Kendine inanan annemin kollarına bıraktın gittin beni...
Kızıllığın yavaş yavaş göğe doğru koşturduğu yöne hızla giden araç, ağaçların ve koyu yeşilliklerin arasına giren virajı dönerken hızını kesti ve yavaşladı.
Sık ağaçların ortasından geçen yolda bir süre ilerledi. Ormanın bir bölümü yaşlı olsa da, çoğu kısımları genç ve mızrak gibi dikine yükselen ak gövdeli selvilerin aralarında ki meşe palamudu çam ve zeytin ağaçları ile iç içeydi.
Birkaç tane de olsa, ıhlamur ağacı ortalığı bir esans velvelesine bırakmış, benzersiz kokusunu kınalı bir gelin gibi çevresine süs olarak salıyordu. Hepsine bakınca gözlere ihtişam veren dinlendiren, kocaman bir süstü... Siyah renkli araç ağır ağır güzelliği adeta sırtına alarak geçti. Büyük ve bakımlı bahçenin bulunduğu geniş alanın ortasında ki binaya yaklaşıp sütunların beklediği uzun giriş kapısının önüne park etti.
Yeni lastiklerin küçük çakıl taşlarını ezen cızıltılı sesinden başka hışırtı duyulmadı.
Aracın kapıları bir süre açılmadı.
Adam yaşlı kadının hareketlenmesini bekliyordu, yol boyunca konuşmamışlar bazen kaçamak bakışlarla kadını izlemişti. Kadın masum bir ifadeyle yüzüne bakıp tebessüm etti.
"Allah sana uzun ömür versin oğlum." dedi.
İkinci kata çıktıkların da sessizlik, her yere sinmiş ele geçirip zapt etmiş hüküm sürüyordu. İkisinin ayak sesleri koridorda patlayıverdi...
Ayşe Hemşire Ceylan'ın oda kapısını yavaşça aralayıp Ali Hakan'a döndü, sonra da karşıda ki odaya doğru yürüdü.
Ali Hakan genç kızın çıkardığı hırıltıyı dinledi. Oturuyordu sanki yatakta, başında ki o yastığa benzeyen şey duruyordu. Derin bir şekilde uyuyordu. Zeliha'ya yaklaşıp baktı. O da koltuk ta oturduğu yerde uykuya dalıp gitmiş, başı yana doğru eğilmişti.
Odanın içi serindi sanki, üstünden ceketini çıkarıp kadının omuzlarından göğsüne doğru sardı. Dolaptan bir yastık çıkardı arkasından, Zeliha'nın başının yan tarafına yavaşça koyarak boynunu usulca düzeltti.
Siyah uzun dalgalı saçlarını kokladı. Saçlarının yan tarafında çoğalmış olan beyazlara elini yaslayıp, yavaşça sıvazladı,
"Zeliş..." diye fısıldadı,
Ceylan'ın yatağının ucunda ki battaniyeyi alıp kadının dizilerine örttü.
Işığı kapatıp Zeliha'nın yanında ki koltuğa çöktü. Ceylan'ı seyretti bir süre, ikisinin uykuda ki halleri bile neredeyse aynıydı
Göğe yükselmiş olan kızıllık değişmiş ve pembeleşen renk loş odanın içine süzülerek girmişti.
Pencereden dışarıya baktı bir süre, Zeliha'nın nefes alışı bir ninniyi andırıyordu. Uykusuzluğun ağırlığı kararıp gözlerine çökmeye başlasa da göz kapaklarına inmesine izin vermedi.
Tekrar Zeliha'ya çevirdi bakışlarını, dudaklarının kenarında küçük çizgiler belirmiş ama yüzünün pürüzsüz hali bunca yıl geçmesine rağmen aynı şekilde duruyordu. Gözlerinin altları çökük, elmacık kemikleri dikkat çekecek kadar çıkıktı. Saçının yanlarında, taktığı beyaz kelebek kanatlarını andıran yer yer beyazlıklar hemen göze çarpıyordu.
Ali Hakan yüzünü kadına yaklaştırıp yine, "Zeliş..." diye fısıldadı.
Kadın hafifçe öksürünce kendini hemen geriye çekti.
Zeliha az sonra başını diğer yanına çevirdi... Uyuyordu ancak az sonra birdenbire gözlerini açtı ve üstünde ki cekete doğru yüzünü eğip,
"Ali..." dedi heyecanla.
Yüzünü adama doğru çevirip yine, "Ali..." diye mırıldandı.
Ali Hakan kadına iyice yaklaşıp,
"Buradayım Zeliha." dedi usulca.
Eline uzanıp tuttu, Zeliha başını eğerek bakıyordu,
"Kokun ..." diyerek yutkundu.
Göz pınarlarından yaşlar akıverdi.
"Hiç değişmemiş."
Elini yanağına uzatıp dokunan adam;
"Değişmedi Zeliş, senden başka hiç kimse koklamadı, onun için de değişmedi."
Sessizce ve uzun bir süre, hasret kaldıkları çehrelerinde gezindiler. Sanki özlemle geçmişi arıyordu ikisi de...
"Sana verdiğim sözü hiç unutmadım."
Kadının yanaklarından düşen damlaları parmaklarının ucuyla sildi, bakışlarını ayırmadı gözlerinden.
"Senden başka hiç kimsenin sarhoş olmak istemesine izin vermedim."
Zeliha ağlarken sanki gülümsemek istiyordu Ali Hakan'ın elini dudaklarına götürüp öptü, sonra yanağına yaslayıp gözlerini kapattı, yine "Ali..." diye fısıldadı.
"Bana şaka yapıyorsun değil mi?"
Beyazların içinde ki başını geriye doğru itti hafifçe,
"Hayır kızım, istersen gidip bakabilirsin." dedi yaşlı kadın.
Selma tebessüm ederek,
"Buraya, bu saatte tek başına gelemeyeceğine göre Amcamla geldin?" dedikten sonra kadına sarıldı.
"Bunları nasıl yapıyorsun nine?"
Ayşe hemşire anlamamış gibi baktı kıza,
"Amcamla konuştun değil mi?"
Kat kat olmuş göz kapaklarını iyice araladı ve,
"O akıllı bir çocuk" dedi.
Selma "Anladım..." diyerek yine tebessüm etti.
Kadın solgun yüzüne oturttuğu gülümseme ile gözlerini süzerek,
"Talihsizlikleri yenmenin en önemli yollarından biri, aklını kalbinin emrine vermendir, onunla kullanmandır kızım. Amcan şimdi hem kendisinin hem de sevdiği kadının talihinin yönünü çeviriyor."
Elini Selma'nın saçlarına uzatıp okşadı,
"Bu akıllı kafandan sakın çıkarma bunları."
Telaşla çalan kapıya aynı anda baktı ikisi de Saliha içeri girmişti, ayağa kalktılar.
Ayşe hemşire endişeyle,
"Hayırdır kızım. Yoksa Ceylan ..."
"Abla Zeliha yok, Ceylan'ın yanında da odasında da yok."
"Yarım saat önce Ceylan'ın yanındaydı kızım. Biz geldiğimiz de odadaydı."
Selma kadına doğru yürüyüp,
"Sakin ol abla, gelin alt katlara bakalım Zeliha abla belki lobiye inmiştir." dedi.
Güneş doğmuş hem bina da hem dışarı da hareketlilik başlamıştı. Zihinler kalpler ve gözler uyanmaya, sessizlik çekip giderken hayata canlılık gelmişti.
Ayşe hemşire kapıdan çıkan Selma ve Saliha'nın arkasından gülümseyerek,
"Onları küçük tepede bulacaksınız. O güzel aşk yeniden yaşanacak inşallah. Siz de şahit olun çocuklar." diye mırıldandı.
Bu defa onları ölüm ayıracak ancak dedi kendi kendine.
Lobiye inince Zeliha'nın bahçeye çıktığını öğrendiler. İki kadın hemen kapıya koştu, sağa sola bakmaya başlayınca Saliha, Zeliha ve Ali Hakan'ı gördü. Yan binanın sağ tarafında ki tepe de seyrek ağaçların arasında duruyorlardı. Zeliha Ali'ye iyice sokulup, hafifçe yaşlanmıştı. Sık ağaçların kapladığı ormanlar ve uzakta ki denizin ufkuna dönüktü yüzleri.
Saliha Selma'nın omzuna dokundu.
Bir süre sessizce izlediler Ali ve Zeliha'yı...
Selma, "Hadi Saliha abla artık yukarı çıkalım, Ceylan uyanabilir belki." dedi.
Kadın gülerek baktı, önce kardeşi ve Ali Hakan'a, sonra da Selma'ya ...
Güneş sıcaklığını ve ışığını, yüksek çamların tepelerinde puslu bir mavilikte yayılan denizin üzerin de haleli parıltılar oluşturup gözlerde ki nazarın kollarına bırakıyordu.
Zeliha omuzunda duran ceketin iki yakasını sıkıca tutup Ali'ye baktı ve hafifçe öksürdü.
"Doktor amca annemden önce öldü." diyerek adama daha da sokuldu ve,
"Seni bulmak, sana ulaşmak için çok çabaladı. Her arayışından sonra bana üzüntü içinde yok kızım ulaşamadım dedi. Senin bıraktığın notu okuduktan sonra da annemin yüzüne atarak, sen kişilik bozukluğu olan bir insansın ve farkında değilsin diye bağırıp gitti. Ölene kadar da annemle bir daha görüşmedi."
Ali Hakan keder ve hüzünle, "Ya annen?" diye sorunca Zeliha, önce gözlerini kapatıp bir süre öylece durdu sonra da ileriye, uzaklara bakarak,
"Yıllarca hastanede yattı, son bir yıl hiç görüşmedik. Ceylan'a hamileydim o zamanlar, kızım doğunca da onun ölüm haberi geldi."
Adam derinden aldığı nefesini ses çıkararak bıraktı.
Zeliha sert bir ifadeyle, "Üzülmedim öldüğüne." dedi.
"O senin annendi Zeliha..."
"Beni yaşarken öldürdü o. Hayatımdan çıkmasıyla bir eksiklik olmadı, üzüntü hiç duymadım Ali."
Ali Hakan elini kadının yanağına götürdü, "Böyle düşünme Zeliş." dedi.
"Yüksel amca, bu kızı ağlatma sonun hiç iyi olmayacak demişti ona. Sevdalı bir çift gözün akıttığı yaş deryalara düşmüş olsaydı, insanoğlu rüzgâr eker fırtına biçerdi, ağlatma artık diyerek söylenmişti o gün. Dediği gibi de oldu Ali, sonu hiç iyi olmadı üzülmedim Ali hiç üzülmedim. Ben senin gidişin de ölüyorken o bunu dahi kabul etmedi, hayatımı kendi hayatı gibi viraneye çevirdi."
"Ya eşin..."
Zeliha çaresizce baktı Ali Hakan'a,
"Evlenmeden önce de evlendikten sonra da ölmek için çok çabaladım ama olmadı... Ölemedim. Birileri ölmeme izin vermedi sanki Ali." dedikten sonra yanaklarını sildi.
"Benim ölümüm sensiz yaşarken, sensiz nefes alırken gerçekleşmişti sanki. Belki bu yüzden ölemedim. Kendimi hep ikinci kez verecek ruhum yokmuş diye avuttum. Oğlum ve kızım olana dek bu hep böyle oldu."
Yüzünü Ali'ye çevirdi, yanaklarından inen yaşlar güneşe doğru akıyordu.
"İnsan hayatının çerçevelerini hayatta iken, yaşarken kendi vurduğu fırça darbeleri ile doldururmuş. Annem bana o çerçevede ki resmi hiç göstermedi. Tek tutunduğum dal sana olan sevgimdi Ali. Sen gidince yandı, yıkıldı kırıldı o dallarım. Bahçede ki ağacım da kuruyup gitti."
Ali Hakan Zeliha'yı kendine çekti ve kollarıyla sıkıca sardı.
"Sevda ağacının suyu iki oluktan akarmış, ben o ağacın suyunu hiç eksik etmedim Zeliş, kurumadı hala duruyor, yemyeşil duruyor, ben onun gölgesinde nefeslendim yıllarca. Bakarken son nefesimi vermek istediğim gözlerine oradan ulaşmaya çalıştım hep."
Elini göğsüne dayadı ve,
"Sen buradan hiç gitmedin Zeliha, hep buradaydın hep derinlerdeydin." dedi.
Yaşlar dökülen gözlerini Zeliha'nın gözlerine yaslayıp,
"Annenin söyledikleri kara gece gibi üstüme çöküvermişti ve o karanlığı önüme almaktan başka çarem yoktu ki Zeliha. Senin sırtıma bir hançer saplandığını söyledi, oyundu dedi. O oyun da ruhum kirlenmişti sanki, gönlüm yüreğim çamura atılmıştı sanki, ince bir pusuya atılmış gibiydim. Senin ellerine uzanacak gücüm takatim dermanım yoktu, ölmekteydim Zeliha, ölüyordum."
Kadın ellerinin arasına aldığı yüzünü sildi Ali'nin...
"Ah! Ali, Ali..." diyerek içini çekti.
"O, kendimi ve Serap'ı aldattığım çocukça bir şeydi."
Nemli gözlerini adama yaklaştırıp,
"Ben seni ilk gördüğüm gün sende kayboldum. Sana ulaşmak istiyordum ama nasıl yapılacağını bilmiyordum. O kadar uzaktın ki bana, yüreğim ruhumla beraber bir dehlize girmiş delice koşuyorlardı. Kanadım kolum kırıktı sanki, cesaretim yoktu Ali. Sana ulaşabilirim diye o oyun fikri bana biraz cesaret vermişti. Ben işte o küçük cesaretin peşinden gittim, hepsi buydu."
Zeliha derin derin nefes aldı, ceketin yakalarını tekrar birbirine doğru çekti,
"Bana sormadın, çaresizliğimin ve yalnızca kendine inanan annemin kollarına bıraktın gittin beni Ali." Ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Ellerini yüzüne kapatıp başını Ali'ye yasladı."
Ali Hakan sıkıca sarıldı Zeliha'ya.
"Özür dilerim Zeliha, özür dilerim. Ne olur affet beni." diye fısıltıyla inledi.
Ağlayan kadının saçlarını koklayarak öptü.
Çevrede ki ağaçlar, denizden yukarılara doğru hırsla ve koşarak gelen rüzgâr da yapraklarını silkeliyor, bedenlerinde ki gölgelere minik kuşlar girip çıkıyordu.
Bir o ağacın gölgesine, bir bu dalın üstüne...
Yanakları iyice solmuş kadının yaşlı yüzüne baktı. İlacını verdi, içmesini izledi.
Tansiyon aletini elinde tutan Saliha'ya baktı. Durgundu... İstirahat etmesi gerekiyor, tansiyonu yükselmiş diye düşündü. Sonra ninesinin divana uzanmasını bekledi, gülümseyerek üzerini örttü.
"Ne yapıyordun tek başına bahçe de?"
"Onları seyrediyordum." Dedi bitkin bir sesle. Tebessüm eden Selma'ya gözlerini süzerek,
"Artık ölebilirim Selma... O kadar hafifledim ki, oğlum ve kızım artık bir aradalar." dedi.
"Nine! Böyle konuşmayı amcam sana yasaklamadı mı? Duyarsa kızacak yakışıklın."
"Yakışıklım tabii kızım o enim yakışıklı oğlum, kızmaz o bana, üzülür sadece hem sen burada ne duruyorsun?"
Selma anlayamadığın söylemeye fırsat bulamadan,
"Ceylan seni soruyor, annesini sorduktan sonra Selma nerede dedi."
Selma kaşlarını çatarak başını salladı iki yana doğru.
"Yanına gittim ben onun nine, az önce konuştuk. Çok seviniyor, çok tuhaf ama bana da seni sordu. Konuyu değiştirme ustası Ayşe ninem nerede dedi."
Yaşlı kadın, buruşuklukların sardığı sarkık yanaklarını gererek güldü sonra da Saliha'ya baktı.
"İyiyim ben kızım, hadi sen diğer işlerinle ilgilen."
"İşlerimin arasında senin sağlığın ile ilgilenmem de var abla, şimdi biraz dinlen ben yanındayım. Bir saat sonra tomografini çekeceğiz." diyerek Ayşe Hemşirenin elini tuttu.
Nabzını sayarken kadına dikkatle bakıyordu...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top