Bölüm. 24. Sefil
Bölüm.24. Sefil
Selam, yine ve yeniden biz geldik.
Nasılız bakalım can içlerim.
Etkileşim için bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Kitabın listelerde yükselmesi adına bu gerekli.
Etkileşim ne kadar yüksek olursa bölümler o kadar hızlı gelir.
Sınır koymuyorum sınırı aşacağınızı biliyorum
🌿🌿🌿
Her nefis kendi canını kayırır bunun başka alternatifi yoktur. Can dediğin tatlıdır. Hiç kimse kolay kolay kendi kafasına sıkmaz ve suç unsurunu kabullenmez. Üstelik ben suçsuzum diye gücünün yettiğince bağırırken her zaman kendine bir günah keçisi bulur. Kurbanını bulduğunda ise bayramlık giymiş çocuklar gibi sevinir.
İnsanoğlu bütün bunları sinesinde olgunlaştırırken bilmez ki, bu günün yarınları yarınların bir hesap soranı var.
Asiye, görümcesinin kendisini anlayacağını düşünerek şikâyete gelmişti fakat tam tersiyle karşılaşıyordu. Gerçekten insanları anlayamaz hale gelmişti. Bu düpedüz haksızlıktı, zaten bu âlemde hakka hukuka kim riayet gösteriyordu ki. Eğer hak hukuk gözetilseydi şimdi üstüne kuma gelmiş bir kadın olmazdı.
Öte taraftan Fidan, kol kırılır yen içinde kalır düşüncesi güderek olayı hasıraltı etmek veyahut kendi kıçını kurtarmak adına Asiye'yi tersleyerek had bildirmek istemişti ama içine düşen vesvese tohumunu da göz ardı edemiyordu. Asiye, yemez içmez de her şeyi kardeşine anlatıverirse o zaman nice olurdu hali? Asiye'yi çok iyi tanıyordu. O'nun hiç kimseye eyvallahı yoktu.
Kayını Enes’i de iyi tanıyordu. Henüz çocuk yaşta biri sayılırdı ama onun ruhunda bir sefillik bir iffetsizlik vardı. Fidan, çocuğun bu dalalete düşmüş halini ergen yaşına sayardı lakin Asiye'nin anlattıklarını hesaba katacak olursa eğer Enes, sapkın bir kişiliğe sahipti ve bu ayan beyan ortadaydı...
Her şeye tamam da Fidan'ın korkusu başkaydı. Bu ergen çocuğun yaptığı ortaya dökülürse Fidan, sahip olduğu birçok şeyi kaybederdi. Asiye'yi tersleyip susturmak istemesi de hep bu korkudan dolayı idi.
Yine devreye insanın kendi nefsine yenik düşerek gerçeklerden kopması ve yanılış yolda yürümesi giriyordu, çünkü asırlar boyu bu hep böyle olmuştu.
Asiye, evine çekip gitmişti gitmesine ama arkasında derin sularda boğulmak üzere olan bir Fidan, bırakmıştı. Fidan, sürekli akıntıya karşı kürek çekiyordu boğulmamak için. Nasıl olacak da bu işin içinden sağ salim çıkacaktı?
Asiye, bu konuyu kardeşine anlatırsa neler olurdu neler; bunu düşünmek bile istemiyordu...
Kardeşini çok iyi tanıyordu ve başına buyruk biri olduğunu bilirdi. Üstelik hiç düşünmez hemen eyleme geçerdi. "Maazallah" kan çıkardı kan. Bu işin sonucunda kendisi de anasından ve kardeşinden olurdu.
Şu yeryüzünde anası ve üvey kardeşlerinden başka kimi kimsesi yoktu. Onları da kaybederse ne yapar nerelere giderdi. Ne kadarda zalimdi bu dünya üstelik hiç acıması yoktu. Fidan, sürekli düşünüyor, düşündükçe ağlıyordu. Kısır bir döngü içine girmişti adeta.
Şeytan azapta gerekti. Şeytanın tuzağı çoktu. Ne olacak bir tuzak da Fidan için hazırlardı zira Araf’ta kalan ruhu şeytan için biçilmiş kaftandı.
Fidan ile birlik olup en çok sevdiği şeyi yapabilirlerdi. Fitne fesat çıkarmakta üstüne tanımazdı. Bir komplo Fidan'ın ayağını kaydırmaya yeter de artardı bile. En çarpıcı ve histerik kahkahalarından birini daha attı şeytan. Bir fani daha tuzağına düşmek üzereydi. Tek dokunuş yetebilirdi bu faniyi alaşağı etmeye.
Fidan'ın ruhu kararmış beden yükü bacaklarına ağır geliyordu. Üstelik çektiği vicdan sancısı kendi benliğini kasıp kavuruyordu. Bir tarafta masum olduğuna inandığı kendi hemcinsi Asiye, vardı diğer tarafta nefsine uymuş aymaz bir çocuk. İki arada bir derede kalmak diye buna denirdi işte.
Şeytan severdi arada kalmış ruhları. Onlar şeytan için kolay lokmaydı. Şimdi Fidan'a el atma zamanıydı; çok bir şey yapmasına da gerek yoktu. Fidan'ın kulağına birkaç öneri fısıldaması yeterliydi.
Fidan, zaten saf bir insandı, dolayısıyla da şeytanın ağına düşmesi kaçınılmaz sondu. Şeytan hiç vakit kaybetmeden eyleme geçti. Fidan, boş ver onu bunu düşünmeyi, önce sen, diye fısıldadı Araf’ta kalmış ruhuna. Bu doğruydu ve yapacak başka bir şey yoktu.
Eğer Asiye, meseleyi kedisinden önce anlatırsa kardeşine işte o zaman hapı yutardı. Eyvah, vay başıma geleceklere, diye geçirdi içinden.
Şeytanın tuzağına bir adım atmıştı Fidan. Sıra ikinci adımı attırmaktaydı. Fidan'a ikinci adımı attırmak demek Onu uçurumun kenarına kadar getirmek demekti. Bu da kolaydı kovulmuş şeytan için. Kendi işini kendin yap, diye üfledi ateşli nefesini muhatabının kulağına.
Bu fikir şimdiye kadar nasılda aklına gelmemişti? Tabii ya, Asiye'den önce kendisi anlatmalıydı meseleyi kardeşine. İşte o zaman durum kendi aleyhine dönerdi.
Kovulmuş şeytan bir ateşten ok daha fırlatmış ve hedefi on-ikiden vurmuş olmamın hazını yaşıyordu. Onun tek amacı ateşten oklar fırlatarak yakıp kavurmaktı âdemoğlunu.
Gök gibi gürleyip şimşek olup çaktı yeryüzüne; cehennem ateşini üflerken masum ruhlara.
Öfkesi vardı her bir âdemoğluna... İnsanoğlunun ayağını cehennem çukuruna doğru kaydırırken hiç gocunmazdı, çünkü mahşere değin bunu kendine vazife edinmişti...
Âdemoğlunun, kimi bilirdi bunu kimi bilmezdi. Kimi bilerek düşerdi onun ateşten çukuruna kimi bilmeden. Bir şey daha vardı ki, ancak içten bir yalvarış söndürürdü bu kızgın ateşi...
Sıra ateşi harlamaya gelmişti...
Karşındaki insanın zaafını kullan…
Kalbini titreten bir nöbet sarstı geçti tüm vücudunu. Bu iş bu kadardı işte zira uçurumun kenarına kadar gelmişti Fidan. Bundan sonra üflesen düşerdi ateşten çukura...
Asiye, üstüne kuma geldi geleli çeşitli hırçınlıklar yapmıyor muydu? Yapıyordu. Bu fikir bomba gibi düştü Fidan'ın zihnine. Fikir iyiydi iyi olmasına da kardeşi bu aralar evde yoktu çünkü iş nöbeti ondaydı. Olsun beklerdi yollarını. Elbet gelirdi bir gün. Hem bu ona düşünecek zamanda kazandırırdı. Şeytan azapta gerekti ve azabını çaresiz bir kulun ruhuna bir kez daha üflemişti.
----- ----- -----
Yerleşke insanının bir alışkanlığı vardı ve bu alışkanlık çokça ihtiyaçtan hâsıl olmuştu. Alışkanlık dediğin ihtiyaç olduğu için başlar sonra da ihtiyaç olsun veya olmasın müptelası olunur.
Bilhassa erkekler sabah oldu mu; işi olan işini halletmek için işi olmayan sırf takılma amaçlı yani alışkanlıktan kasabaya inerdi. Onlar için bu bir rutindi. Bundan dolayıdır ki, gün ağarınca yerleşkede bir tek erkek kalmazdı.
Güneş, yaramaz bir çocuk gibi dağların ardında saklandı mı, herkes kendi evinin yolunu bulurdu. Kasaba ile aralarında-ki mesafe yaklaşık üç kilometre kadardı.
Yerleşke insanı genelde bu mesafeyi yaya olarak gider gelirdi.
Şeytanın oyununa gelen Fidan, her gün dış kapının önüne oturup karanlık basıncaya kadar kardeşinin yolunu gözledi; amaç Asiye'den önce mevzuyu kardeşine kendisi aktarmaktı. Fidan'ın evi zaten yerleşkenin girişindeydi yani her açıdan şanslı ve Asiye’den bir adım öndeydi.
---- ---- ----
Şeytan ağlarını örmüş zavallı Fidan'ı tuzağına düşürmüştü. Fidan, her gün yol gözlemesine rağmen bir türlü kardeşi gelmiyordu. Artık konu komşunun imalı bakışlarına maruz kalmaya başlamıştı çünkü daha önce böyle kapı önlerinde yuva kurup yol gözleyen bir kadın değildi...
Şeytan sürekli vesvesesini yeniliyor bir mengene gibi yüreğini avuçları arasında sıktıkça sıkıyordu. Bu sonu gelmeyen bekleyiş Fidan'ın göğüs kafesi daraltıyor onu nefessiz bırakıyordu.
Tam umudu kesmişken gözle görülebilecek uzaklıktan bir kafile erkeğin geldiğini gördü. İnşallah kardeşim bunların arasındadır, diye geçirdi içinden.
Gördüğü erkek kafilesi yerleşkenin girişine gelince herkes kendi evinin sokağına saptı. Birkaç erkek de Fidan'ın önünden geçip gitti.
Yine hüsranı yaşamıştı Fidan. Gelen kafilenin arasında kardeşi yoktu. Hayal kırıklığı yaşarken ayağa kalktı ve ellerini beline yerleştirdi, zira beklerken düz bir taşın üzerine oturmuş belini de taş duvara yaslamıştı. İşte ondan sebep beli tutulmuş dayanılmaz bir ağrı peyda olmuştu. "Ah belim," diye yakınırken birkaç küçük adım attı.
Fidan, kardeşi gelmediği için hayal kırıklığı yaşıyordu ama umut etmekten de vazgeçmiyordu. Henüz hava kararmamıştı elbet gelirdi, çünkü kardeşi gideli bugün tamı tamına yedi gün olmuştu. İki kanatlı kapı önünde ileri geri yürümeye başladı. Bu esnada kayını Enes, yarı açık kapı aralığından göründü. "Ne diye kapı önünde gezinip duruyorsun bacı, abim acıkmış yemek isteyip duruyor."
Fidan, hiddetle başını kayınından tarafa çevirdi. Öyle ki, bakışlarından sızan öfke kıvılcımı âlemi yakacak güçteydi. Onu gördükçe kan beynine sıçrıyor bir kaşık suda boğacak hale geliyordu. Sonunda kendini tutamadı ve sinirle Enes’in üzerine doğru yürüyüp bütün kinini kusmak istedi. "Seni sefil, def olup git şuradan. Benim başımı belaya soktuğun yeter. Yerinde olsam bir müddet gözüme görünmem çünkü bu senin hayrına olur, yoksa çekeceğin var elimden."
Enes, aptallaşmış bir surat ifadesiyle bakıyordu Fidan bacısına.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top