Eğer bir ömrüm daha olursa, yine senin gözlerinde yaşamak isterdim...
" Eğer ona senden önce ulaşacak olursam, muhakkak İzmir'e geleceğim. "
Yorgun bakışlarını adama çevirdi Zeliha. Sessizdi ...
" Ona ne söylememi istiyorsun? "
" Onunla konuşmak istediğimi söyleyin. "
" Peki önce bana sorarsa ne diyeceğim kızım? "
" Neyi sorarsa? "
" Oyun meselesini ... "
Zeliha başını dizlerine doğru eğdi. Parmakları ile oynuyordu.
" Ona anlatacağına Ali Hakan'a söyleseydin keşke kızım. "
Hala parmakları ile oynuyordu, ellerini sıktı birbiriyle, doktora baktı. Sesi kırılgan hüzünlü ve çocuksu bir halde çıktı dudaklarının arasından, " Yüksel amca ... " nefes alıp verdi ve uzaklara, ya da uzaklarda kalana bakmaya çalışır gibi,
" Sesi geldi önce, usulca Zeliş diyordu. Karanlığın ve sessizliğin içinden nefesini duydum. Yüreğimin çırpıntısı duruluvermişti. " önce biran sustu,
" Arkadaşınız ... "
Söylediği kelime sesinde uzadı gitti, boğuklaştı ve hıçkırdı ağlayarak.
Çevrelerindeki uğultu ve gürültü sarıldı üstlerine, bir süre sonra;
"Arkadaşınız olan doktor bey o sabah bizi, kahvaltı yapmamız için bahçedeki binaya götürdü. Kafeterya ya... Birlikte kahvaltı yaptık. " dedi.
..........................................................
Henüz çok erkendi, sabahı zor etmişti. Servislere giden merdivenleri çıktı. Üstünde altı yazan odaya gitti ve kapıyı çalarak açtı. Gözlerinde ki şaşkınlık kederle odanın her tarafına savruluverdi. "Zeliha..." diye fısıldadı. Odanın boş, Zeliha ve delikanlının olmadığını görünce diğer kata doğru hızlıca yürüdü.
Hiddetle açmıştı kapıyı, masanın arkasında oturan adam, önünde ki kalın kitaptan irkilerek başını kaldırdı. "Kızım." Nefes almıyordu. Söyledikleri, adeta adama doğru havada bir ok gibi hızla gidiyordu,
"Zeliha odasında yok. O çocukla gitmişler."
Adam başını hafifçe eğerek, oturduğu yerden kalkıp yavaş hareketlerle yanına geldi. Koluna dokunarak
"Sakin olun hoca hanım, gelin oturun şöyle." Dedi.
"Doktor Bey kızım nerede?" kolunu sertçe geri çekti.
"Fatma Hanım, Zeliha bugün gayet iyi. Endişelenecek bir şey yok merak etmeyin, sakin olmalısınız."
"Sakin mi olmalıyım? Doktor bey kızım nerede?" Uzun boylu adam kendinden emin bir tavırla, tebessüm ettikten sonra kapıya gitti,
"Beni takip edin lütfen." Dedikten sonra da merdivenlere doğru ilerledi.
Bahçede bulunan heybetli ve yaşlı ağaçların arasında ki taş döşenmiş dar yoldan geçerek büyük hastane binasının arkasına doğru yürüdüler. Kadın aceleci hareketlerle adamı takip ediyordu. Hızlı adımlar atıyor, elindeki kısa saplı çantayı bir elinden diğer eline alıp duruyor ve nefes alıp vermesi dahi düşmanın üzerine atılan kahraman bir askerin soluklanmasını andırıyordu. Telaşlıydı ve suratı da asıktı.
Doktor çatısı yüksek ve kiremitle kaplı küçük binanın, iki kanatlı kapısının önüne gelince durdu ve kadına dönüp baktı. Kadın nefes nefeseydi. Çattığı kaşları hala gergindi.
"Burası yemekhanemiz, doktor arkadaşların istirahat ettikleri yer. Siz kafeteryada diyebilirsiniz. " dedi ve kapıyı açıp içeriye girdi.
Birkaç metre ilerledikten sonra durdu.
Kadın yaşlı bedenine sanki hâkim olamıyordu. Titreyerek doktorun yanına ilerleyip onun baktığı yöne doğru başını çevirdi. Yüzünün kızardığını hissetti, sinirle ve hiddetle bakan gözleri gevşerken nemlenmeye başlamıştı. Adama karşı takındığı tavrın pişmanlığını belli etmemeye çalıştı. Özüre gerek yoktu, o anneydi. Elbette merak edecekti kızını.
Evet Zeliha oradaydı.
Büyük ve oldukça uzun bir akvaryumun karşısında ki deri kaplı divanda Ali Hakan'la yan yana oturuyorlardı. Birbirlerine yaslanıp uyuya kalmışlardı.
Binanın içi adeta bir bahçe gibiydi. Her yerde yemyeşil salon bitkilerinin olduğu saksılar ile birkaç koltuk ve divan vardı. Doktorla yan yana durdukları yer masa ve sandalyelerin bulunduğu bir restoran gibi düzenlenmişti. Tertemiz beyaz masa örtüleri, ahşap kibar sandalyeler, masalara düzgünce konmuş porselen yemek tabakları ile ters kapatılmış şişman su bardakları, duvarlarda asılı tablolarla bütünlük sağlamıştı. İçeri de bir işletme havası vardı, iki yandan da vuran parlak güneş ışığı ile birlikte ...
Kadın Zeliha ve Ali'nin olduğu yere gitmek için adım attı ancak doktor kolundan tutunca durdu, adama baktı.
" Hocam gördüğünüz gibi uyuyorlar. Gece boyunca ayaktaydı ikisi de. Onlara biraz zaman vermenizi rica ediyorum."
" iyi ama... Artık uyanmalı. "
Kadın önce yutkundu sonra sustu.
"Zeliha kendini toparlıyor, biliyorum hoşunuza gitmiyor ama size anlatmaya çalıştığımız ilaç gördüğünüz gibi etkisini hemen gösterdi."
"Kızımla görüşmek istiyorum. "
"Görüşebilirsiniz, fakat lütfen biraz bekleyelim. "
Önün de durdukları masaya oturan adamın yaptığını yaparak o da oturdu.
"Biz birer çay içerken onlar uyanmış olur. "
"Bu ne kadar sürecek Doktor Bey? "
Kadının kırışıklarla dolu yüzü solgundu, Az önce suratında ki pembeden kırmızıya dönen renk şimdi gitmiş ama sinirli duruşu çehresine yine oturmuştu. Adam,
" Yüksel çok haklı tedaviye ihtiyacı var, fakat kadın farkında değil. " diye düşündü.
"Merak etmeyin Zeliha birkaç gün içinde evine dönecek, sizden ricam ikisi beraberken kızınızın ne kadar sağlıklı ve mutlu olduğunu unutmamanız. "
Zeliha gözlerini açıp karşıda ki akvaryuma baktı, kalın camların içinde bulunan suda hiç hareket yoktu. Balıkların kimi yan yatmış kimi ise suyun yüzeyine yakın yerde ters bir şekilde duruyordu. İçi karanlıktı, birden korkup bakışlarını Ali'ye çevirdi. Ali yoktu, yanında değildi... Bakışları tekrar akvaryuma döndü, ters ve yan duran balıkların arasında Ali'nin yüzünü görünce birden ayağa fırladı ve " Ali ... " diye bağırdı.
"Buradayım Zeliha." diyerek elini tutan genç adama gözlerini fal taşı gibi açmış bakıyordu.
İleride ki masada oturan Fatma Hoca kızın sesini duyunca " Zeliha kızım. " diye seslendi.
Kız gözlerini, " Rüya mı gördün? " diyen Ali Hakan'a dikerek
" Çok korktum Ali " dedi yavaşça.
Derin nefesler alıp vermeye başladı. Bakışlarını ürkerek akvaryuma tekrar çevirdi, balıklar adeta neşe içinde bir oraya bir buraya ataklar yaparak koşuyor hava kabarcıklarının arasında salınarak da yüzüyorlardı.
Ali Hakan oturduğu yerden kalkıp, " Annen gelmiş." dedi.
Kadın yanlarına gelince, kızına sarılıp "İyi misin kızım? " diye sormuş ellerini tutmuştu. Zeliha da Ali'ye bakarak gülümsemiş ve "Evet anne çok iyiyim. " demişti.
"Ben doktor Bey'in yanına gidiyorum Zeliha. "
Önce adamın oturduğu yere doğru baktı sonra tedirgin bakışlarını Fatma hocaya çevirip,
"Hoş geldiniz efendim. " dedi.
Kadının küstah ve sert bakışları garip bir eda ile Ali Hakan'ın çevresinde dolaştı. İnce Kaşlarını birbirine doğru büzerek
"Hoş bulduk delikanlı. " dedikten sonra kızına döndü.
Soğuktu sesi ... Küçümsüyor gibi, senin burada ne işin var der gibiydi. Zeliha, doktorun bulunduğu yere giden genç adamın arkasından bakarak,
"Neden öyle davranıyorsun anne? " diye sordu.
"Nasıl davranıyorum kızım? Anlayamadım. "
"Soğuk Anne ... Soğuk davranıyorsun. O sana ne yaptı ki? "
Kendi siyah gözleri ile Zeliha'nın kara gözlerini karşı karşıya getirdi. "Asi bir kız oldun. " dedi kendi kendine.
"Ve hırçınlaşmaya da başladın sen... ", "Seni bu hale o getirdi. Bir de bana o sana ne yaptı diyorsun. Daha ne yapacak? Seni çizmeye çalıştığım resmin tam ortasından koparıp almak için uğraşıyor. Beni hiçe sayarak hem de..." dedi içinden.
"Benim sevgime karşılık vermesi bir suç mu? " diyen kıza baktı
"Bu suç mu anne? Sen, onu suçluyorsun biliyorum. "
Sesinde oluşturmaya çalıştığı müşfik edanın ardına olabildiğince çekilmeye çalıştı kadın,
"Kızım ... Gel otur yanıma. " diyerek koltuğa oturdu.
Zeliha birkaç saniye ayakta bekledikten sonra annesinin yanına oturdu yavaşça.
"Ona akşam Teşekkür ettim ya. "
"Onu buraya çağırmanı Yüksel amca istedi biliyorum. İstemesen de gelmesini kabul ettiğin için sağ ol. Ancak bunun için sana minnettar değilim anne."
"Senin için her şeyi yaparım Zeliha, biliyorsun. "
"Benim için yapacağın en iyi şey anlaman anne. Niye anlamıyorsun beni? "
Fatma Hoca elini kızının dudaklarına götürüp, "Şş... Seni ve onu anlıyorum kızım. Birbirinize olan sevginizi de anlıyorum. O, seni sevmeyi hak eden birine benziyor. Senin ona ne kadar bağlandığını da görüyorum. Benim derdim bunlar değil güzel kızım, onu sevmen değil..."
Annesinin söylediklerin de sahicilik arıyordu. Evde ağlayışını hatırladı, ancak sonra itiraz edişini de... Ablasının yaşadıklarını da. Duymak istediklerini söyleyip onu oyalıyor olabilirdi. Hastaneden çıkar çıkmaz hemen İzmir'e dönmeyi düşündü.
Annesinden ne kadar uzak olursa, o kadar iyi olacaktı. Ve daha önce söylediği gibi sözleşmişlerdi ama sevdanın büyüleyici çemberine girmenin, İnsanın ruhunu dahi yüreğinde oluşan sevinçle özlem ve hicranla dolduracağını bilmiyordu. Böyle bir tutkuya sıkı sıkı sarılacağını da bilmiyordu.
Ben sana sevdam için söz vermedim, diye düşündü. Onun yine verilmiş olan sözleri ortaya koyacağını bekliyordu
"Ben sevdanın zindanlara atılmayı da gül bahçelerin de gezinmeyi de istemek olduğunu bilmiyordum." sonra, "Senin düşündüğün, benimse aklımda dahi geçmeyen bir şeydi."
"Erkek çocuklarla gezip tozmak ..."
"Ben sevdama yürüdüm, senin düşündüğüne değil anne. " diye haykırmak istedi.
Bundan sonra bildik, tanıdık şeyleri konuşmanın ne anlamı vardı ki? O kararını vermişti. Yanında Ali'nin olmadığı bir hayatı istemiyordu.
"Bana aynı şeyleri artık söyleme anne. Sen beni anlasaydın, ille de okulun diye tutturmazdın. Onu seviyor olmam okumama engel değil ki..."
"Zeliha bazen çocukça davranıyorsun. Ben sevginin ne olduğunu bilmiyor muyum? Ben de sevdim Zeliha, babanı çok sevdim. Üstelik kader onu benden çok erken aldı."
Kadının nemlenen gözleri Zeliha'nın yüzündeydi. Kız, evet doğru diye aklından geçirdi. Bunda haklıydı annesi. Bir süre İkisi de konuşmadı. Sonra kızının elini tutup,
"Hangi bölümde okuyor? " diye sordu.
"Okumuyor anne, darbeden önce bırakmış. Her zaman anlattığın şu sağ-sol kavgaları yüzünden. "
"Hangi taraftaaymış? "
"Hiç bir tarafta değilmiş anne. "
"İlginç... "
"Hep ve her zaman arada kalmış, anarşi artınca ailesi okulu bıraktırmış. O evin tek çocuğu. "
" Ee ..."
"Askere gitmiş, dört beş ay önce de gelmiş."
"Tamam okumuyor, peki nerede tanıştınız ki? "
"Yurdun kantinin de."
"Yurdun kantini mi? "
"Evet, kantinde çalışıyor. "
"Orada tanıştınız ve peşine takıldı öyle mi? "
"Evet ... Ama "
"Ama ne Zeliha? "
"O değil ben onun peşine takıldım. "
"Ne! Sen mi peşine takıldın? Buna nasıl cesaret edebildin kızım? Çevrende ki arkadaşların seninle alay etmedi mi? "
"Etmediler anne, niye etsinler? Ona yaklaşabilmek için Serap'la iddiaya girmiştik. "
"İddiaya mı? Allah'ım ne korkunç bir şey... Çocuğu peşine takacaksın ve iddiayı kazanacaksın. Bu eski ve basit oyunu mu kullandın Zeliha? Ah kızım ah."
Kız başını sağa sola sallayan annesine bakmıyordu. Kadın yan tarafa doğru döndü ve doktorla oturan Ali Hakan'a gözlerini dikti, sonra
"Peki onun bu oyundan haberi var mı? " diye sordu.
"Hayır, henüz yok ama İzmir'e dönünce anlatacağım. "
"Ah kızım avcı iken av oldun öyle mi? Oyun oynarken kendini kaptırdın."
"Hayır anne ben oyun oynamadım. Onu gerçekten sevdim. İlgisini çekmek için cesaretim yoktu, böyle bir şey bana cesaret verdi. Ben Ali ile değil, aslında kızlarla oyun oynadım. Bu yüzden de hiçbiri benimle alay etmedi."
Fatma Hoca yine Ali Hakan'a dönüp baktı ve ayağa kalktı.
"Tamam Zeliha, ne olduğunu nasıl olduğunu anladım ben. Artık bir an önce iyileşip eve dönmeni istiyorum." diyerek birkaç adım attı ve durup kızına baktı.
"Bir ihtiyacın var mı? " dedi.
"Hayır yok anne... İhtiyacım olan, şimdi yanımda."
"Evet şu an yanında kızım. Ancak onun sana ihtiyacı olmadığını anladığın da bana hak vereceksin. Bazen kazandığını zannettiğin de bilakis kaybetmiş olduğunu anlayacaksın. İnşallah o zaman iş işten geçmiş olmaz."
Annesi ne demek istemişti ki? Ne kazanması ne kaybetmesi?
"Niye anlattım bunları ona? Nasıl olsa düşüncesi değişmeyecek, o kurallarını asla yıkmaz, söylediğinden dönmez. " diye düşündü.
Fatma Hoca sakin ve yavaş adımlarla doktor ile genç adamın bulunduğu yere doğru yürüdü. Yüzündeki gerginlik tamamen gitmiş, incecik kıvrak bir tebessümle yumuşamıştı.
"Delikanlı bunları daha önce öğrenmeyi hak ediyor kızım hem onun hem senin iyiliğin için. " diye mırıldandı.
Adamların oturduğu yere gelince Ali Hakan'a sert ve yapmacık bir ciddiyetle baktı. Aslında onunla alay etmek istiyordu. Kaybettin delikanlı... Zeliha'yı benden alamayacaksın, her şey artık bitti. Tek bir kelimeye esir olacaksın, seni kızımın yamacından tek bir kelime alacak. Yüzünün kızarıp yandığını görmeyi, kaslarının gerilmesini ve ellerinin titreyişini görmeyi çok istiyorum delikanlı. Maalesef kaybettin, üzgünüm ama kaybettin.
Kadın bunları söylemek için can atıyordu, dudaklarının çevresine oturttuğu alaycı ifade ile
"Gidebiliriz doktor bey, gençleri şimdilik yalnız bırakalım. Biraz vakit geçirsinler." diyerek kafeteryanın kapısına yöneldi.
.....................................
Adam gözlüklerini düzeltti. Zeliha hızlıca yürüyüp geçenleri izlemeye başladı yine, sık sık yanaklarını siliyordu.
"Gönlü de yüreği de aklı gibi saf ve ne kadar duru ne kadar temiz. Yazık ettin kendine Fatma çok yazık ettin. Kızlar senden kopup gitti. Anne sözüne hasret kalacaksın, sana anne diyecek kimse olmayacak. Pırıl pırıl iki yavruya da yazık ettin. Bak cıvıl cıvıl neşeli Zeliha, artık neşeli simaların yüzüne bakıyor.
Boğazı düğümlendi, Zeliha'ya hicranla baktı.
"Ona tüm istediğini vermişsin kızım. "
Zeliha adama bakmadan başını yukarıdan aşağıya hafifçe salladı.
"Haklısınız doktor amca en değerli servetimi, sevdamı kendi ellerimle teslim etmişim ona."
Yüksel usulca ayağa kalktı, kızın omzuna dokundu
"Hadi kızım, otobüsün kalkma saati geldi. Kendini çok hırpalama, İnsan yarın nelerle karşılaşacağını bilemez. Her şey iyi olacak Zeliha, iyi olacak her şey." dedi
Üç saati geçmişti, bazen karanlık yolda bazen de her yerin ışıl ışıl olduğu yerlerden ilerleyen otobüsün içinde sessizlik vardı. Arada küçük bir bebeğin ağlayışı, kimi zaman da bir hırıltı sesi geliyordu.
Gözlerini kapatıyor ama uyuyamıyordu. Hırkasını katlayıp bir yastık gibi başı ile camın arasına koyup yaslandı. Karanlığın içinde koşmaya başladı, ağaçlar ve farklı şekiller yanından geçip gidiyordu.
Serap'ın alaylı bakışları geldi önce önüne, her defasında "Sana bakmıyor bile." diyordu kız. O sabah da kızmıştı ona.
Dersi amfideydi, hızlı hızlı ve öfke ile yürümüştü. Amfi uzak olduğu için epey yürümüş, yorulmuştu. İkinci kattaki sağ kapıdan girip üst sıralardan birine oturdu ve dinlendi. Nefes alıp verişi düzene girince dört beş basamak aşağıda ki kızların bulunduğu sıraya ilişip oturdu.
Hoca tam karşıdaki uzun, koyu yeşil tahtaya bazı formüller yazıyordu. Sol kapıdan giren öğrencilere gözü takıldı, acele ile boş yerlere oturdular. İçlerinden bir erkek öğrenci ona ne kadar benziyordu. Bir an, yoksa o mu? diye geçirdi içinden. Sonra,
"Hadi canım olmaz öyle bir şey. " diye mırıldandı.
Acaba Ali'yi, başka birini benzetecek kadar mı düşünüyordu?
Evet onu ilk defa gördüğünde göğsü daralmıştı, ellerinin titrediğini ise sonradan fark etmişti. O akşam çay bahçesinde de adamın yüzünü hep seyretmişti. Aralıksız gözlerinin önünde tutuyordu Ali'yi ... Başka biri böyle bir şey yaşadığını söylese güler geçerdi. Ama... İlk baktığı esnada çocuk ona çok benziyordu.
Formülleri defterine yazarken annesiyle konuşması gelmişti aklına. Fakülteye kayıt için gittikleri dekanlıkta A Blok kız yurdunun ne tarafta olduğunu öğrenmiş, birlikte gitmişlerdi. Beşinci kattaki odasını bulmuş, yanında olması gereken eşyaları için bir liste hazırlamıştı. Ona göre bir an önce gelip yerleşmesi iyi olacaktı. Annesine göre ise fakültede derslerin başlamasına kadar buraya gelmesinin bir manası yoktu.
Derslerin başlamasına on gün kala geldi. Annesi ile beraber gelmişti yine. Alışmam lazım, kampüsü öğrenmeliyim diye dayatmış ve annesini ikna etmişti. Aslında amacı annesinden uzak kalmaktı.
Henüz yeni boyandığı için badana kokan odayı birlikte temizleyip, eşyalarını yerleştirmişti. Karşılıklı konmuş iki çelik ranza ve duvarın önünde yan yana iki dolap ile iki küçük, kare masanın bulunduğu odanın iki penceresi de kampüsün geniş alanına bakıyordu.
Camları silip, hemen girişte bulunan lavabo ve tuvaleti de tertemiz yapmışlardı. İşte o gün annesi yine nutuk çekmiş, önüne iki konuda şart koyup söz vermesini istemişti.
"Eğer bir erkek çocukla gezip tozacak olursan ve haberi bana gelir duyarsam, seni okuldan alırım, bir yıl sonra üniversite sınavlarına tekrar girersin. " demişti.
Otoriter ve agresif bir insanda annesi. Çok küçükken vefat eden babası gibi öğretmendi. Emekliliğine bir yıl kalmıştı fakat mesleğine çok bağlı olduğu için öğretmenlikten ayrılacağını sanmıyordu.
Ona verdiği diğer söz; ideoloji ve siyasi düşünceye ait herhangi bir gruba yakın olmayacaktı. Aslında o sözü rahatlıkla vermişti. O iki kavramı sevmiyordu zaten, orta okula giderken annesinin anlattıkları mı, yoksa okudukları mı, gazetelerde ki haberler mi? bilmiyordu, o kavramlar antipatik geliyordu hep ona. Tabii babasının arada kalıp vurulması da en büyük etkendi. İnsanların politik ve siyasi düşünceleri olabilir ancak bu görüşlerini birbirine zorla veya güç kullanarak kabul ettirmeye çalışmaları ilkel bir davranış biçimiydi. İnsan konuşarak ve karşısında kine saygı duyarak tartışabilir ama kendi gibi düşünmeyeni incitecek, hatta öldürmeye kadar gidecek bir ikna yolu olamazdı. Böyle bir yola, baskı ve korku yolu deniyordu. Hiç kimse fikrini zorla kabul ettirmeye çalışmamalıydı. Aslında bunları annesi ile daha önce defalarca konuşmuşlardı. Öyle olduğu halde söz vermişti yine de.
Lakin diğeri annesinden gizli, bir sır olarak kalmalıydı. Söz vermesine rağmen sevda gemisiyle derin sulara açılmıştı. Ta ki, yüreğini de gönlünü de öksüz bırakmaya sebep olan, Ali'nin yazdığı mektubu annesi okuyana kadar.
Sonrasında bir limana yanaşamadan çok büyük bir fırtınaya tutulacaktı ...
Başının altındaki hırka koluna doğru kaymış, camın dışında olan soğuk saçlarının arasından tenine değmeye başlamıştı. Gözlerini açtı, boynu ve omuzu sızlıyordu. Hırkasını omuzlarına serdi. Otobüs Sabuncubeli'nin kıvrak ve yılankavi asfaltında hafif sis altında görünen İzmir'e doğru iniyordu.
Son tepede iken uzaktan kampüsün geniş ve ağaçlarla kaplı bahçesini gördü.
Sağ tarafta kalan körfeze kadar uzayan şehrin sessizliğine karşı haykırmak istiyordu, "Ali ... Oradasın biliyorum ama neresindesin? "
"Üniversite de inecekler bagaj fişlerini hazırlasın..."
Genç delikanlının tiz sesi ile camdan dışarıya baktı. Araç yavaşlamış, Bornova'nın hemen girişin de kaldırıma doğru yaklaşıyordu.
Ortada ki yuvarlak kavşağın karşısına, kampüs kapısına gözlerini çevirmişken muavin çantasını uzatıp, "Buyurun çantanız. " dedi gülerek.
Soğuk ve puslu bir sabahtı ...
" Bugün hava soğuk, ama çok soğuk. Canım nasılda salep istedi. Hatırlıyor musun? İlk içtiğimiz gün tadı çok güzel demiştin. O gün de çok soğuktu, ellerin titreyip duruyordu ellerimin arasında. Salebin bardağına üflerken buharı yüzüne doğru yayılınca yanaklarımda ısındı diyerek sevinçle bakmıştın bana.
Tarçın kokusu saçlarına dolanıp sinmişti de yolda seni koklaya koklaya yürümüştüm.
Vazgeçtim sonra içmekten, sen yanımda olmadan salebin tadını, tarçının kokusunu alamazdım ki...
Sana ne kadar alışmışım, kampüste gördüğüm kızların çoğu sana benziyor bu aralar. Dün az daha birine arkasından, Zeliha diye seslenecektim. Geldin zannettim.
Gideli üç günü çoktan geçti, seni istasyonda beklediğimden uzun sürecek biliyorum gelişin.
Uyumak istemiyorum Zeliş çünkü gözümün önünden gidişine tahammül edemiyorum. Uyuduğumda ise, kitap okuyan sesini duyarak uyanmak istiyorum delice. Hastanede iken uyandığım gibi.
O gün otobüse binmeden önce söyleyecektim ama, unuttum ... Seni seyrederken unuttum. Artık gözlerinden bakınca yüreğini görebilmeyi öğrendim. Söylediğin o alevlere az daha elimi uzatacaktım. Yanarsın demiştin ya ...
Onu bana sen öğrettin. Sevgiyi, sevmeyi öğrettiğin gibi, sevdan için ağlamayı da öğrettiğin gibi.
Korkularını da gördüm, benim korkularımın aynısı. O dipsiz uçurum beni çok korkutuyor. Senin için korkuyorum. Ben düşebilirim, olsun... Hatta bir kez de senin yerinde düşeyim, beni alsın sonsuz derinliğine, seni değil.
Uçurumdan değil ama senin düşmenden çok korkuyorum. Aklıma geldikçe hafakanlar basıyor. Gördüğüm o rüyalarda hala peşimi bırakmadı. Hani karanlıkta incecik yağmur damlaları yüzümü, gözümü ıslatıyor da seni göremiyorum ya! Gittiğinden beri o karanlık sanki daha siyah oldu. Yağmur artık tüm bedenimi sırılsıklam ediyor.
Ömrümün tamamında senin olmanı diliyorum hep. Baharında da yazın da ve kışında da ...
Bugün seni düşündüm durdum, yanımda olduğun zaman nefesim tükensin istedim. Gözlerin gözlerimde iken... Gözlerimden, düşlerim ve ellerimin arasından gitmemen için dua ettim.
Kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim Zeliş, öksüz ve yetim, annesiz ve babasız kalan küçük mahzun, mazlum bir çocuk gibiyim.
Eğer bir ömrüm daha olacaksa, yine senin gözlerinde yaşamak isterdim.
Ne kadar uzadı şu sensizlik. Sabah oluyor ama geceye gidemiyorum. Geceye vardığımda ise sabah sonsuzluk kadar uzak sanıyorum. 18 Şubat- Ali "
Kâğıdı katlayıp kitabın arasına, diğer mektubun yanına özenle koydu. Gelen trenin sesi kampüsün açıklığında yayılmaya başlamıştı.
Gözyaşlarını sildikten sonra karşısında ki binaya uzun uzun baktı. Oraya gitmeye korkuyordu, daha bir ay önce şu an oturduğu yerde Ali ile oturmuşlar birbirlerine yaslanarak trenin gelmesini beklemişlerdi.
Eşyalarını koyduğu çantası yanındaydı o günde. Otobüs garajına gidene kadar o taşımıştı. Onun taşıdığı çanta şimdi de yanındaydı ama ...
Yurt karşıdaydı, kantinde oradaydı ...
Bileğine baktı, sızlıyordu kalbi gibi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top