Bir masal kuşu...


 Günler, haftalar ve hatırlanmayan kaç aylar sonra!


"Ceylan nerede Zeliha?"

"Uyuyor." Hafifçe tebessüm ettikten sonra,

"Bugün yorulmuş, Selma ile salonda basketbol oynamışlar. Ablam ilacını verdi, Selma'ya seni yenmem lazım diye diye uyudu." dedi.

"Ayşe ablam nerelerde acaba?"

Rüzgârın getirdiği esinti Ali'nin sesini savurarak itmişti.

"Selma ile beraber odalarına geçmişti, belki o da dinleniyordu Ali"


"Biliyor musunuz Zeliş, o sana çok benziyor. Şimdilerde korkum ikiye katlanmaya başladı"

"Niye Ali? Neden korkuyorsun ki?"

"Onlardan...Birgün buraya, kapımıza gelecek olanlardan."

Zeliha adamın söylediğinde bir anlam bulmaya çalışsa da bulamamıştı... Masumca,

"Ali onlar kim? Hiçbir şey anlamadım" diyerek adamın eline uzanıp tuttu.

Sevdiği çehreye dikkatle baktı. Ali Hakan uzaklardan rüzgârın kucağında getirdiği kuş seslerine uzandı ve bir süre dinledi. Kadına kederle bakarak,

"Selma ve Ceylan'ı birileri birgün gelip bizden alacak Zeliha." dedi.

Kadın Ali Hakan'a tebessüm ederek baktı ve oturduğu ahşap sandalyeyi ona daha da yaklaştırarak başını omuzuna dayadı.

"Yuvalarını kuracaklar Ali. İkisi de sevecekleri Ali'yi bulunca gönül bahçelerine uçup gidecekler, kadınların hayat ödevi evlenince başlar, ailesini evirip çevirecek ikisi de."

"İkisi de yanımdan ayrılmasın Zeliş, yuvalarını kursunlar ama bizi bırakıp gitmesinler."

Zeliha'nın saçımı öptü, kolunu omzuna sardıktan sonra,

"Ben bırakıp gitmenin acısını ömür boyu yaşadım ve cezasını da çektim. Ne annemin ve babamın ne de amcamın yanından ayrılmadım hiç. Ayşe ablamın da Bülent'in de yanımdan ayrılmasına dayanamazdım herhalde. Seni orada bırakıp geldikten sonra anladım... Ayrılıp gitmek büyük bir kahır Zeliha. Hepsi dizimizin dibinde dursun ben artık hasret çekmeye dayanamam."

"Selma seni ne kadar seviyor biliyorsun ve sana çok bağlı, Ceylan... Ceylan da sana büyük bir tutkuyla bağlandı. Her akşam bana neler yaptığımızı ne konuştuğumuzu soruyor, senin söylediğin her şey artık onun için çok önemli. Sana kahve yapmak için Selma ile anlaşmışlar, - sen benim ablamsın ben varken senin kahve yapman ayıp oluyor zoruma gidiyor - demiş. Ama ben biliyorum ki sen sevdiğin, sevindiğin için yapmak istiyor."

Yüzünü adama çevirip,

"Geçen akşam seni taklit etti."

"Beni taklit mi etti..." Ali gülümseyip Zeliha ya baktı.

"Oh! Kahve çok güzel olmuş eline sağlık küçük kızım, aynı senin gibi demişsin." Zeliha güldü ve Ali Hakan'ın kolunu tutup sıkıca sarıldı,

"Merak etme onlar ne seni ne beni ne de bizi bırakıp gitmezler, evlenseler bile senin yanından ayrılmazlar Ali."


Gökteki bulutlar hızla griye, kurşun rengine dönüyordu. Yukarıda çok yukarılarda hızla ilerleyen hareketlenmeler vardı. Yer değiştiren bulutları sürükleyen rüzgarlar, kuvvetle ve başka başka bulutların elini tutup öne doğru atıyordu sanki. Kuzeyden güneye, doğudan batıya ama en çokta batıdan ormanların çatılarına doğru hırsla koşturuyordu rüzgâr.

Gümüş rengi bir duman çöktü çökecekti neredeyse orman dağlarının üzerine.

"Zeliha; içime bir sıkıntı iniyor sanki."

"Ne oldu Ali? Hasta mı oluyorsun acaba... yoksa üşüdün mü?"

Adam başını kaşları ile beraber yukarıya- geriye doğru kaldırıp,

"Hayır ama..."

Yanlarında oturdukları ağacın, ikisine en yakın dalında gördüler onu,

"Hayır ama içime bir sıkıntı çöküverdi" dedi adam.


Tepesinde ki uzun üç ince tüy esintiyle sağa sola sallanıyordu. Uzun kanatları arkasına doğru sivrilerek gidiyor, tünediği dalın üzerinden boşluğa iniyordu. Yine uzun kuyruk tüyleri siyaha yakındı ancak parlak lacivert ve sarı ile kahverengi tüyleri baklava dilimi gibi sırtını heybetli gösteriyordu. Siyah gözlerini ikisine dikip sonra da yavaş ve ahenkle ötmeye başladı.

Ali ve Zeliha şaşkınlıkla nefeslerini tutarak dinliyordu. En küçük bir hareket yapmaya çekiniyorlardı.

Kısa ve uzun aralıklarla çıkardığı melodik seslerden sonra durdu ve sustu. Minik başını çevirip yine adamla kadına baktı. Tüylerini gagası ile koparırcasına karıştırdıktan sonra tekrar ötmeye başladı. Bu defa daha acıklı ve yanık bir sesle...

Beş altı kişiden oluşan bir grup insan vardı karşıda, iyice dikkat etti erkekti hepsi...

Toprak kokusu yerlerde ki gazellerin kokusuna karışıyordu. Güneşin açık sarı ışıltısı bir nefesin fısıltısı gibi ağaçların, dalların ve yaprak aralarından yere düşüyordu. Tam sessizliğin ortasına, insanın içini ferahlatan ılık bir esintiyle.

Gökyüzü eşsiz bir mavilikte, sararmış çamların selvilerin araları ve adamların ayaklarının altı, parlamayan bakır rengi toprakla sonsuzluk gibi uzanıyordu.

Nedense hiçbiri kımıldamadan öylece duruyorlardı, neresi burası diye düşündü. Neredeyim diyecekken hastane; hastanenin bahçesi diye geçirdi içinden. Evet! Çalıştığı hastanenin bahçesiydi burası. Yavaş bir solukla üfleyen rüzgâr, bazen bir bulut topağı gibi toz kaldırıyor ve yerdeki kuru yaprakları oynatıp sallıyordu. Ağaçların önünde geniş gövdelerin dibinde duruyordu hepsi. Solgun yüzlerine bir tebessüm sarılmış ona bakıyorlardı.

"O..." diye geçirdi içinden, evet; evet önde diğerlerinin bir iki adım önünde bekleyen delikanlı oydu. Elini sağ bacağının yanındaki büyük resmin çerçevesinde tutuyordu.

Adımlarını hızlandırıp iyice yaklaşınca, esmer yüzünü saran siyah saçlarının uçuştuğunu, buğday tarlasındaki başaklar gibi dalgalandığını sonra da yüzünü gördü.

O Hasan'dı... İyice dikkat etti, Hasan 'mıydı, ona bakıyordu masumca.

Kocası Hasan, yıllar önce hayatından kopup giden Hasan... Ressam olan sevdiği! Sevmeye doyamadığı yiğit delikanlı. Ömrünün en güzel çağında toprağa bir çiğ damlası gibi düşen sevdası, zulüm ve esarete işkenceye yolladığı sevdası...

Çok şey istememişti Hasan, düşündüğümü rahatça söylemeliyim, ben de o da ve diğeri de eşit olsun, kimse kimseyi ezmesinin demişti. Babalar evlerine ne istiyorsa götürsün, anneler çocuklarına canlarının çektiğini yedirebilsin diye, yollarda sonu belli olmayan yürüyüşler yapmıştı.

Kendi gibi aynı inancı taşıyan arkadaşları ile eşitlik, hak ve adalet istemişlerdi de rutubetten duvarlarında sular akan zindanlarda kolları arkadan kelepçelenip bekletilmiş, yüzleri tanınmayacak hale gelene kadar dövülmüşlerdi.

O ve arkadaşları...

İşte orada tam karşısında yüzleri solgun ama gülümsüyordu hepsi.

Sevdiği adam, insanca yaşamalıyım diye haykırmış ama o, kalbindeki sevginin sahibine hasret kalacağı yılların arasında preslenerek yaşamıştı.

Daha da yaklaştı onlara, Hasan yerde bacağının önünde duran büyük çerçeveyi kaldırıp iki eliyle ona uzattı. Adamın dudakları kıpırdadı ancak ne söylediğini duyamadı. Ses vermeyen billur bir duvar vardı sanki aralarında. Ya da ses geçirmeyen şeffaf bir plaka...

Bir şeyler söylüyordu sevdiği adam, elindeki resme baktı çok büyüktü.

Açık mavi fonda, kuru bir ağaç dalında, yeni yeni oluşmaya başlamış minik iki yeşil taze filizcik vardı. Hemen alttaki kısa dalın üstünde ise tepesinde uzunca üç ince tüy bulunan ve iri kanatları arkasına doğru sivrilerek giden ve boşluğa uzanan büyük bir kuş duruyordu. Renkli, parlak lacivert ve sarı ile kahverengi tüyleri ışıl ışıl yanıyor gibiydi. Tüm heybetiyle aşiyana doğru bakıyordu gözleri, kara kara...

Resmin en altında büyük harflerle ve el yazısı ile" SENİN İÇİN" yazısı okunuyordu.

Birden gözlerini açtı, yattığı yerden doğruldu... gülümsedi,

" Hasan'ım" dedi fısıltı ile.

Hala adamlar gözünün önünde duruyordu sanki bir resim gibi.


Selma'nın diğer odadan gelen sesi ile irkildi,

"Nineciğim ne yapıyorsun yarım saattir içeride?"

"Hazırlanıyorum kızım." diye seslendi.

"Hayırdır ne için hazırlanıyorsun, yoksa İzmir'e mi gideceksiniz?"

Bir süre sessizlik oldu, sonra;

" Selma... gelebilirsin artık yanıma." diye seslendi.

Genç kız odaya girdiği zaman hayretle baka kaldı...

Ayşe hemşire saçlarını düzgünce taramış, üstüne bayramlarda ya da kabristana eşinin mezarını ziyarete giderken giydiği uzun abiye elbiseyi giymişti. O siyah elbise ona çok yakışıyordu.

Parlak atlas kumaştandı. Yakası oldukça geniş ve omuzlarına kadar seriliyordu, yaka kenarı ve bileklerinde gümüş simle işlenmiş motifli biyeler yüzünün güzelliğini derin çizgilere rağmen, solgun beyazlığı ile ortaya çıkarıyor menekşe renkli gözleri ile ahenk içinde görünüyordu.

Ayağına giydiği kapalı terliklerin de üstünde simli motifler işlenmişti.

Boynunda ki iri taneli inci kolye göz kamaştıracak şekilde bembeyaz parlıyordu.

Nurlu eski bir kandil gibi...

Eli ile incilerden birini tutarak Selma'ya baktı ve gülümsedi. Solgun yorgunluğu gitmiş, yüzüne pembeye yakın güzel bir renk yayılmıştı.

Diğer eli ile yanında ki boşluğa vurdu, yatağın ucunda oturuyordu.

"Gel yanıma otur." diyerek kıza bakmaya devam etti.

Selma yavaşça," Nine..." dedi ve kadının elini vurduğu yere, tam yanına oturdu.

"Nereye gideceksin böyle giyinmişsin?"

Kadın canlı ve dinç bir şekilde gülerek,

"Çok güzel bir yere kızım."

"Nereye nine?"

"Söylesem bilemezsin ki. Sen hiç görmedin oraları, hem bazen gidilecek yerler söylenmez. Söylenmese daha iyi olur yavrum."

Ayşe hemşire bazı zamanlar bunu yapardı. Gittikleri yerin güzelliğinden ya da ne için gideceklerinden hiç bahsetmez Selma'ya sürpriz yapmış olmaya bayılırdı.

" Bak! Çok merak ettin ama geldiğimize değdi değil mi?" derdi. Sonra da gülüşürlerdi.

Ama... ama bu defa ki başkaydı, değer verdiği tören elbisesini giymiş, şen değil fakat sevinçli ve çok sağlıklı görünüyordu. Üstelik dinç duruyordu. Adeta birini bekliyordu sanki,

" Amcamla bana bir sürpriz mi yapacaklar acaba?" diye geçirdi aklından önce sonra yok, yok birini bekler bir hali var o beklediği hemen gelecek de birlikte gidecekler gibi diye düşündü...

"Ya nine bana şaka yapma ne olur, hadi söyle" dedi Selma.

Yaşlı kadın pencereye baktı önce, gülümsedi... Selma'ya değildi, sanki biri ya da birilerine gülmüştü. Gülüşü tebessüme döndükten sonra kızın duyamadığı bir şeyler mırıldandı ve Selma'ya başını yaslayıp,

"Oğluma da Zeliha'sına da iyi bak kızım. Hepiniz güzel günler yaşayın." dedi ve derinden ama bir kuyunun dibinden çıkar gibi nefes verdi. Tüm bedeni hafifçe titredikten sonra Selma'ya yaslandı.

Yanık sesini ve büyüleyen melodik ötüşünü aniden sonlandırdı. Önce Ali ile Zeliha'ya sonra da sağa ve sola baktı. Olduğu yerde zıplayarak tam ters istikamete döndü. Gagası ile kanatlarını tekrar eşeledi, silkeledi ve güzel parlak tüylerini germeye kanatlarını da yavaşça açmaya başladı. Süslü tüylü küçük başını yukarıdan aşağıya doğru eğdikten sonra manalı manalı ikisine bakıp boşluğa doğru havalandı.

Zeliha da Ali de heyecanla izledi bu anları. Güzel sesli kuş gözden kaybolup iyice yükselene kadar arkasından baktılar. O esnada bulutlar koyu griye dönmüştü.

Selma, Ayşe hemşirenin yığılıp kalan hareketsiz vücudunu tutmaya çalıştı ama yapamadı. Kadının yaşlı bedeni yatağa doğru kaydı, yüzündeki tebessüm duruyordu ve bembeyaz çehresinde minik bir yıldız parıltısı vardı sanki. Hoş bir menekşe kokusu sardı çevresine. Selma adeta bir menekşe bahçesine girmişti. Güzel koku artarak iyice yayıldı.

Genç kız heyecanla kadının elini tuttu, bileğine parmağını yasladı. Sırtından soğuk ter boşandı bir anda, sonra parmağını boynuna götürüp bastırdı atmıyordu.

Aniden,

"Nineee..." diye haykırdı.

Yanaklarını tuttu Ayşe hemşirenin, sıcaktı... Sıcaktı ama teni kaygandı. Selma arka arkaya bağırdı, haykırdı. Yaşlar gözlerinden yağmur olmuş sağanak halinde indikçe hıçkırıyordu durmadan.

"Zeliha bir ses geldi duydun mu?"

"Duymadım Ali... nasıl bir sesti?"

"Sanki biri haykırdı"

Ayağa kalktı, Zeliha'ya bakarak,

"Kalbimi sıkıyorlar Zeliha." dedi önce, sonra başını gökyüzüne kaldırdı.

"Ortalık kararıyor, yağmur geliyor herhalde. Hadi artık gidelim."

Zeliha'nın elini eline alıp, tepeden aşağıya binaya doğru döndüler.

"Amcaaa, amcaaa..."

Bağırarak seslenip ona doğru koşan kızı görünce, o da koşmaya başladı. Tüm gücüyle hızla koşuyordu, Selma ise hem koşuyor hem de" Ninem amcaaa" diye ağlayarak hıçkırıyordu.

Ali Hakan yere elleri üzerine düşen kızın kollarını tutup kendine doğru çekerek sarıldı,

"Selma ne oldu kızım ninene ne oldu?"

"Öldü amca, ninem öldü... O öldü amca."

Genç kızın feryadı ile hıçkırıkları büyük bahçede yankılandı.

Ali Hakan başını kaldırıp binaya baktı, hüzün ve kederle

"Anne..." dedi.

Zeliha'nın eli yaslandı omzuna suluca.

İnce bir yağmur inmeye başlamıştı, gözlerinden inen yaşlarla beraber. Selma'ya sıkıca sarıldı.

Toprak kokusu menekşe kokusuyla çoğaldı.

İyice kararıyordu her yer...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top