Sahte asalet nefesine kapılayım deme...
Bahçede ki büyük platform sökülüyordu, alan boşalmış herkes gitmiş ve sağlık merkezi önceki günün haline dönüp sessizliğe bürünmüştü.
Ilık, titrek bir rüzgâr yukarılardan, ormanların içinden akarak gelmiş, bahçeye yayılıp renkli çiçeklerin güzel minik yapraklarına ellerini değerek dalgalanıyor ve bilinmeyen uzaklara doğru yumuşak bir tüy gibi uçuşuyordu.
Kısa bir süre önce bahçede ki kalabalığın şen kahkahaları ile sohbetleri ve gerdanlarını kırıp etrafı seyretmeleri, misafirlerin kendilerinden önce gelenlerle bağrışarak gülüşmeleri, şirket ya da Ali Hakan hakkında ileri geri konuşmaları ile bazılarının ilk defa gördükleri adamın her hareketini izlemeleri artık hayal olarak geride kalmış, yavaşça sönen fitilli lambanın ışığı gibi sönüp gitmişti.
Böyle kalabalıkların önünde durmaya alışık değildi, aralarında olmaya da alışık değildi. Sanki yüzlerce binlerce bakışın kontrolü altında tutulduğunu hissedip huzursuz oluyordu. Sadece işini yaparken aldırış etmezdi buna. Geçmişi anlatırken tarihin yüzlerce yıl öncesinde uzaklarda kalan unutulmuş hayat ve olaylarını anlatırken kendine bakarak dinleyenlerden rahatsız olmuyordu.
Selma'nın dediği her şeyi yaptı, programın her adımını uyguladı. Bakanlarla basın toplantısı, davetlilere konuşma, şirketin geçmişi hakkında bilgi verme, gelenlerle tek tek ilgilenme, Profesör Hayes ile televizyon söyleşisi dahil hepsini yaptı.
Oturduğu sandalyenin yanında ayakta bekleyen kıza yan gözle bakmaya başladı, yorgun ve mutlu görünüyordu, orada platformu söken adamları ve yaptıkları işi izliyordu.
Bülent profesörle birlikte İstanbul'a uçmuşlardı, Selma'ya Ceylan'ı sormak istedi sonra vazgeçti.
Hayes, "Üç ila altı ay arasında fizik ve kondisyonunu toparlarsa sizinle birlikte her yere gidecek" demişti ve adam Zeliha'nın elinin üstüne elini koyup Türkçe
"Ceylan yürüyecek" diyerek gülmüştü.
Düşündüklerine içinden, "İnşallah" diyerek cevap verdi.
Tekrar Selma'ya baktı, kız ona tebessüm ediyordu.
"Daldın gittin amca"
Genç kızın omzunda duran elini tutup yanında ki sandalyeye oturmasını işaret etti
"Kızım!" dedi önce yavaşça, sonra beyaz ve gri rengin çoğaldığı saçlarını kulağının arkasına iterek topladı.
"Biliyor musun güzel kızım, baban ve ben askerden gelince geleceğimizi planlayacak hiçbir şey düşünmemiştik. O zamanlar günümüzü kurtaracak şekilde çalışıyorduk. İnsanların gazete kağıdından yapılmış bir külahta yüz gram çay almak için bekledikleri kuyruklar bitmişti ama endişe ve korku devam ediyordu. Bakkallara çuval çuval şeker gelmeye başlamıştı fakat huzur ve güven henüz görünmüyordu."
Dikkatle dinleyen kıza tebessüm edip rüzgârın dağıttığı saçını yine geriye itti.
"Burada ki kalabalığın arasında iken o günler geldi aklıma, insanların alaycı ve sorgulayıcı bakışları beni korkuttu kızım."
"Baksınlar amca insanların ne diyeceği umurunda olmasın."
"O bakışların birçoğunu tanıyorum Selma. Ben o bakışlara gülümseyerek karşılık veremiyorum kızım. Sen üzüleceksin diye terk edemedim."
"Niye böyle düşünüyorsun ki?"
"Bizim gençliğimiz zordu Selma, baban ve benim... Zor geçti çok. Ören yerlerinde ağaçların altında geceyi geçirdiğimiz o günler düştü gözlerimin önüne. Şimdi elimizde olan imkanlar nedeniyle üst perdeden ne konuşabilir ne de hareket edemem kızım ne baban ne de ben bunu yapamayız."
"Amca..." diyerek adamın omzuna kolunu attı.
Ali Hakan, "Ben... ben" dedi.
Bakışlarını ellerine çevirdi, sonra bahçeye bakmaya başladı.
"Ben hayatımda üç güzel kadına sahip oldum, annem haricinde. Üçünün de sevgisi yüreğimde bir mıh gibi çakılı, kimse sökmeye güç yetiremez. Sevdamı ve gönlümü ellerine verdiğim kadın, onsuz geçen uzun yıllardan sonra artık yanımda. Diğeri, hayatımın her yerinde vardı, hiç ayrılmadım ondan, ayrılamazdım. Onun sevgisi ne yar sevgisine ne de arkadaş, kardeş sevgisine hiç benzemedi. Hani insan bazen nefes alamaz bunalır ya!.. Onu özlediğim zaman hep nefessiz kaldım Selma. Sonra ise hayatımın son kadını, son ve en sevgilisi, en tatlısı geldi..."
Boğazı düğümlendi, yutkunup Selma'ya uzandı saçlarını öptü.
"Babası onu kucağıma bıraktığın da sevgisi kalbimi kor gibi yakmaya başlayan ve el kadar olan, avuçlarımın arasında kaybolan minik yavrum, Selma'm."
Selma," Amca..." diye fısıldadı yine.
"Sahip olduklarımızın içinde en değerli olan sizsiniz kızım. Benim övünecek tek varlığım sizsiniz, bunu da başka insanların bilmesine gerek yok. Sana ölmeden önce tek vasiyetim var güzel kızım."
Kız yorgun ve nemli gözlerini adama dikmiş dinliyordu,
"Sakın o kalabalıkların süsüne ve sahte asalet nefesine kapılmayım deme. Elin de tuttuklarına sıkıca sarıl, sahip çık. Sevdiklerini sakın ha bırakma. Hiç merak etme gerisi kolay. Biliyorum sen çok çalışıyorsun, birçok şeyi öğrendin, gözüm asla arkada kalmayacak ve bizim için yaptığın her şeye teşekkür ediyorum kızım."
"Amcacığım..." dedi, sesi titremiş ve ayağa kalkan adamın koluna girmişti.
"Ben hepinizi, hepinizden çok seviyorum amca." diyerek Ali Hakan'ın sıkıca tuttuğu koluna kendini yasladı ve üzerlerine doğru akıp gelen gecenin ilk siyahına yürüdüler.
Uzun ve geniş camın önünde içeride yüzüstü yatan kızını izliyordu Ceylan baygındı ve uyuyordu. Sırtı, beyaz teni beline kadar açıktı, sırtının tam ortasına yukarıdan aşağıya doğru beyaz ve enli bir bant yapıştırılmış, kenarlarından taşan tentürdiyodun rengi bantın çevresini sarmıştı.
Nefes alıp verdikçe sırtı inip kalkıyor, başı sağ yanağının üstüne dönüktü. Saçının bir miktar uzamış olduğunu, ensesine doğru dolgulu bir tutam oluştuğunu fark etti. Güzel yüzü kireç gibi beyaz ve solgundu. Birkaç yıl içinde ne çok ameliyat geçirmişti güzel kızı," Bu son değil mi anne" demişti ameliyathaneye giderken o gün.
Konuşuyordu Ceylan'ı, ablasının dediğine göre artık yürüyecekti de. Beş saate yakın beklemişti ve ablasıyla profesörü izlemişti camın ardından. Yanında bekleyen Ayşe Hemşireyi Ali Hakan bir ara gelip götürmüştü," Çok yoruldun hadi yatman gerekiyor" demişti. Sonra o da yanında beklemiş, Selma program için yanına geldiğin de gitmişti.
Beyaz uzun kıyafetler giymiş hemşirelere baktı, biri sürekli Ceylan'ın başındaydı ve kutu gibi iki cihazın ekranını takip ederken diğeri kızın elinin üstünde ki sondanın ucunda takılı olan minik tüpe şırınga ile ilaç zerk ediyordu.
Ceylan'ı ameliyathaneden çıkardıkların da hemen koridora çıkıp ablasına koşmuştu. Ablası da Doktor Hayes'te mutlu görünüyor ona gülümsüyorlardı.
İkisi de Ceylan'ın yürüyecek deyince şimdi ki gibi ağlamıştı.
"Ali..." diye fısıldadı kendine.
O yanındaydı ve her şey değişivermişti. Bir el hem onun hem Ceylan'ın hatta ablasının da hayatını ters yüz etmişti. Bir anda ummadıkları olmuştu adeta. Mutluluğu anlatan bir hikâyenin içine girmişlerdi hepsi.
"Bana gözleriyle dokunduğun da bir perde kalkıyor ve keskin kuvvetli beyaz bir ışığın altına giriyorum sanki..." diye düşündü.
Yıllar geçse de bu değişmemişti...
Sırtına bir el dokundu, oydu onun eliydi, sıcaklığından tanıyordu artık,
" Ali" dedi yavaşça sonra ona doğru döndü.
Adam iki eliyle yanaklarına uzanıp gözyaşlarını sildi ve kendine çekerek kollarıyla sıkıca sarıldı. Başını yasladığı göğüs hızla çarpıyordu.
"Ağlama Zeliha, Ceylan iyileşecek ve yürüyecek. Üzme kendini artık." dedi usulca.
Onu kaç saat olmuş görememişti şimdi nefesini duydu, ardından kokusunu da...
Ali Hakan'ın yüzüne hüzünle bakıp," Ali... teşekkür ederim" sonra,
" Size ne diyeceğimi bilmiyorum, siz olmasaydınız." Sustu ve yutkundu, başını adama tekrar yaslayıp" Siz..." diye fısıldadı bedeni sarsılarak ağladı. Ali'nin bedenine kollarını sardı.
Kapının önünde bekleyen genç kızı fark edince hıçkırarak sesli ağlamaya başladı.
Titreyen bir sesle" Selma..." dedi.
Selma Zeliha'ya yaklaşıp elini yanağına koyun koydu ve,
"Sana minnettarım abla"
Gülümseyerek yüzünü kadına yaklaştırdı,
"Onu bu kadar çok sevdiğin için..."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top