Bedel (18)
Merhabalar!
Nasılız bakalım can içlerim.
Etkileşim için bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Kitabın listelerde yükselmesi adına bu gerekli.
Etkileşim ne kadar yüksek olursa bölümler o kadar hızlı gelir.
Oy sınırı 40 yorum sınırı 50 kısa sürede sınırı geçeceğimizi düşünüyorum.
🌿🌿🌿🌿
Kara gözlerindeki kıvılcım, muhatabının üzerine ateş saçmak için saatlerdir bekliyordu. Bir kabadayı edasıyla öne doğru mesafesi uzun bir adım attı.
"Selam sabah yok mu enişte bey? Bakıyorum da bizler uykusuz geceler geçirirken senin keyfin yerinde. Yeni avradını düşürmüşsün peşine gezmelere gidiliyor. Oh, ne âlâ memleket."
"Cuma, haddini aşma da yıkıl karşımdan. Sabah sabah belanı mı arıyorsun sen?"
Öne doğru mesafesi uzun bir adım daha attı Cuma. Bakışlarını Yaman'ın üzerine sabitleyip gözlerinin içine baka baka konuşmaya başladı. "Bak ben yek başıma geldim. Hani babama hürmetinden bana ses etmiyordun ya, işte karşındayım."
Zehra'yı arkasına doğru çekip ikisi arasında kalan mesafeyi kapatan Yaman, bütün heybetiyle Cuma'nın karşısına dikildi.
"Senin derdin ne Cuma, biz babanla her şeyi konuştuk. Bacında kendi isteğiyle geldi. Şimdi geldiğin yere geri dön yoluma taş koyma ."
Kara yağız delikanlı Cuma, omuzlarını dikleştirip şaha kalkan kırat gibi kabardıkça kabardı. "Babam bana her şeyi anlattı. Bacımı geri dönmeye mecbur bırakmışsınız."
Bıkkınlık belirtisi olarak bakışlarını sağda solda gezdiren Yaman, derin bir nefes alıp dışa doğru üfledikten sonra, "Senin bacın benim nikahlı avradım. Onun yeri her zaman benim evim. Sen böyle yaparak sadece ortalığı karıştırıyorsun. Birilerine bir öfken varsa git babana anlat derdini. Benim seninle hiçbir işim olamaz. Başka bir diyeceğin yoksa eğer şimdi yıkıl karşımdan da yoluma gideyim."
Bir adım gerileyen Cuma, bakışlarını Yaman'ın üzerinden çekip sol tarafına düşen konağa çevirdi. "Bu kadar rahat olma istersen. Bacımı geri dönmeye mecbur etmiş olabilirsiniz amenna. Fakat şunu iyi belle enişte bey, yemin içerim eğer bacımın gözünde yaş görürsem, onu üzdüğünü işitirsem, şu konağı içindekilerle birlikte başınıza yıkarım."
"Yakıp yıkmak yürek ister Cuma, senin yüreğin yetmez dediklerini yapmaya. Hadi yolumu kestin gençliğine verdim, ses etmedim. Hem aramızda akrabalık bağı var hem de avradımın kardeşsin diye. Babana olan hürmetim de ayrı."
İyice çirkefleşen Cuma, öfkesinden burnundan solurken gözlerinin akı damar damar kızarmıştı. "Senin hiçbir bağı taktığın yok. Bize saygın olsaydı akraba kızının üstüne kuma getirmezdin. Sen kendinden başkasını düşünmeyen ehlikeyif birisin. Hiç oralardan dem vurma."
Boyundan büyük laflar eden delikanlıya daha fazla katlanamayan Yaman, seri bir adım atıp kayını Cuma'yı sağ elini kullanarak geriye doğru ittirdi. İtmenin etkisiyle sendeleyen Cuma'nın öfkesi harlanarak ikiye katlanmıştı. Tam sıktığı ellerini yumruk yapıp saldırıya geçmek üzereydi ki, duyduğu sesle yumruk yaptığı eli havada kaldı. "Cuma!"
Tartışma sesleri konağa kadar ulaşınca Asiye, kardeşinin sesini tanımış sabırsız huyunu bildiğinden hemen pencereye koşarak müdahale etmek istemişti.
Tanıdık sesin tınısı kulaklarına ulaştığında başını yukarı doğru kaldırıp ikinci katta baktı. "Yapma Cuma, uğraşma onlarla. Belalarını senden bulmasınlar."
Kara gözleri kapanırken yüreğini yakan ateşi söndürmek ister gibi derin bir soluk aldı Cuma. "Herkes yaptığının hesabına verecek. Hiç kimsenin yaptığı kesesine kalmayacak. Bir kez daha söylüyorum. Bacımın ayağına taş değse senden bilirim Yaman Efendi. Gözünün yaşına bakmam çeker alırım bacımı elinizden. Sonra da gözünüzün içine baka baka bir başkasıyla evlendiririm."
Cuma, özellikle Yaman'ın damarına basmak istiyordu. Onu kışkırtmak acı çektirmek istiyordu. Kendilerini nasıl üzdüyse o da aynı yerden üzülsün istiyordu. Yoksa bacısını evlendirmek gibi bir niyeti yoktu.
"Senin niyetin belli oldu. Benim avradımı elimden almaya senin gücün yetmez. Şimdi var git işine de beni yolumdan etme."
Yaman, üstüne geldikçe Cuma, daha çok kışkırtıyordu. "Bacımın üstüne aldığın avrat bir şeye benzese içim yanmayacak. Sünepenin teki. Çok sürmez geldiği gibi sessizce çekip gider."
"Cuma!" İkinci bir sesin uyarısıyla irkilip başını aniden arkaya doğru çevirirken Cuma, içinden bir siktir çekti. Babasıyla göz göze geldiğinde ise yakalanmanın verdiği mahcubiyetle olduğu yerde ayakları mıh gibi yere çakıldı kaldı. "Baba!"
"Sen laftan sözden anlamıyor musun oğlum, kimseye karışmak yok dediğim halde yine verdiğin sözde durmadın. İyi ki peşinden gelmişim."
Cuma'nın açığını yakalayan Yaman, kendine taraftar bulunca hemen atağa geçti.
"Bende aynı şeyleri söylüyorum baba. Her şey yolunda tasa etme diyorum dinlemiyor. Oğluna mukayyet ol yoksa elimden bir kaza çıkacak.'
Hiddetin şiddeti artarken adam, eniştesinin had sınırını geçtiğini sınırları fazlasıyla zorladığını ve bir ayar çekilmesi gerektiğini alenen göstermek istemişti. Yoksa yüreğindeki yangın her yeri yakacaktı.
"Yaman Efendi, işte orada dur. Cuma'nın kılına zarar gelecek olursa karşında beni bulursun. Kızımı hiç ettin geri dönmeye mecbur bıraktın ama oğlumu yem etmem sana. Onun bir kusuru olursa babası olarak ben ayar veririm. Senin ne haddine düşmüş oğluma karışmak."
Kayın babasını karşısına almak istemeyen Yaman, eğer alacak olursa sonucunun kendi zararına olacağını anladığında çark etmiş alttan almayı yeğlemişti. "Beni yanlış anladın baba. Cuma, yolumu kesti ağza alınmayacak hakaretler etti. Sustuysam sırf senin hatırına; başka sebebi yok lakin sabrın da bir sınırı var."
Yaman'ın hiçbir dediğini kale almayan adam, sırf kızının hatırına sulh yolunu seçerek büyüklük göstermişti. "Cuma oğlum seninle evde konuşuruz. Hadi sizde varın gidin yolunuza. Yeteri kadar konu komşuya malamat olduk zaten daha fazlasının lüzumu yok."
Herkes kendi yoluna düşmüş olay tatlıya bağlanmıştı. Yoksa olası bir köy kavgasının çıkması an meselesiydi. Küçük yerleşkelerde herkes birbirinin akrabası olduğundan haklıya haksıza bakılmadan taraf oldukları için yok yere büyük kavgalar çıkabilirdi.
Yaman, tatlı aşına zehir kattığını kendi eliyle kendi huzurunu kaçırdığının idrakine her seferinde biraz daha varıyordu fakat girdiği bu yoldan geri dönerse de hiç şüphesiz adamlığının gözden düşeceğini adının Yaman, olduğu kadar biliyordu. Üstelik yeni avradının karşısında kayın-babası tarafından ayar yemişti.
Gururu kırılmış bir şekilde kendisi önde Zehra arkada yerleşkenin dar sokaklarından geçerek sessizliğin kuşatması altında yürüyorlardı. Morali bozulduğu için ağzını bıçak açmıyordu Yaman'ın. Gidecekleri yol da bir hayli uzundu. Aynı moral bozukluğu içinde canı yürümek de istemiyordu.
En iyisini nahiyeden bir cip kiralayıp Zehra gilin köyüne öyle gitmekti. (Cip, eskiden köyler arası yolcu taşıyan küçük askeri cip benzeri araç)
Hiç konuşmadan nahiyeye varmışlar oradan da cip kiralayarak yola revan olmuşlardı. Köye vardıklarında vakit neredeysen ikindi üzeri olmuştu. Büyük bir minnet içinde karşılandılar. Habersiz gidildiğinden dolayı hazırlıksız yakalanmışlardı, hemen yemek hazırlama işine koyuldular.
Herkes hazırlık içindeyken erkekler rahat döşeklerin üzerinde yan gelip uzun oturuyordu lakin birinin içi hiç rahat değildi. "Bizden sonra herhangi bir rahatsızlık veren oldu mu size dayı?"
"Beyim, bizimkiler ilk gün bağırıp çağırdı ama sonra sizden parayı alınca şimdilik sesleri çıkmıyor. Sesleri çıkmıyor ama düşmanlık güdüp bizimle konuşmuyorlar da."
"Kendileri bilir. Siz oralı olmayın. Sonuçta kardeşiniz. Gün gelir barışırsınız."
Yaşlı adamın yüzüne yayılan düşünce gözlerine sirayet ederken oflayarak güçlü bir nefesini dışarı verdi. "Siz ağabeyimin huyunu bilmezsiniz. Sinsi bir yılan gibidir. Hep yengemin yüzünden, asıl çıbanın başı yengem. Ağabeyimi kukla gibi oynatıyor elinde."
"Korkmayın hiçbir şey yapamaz. Yapacak olursa eğer doğru jandarmaya gidin ve silahla yaralama suçundan şikayet edin."
Yaşlı adam hızla oturduğum yerden kalktı doğruldu. "Kimi silahla yaralamış beyim, biz bir şey duymadık?"
Önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi çehresine umursamaz bir görüntü katan Yaman, hiç bozuntuya vermeden konuşmaya başladı: "Sizin bir şeyden haberiniz yok anlaşılan. Kapımıza kadar gelip bana silah çekti. Çekmekle de kalmadı ateş edip omzumdan vurdu."
Şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açılarak büyümüştü yaşlı adamın. "Ne diyorsun beyim, bunu da mı yaptı? Söyledim ama gözünü kararttı mı her şeyi yapar, diye. Şükürler olsun ki, can alıcı bir yerine gelmemiş kurşun. Yoksa kahrımdan ölürdüm beyim."
"Müsterih olun her şey yaşandı bitti. Umalım da bundan sonra bir taşkınlık yapmasın. Eğer yapacak olursa dediğimi yaparsınız. Ben buradayken zaten kimseye dokunamaz."
Yaman, kayın-babası ile yakın geçmişten konuşup hasbihal ederken Zehra' da olanı biteni anası gile anlatıyordu.
"Emmin herifini vurdu öyle mi? Ben onlardan her şeyi beklerim. Utanmaz arlanmaz kendi kızıymış gibi bir de başlık parası almış sizden. Şeytan diyor git yüzlerine tükür."
Zehra, size anlatmadığım daha çok şeyler var demek ister gibi derin bir nefesi ciğerlerine kadar çekip oflayarak geri verdi.
"Hayırdır kızım, seni düşünceli gördüm. Gözlerinde nedeni belli olmayan karanlıklar var. Yoksa sana eziyet mi ediyorlar?"
Zehra, dudaklarına sahte bir tebessüm asarken sesine kısık ve cılız bir tonlama yükledi. "Yok iyiyim ben. Kimse bir şey yapmıyor."
"Yalan konuşmayı hiç beceremiyorsun. Ben anayım senin sesinin ayarından iyi olup olmadığını anlarım. Zati seni kuma üstüne vermeyi içim hiç kaldırmamıştı. Sırf sen istedin diye ses etmediydim. Eziyet görüyorsan hazır çoluk çocuğa karışmadan geri gitme."
Bu kez Zehra'nın sesinin ayarı olduğundan daha yüksek çıkmıştı. "Sen ne diyorsun ana, gitmeyip de ne yapacağım. Benim kadar sende biliyorsun, emmim için gün doğar. Onun aklı kıt oğluna varacağıma bahtıma razı olurum daha iyi."
Kadın anaç yüreği kaderine rıza gösteren kızı için yandı tutuştu. "Ah, benim bahtsız kızım. Yağmurdan kaçayım derken kara kışlar yağdı başına. Başka ne eder ne yaparsın?"
"Ne yapayım ana, kaynanam buyuruyor ben ses etmeden yapıyorum. Emmim Yaman'ı vurunca bir müddet onunla uğraştım. Sonra Yaman'ın ilk avradını babası alıp götürdü. Ben geri gelmez diyordum ama ikinci çocuğuna gebe kaldığı duyulunca el-aleme karşı Yaman, gitti geri getirdi. Bir gelinleri daha var. Küçük kaynım Efe'nin avradı."
"Onunla aran nasıl?"
"Evde herkes Asiye tarafını tutuyor. Bana kimse yüz vermiyor. Bir Yaman işte. Yaman da olmasa çekilir çile değil ama iyi ki Yaman var. Sahi ana siz hiç gelmeyecek misiniz bizim köye? Gelseniz ne iyi olur. Beni kimsesiz sahipsiz sanıyorlar. Belki siz gelirseniz fazla üzerime gelemezler."
"Kızım onların bizi buyur etmeleri lazım önce, onlar çağırmadan gidersek hoş karşılanmaz."
"Bana kalırsa onlar sizi hiç çağırmaz ana. Siz ne kadar onlardan uzak durursanız onlar o kadar memnun olurlar. Bu aralar Asiye'nin sahipleri başlarına bela oldu zaten. Hiç huzur vermiyorlar, daha bu sabah yolumuza çıktı oğulları. Bana ve Yaman'a demediğini bırakmadı."
Kadın kızıyla arasındaki hararetli muhabbeti daha doğrusu gıybeti yarıda kesip, "Kızım, pilav olmuştur altını söndür de dinlensin biraz." dedi.
Yemekler yendi. Gece geç saatlere kadar afaki muhabbetler yapıldı. Uyku tutsak alınca gözleri; yataklar yapıldı ve yarının ne getireceğinden habersiz yorgun bedenler uykuya çekildi.
Güneşin burnuyla maaile yataklarından kalktı. Hazırda ne varsa karınca kararınca sofraya getirildi ve ağız tadıyla hep birlikte kahvaltı yaptılar.
Yaman, işlerim var diyerek köyden ayrıldı. Gitmeden önce Zehra'yı anası gile emanet ederken istediği kadar kalsın, dedi.
Henüz aradan iki gün geçmişti ki; akşamüstünün alacasında beklenmedik hal vuku buldu hanelerinde.
"Yaman Arslan!" Gür ve etkileyici bir sese sahipti ismini telaffuz eden kişi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top