O hemşire abla sizdiniz değil mi?


"İşte böyle Selma ... Sebebi bu ."

Başını eğerek kenetlediği ellerine bakan kızın, omzuna dokundu hafifçe sonra uzun ve geniş koltuğa sırtını yaslayıp derin derin nefes aldı.

Genç kız gülümsemek istese de yüzüne yayılmadı sevincinin belirtisi. Sevinmişti, çok sevinmişti, amcasının sevdiği kadına kavuşması o kadar yakındı ki...

Ne kadar çok istemişti Zeliha'yı arayıp bulmayı. Ninesi hemen şimdi dese, Zeliha ve kızını alıp getirirdi.

Kalbi sıkılır gibi oldu, bir sızı, küçük bir ağrı, sonra da bir uğultu...

Ayşe hemşireye kederle baktı. Amcası olumsuz bir tavır takınırsa ne yapacaktı? Ninesinin çevresinde ki gölgeyi fark edince, onun da böyle bir şeyden endişelendiğini tahmin ederek, ama o gece... Serap'ın anlattığı her şeyi, dinlediği gece; suçun kendinde olduğunu söylediğini, "Gururum" dediğini düşündü.

O sabah gururunu yenmeliydin amca dedi içinden. Bir erkek yapacağı ya da yapmak istediği herhangi bir şeye, özgürce ve kendi başına istediği gibi karar verebiliyordu. Peki o kızın için de bulunduğu durumu hiç düşünmedin mi amca? Annesinin söylediklerinin Zeliha için ne kadar değeri vardı sordun mu amca? Sormadın, onu dinlemek aklından niye geçmedi amca?

Sorular kafasın da çoğaldıkça ve sordukça Ali Hakan'a kızmaya başlıyordu...

"Sen onun aşkla yanıp kavrulan kalbini yıkıp attığın yetmezmiş gibi bir de kızcağız zorla evlendirilmiş. Şimdi gururum diyerek işin içinden çıkamazsın amca. Bana istediğin kadar kız ama Zeliha'ya kızamazsın"

Sanki Ali Hakan karşısında ve onunla konuşuyordu. Ardından,

"Kızarsan kız.. İnsan sevdasına sahip çıkmalı." diye mırıldandı.

Ayşe hemşirenin şaşkınlıkla bakan gözleri ile karşılaşınca tebessüm etti.

"Yavrucuğum sen ne zamandır kendi kendine konuşuyorsun?"

"Ne zamandır mı?" , "Haa..." dedikten sonra alaycı bir ses tonuyla,

"Oğlunun gururunu öğrendikten sonra." diyerek kaşlarını çattı.

"Yapma Selma, öyle konuşma kızım."

"İyi de nineciğim yazık değil miydi Zeliha'ya? Annesinin söylediği tek kelime ile sen sevdiğini de sevdanı da bırak gel, olacak iş mi?"

"Güzel kızım bir erkeğin bakış açısı ile bir kadının bakış açısı farklıdır. Aşk o farklılığın içinde bütün pürüzleri giderdiğinden dolayı anlam kazanır. Genç bir delikanlı için gururu en büyük erdemidir. Bunu kibirle karıştırmamak lazım, kibir kendini, kendin istediğin için yüceltmeye çalışmaktır ama gurur, erkeğin taviz vermeden elinde tuttuğu bir alazın korudur. Akıllı bir erkek gururunu ortaya koyarken haksızlık yaptıysa, zaten er geç pişmanlığını dile getirir. Gurur yüzünden ne savaşlar başlamış ne civan yiğitler canını feda etmiş ne ocaklar sönmüş ne sevdalar yitip gitmiş anlat anlat bitmez, yazmaya kalksak ciltlere sığmaz kızım. Amcan geç de olsa haksızlık yaptığını ve pişmanlığını dillendirdi yavrucuğum."

Selma'nın bakışları nemli, suç işleyen küçük bir kızın buruk üzüntü ifadesi yüzünü sarmıştı.

"Amcamı çok seviyorum nine, onun hata yapmaması gerektiğine inandığım için öyle düşündüm işte. Ama artık Zeliha'yı da sevmeye başladım." kız sustu.

"Sen de haksız değilsin be güzel kızım. İnsan, sevdiği insanın, kendi sevdiğine haksızlık yapmasına da dayanamaz."

Selma kadının kalın çizgilerin oturduğu yüzüne baktı,

"Ne yapacağız şimdi?" diye sordu.

"Her şeyi sırayla yapmalıyız Selma."

"Artık ödül zamanı ninecim. Sıralı da olsa, sırasız da olsa ödül zamanı."

"Ne ödülü kızım, anlamadım?"

"Hayatın ödülü nine, kaderin ödülü. Zeliha ve amcamın ödülleri." diyerek güldü.

"Masasının üstünde, evde ki masanın üstünde çerçeve içinde ki yazı..." dedi ve Ayşe hemşirenin durgun ama merakla bakan gözlerine yaklaştırdı kendini.

"Izdırap ve mücadele ile geçen hayat, benden hep bedel istedi. Gençliğimde de şimdiye kadar geçen sürede de gözümü kırpmadan o bedelleri ödedim. Artık ödediğim bedellerin bana verilmeyen ödüllerine ihtiyacım da isteğim de yok..."

Yaşlı kadın yazıyı tekrar okumuş gibi hatırladı,

"Evet Selma, o yazıyı kendi yazmıştı. Kederini, talihsizliğini anlattığı yazı. Hep gözünün önünde tuttu onu. Herhalde, yıllardır her sabah uyandığında, önce o yazıyı okuyordu..."

"Hem bedel ödeyeceksin hem de ödül istemeyeceksin olur mu nine? Hadi amcam istemiyor, peki Zeliha'nın ödediği bedeller ne olacak? Ödül almaya hakkı yok mu onun?"

"Var güzel yavrum var, olmaz mı? Hem de en büyük ödülü, o hak ediyor."

Selma uzanıp kadının yanağını öptü ve

"Hadi o zaman..." dedi.


Elini, usulca uzun camların önünde ki büyük ve geniş saksılar da duran güzel renkli çiçeklerin yapraklarına sürdü. Parmakları ile okşadı. Pencere yeşil ve uzun boylu iri çam ağaçlarının doldurduğu tepelere bakıyordu sonra döndü, duvarlar da çerçevelerin içinde ki belgelere sırayla baktı. Selma ile göz göze gelince,

"Tıp dünyasının en önemli ve en değerli belgeleri." dedi.

Ayşe hemşire koltuğa, kapı açılmadan önce oturmuştu. İçeriye giren kadına baktı.

Saliha önce "Ayşe abla..." dedi, sonra yanına oturup elini tuttu.

"Sizi ayakta görmek beni çok mutlu etti." dedikten sonra da bakışını Selma'ya çevirdi.

"Kusura bakmayın biraz geciktim, madam Werner'in kızı ile görüşüyordum. Annesini hafta sonu taburcu edeceğim de."

"Sizi beklerken biz de ninemle dedikodu yaptık biraz doktor abla."

Saliha tekrar Ayşe hemşireye döndü. Mutlu bir şekilde gülümseyerek,

"Ayşe ablamı güzelce muayene edelim bakalım durumu nasıl?"

Ayşe hemşire de kadına gülümsedikten sonra,

"Ben iyiyim kızım, muayeneyi sonra yaparsın. Sana soracaklarını var." dedi yavaşça.

"Ben gerçekten iyiyim, çok iyiyim. Yalnız burası hariç." diyerek elini sinesine götürdü. Saliha'ya dikkatle baktı.

"Gönlümün dermanı sende, eğer kardeşin o ise, ölsem de gam yemem."

"Evet abla kardeşimin adı Zeliha, siz o gün kendinizden geçmeden önce söylemiştiniz."

"Kardeşin üniversiteyi İzmir'de okudu değil mi? Kız yurdunda kaldı."

Saliha, Selma ve yaşlı kadına şaşkınlıkla bakarak

"Evet orada bir yıl kaldı, sonra yatay geçişle..." sustu.

Ayşe hemşirenin yanaklarından süzülen yaşlara hüzünle baktı.

"Zeliha'yı tanıyor musunuz?" diye sordu.

Yaşlı kadın yılların verdiği yorgunluğun altında ki yüzünü eğerek ağladı. Saliha elini kadının elinin üstüne koyarak,

"Abla ne olur beni de ağlatmayın, Zeliha'yı nereden tanıyorsunuz? Sizi böyle ağlatacak ne yaptı?"

Ayşe hemşire bir müddet sessizce durdu. Saliha şefkatle bakıyordu.

"Ayşe abla yoksa..." boğazı gibi, söyledikleri de düğüm düğüm oldu sanki.

"Abla o, hemşire abla sizdiniz değil mi?"

Yaşlı kadın tekrar ağırlamaya başladı. Saliha'nın yüzü kireç gibi olmuştu. Elleri titriyor, kelimeleri yan yana zorla koyup konuşuyordu. Selma'ya baktı... Soran gözlerle.

Titreyen ellerini tekrar uzattı Ayşe hemşireye,

"Yüksel amcanın... Doktor amcanın İzmir'de aradığı hemşire sizdiniz Ayşe abla?"

Ayşe hemşire başını salladı sonra da hıçkırdı...

Saliha bu kez, "Hakan Bey..." dedi hızla. Düşündü ve susmuştu. Selma ile göz göze gelince, genç kız onaylarcasına başını salladı.

Saliha kesik kesik soluklandıktan sonra "Ali Hakan..." dedi.

Gözlerinden yaşlar iniverdi çenesine doğru.

"Zeliha'nın uğruna ölmek istediği delikanlı. Onsuz yaşayamam ben abla dediği insan. Günlerce Ali diye sayıkladı, sizi sayıkladı durdu Ayşe abla. Günlerce abla... Günlerce."

Saliha da katıla katıla ağlamaya başladı. Selma ikisini de nemli gözlerle ve hüzünle izliyordu. Sonra Ayşe hemşire kadını, kendine çekip sarıldı. Göğsüne yasladı.

Yağmur başlamış, dışarıda pencerenin camlarına vuran tıkırtılar odanın içine üşüşüverdi. Ağlayan iki kadının üstüne... Bir yerlerden keskin toprak kokusu sinmeye başladı. Terebentin kokusu da sarıverdi her yeri, çam terebenti...

Selma en dipte ki açık pencereyi kapatıp, yağmur seyretti bir süre.

Ayşe hemşire, Saliha'nın önce omuzlarını tuttu ve kadının yüzünü yanaklarını sildi.

"Hadi kızım ağlama artık. Toparlanalım biraz. Hayat, hayat güzel şeylere de kapı aralıyor..." diyerek sustu, bekledi ve,

"Hayat, dolambaçlı ve kıvrım kıvrım yollarla sarılmış bir varyant gibidir. Aniden bir bakarsın ki her yanı güzel kokulu ağaçlarla sarmalanmış dümdüz ince bir yol uzanır önümüze. Anlayamaz insan... Onlar birbirini o kadar çok sevmişlerdir ki, hayret ederdiniz. O zamanlar olmadı ama bak inşallah artık kavuşacaklar. İkisi de bunu bilmiyor. Kader önce seni bize yolladı, şimdi de onları bir araya getirecek ve bunun olması için sana çok iş düşüyor akıllı kızım."

Kendini hüzün ve huzur içinde dinleyen Saliha'nın çenesini tutup, çehresine dikkatlice baktı.

"Hep ben bu kızı bir yerden tanıyorum, kime benziyor diyordum." dedi ve kadına tekrar sarıldı.

"Ben gidip biraz dinleneyim." diyerek ayağa kalktı. Selma ve Saliha da kalktı, Saliha'ya tekrar şefkatle bakarak elini yanağına koydu.

"Zeliha'ma ne kadar benziyorsun." Dedikten sonra yürüdü.

Selma da Saliha da kadının kapıdan çıkışını kederle izledi.

Saliha, "Ayşe hemşire..." sonra ise "Aşağı abla." dedi yavaşça.

Selma nemli gözlerini yağmura doğru çevirip hicranla,

"Evet doktor abla, kardeşiniz Zeliha'yı annenizden daha çok seven kadın..."

Doktor Saliha'nın yanağı üstüne düşerek kısa bir an orada kalan minik damla, önce titredi sonra da yana doğru kayıp gitti...


Elinde ki kitabı, gözleri kapalı yatan yaşlı adamın başında okuyordu.

"Uyumamış." diye geçirdi içinden.

Yatırdığı yerde yoktu, amcasının yanına gitmiş olabilir diye düşünüp girmişti odaya.

Bülent pencerenin yanında oturmuş Ali Hakan'ı dinliyordu. Gidip karşısına oturdu. Sırayla iki adama baktı,

"Bunlar gerçekten kardeş olsa, herhalde birbirine bu kadar bağlı olmazdı. Kan bağı olmadan ikisi de birbirini ne kadar çok seviyor. Beni de Selma'yı da kendilerine benzettiler. Bunu yıllar sonra anladım, ne olursa olsun aralarında bir mutluluk bağı var sanki. O mutluluğun içine, kaç zamandır beni de alıp sardılar ama isimlendiremediğim bu bağ ne kadar esas ne kadar hakiki. Çok derinlerde ve içlerinde. Üçü de birbirinin kıymetlisi, üçü de bana kıymetlimizsin diye sarılıyor."

Gözleri nemlendi, aklından şimdi kızacak diye geçirdi. Kendini ağlamamak için tuttu. Sonra,

"Allah'ım onların aralarında ki sevgiyi kuvvetlendir, hiç kopmasın. Zeliha'mı da aralarına al ne olursun ya Rabbi..."

"Abla..." Ali Hakan kitabı kapatmış ona bakıyordu.

"Efendim..."

"Abla hayırdır, nerde gezip duruyorsun?"

"Buradayım oğlum, a, ah nerede olacağım."

"Kaç kez abla dedim, başka yerlerdesin. Ne geldi aklına?" ve

"Doktor Hanım ne dedi?" diyerek kadına yaklaştı.

"İyi olduğumu söyledi yakışıklım. Kalbin sapa sağlam dedi." Tebessüm etti.

Acaba Zeliha'yı şimdi söylese miydi? Söylese acaba ne olurdu? Ya kızıp gidecekti ya da şaşırarak gülümseyecekti. Şimdi söylemese ne olurdu?

Sonradan öğrenecekti ya... Ondan habersiz böyle bir şey yaptıkları için üçüne de kızıp kırılabilirdi. Zeliha'yı değil de kızını söylemek daha isabetli olacak galiba dedi kendi kendine. Buraya gelince nasıl olsa birbirini görecekler dedi yine ve güldü...

"Abla..."

"Hı..."," Efendim Ali."

"Abla şimdi de kendi kendine gülüyorsun."

"Öyle gülerim ben bazen, bilmiyor musun?"

"Hayır bilmiyorum abla, ilk defa görüyorum."

"Aman oğlum, aklıma bir şey geldi de ona güldüm."

"Beraber balık yemeğe gideceğiz Selma'da sen de hazırlanın istersen. Biraderimin karnı çok açmış, ne zamandır zahmetsiz balık yemedik, unuttuk nerdeyse."

"A... Ama bu akşam olmaz ki oğlum."

Ali Hakan önce güldü, sonra

"Neden? Bu akşam randevun mu var?" dedi.

"Var tabii oğlum. Bu akşam Selma ve Saliha Hanım ile beraber yemek yiyecektik."

"Ha, kız kıza takılacaksınız yani."

"Öyle değil Ali, düşündüğün gibi değil."

Yaşlı kadının yanakları kızarmıştı. Ali Hakan dikkatle bakarak,

"Hayırdır abla?" diye sordu.

"Saliha'nın..." sustu ve adamın gözlerinin içine baktı.

"Saliha kızımın ciddi bir sıkıntısı var."

Ali Hakan yaşlı kadının yanına yaklaşıp, kolunu omzuna atarak sardı.

"Ne oldu abla? Hadi söyle bana da."

"Tekerlekli sandalyeye bağımlı bir yeğeni varmış. Kız, genç bir kız. Ben de tesadüfen öğrendim. Kadıncağız kimseye söyleyemiyor oğlum. Ameliyat olması gerekiyormuş."

Ali Hakan kaşlarını büzerek hüzünle baktı,

"Selma'ya söyle abla, çocuğu hemen buraya getirtsin." durdu, sonra ise

"Genç kız dedin, küçük değil yani."

"Yirmili yaşlarda. Omur ameliyatı ve beyin ameliyatı da olması gerekiyormuş. Konuşma kabiliyeti yok denecek kadar azmış. Saliha ağlayarak anlattı."

"Ablacığım Saliha Hanım bizim başhekimimiz, onun yeğeni bizim de yeğenimiz sayılır. Lütfen abla, Saliha hanımla hemen konuşun, getirsinler bir an önce ve bunun için sakın üzülmesin."

"Yeğeni neredeymiş İzmir'de mi?"

"Bilmiyoruz Ali, onu konuşacağız işte. Eğer böyle bir şey yapacaksak, kadını minnet altında bırakmadan yapalım diye düşündük Selma ile. Bu akşam beraber yemeğe çıkalım dedik."

"Tamam abla çok iyi düşünmüşsünüz, hemen halledin. Selma ne gerekiyorsa yapsın, eğer gerekliyse ambulans helikopter kiralayın. Daha uzaktaysa hemen şirketi arayıp uçaklardan birinde yer ayırtın. Kızın annesini de babasını da getirin."

Ayşe hemşire, yaş zerrelerinin oturduğu gözlerini saklamaya çalışarak,

"Sadece annesi varmış oğlum." Dedi.

Kim olduğunu bilsen, acaba bana ne söylerdin diye düşündü.

Ali Hakan gülümseyerek Bülent'e bakıp,

"Hadi biraderim biz yemeğimizi yiyelim. Akşam işimiz çok." Dedi.

"Akşam ne yapacaksınız oğlum, yine mi iş var?"

"İş olmadan olmaz abla, sana bakmam lazım." diyerek kadını yanağından öptü.

"Hıh... Bana bakması lazımmış."

"Çalışmamız lazım ablacım, bir iki gün için de Ankara'ya gidip bakan beyi ziyaret etmemiz lazım. Oradan da İstanbul'a geçeceğiz."

"Beni yine yalnız bırakıyorsun değil mi?"

"Kıyamam ben sana." diyerek yaşlı kadının solgun yanaklarını sıvazladı ve isterse onu da götüreceğini söyleyince, Ayşe hemşire,

"Siz gidin oğlum, işlerinizi halledin. Biz de bu kızın sorununu çözelim." dedi.

İki adamın arkasından uzun uzun bakarak,

"Yaratan sizi bahtiyar etsin, korusun yavrularım." durdu, yaşlı adamın uyurken çıkardığı hırıltıyı dinledi bir an. Sonra içeriye giren genç hemşireye gülümsedi.

Odadan çıkarken "Hayırlısı ile Zeliha gelsin. Şimdilik her şey rast gidiyor." diye mırıldandı.


Sesli kahvenin yanında ki restoran da yediler yemeklerini, nezih ve güzel bir yerdi. Bahçeydi orası da ama üstü kapalı, her tarafı açık, kocaman bir salonu andırıyordu.

Sahibi olan adam, Mesut'un önceden yaptığı tembih nedeniyle, misafirleriyle hep kendi ilgilendi. Ayşe hemşire, bu yakın ilgiyi Mesut ve dolayısıyla Ali'nin ayarlamış olacağını düşündü.

Sesli kahveye de girince, Serap'ın onlara el salladığını gördü.

Ayşe hemşire ve Selma'ya sarılan kadın, Saliha'ya bakarak,

"Aradan uzun zaman geçti doktor hanım, muhtemelen hatırlamazsınız. Ben Zeliha'nın yurtta kaldığı dönem oda arkadaşıydım, adım Serap." dedi ve kadına elini uzattı.

Saliha, "Hatırladım Serap Hanım, kardeşimin nikahına geldiğiniz de görüşmüştük. Hiç değişmemişsiniz." diyerek kadının elini sıktı.

Ayşe hemşire onlar konuşurken kahvesini yudumluyor ve şarkı söyleyen genç kızı dikkatle dinliyordu. Bir an Selma ile göz göze geldi.

Selma, "Nine hayırdır, kederli kederli dinliyorsun Gül'ü." diye sordu.

"Evet kızım, onu dinlemeyi özlemişim. Hem dinliyorum hem düşünüyorum."

"Düşündüğünü bize de söyle nine..."

Yaşlı gözlerini, sırayla üçüne bakarak tekrar Gül'e çevirdi. Serap gülümsüyordu, Selma olanları anlatınca çok sevinmişti. Saliha'ya yanaşarak,

"Doktor abla, Zeliha da küçük kızı da burada daha iyi olacak. Ne kadar sevindim bir bilseniz." başını eğdi, sonra da

"Zeliha nihayet Ali'sine kavuşacak. Ali'de Zeliha'sına."

Sonra samimi bir ifadeyle tekrar kadına baktı.

"Hele küçük Ceylan, çok çok iyi olacak." Dedi.

Kadın sessizce dinlemişti Serap'ı, sonra hayranlıkla güzel sesli genç kıza doğru döndü ve "İnşallah Serap Hanım inşallah..." diyerek Ayşe hemşireye baktı.

Ayşe hemşire Selman'ın elini tutarak,

"Amcan ve baban bir hafta kadar burada olmayacak kızım."

"Evet bana da söylediler nine. Önce Ankara sonrada İstanbul'a gidecekler."

"Tamam... Bu bir hafta bize yeterli kızım." ve Saliha ya bakarak,

"Zeliha'yı araman lazım doktor hanım kızım. Bir an önce ara ama. Dikkat et yavrum ağzından herhangi bir şey kaçırma lütfen."

Saliha, "Ama Ayşe abla..." dedi ve hüzünle "Hakan Bey... yani Ali Hakan." Selma'ya da göz ucuyla baktı.

"Ben ona söyledim ve sana çok kızdı..." ve tebessüm etti.

"Ne dedi biliyor musun?"

Serap ve Selma az daha "Ne dedi?" diye sabırsızca soracaklardı.

Saliha sessizce Ayşe hemşireye bakıyordu...

"Saliha Hanım'ın yeğeni bizim de yeğenimizdir abla, sakın kendini üzmesin. Selma'ya söyle hemen kızımızı getirtsin dedi." deyince,

Saliha başını önüne eğdi ve nemlenen gözlerini kadınlardan kaçırdı.

"Zeliha ne kadar doğru bir insanı sevmiş abla." dedi ve ardından toplanan gözyaşları akıverdi. Yutkundu, boğazını yumuşattı, sonra ise,

"Kader insana neler yaşatıyor. Ne ben ne de Zeliha mutlu olamadık. Bir başkası istikameti farklı yöne çevirse de demek ki olması gereken mutlaka oluyormuş." dedi.

"Ben onların saf ve karşılıksız sevgilerine şahit oldum Saliha kızım, işte bu kızcağız da..." diyerek Serap'a baktı ve

"Serap kızım da her gün şahit oldu. Kader belki de o içten, yalansız ve derin sevgileri sebebiyle onları bir kez daha yan yana getirecek inşallah. İkisinin de iki güzel yavrumun da yüzü gülecek."

Serap, elini uzattı ve Doktor Saliha'nın koluna yasladı.

"Kardeşiniz sevdasına sahip çıktı, çok çabaladı, onun kadar yürekli ve cesaretli bir arkadaşım hiç olmadı doktor hanım. Sevdasını dillendirdi, yaşadı, didindi, savaştı ama yenildi. Yenildiği kişi, sevdiği adam değil annenizdi. O gün Ali onu bırakıp gitmeseydi, sanıyorum anneniz yenilecekti. Ancak Ali onu yapamadı, annenizden koparmak istemedi Zeliha'yı. Annenizi tanımıyordu."

"Eğer annemi tanıyor olsaydı, muhakkak yapardı Serap Hanım."

Serap karşıdan yanlarına doğru gelen genç kıza baktı önce, sonra

"Onların aralarında ki sevda çok ender yaşanmıştır. Ben sevginin ihtişamını ve kutsallığını ikisinde görüp öğrendim. Sanki onlar bu aşkı yaşamak için dünyaya gelmişler Saliha Hanım. Belki çok demode oldu ama gerçekten öyleydi. Ali Hakan'ın evlenmemesi bile sevgisinin ebedi oluşunu söylüyor, anlatıyor."

Sonra içini çekti ve sustu. Yanına oturan kızına sarıldı.

Saliha masanın üstün de tuttuğu ellerine bakarak,

"Ah anne... ah!" diye mırıldandı...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top