Merhamet ise, sevgi ile aşk ile yoğurulmuştur...


"Güzel kızım, kızmazsın yaşını soracağım ama istersen söylemeyebilirsin."

Genç kız, Ali Hakan'ın gülümseyen yüzüne baktı, o da gülümsemeye başladı.

"Annem daha çok genç olduğumu söylüyor Ali amca. Yirmi bir yaşıma gireli iki ay oldu."

"Çok, çok uzun yaşarsın inşallah Gül kızım, annenin dediği gibi daha çok gençsin. Konservatuvar da okuyorsun değil mi?"

"Evet ikinci yılım Ali amca."

"Bu akşam ki suzinaklar çok güzel oldu, sesine nefesine sağlık."

Kız hafifçe güldü.

"Geleceğinizi bilseydim nihavent de hazırlardım."

"Makam bilginiz çok iyi Ali amca. Sesinizin tonu zaten belli ediyor, hiç söylediniz mi?"

Ali Hakan Ayşe Hemşireye de bakarak güldü.

"Lisede iken okul korosunda çalışmıştım sanat müziğine. Ama sonra ki yıllar pek fırsat olmadı, şartlar farklıydı, başlamadan bitti zaten."

Yaşlı kadın tebessüm ederek hem ikisini dinliyor hem sık sık kapıya, bahçe girişine bakıyordu. Ali, Serap'ımı bekliyor acaba diye geçirdi içinden. Bu akşam beni Sesli Kahveye götür demişti.

En iyisi arka tarafa gitmek diye düşündü. İkisinden izin isteyip, Mesut'un yanına gideceğini söyleyerek kalktı.

Ali Hakan mutfağa doğru giderken, Ayşe hemşire genç kıza annesini soruyordu. Gül annesinin hastanede yatan babasının yanında olduğunu söyleyince, yaşlı kadın üzüntü ile genç kızı teselli etmeye çalışmıştı. Kız babasının karaciğer yetmezliği nedeniyle hasta olduğunu söylediğin de ise, yıllar öncesine gidip geldi.

Anılarına gitmiş, kocasının ağırlaştığı günlerde, doktorların karaciğerin iflas etmiş olduğunu söyledikleri günü kederle hatırlamıştı.

"Başlangıç mı kızım?" diye sordu.

"Bitmiş abla." diyerek başını önüne eğdi genç kız. Sonra "Alkol artık bitirmiş."

"Alkol ha... yazık, çok yazık."

Gül'ün elini tutup sıvazladı

"Kendine de anneme de çok yazık etti Ayşe abla."

Nemlenen gözlerini ağaçlara, sarmaşıklara doğru çevirdi ve,

"Onunla yani babamla hatırlayacağım hiç iyi bir anım olmadı..." diye mırıldandı.

Ayşe hemşire kızın yanaklarından süzülen yaşları sildi ve kolunu omzuna sardı.

"Üzülme kızım, üzülme güzel yavrum, bilsen her insanın bir kederi ve tasası var. Bazılarının derdi o kadar büyük ki... Üzülme kızım."

Genç kızı elem dolu bakışlarla izlemeye başladı. Genç kız bir süre sessizce ağladı. İnsanın kendine verdiği zarar en yakınındakine de dokunmaya başladığında, niye aklı başına gelmez ki? Zevk için yaptığın hiçbir şey karaciğerini bitirmez... Ölçüsünü kaçırarak yaptığın her iş seni ve sevenlerini ızdırap içinde bırakıyorsa vazgeç be adam. Şu gül gibi kıza da mı acımadın?

Bu küçük masum varlığı kendinden uzaklaştırmaya da üzmeye de hakkın yoktu. Sana verileni kullanmayı bilmiyorsan, bilen birini araman lazım değil miydi? Yazık yazık...

Yaşlı göz kapaklarını kapatıp, çalan enstrümanın sesine gitmeye çalıştı.

"Allah'ım insanlar bilmiyor, senin verdiğin güzel şeylerin kıymetini bilmiyorlar. Bilseler böyle yapmazlar, affet. Ne olur affet." Dedi sessizce.

"Abla hoş geldiniz..."

Bakışını, masanın üstüne bakır küçük demliği ve bardakları bırakan adama çevirdi, sonra da teşekkür etti. O adamdı, adı neydi? dedi kendi kendine

"Garip..."

Haa garip... Oldukça düzelmiş, biraz kilo almış, konuşması da iyi, adam giderken arkasından baktı, yürüyüşü de düzelmiş diye düşündü. Bakışlarını Ali Hakan'a doğru çevirdi ve gülümsedi.

"Ali amca ya o kadar çok dua ediyor ki bilemezsin Ayşe abla."

"Kim dua ediyor kızım?"

"Kemal amca, garip diyoruz ya hani. Çayı getirdi ya."

"Ha... Evet onu çok iyi gördüm, kendini epey toparlamış."

"Mesut amca ailesini de bulmuş, buralar da ev tuttular, karısı gündüz bahçeyi temizlemeye geliyor. İki tane de kızları var, öyle akıllı çocuklar ki abla görsen çok seversin. Anneleri de güler yüzlü bir insan. Canla başla çalışıyor karı koca."

Gül'ün söylediklerini dinlerken genç kızın babasını ve Garib'in gayretini düşündü. Biri batıp gidiyorken diğeri çabalayarak girdaptan çıkıyordu. Allah sizin de yüzünüzü güldürür inşallah minik kızım. İşte bak hayat hem alıyor hem de veriyor... Ama kim istiyorsa dedi, kendi kendine.

"Ya..." dedi ve "Aferin Mesut Bey oğluma çok hayırlı bir iş yapmış."

"Ali amca söylemiş, ailesini de bul demiş. Mesut amca, bana kalsa yapamazdım demişti. Ama Ali'yi asla kıramam diyerek, aileyi bir araya getirdi. Hatta evlerine eşya da aldı."

"O zaman ikisine de aferin." Dedi gülerek ve anne babasına rahmet olsun diye mırıldandı.

Ali Hakan hep iyi bir insandı, kendi doğurduğu çocuğu olsa belki böyle yetiştiremezdi. Ali'nin her şeyi farklıydı.

"Ne kadar, kaç tane genç çocuğun eğitimlerine yardımcı oluyorlar acaba?" diye düşündü.

Sayılarını bilmiyordu... Öğrendiğinde de sormamıştı.

Arkadaşı da ona benziyordu. Bülent... O da onun gibiydi. E, tabii benzeyecek dedi içinden. İkisi de birbirlerinin annesinden süt etmişler. İkisi de yalnızdı, ikisinin de sahip olmadıkları tek şey sevgiydi ve ikisinin de gönül yarası vardı. Ellerinden geldiğince mutsuzluklarını göstermemeye özen gösteriyor, insanlara yardımcı olmaya gayret ederek mutluluklarını kendileri oluşturuyordu.

O adamcağız o gece Ali'ye rastlamamış olsaydı hâlâ sokaklarda yatıp kalkan biri olarak yaşayacaktı. Ya çocukları, birini o gece görmüş, adamın,

"Kızımla üç gündür açız." dediğinde içi titremişti. Elinde ki küçük topu dizine vurup duran o küçük kız açtı, "Vah yavrum, vah minik kızım" demişti hicranla.

"Allah'ım Ali'me yardım et, içinde ki merhameti daha da arttır. Güldürmeye çalıştığı yüzler gibi onun da yüzünü güldür. Zeliha'sını ona tekrar ver."

"Dalıp gittin Ayşe abla..."

Çizgilerle dolu yorgun yüzünü kaldırdı, kızın duru ve güzel yüzüne baktı.

"Evet güzel kızım dalıp gitmişim. İnsanları, hayatı ve yitirip gittiklerimizi, bir de kazanabildiklerimizi düşünüyordum. Hem üzülüyor hem seviniyorum." Dedikten sonra da kıza doğru eğildi ve,

"Bak şimdi seninle bir şey yapacağız. Eve gidince annene selamımı söyleyeceksin ve..."

"Hızır sultan ne zaman kurak susuz ve ot bitmeyen bir yere otursa, orası o kadar sulak ve yeşillik içinde olurmuş ki anlata anlata bitiremezlermiş." Dedi Ali'ye bakarak.

Sesli kahveden ayrılıp eve gelince Mesut'un garsonluk yapmaya başlayan o gariban için yaptıklarını anlattı Ali Hakan'a.

"Üstelik eşine de iş vermiş." diyerek gülmüştü.

Onu sessizce dinleyen adama,

O garibanın çocuklarının ve ailesinin elinden tutmanın Hızır makamı ile ilgili olduğunu söylemiş sonra Hızır makamının sahipleri nerede bir umutsuzluk görse, orada yüzlerin güldüğü, öksüz ve yetimin başını okşayıp ihtiyaçlarını gidermenin, aç bir insanın karnını doyurmanın, muhtaç olana yardım etmenin, yani insanları sevmenin Yaratanı sevmekten dolayı olduğunu anlattı.

"Tüm bunların kaynağı merhamettir oğlum. Merhamet ise sevgi ile aşk ile yoğrulmuştur. Buna açık ruhlar ne bu dünyada ne de ebedi alemde mahsun olmazlar." dedi.

"Hızır Sultan kim abla? Yani insan olarak kim?"

"Evladım denir ki, Hızır Sultan İbrahim peygambere iman etmiş. Rivayetlere göre İbrahim'in dedesinin amcaoğlu. Yani bu demek oluyor ki O da Urfa'da doğmuş. Babası bir hükümdarmış. Kendi adı, Belya, babasının ismi ise Melkan'mış. Hızır, O Sultanın lakabı oluyor yani. Yine rivayetlere göre İbrahim peygamber ile Babil'e gitmiş sonra yine onunla şehri terk etmiş. Ve yine Onunla Mekke'ye gitmiş, Zülkarneyn Peygamberin ordularına komutanlık yapmış. Kimileri O Nebi, kimileri de Peygamber diyor."

"Peygamber kime deniyor biliyorum ama Nebi kime deniyor?"

"Nebi kendisine kitap indirilmemiş peygamberdir oğlum."

"İbrahim peygamber zamanından beri hâlâ yaşıyor değil mi? Senden duymuştum galiba."

"Evet Yaradan ona birçok ilim vermiş, bizim aklımızın almadığı ilimler, hiç kimsenin ulaşamadığı ilimler... Hiç ölmediği, sağ olduğu söyleniyor. Müşküle düşene yardım eder, yıkılanı ayağa kaldırır, unutulanı hatırlatır derler."

"İlginç..." dedi Ali Hakan, "Hayatın içinde, insanların arasında görmediğimiz, duymadığımız ve bilinmeyen bir düzen var demek ki."

"Eh... Yanlış sayılmaz söylediğin. Biz ona manevi bir düzen diyelim. Dediğin gibi biz farkında değiliz. Kader-i İlahi'nin hükümlerini yerine getiren ellerin sahipleri de denilebilir."

"Hızır Sultan'ın hala yaşıyor olması da ilginç abla."

"Bunu biz anlayamayız oğlum, bilemeyiz de. Yaratan ona bir hikmetinden dolayı ömür vermiştir. Bazı alimler, O kişi ab-ı hayat suyundan içmiştir hayattadır ve kıyamete yakın bir zamana kadar yaşayacak demiş. Ab-ı hayat suyunun da mahiyetini bilmiyoruz. Çok şey söylenir durur ama Allah'tan başka kimse bilmez."

Ali Hakan yaşlı kadına hicranla baktı. Kadının uzattığı kahve fincanını tepsiye koydu.

Mutfaktan çıkıp salona giderken arkasından yürüyen Ayşe hemşirenin duyamayacağı bir sesle,

"Benim Hızır Sultan makamında olan yakınım sensin, sen olmasaydın ben kim bilir şimdi nerelerde olurdum abla." Diye mırıldandı.

Tepsiyi sehpanın üstüne bırakıp fincanın birini kadına uzatarak yanına oturdu. Bir süre kahvesini içmesini izlemişti.

Ayşe hemşire, "İki gün sonra akşam yemeğine misafirlerimiz olacak yakışıklım." Demiş ve kahvesinden bir yudum daha içip Ali Hakan'a bakmıştı.

"Yaa... Kim?" diye sordu önce, sonra ise "Dur tahmin edeyim abla, Bülent ve kuzum gelecek." Diyerek gülümsedi.

"Doğru... Ama sofraya iki tabak daha koyacağız."

Ayşe hemşire yüzüne merakla bakan Ali'yi seyretti bir süre. Sessizlik oldu, sonra ise,

"Serap ve güzel sesli kızı da bizimle olacak." Dedi.

Ali Hakan sessizdi, konuşmadı, bir şey demedi. Başını önüne eğdi. Kadın hafifçe titreyen elini uzatıp, elini tuttu.

"Bana olan sevgini saygını biliyorum oğlum. Bana bir evlattan fazlasını verdin, her şeyi verdin. Annen olmasam da beni annen gibi sevdin, benim de eğer bir çocuğum olsaydı onu seni sevdiğim kadar sever miydim bilemiyorum."

Büzülüp iki kat olmuş göz kapaklarını kapattı, durdu sonra da adama baktı yine,

"Başını kaldır Ali, yüreğin de yıllardır çığlıklar atan fırtınaları biliyorum, ikinizin de yanıp kavrulduğunuz o aşk basit bir oyun değildi oğlum."

"Bunları neden söylüyorsun abla?"

"Çünkü..." dedi ve birden sustu. Bitirdiği kahvenin fincanını Ali'ye uzatmıştı. Gözlerini dikip bakan adama,

"Ben senden bunca yıldır hiçbir şey saklamadım yakışıklım." Yine sustu ve durdu. Kısa bir müddet pencerenin dışın da gezdirdi bakışlarını.

"Sen yurt dışındayken ben ve Selma o minik kuşu dinlemek için Sesli Kahveye gittik, Serap da geldi. Aslında ben çağırdım, içim merakla pırpır ediyordu. Ona sormalıydım oğlum. Sordum, iyi ki aramış ve sormuşum. Serap o gece bize çok şey anlattı, bilmediğimiz ve benim çok üzüldüğüm şeyler anlattı."

Ali Hakan'ın anlamsızca, ancak için de kızgınlık ifadelerinin savrulduğu bakışların da bekledi gözleri. Sanki önce hadi anlat, ama sonra öfkeyle hayır anlatma abla, ne olur anlatma diyordu bakışları.

"İnsanın bildiği, duyduğu ve gördüğü şeylerin bazen ne kadar farklı olabileceğini Serap'ı dinleyince tekrar anladım oğlum. Evlenmedin başka bir gönül bulup kapısını çalmadın, oysa gözünün önünde ne Zeliha'lar vardı. Biliyorum içinde ki sesi dinledin hep."

Ali Hakan geniş pencereye doğru baktı, karanlığın altında birtakım ışıklar buğu oluşturmuş, beyaz bulut kümelerine benzer şekilde, yanlar da kalan evlerin ve sokakların üstün de dalga dalga uzuyordu.

"Diğer Zeliha'lara kapılıp gitme ihtimalin..." diyen bir ses yürüdü kafasının içinde. Yıllar önce söylenmişti bu söz, yamalı bir bohçanın kenarından sızıp yürümüştü sanki. Sonra,

"Benim Zeliha'm bir tane efendim..." dedi kafasında ki o ses, kendi ağzından. Ardından da ablasının sesi geldi kulağına.

"Kendinden mi, Zeliha'dan mı, yoksa sevdandan mı intikam aldın?"

Ayşe hemşirenin yılların yorgunluğu altında yıpranmış, çizgilerle dolu yüzüne baktı,

"Bilmiyorum abla." dedi yavaşça.

"İntikam ruhun zindanın da tutuklu kalması ve insanın ona ömür boyu hapis cezası vermesi gereken yalancı bir canidir. Sen intikam hırsıyla yaşayacak biri değilsin, hele hele sevdandan intikam alacağına asla inanmam. Ama oğlum..." elini Ali'nin yanağına uzatıp usulca dokundu ve,

"Ama yıllardır kendine ızdırap yaşatıyorsun. Artık değiştir oğlum, bazı şeyleri değiştir artık."

Kadına hicranla baktı yine... Başını eğdi. Söylemek istiyordu fakat yapamıyordu. Zeliha'ya verdiği sözün ağırlığı hep omuzlarında duruyordu. Onu otobüse bindirdiği gün,

"Son nefesimi verene kadar her şeyim sende kalacak Zeliş." Demişti.

Ne sevdasını alıp başka bir kalbe yükleyecek kadar cesareti vardı ne de sevdasından intikam almayı düşünmemişti. Ona senelerdir güç veren sevdasıydı. Onun sevgisine ömür boyu ceza vermesi demek bütün kıymetli hazinelerini kaybetmesi demek olurdu.

"Ne Zeliha'dan ne de sevdamdan intikam almadım abla..." diye geçirdi aklından, sesli söyleyemedi. Sadece,

"Ne yapmamı istiyorsun, neyi değiştirmemi istiyorsun abla?" diye sordu.

"Artık kendine kurduğun yalnız dünyadan sıyrılıp, bizimle nefes alıp vermeni istiyorum Ali, içinde seni sarsan fırtınalara kapını kapatmanı istiyorum... Bundan önce ise dinlemen gereken ne varsa dinleyip, kafandakileri değiştirmeni istiyorum. Bir gün..."

Ayşe hemşire yine sustu, gözlerinde toplanmaya başlayan damlalar seyrek kirpiklerinin arasından düşüp çizgilerle dolu yanaklarına atlamak için güç topluyordu adeta.

"Bir gün oğlum... O saat geldiğinde, ruhum bedenimi terk edip sevdiğime kavuştuğumda, gözlerim senin ardından açık kalmasın istiyorum."

Yanağına düşen minik damlayı eliyle karşılayıp sildi.

Ali Hakan elini tuttuğu kadına yaklaştı ve omuzlarına sarılıp beyaz saçlarını koklayarak öptü.

"Ben seni..." dedi ve yutkundu,

"Ben seni üzmekten de kaybetmekten de çok korkuyorum, ne olur böyle konuşma..." soluklandı ve yavaşça "Anne." dedi.

Kadının başını kendisine yaslayıp,

"Senin için her şeyi yaparım. Zeliha'yı bul getir desen, onu sana getirmek için bütün varlığımı harcarım. Sen istiyorsun diye, sen istediğin sen söylediğin için kendimi ve her şeyi unuturum anne."

Yaşlı kadın menekşe gözlerini yüzüne dikmiş dinliyordu,

"Ona olan sevdamı intikamın cani ellerine değil, zindanlara da değil, gönlümün lalezarına bıraktım. Hiç intikam isteğim olmadı ama çok kırgınım anne."

Kadının gözlerinden inen sicim gibi yaşlar, kesik hıçkırıkları ile akıp gitti. Dizinin dibine çöken Ali'nin saçlarını sıvazladı.

Ali Hakan,

"Ne olur anne..." diyerek yine yutkundu,

"Beni yalnız bırakacağını söyleme, sensiz, ablasız, annemsiz bırakacağını ne olur söyleme." Diye fısıldadı, sonra o da yanaklarında biriken yaşları sildi.

"Çok güzel, çok güzel olmuş değil mi Bülent?"

Adam son lokmasını ağzına attıktan sonra tebessüm etti, yanağında ki gamze görününce Selma babasına gülerek baktı.

"Biraderim Selma'nın yaptığı karnı yarıktan oldukça farklı." Dedi. Genç kızın gülüşü birden donmuştu ama gözlerini Gül'e çevirip kırptı.

"Yani benim yaptığım kötü mü oluyordu diyorsun baba?"

"Hayır, öyle demedim kızım, farklı olmuş dedim."

Ali Hakan Gül'ün yanağına elini koyup,

"Sesi gibi yaptığı yemek de şahane. Çok güzel olmuş, ellerine sağlık kızım."

Dedikten sonra bir an Serap'la göz göze geldi. Kadın, çocuklara iltifat ediyor ama bakışları çok soğuk diye düşündü.

Ali Hakan ağzında ki lokmayı yutunca,

"Ama Selma ablanın bu yemeği yaparken senin izlemeni isterim. Hele ikinizin yapmasını öyle çok isterdim ki..." dedi.

Selma "Bir daha kine Gül ile beraber yapacağız amca." diyerek kızın kulağına eğilip, "Ayşe ninem..." dedi.


Ayşe hemşire ve Serap yemekten sonra bir süre mutfakta kaldılar, Serap'a her şeyi anlatmasını söyledi yaşlı kadın.

Serap, "Anlatmamı ya istemezse abla? Sanırım bana kızıyor, biliyorsun o gece benimle konuşmadı bile."

"Sence yemekte öyle mi görünüyordu?"

"Hayır ama..."

"Sen, lütfen dediğimi yap kızım. Bu akşam niye bir ara da olduğumuzu biliyor."


Selma uzun geniş kanepe de oturan babası ile Ali Hakan'ın dizlerinin dibine çökmüş, Gül de yanına oturmuştu.

Bülent'e, "Baba şu tiyatroda ki yaralanmanı anlatsana." dedi kıkırdayarak.

Bülent Ali Hakan ve kızlara gülümseyerek bakıp,

"O gün oyunun ilk gösterisi olacaktı kızım." yine Aliye gülerek baktı ve

"Her yer dolu birader, tiyatro salonunu biliyorsun alt kattaki..."

"Evet biliyorum."

"Annem, dayım, anneannem komşular ve mahallede ki kızlar okulun yarısı orada, günde iki defa sahneye çıkacağız. Salon bütün sınıfları almıyor, hınca hınç dolu. Annem rolünde ki kız bana doğru koşup kovalaması gerekiyor, ben de ondan kaçacaktım."

Ali Hakan, "Kaçamadın mı?" diye sordu tebessüm ederek.

"Yook kaçtım, kaçtım kaçmasın ama yanlış yöne doğru kaçmışım, sahnenin önünden seyircilere doğru düştüm."

Dördü de gülmeye başladı. Sonra başıma iki dikiş attılar hastanede dedi adam. Alnının sağ tarafında "Hala bellidir." diyerek, dikiş izlerini göstermeye çalıştı.

Gül, Ali Hakan'a bakıp,

"Ali amca yanında değildi galiba Bülent amca." Dedi.

"Yok ablacım amcam başka sınıfta. O yok... E Ayşe ninem de yok. Babaannem ile diğer akrabalarımız varmış..."

"Ayşe abla nerde o zamanlar Selma abla."

Selma mutfağa doğru çevirdi bakışlarını,

"O zamanlar babam da amcam da ilkokulda. Ninem herhalde yeni hemşire olmuştur, ha biliyor musun Gül amcamla ninemin tanışmaları da çok güzel ve enteresan. Ninem anlattığın da çok duygulanmıştım."

Göz ucuyla Ali Hakan'a baktı,

Adam;

"Kızım o sana nasıl anlattı bilmiyorum ama, onu gördüğüm günü hiç unutmuyorum." dedi. Ve,

"Araba çarpmıştı bana, araba değil ya... Askeri cip. Yoğun bakımda yatıyor muşum kaburgalarımda kırık var, alnımda da dikiş. Saatler geçmiş ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda."

Mutfaktan çıkan ve Serap'la birlikte onlara doğru yürüyen, beyaz yüzlü kadına bakarak güldü.

"Bu dünyalar tatlısı kadını gördüm. Bana gülümseyerek bakıyordu. İşte ona o zaman vuruldum..." dedi.

Ayşe hemşire kahve tepsisini ortada ki büyük sehpaya bıraktı, sonra hepsine tek tek bakarak,

"Selma'cığım sana anlattım ya... O gün bana vurulmuş ama iki gün sonra gecenin çok geç bir vaktinde dışarıdan siyah iri gözlü, çok güzel bir kız gelip onu benden aldı. O güzel kızı hastaneye getiren de işte bu şakacı kızdı." diyerek Serap a bakıp güldü.

Ali Hakan'ın gülümseyen yüzü yavaşça gerilmeye başladı. Kaşlarını kaldırıp kederle Serap a bakınca, Selma ve Gül'de durgunlaşıp gözlerini Ali'ye çevirdiler.

Bülent yavaşça ayağa kalkıp, yan tarafa camın önüne ilerledi ve durdu. Gözlerini dışarıya dikerek yüzünü döndü.

Ali Hakan kendini izleyen Ayşe hemşire ile göz göze gelmişti, başını öne doğru eğdi sonra Serap'a; usulca,

"Bana Zeliha'yı anlatır mısın Serap." dedi.

Serap daha önce Ayşe hemşire ve Selma'ya anlattığı her şeyi anlattı...

Oyun meselesinin gerçekte oyun olmadığını, aslında bunu kendinin yaptığını Zeliha'nın buna hiç itibar etmediğini, ikinci yıl gelmediğini, istasyonun da günlerce onu beklediğini, evlendiğini ve nikahına gittiğini, orada da doktor bey ile tanıştığını ve onun söylediklerini de anlattı. Zeliha'nın intihar etmek istediğini de doktor beyden duyduğunu söyledi. Sonra ki yıllarda arkadaşını çok aradığını da anlattı...

Sonra bir toplantı da görüştüklerini, bir trafik kazasın da eşini ve oğlunu kaybettiğini öğrendiğini fakat sonra haberleşemediklerini söyledi.

Ali Hakan durgun bakışlarla dinlemişti Serap'ı ama yüreğinde ki fırtınanın oluşturduğu girdabı diğerleri görseydi hıçkırıklarla ağlayabilir hepsi. Serap susana kadar hiçbir şey söylemedi sonra hüzün ve kederle her birine baktı, Selma iki elini ağzının üstünde tutuyordu. Gül annesinin omzuna başını dayamış, dinliyordu. Bülent'in gözleri ısrarla dışarı da Ayşe hemşire ise başını hafifçe eğmiş gözlerinden akan yaşlara aldırış etmeden bakışlarını onun üzerinde tutuyordu.

Ummadığı, hiç aklına gelmeyecek şeyler dinlemişti,

"Zeliha canına kıymak istemiş doktora abi..." dedi kendi kendine.

Acaba yaşıyor muydu doktor abi, onu tekrar görmeyi ne kadar istediğini anladı. Eğer görüşebilseler mutlaka ona kızacaktı.

Yavaşça, "Gurur..." diyerek, derin nefes aldı.

"En büyük hatam gururum olmuş. Onu o gün alıp İzmir'e getirmeliydim."

Yutkundu, başını yine önüne eğdi, boğazına bir değil iki el birden sarılmıştı.

"İnsan geri dönüşü olmayan yanlışlara gururu yüzünden düşüyormuş. Bunu anlayınca, kalburlardan geçip burası presleniyor." dedi, elini göğsüne bastırarak.

"Hem de ezilircesine presleniyor."

Titreyerek ve yarım nefesle çıkmıştı sesi. Yavaş adımlarla yürüdü ve salondan çıktı.

Uzun süren sessizliği bozan, Bülent'in sıkıntı ve elemli sesi oldu,

"Onu çok üzdünüz..." sonra, "Odasına mı gitti Selma, bak bakalım" dedi yavaşça.

Kız koşarak gitti fakat az sonra geri geldiğinde, hepsine endişeyle bakıyordu. 


Dakikalarca yürüdü, terledi bazen, bazen de üşüdüğünü hissetti. Gezdi durdu caddeleri. O caddeden bu sokağa girip çıktı. Dar sokakları, bazen yüksek ve alçak duvar diplerinde bekleyerek geçip gitti. Karanlık ve yıkık eski evlerin bulunduğu sokaklardan geçti. Nereye gittiğini, gideceğini umursamadan. Taksi duraklarını, kalabalık otobüs duraklarını arkasında bırakıp dalgınca yürüdü.

Sonra büyük alana... Manisa ve Ankara kavşağına gelince ileriye, karşıya doğru baktı. Büyük geniş kapı... Kampüs kapısına yürüdü, sonra sola dönüp koruluğa doğru gitti.

Karşıda altı katlı bina ve dış kapı. Giriş kapısı - Nizamiye- görünmüştü.

Gözleri istasyon binasını aradı, yoktu. Kaldırmışlar, o alanı ağaçlandırmışlar. Raylar da yoktu. Bir süre yüksekçe kaldırımda durdu. Bakışlarını hayallere doğru çevirdi ama her şey silikti. Koltuk şeklinde ki oturaklardan birine çöktü.

Solunda kalan yüksek binayı seyretmeye başladı.

İzmir'e gittiği gün belirdi karanlığın içinden. Zeliha az ilerde kapının üç dört metre önünde aniden dönüp karşısına çıkmıştı. İlk kez o kadar yakından bakmıştı kızın siyah gözlerine.

Zeliha ellerini arkasından bağlayıp ona doğru eğilmiş ve "İsmin ne?" diye sormuştu. Yanaklarının kızardığını hissettiğin de istasyona doğru kaçıp gitmeyi düşünmüştü. Zeliha tekrar sorunca "Ali Hakan" demişti.

Ağlamaya başladı, katıla katıla ağladı. Yüzünü elleri ile kapatarak ağladı. Bir gören olur, koskoca adam çocuk gibi ağlıyor denmesine aldırmadan ağladı, taa ki Selman'ın elini omzunda hissedip görene kadar. Kız yanına oturmuş kollarını omuzlarına sarmıştı. Bülent az ileride bakıyordu.

Selma;

"Hadi evimize gidelim amca, ninem seni çok merak etti." dedi.

Bülent'e doğru yürüdüler, arkadaşı elini omzuna koydu.

Gece yarısı olmuştu, her yer ışıl ışıldı. Korulukta ki ağaçların yüksek tepeleri dahi ışığın altında görünüyordu. Eski istasyon binası ve raylar hariç...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top