aldığına göre artık yepyeni ufuklara yelken açmanın zamanı gelmişti. Bundan sonra hayalleri bu köhnemiş yerleşkeye sıkışıp kalmayacaktı.
Hemen işe koyulan Yaman, bir ay gibi kısa bir süre içinde iş yerini kendi vilayetlerine bağlı bir körfez şehri olan ilçede açmıştı. İlçe kendi köylerine bir saatlik mesafedeydi, zamanın koşullarına göre iş yerine her gün gidip gelmek onları zorlayacağından dolayı bu konuda oturup bir plan yaptılar. Bir hafta kendisi gidecekti iş yerine, diğer hafta kardeşi Efe…
Uyguladıkları plan dâhilinde Yaman ve Efe, dönüşümlü olarak çalışmaya başlamışlar ve işleri beklediklerinden daha iyi kazandırmaya başlamıştı.
Kadınlar cephesine gelecek olursak eğer başta neyse olay akışı aynısının on katıyla devam ediyordu. Hırçın tabiatından ödün vermeyen Asiye, elinden geleni ardına koymuyor sürekli kumasıyla arasında maraza çıkarıyordu, çünkü ne yaparsa yapsın mizacına ters düşen bu yaşantıyı bir türlü hazmedemiyordu. Bu davranışlarından dolayı da sürekli şimşekleri üzerine çekiyordu.
Sırası geliyor Edibe kadına bile illallah dedirtiyor her fırsatta kadını çileden çıkarıyordu çünkü kendisinin hayatını zehirleyen onun oğluydu. İşte bundan sebep ne zaman iş nöbeti Yaman’a geçse Asiye ile baş edemeyeceğini düşünen kaynana onu babasının evine gezmeye gönderiyordu. Kadının biraz kafa dinlemek için bulduğu tek çözüm yolu buydu. “Asiye gelin, hazır Yaman, evden gitmişken sende baban gilleri görmeye git, hısıma benden de çok selam söyle.” Asiye, kaynanasının kendisini başından savar gibi göndermesine birazcık alınsa da zaferi kendisinin kazandığı bildiğinden içinden kıkır kıkır gülerdi.
Asiye, kasırgası kasıp kavururken aslanlar konağını gerektiğinde ondan geri kalmayan üvey görümce Fidan’ı unutmamak gerekir. Görümce Fidan, iki güne bir çoluk çocuğu toplar cümbür cemaat ana ocağına gelirdi. Gün boyu yer içer hiçbir işe de elini sürmezdi. Sizin anlayacağınız Fidan'ın her gelişi aileye külfet olarak geri dönüyordu.
Bunu hazmedemeyen Asiye, görümcesine bazen içten içe kızarken bazen de açıkça tavrını ortaya koyuyordu. "Bacı valla senden iyisi yok, ayran elden yarpuz gölden geçinip gidiyorsun.”
Güllü, araya girerek yapma etme ayıptır der fakat Asiye, bildiğinden geri kalmayarak, “Sus kız sen. Kızım görmüyor musun bulmuş bizim gibi hizmetçileri oh yan gel yat yapıyor. Tutma beni zira bütün hıncımı ondan çıkarasım var.”
Hiçbir zaman altta kalmayan Fidan, gerine gerine konuşurken Asiye’yi alt etme maksatlı. “Geliyorsam anamın evine geliyorum Asiye, seni alakadar etmez. Kardeşlerim kazanıyor ben yiyorum.”
Münakaşa tarzında laf sokma yarışını ilerleten Asiye, “Bacı gelmene bir şey eğim yok zaten, maaile toplanıp gün aşırı buraya geliyorsun üstelik yan gelip yatıyorsun. İnsan bir işin ucundan tutar bari!”
Hayatın sillesini yemiş Asiye ile baş edemeyeceğini anlayan Fidan, hemen gardını düşürüp duygusala bağlarken, “Her geldiğimde laf sokuyorsun Asiye, yediğim lokmaları boğazıma diziyorsun. Bir daha gelirsem ne olayım,” der fakat üç gün sürmez yine gelirdi.
Asiye’nin içine sindiremediği şey, görümcesinin verdiği zarar ziyandan çok dört çocuk bir kocasıyla geldiği yetmiyormuş gibi buna ilaveten bir de birlikte yaşadıkları kayınını da beraberinde getirip kendilerini hizmetçi gibi kullanıyor olmasıydı. Tahammülü yoktu işte insanları enayi yerine koyup sırtından geçinmeye. Üzerine kuma geldiğinde koca evine geri dönmüşse eğer haksızlığı kabullendiğinden değil sırf çocuklarını yalnızlığa terk etmek istemediği içindi. Onların yanında olmak istediği içindi. Yoksa dünya yansa umurunda olmaz ardına bile bakmadan çeker gideri.
Karlı dağın başından duman eksik olmaz benzetmesi aynı zamanda bazı insanların başından bela eksik olmaz sözüyle özdeşleşir. Asiye’de birileriyle zıtlaştıkça yağmur gibi belayı üstüne çekiyordu…
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top