Sen sevdiğinin elini ömrünün sonuna kadar tutacaksın...
Denizden gelen esinti, balkon da oturan iki kadının durgun yüzlerine dokunarak, apartmanların arasından, şehrin birbirine yıkılmış gibi duran binalarının görüntüsüne doğru ilerleyip gitti.
Yaşlı ve şişman kadının dudaklarının arasından, eski bir ahşabın yankısı ile dökülen kelimeleri de sırtına alarak uzaklara taşımıştı. Kadın nefes almadan konuşuyor bazen ıhlayarak "Yalan mı yani?" diyordu.
Diğeri ise, siyah gözlerini dalga dalga dürülerek sahile doğru coşan sulara dikmiş sessizce dinliyordu. Aslında dinliyor görünüyordu
Kadın konuşmasına ara verdi ve elinde ki çay bardağından bir yudum içti.
"Uyuyor mu?" diye sordu.
Şakalarının üstün de çizgi çizgi ortaya çıkmaya başlayan beyazlar, gür ve dalgalı saçlarına sır taşıyan ak kanatlı küçük bir kuşun gölgesi gibi yayılan başını, dolgun çehreye çevirdi.
"Evet uyuyor, yemek yedikten sonra ilacını içince uyuyabiliyor."
"Ablanla görüştünüz mü hiç?"
Önce yaşlı kadına dik dik baktı, sonra bakışlarını önünde ki bardağa çevirdi
"Evet üç gün önce görüştük."
"Bir şey söylemedi mi peki?"
"Hayır."
"E, ne zaman alacak kızı? Bekleyecek miyiz daha..."
Kaşlarını çatarak şişman ve sarkık yanağını dolgun ve kalın parmağıyla kaşıdı sonra,
"Üff..." diyerek çay bardağını küçük altlığa hızlıca bıraktı.
"Geleli henüz ne kadar oldu ki? Şirketin sahipleriyle yeni tanışmışlar, orası yeni bir hastane, ha deyince olmuyor demek ki"
"İstese hemen alır, parası ile değil mi?"
"Yeni bir hastane diyorum anlamadınız galiba."
"İnsan biraz çabuk davranır canım... Oğlumun çiçeği soluyor gözümüzün önünde."
"Niye böyle konuşuyorsunuz ki? Bir yıldan fazla yanında kaldı ya..."
Kadın çizgilerle dolu yaşlı ve şişkin yanaklarında artan kırmızılığın farkında değildi, sesini biraz daha yükseltip,
"Senin zorunlu götürdü, hem... Hem kazadan sonra niye gelmedi? Gelmeyi bırak bizi aramadı bile. Annesinin cenazesine gelmeyen kardeşinin cenazelerine gelir miydi? Gelmedi..."
"Ablamı ve kızımın durumunu bundan sonra sizinle konuşmak istemiyorum."
Yanaklarını yine doldurup sesini biraz daha yükselttikten sonra,
"O kız benim torunum."
"Sizin torununuz ama, siz ne yaptınız peki onun için?"
Şişman ve yaşlı kadın ters ters baktı ve,
"Sen bize gelin geldiğinden beri böyle ters ters konuşuyorsun Zeliha. Annenin hatırı olmasaydı oğlum yüzüne bile bakmazdı ama... Neyse."
Zeliha'nın beyaz yüzü kızardıktan sonra hemen kararmıştı, öfkesini tutmaya çalıştı. Söylemek istediklerini haykırarak kadının yüzüne söylemek istiyordu, kalktı ve mutfağa girdi. Annesinin hatırı olmasaymış oğlu yüzüne bakmazmış. Ölen oğlunun arkasından bile yalan söylemekten çekinmiyor diye geçirdi içinden.
İzmir'den eve döndüğü zamanlar, intihar etmeyi tekrar kafasına koyduğu zamanlar bu kadın evlerinden çıkmıyordu hiç ve annesine sürekli,
"Fatma Hanım bu kızı evlendir." Diyordu.
"Annemin hatırıymış... Batsın onun hatırı. Soran mı var onu şimdi? Dediğim dedik Fatma Hoca nerede hani? Unutuldu gitti." diye mırıldandı.
Yüzünü buruşturarak,
"Batsın onun hatırı, ablamın da benim de hayatımıza zehirli hatıralar bırakıp gitti. Ne kendi gördü sefa ne de bize eyledi vefa..." dedi, yine kendi kendine.
Balkon da oturan kadına, doğru gitti, yarı kapalı göz kapaklarını ovuşturarak Zeliha'ya bakan kadın, "Ne dedin? Duyamadım" dedi.
"Duymadınız mı? O zaman tekrar edeyim." Ve yaşlı kadının önünde durdu, sakin bir ses tonu ile,
"Ben de size isteyerek gelmemiştim. Oğlunuza sağlığında bunu söyledim zaten. Şimdi de size söylüyorum, ben artık adı bile unutulan annemin zorlaması ile evlendim. Oğlunuzu asla, hiç sevmedim. Sizi de..."
Hiddetle ayağa kalkan kadın, geniş ve iri göğüslerini iten kollarını açarak salladı ve önce mutfak sonra koridora doğru yürüdü.
"Bundan sonra senin yüzünü şeytan görsün, ne halin varsa gör. Semtine bile uğramam artık." diyerek elini kapıya uzattı.
"Buna çok memnun olurum, görüşmeyelim artık kayınvalide ciğim."
Kadın kapıyı hızla çektiğin de Zeliha'nın sözlerini duymuştu ve kapı şiddetle çarptı.
Zeliha balkonun hemen ötesinde akıp giden maviliğe bakışlarını çevirdi ve,
"Umuyorum, inşallah yaptıklarına şimdi pişmansındır anne..."
"a...an.. ne."
"Ceylan..." , "Kızım, bir tanem."
Kızın yattığı odaya koştu.
Başını kaldırmak istiyor ama yapamıyordu. Zeliha'ya doğru kolunu, zorlanarak uzattı. Yaşlar yanaklarına süzülüp çenesine doğru inmeye başladı.
"Buradayım kızım, buradayım bak geldim."
Yatağın kenarına çöktü. Yanaklarını sildi kızının.
"Ağlama güzel kızım, ağlama ne olur."
Ona zorlanarak uzattığı ellerini sıkıca tuttu.
"a...an.. ne" dedi kız tekrar, dudakları titreyerek.
Balkon da oturdular bir süre, Ceylan'a çayını, soğuk su koyarak ılıştırıp içirdi. Onu tekerlekli sandalyeye oturturken iyice zorlanıyordu. Kaza olduğunda, kızı on altı yaşlarındaydı. Ceylan henüz doğduğun da annesinin ölüm haberi gelmişti hastaneye. Bebeğinin kapalı gözlerine ve kırmızı yüzüne bakarak,
"Sana onun yaptığı gibi yapmayacağım, sen sevdiğinin elini ömrünün sonuna kadar tutacaksın güzel Ceylan'ım" diye mırıldanmıştı.
Kızına baktı, gözleri nemlenmişti çabucak. Onun için henüz sevgiyi, aşkı bulma fırsatı olmamıştı. O kara zindan gibi kara gün, üstlerine çöktüğü zamana kadar Ceylan lisede okuyordu. Güzel ve büyük hedefleri vardı, üniversite bitince teyzesinin yanına gitmekti en büyük isteği. Hele onun gibi doktor olabilirse o kadar mutlu olacaktı ki...
Abisi ile aralarında iki yaş vardı, oğlu kaza olduğun da liseyi bitirmiş üniversite imtihanına hazırlanıyordu. Kendi gibi çocukların ikisi de uzun boyluydu.
Basketbol oynamayı çok seviyordu hem abisi hem Ceylan. İkisi de okul takımındaydı. Bazen görev yaptığı üniversiteye yanına gelir, orada ki takımla antrenman yaparlardı.
Ceylan bir akşam yanına uzanıp,
"Anne erkek öğrenciler bana uzaktan bakıp gülüşüyorlar." Demişti. O da kızının yanaklarını okşayıp,
"Kızımın güzelliğine hayran olduklarındandır yavrum." Diye cevap vermişti.
Ceylan, "Ama ben sıkılıyorum onların o hallerine." Deyince,
"Karşına seni gördüğün de yanakları kızaran bir delikanlı çıkınca o sıkıntın geçecek Ceylan'ım" diyerek kızına bakmıştı, gözlerinde ki yaşları saklamaya çalışarak.
"Anne niye ağlıyorsun?" diye sormuştu kız.
"Hiç kızım, hiç seni mutlu görmek istiyorum da ondandır belki." demişti
Kazanın olduğu gün fakülte de ders programı çok yoğundu ve derslerden sonra da dekanlıkta toplantıya katılacaktı. Oğlu aradığın da "Benim gelmem mümkün değil oğlum." Demişti.
Oğlu, babası ile araların da bulunan soğukluğun bitmesini istiyordu. Güneyde ki kaleye bunun için gitmeyi planlamıştı. Ailece bir arada olma fikrini hep ortaya atardı.
Oğlundan sonra Ceylan, ondan sonra da eşi aramıştı. Onlara da gelemeyeceğini söylemişti. Kocası her zaman ki gibi yine kızıp söylenmiş, sonunda da
"Benimle birlikte hiçbir yere gitmiyorsun." diyerek cevap vermesini beklemeden telefonu kapatmıştı.
Bu yüzden defalarca münakaşa ve kavga etmişlerdi. Bir de rüyalarından sıçrayıp o ismi haykırarak uyandığı için.
Evliliklerinin ikinci ayından bu yana hep böyle olmuştu.
Çocuklar büyüdükten sonra bu geçimsizlik, soğukluğa evrilmişti. Ayrılmak için ikisi de avukatlarla görüşmüş ama oğlu ve kızı bu niyetlerini hep geri çektirmişti.
O küçük mutluluğunu, oğlu, kızı ve öğrencileri ile yaşamaya alışmıştı.
Üçü de o gün onsuz gitti, telefon da Ceylan'a ve oğluna birkaç defa
"Gitmeseniz olmaz mı?" demişti ama oğlu ısrar edince susmuştu.
Olacaklar asla aklına gelmese de bir korku olmuştu için de niye neden korktuğunu anlayamamıştı zaten.
Dekanlıkta ki toplantıdan sonra gelen haber,
"Küçük bir kaza olmuş." olmasına rağmen korkusu arttıkça bedenin de dolaşan tüm kanın kafasına hücum ettiğini fark etmişti.
Kaza yerine doktor olan bir arkadaşıyla ulaştığın da ise yeryüzü, ayaklarının altından çekilip boşluğa düştüğünü zannetmişti.
Her yerde beyaz bir duman görmüş, Ceylan'ı ambulansa getirenleri görünce de çırpınıp durmuştu
Kaleyi gezip, akşam üzeri geri dönerken, hatalı solama yaparak yan tarafta ki kayalıklara çarpan bir araç yüzünden, kocasının kullandığı araba karşıdan gelen kamyonla kafa kafaya çarpışmışlardı. Ona daha sonra söylediklerine göre diğer araçlarda da ölü ve yaralı olmuştu.
Oğlu ve kocası oracıkta ölmüş, arka koltukta bulunan Ceylan sıkışmış ve başını kapıya çarparak ağır yaralı halde araçtan çıkarılmıştı.
Küçük kızı günlerce komada yatmış, zor tedavi süreçlerinden geçerek Almanya'ya ablasının yanına, onun çalıştığı hastaneye gitmişlerdi. Orada geçirdiği birçok ameliyattan sonra şimdi ki durumuna gelmişti.
Bazı kelimeleri zorla heceleyerek çıkarsa da konuşamıyor, ama söylenenleri anlıyordu.
Omur kırıkları nedeniyle de yürüyemiyor bazı hareketleri kısıtlı ve zorlanarak yapabiliyordu.
Zeliha, üniversitede ki işinden ayrılıp emekliliğini istemişti, kazadan sonra kızının ona her an ihtiyacı vardı.
Ceylan şimdiler de yirmisindeydi...
Kızına nemli gözlerini çevirip tekrar baktı,
"Güzel yavrum iki gün sonra doğum günün." Dedi yavaşça ve kıza uzanıp elini tuttu.
Ceylan kırmızılaşmaya başlayan yanaklarına tebessüm oturtmaya çalışıyordu.
Artık akşam olmuştu, gri renkten siyaha dönen havanın, şehrin üzerinde ki büyük uğultuyu yutmasını dinlediler...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top