Ben gideyim, arayayım nine... Bulurum onu.
Yağmur başlamıştı dışarıda. Oturduğu yerden pencerenin camından gözyaşı damlaları gibi inen yağmuru izledi uzun uzun. Önce cama vurup orada kalıyor, başka bir damla ile buluşunca, hızla aşağıya izler bırakarak süzülüyordu. Arada sırada karanlığın içinde ortaya çıkan esinti ile yağmur tanecikleri savruluyor, gezine gezine düşüyordu. Ya tutunabildiği bir yerlere ya da toprağa kavuşma azmiyle betona ve asfalta...
Göğsüne çöken boğucu heyelan ve heyecan yüzüne doğru hücum ediyor tüm damarların da kalbinin ritmik ve tempolu atışını hissediyordu.
Geriye gitti, çok gerilere yıllar öncesine... Orada Zeliha'yı seyretti önce tebessüm ederek sonra Ali'ye baktı hem hastane de yatarken hem istasyonda baygın yatarken. Sonra ise bacaklarının üstüne battaniye saran Selma'yı seyretti.
Gördüğü o rüyayı düşündü, tahlil odasının koridorun da sürekli olarak ağlayan kızın, rüyasına bu şekilde niye girdiğini anlamaya başlamıştı.
Ali'nin ardından hep gözyaşı ile geçirdiği yıllar yaşamış, mutluluğu saadeti ve huzuru hiç bulamamış diye mırıldandı.
"Seni tekrar görecek miyim Zeliha?" dedi içinden.
Ama kızı sonra küçük bir çocuk olarak neşe içinde görüyordu, "İnşallah..." diye inledi.
"Tansiyonun iyi ama üzüntü seni hırpalıyor, bak inliyorsun yine... Amcam haklı olarak kızıyor, üzülmemen lazım. Yediğine içtiğine dikkat etmen lazım." Sonra, gözlerini süzerek "Hava da iyice serinledi"
Elinde ki hırkayı kadının omuzlarına koydu ve ayaklarının dibine, yere oturup başını dizlerine yasladı. Sonra da...
"Ne olacak şimdi nine?" diye sordu Selma
"Bilmiyorum, bilmiyorum ki Selma"
"Anlatacak mısın?"
"Ona bütün bunları nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Anlatsam mı, anlatmasam mı? Onu da bilmiyorum. Çok sarsılacak."
Hafifçe eğilip kızın yüzüne baktı,
"Çok sarsılacak kızım" dedi.
"Peki anlatmazsan ne olur?"
"O zaman da vicdanım sızlar, bana niye anlatmadın diye sorarsa ne yaparım Selma?" durdu ve sustu.
"Anlatsam alt üst olacak, hırpalanacak. İçine daha da kapanacak, ya da..." yine sustu Ayşe hemşire ve nefes alıp verdi.
"Ya da... Keşke onu yapsa" dedi.
"Neyi yapsan nine?"
"Kızım dediğim gibi ya içine iyice kapanıp bizden uzaklaşacak yine ve gittiği yerlerden gelmeyecek, ya da gidip onu arayacak kızım. Keşke gidip arasa."
"Zeliha'yı mı?"
Selma başını dizinin üstünden kaldırıp baktı, Ayşe hemşire sessizce başını sallıyordu. Kız;
"Sence arar mı?" dedi.
"Kızım, seven hiçbir erkek uğruna canını vermek isteyen kadını atmaz, atamaz... Eğer o zamanlar öğrenmiş olsaydı, doktor bey onunla görüşebilseydi Zeliha'sını alır getirirdi. Kesinlikle Zeliha'yı annesine bırakmazdı Selma."
"Çok mu güzeldi Zeliha?"
Hüzün dökülmüştü kızın dudaklarından sanki.
Ayşe hemşire gözlerini Selma'nın yüzün de gezdirdi, önce kabarmaya başlayan ve sonra düşen yaşları eliyle silerek,
"Çook... Çok güzeldi kızım. İkisi birlikteyken birbirlerine bakışları bile herkesi etkiliyordu. Az sonra ayrılıp bir daha görüşemeyecekler gibi, ya da yıllardır ayrı kalmışlar da yeniden buluşmuş iki sevdalı insan gibiydiler. Onlar bedenen yan yana oldukları gibi kalben de kendilerini birbirlerine kenetlemişlerdi Selma."
Gözünün önüne Zeliha'yı ilk kez gördüğü o gece geldi. Bankta oturuyordu kız, masum bir şekilde endişeyle bakıyordu. Sonra Ali ile baş başa uyuyakalışlarını hatırladı. Çevrelerinde olan her şey onları seyrediyordu sanki.
Serap'ın anlattıkları bıçak gibi saplanmıştı sinesine.
Selma'ya, Ali hastanede yatarken Zeliha'nın onu saatlerce seyretmesini ve kitap okumasını anlattı.
Selma'ya, Ali hastanede yatarken, Zeliha'nın onu saatlerce seyretmesini ve başında sesli kitap okumasını anlattı. Diğer hastalar bile hayretler içinde kalmıştı. Remzi efendi bir keresinde ona,
"Ayşe Hanım bu çocuklar birbirlerini ne kadar çok seviyorlar." Demişti.
Selma'ya kederle bakarak,
"Hele..." dedi, boğazı düğümlendi ve yutkundu.
"Hele o akşam Ali'yi bir iki dakika göreyim hemşire abla diyerek yanına gitti. Sonra çıkmadı ne kadar zorladıysam gitmedi. Seni zorla çıkarttıracağım dedim, evine git artık dedim."
Ayşe hemşire yanaklarını sildikçe damlalar hızla iniyordu.
"Masumca boynunu büküp, benim evim yok yurtta kalıyorum bu saatte nasıl gideyim diyerek yüzüme bakmıştı."
Selma'nın uzattığı peçeteyle yanaklarını silip genç kızın elini tuttu,
"Sonra da sen hiç sevmedin mi abla? Onun yanında kalmalıyım beni anla abla diyerek ağlamaya başladı, ben de gidip refakatçi kâğıdı düzenlemiştim."
İyice hızlanan ve cama iri taneleri vuran yağmura çevirdi bakışlarını, bir müddet orada tuttu çekmeden...
"O, amcanı gerçekten çok seviyordu kızım. Onun yanında olmak için her şeyi yapıyor ve en büyük engelleri zorlayarak aşıyordu. Yurttan atılacak olması bile umurunda değildi. Sabah olunca yurdun yöneticisini arayıp izin aldım, yakınıyım dedim. Sevdiği için yapmaya çalıştığı fedakârlık onun cesaretinin ve sevdasının çok büyük olmasından kaynaklanıyordu. İkisini de kendi evladım gibi o günlerde sevmeye başladım. Ben onların sevdalarına hiç dayanamadım Selma."
Yaşlı kadın sustu. Selma da yağmurun hazin ve ürpertici sesini dinlemeye koyulup iyice hızlanarak pencereleri gürültülü bir halde yıkayışını izledi, Ayşe hemşire ile beraber... İkisi de gök gürültüsü ve şimşeklerin her yeri inleten çığlık ve haykırışlarını irkilerek işitiyordu.
Sonra, yaşlı kadın usulca;
"Otuz yıl kızım, otuz yıl geçti. Bunca yıldır amcanın gözlerin de ona duyduğu özlem var, sitem var, hüzün var. Belki siz göremiyorsunuz ama bana her baktığında- Neden böyle oldu abla- diye haykırıyor gözleri. Ona inanmıştım diye bağırıyor, karanlıktan çıkamadım, çukurlara hala düşüyorum abla diye sesleniyor kızım. İşte sen de dinledin Serap'ı... Amcana mı yoksa Zeliha'ya mı yanayım Selma? İki yavrum da hicran'ım oldu benim." Dedi.
Yanakların da çoğalan yağmurları sildi mendille...
Selma kadının oturduğu kanepeye yanına geldi ve uzanıp yanaklarından tuttu,
"Ben gideyim arayayım nine...Bulurum onu." Diyerek masumca baktı.
Ayşe hemşire telaşlanıvermişti.
"Aman kızım, sakın ha olmaz... Ben amcanı kaybedemem. Çok kızar, hem de çok kızar. İnan ki onu bir daha göremeyiz. Böyle bir şeyi aklına bile getirme bir daha. Aramakla bulmakla olmaz bu iş. Gönlünde ki fırtına yıllardır sürüyor ne ben dindirebildim ne desen de dindiremezsin. O hep bedel ödediğini söylüyor, sanki hayattan intikam almaya çalışıyor, ancak o biterse... Bitecek mi onu da bilmiyoruz. O biterse işte o zaman kendi arayacak, kendi bulmaya çalışacak."
Derin nefesler alıp sonra da iç geçirdi ve arkasından;
"Ya da kaderin yazdığını ömrünün sonuna kadar okuyacak." Ve genç kıza baktı,
"Ama bu akşam duyduklarımız beni biraz da olsa ümitlendirdi. Belki öğrenince bazı şeyleri değiştirir diye düşünüyorum kızım." Dedi.
"Hayattan intikam alınır mı nine?"
"Alınmaz güzel kızım. Hayattan değil belki ama anlayışlardan, davranışlardan alınabilir. Ancak ona intikam demeyelim de daha iyisini yaparak karşısındakine anlatabilir insan. Yakıp yıkanların arkasından tekrar, yenilemeye mamur etmeye çalışarak insanların yaptığı bağnazlık ve alçaklıklarına, ona yaptığın iyi şeylerle karşı koyabilirsin."
"Amcamın ki öyle bir şey değil mi?"
"Elbette öyle bir şey, görmüyor musun hiç hissetmiyor musun? Bu kadar varlığın zenginliğin içinde amcan da baban da ne kadar yabancı duruyorlar. Paranın ve gücün asla esiri olmadılar, bunların peşinden gitmediler ve en önemlisi bu aldatıcı zenginliğin gücünü kendileri için kullanmadılar. Ben amcanın para hesabı yaptığını hiç görmedim. Kendilerine rehber olarak gördükleri erdemlerin çerçevesinden asla çıkmadılar."
"Evet nine bazen düşünüyordum, belki bazen değil çok düşündüm. Babamın altında en güzel arabalar varken toplu ulaşım araçlarını kullandığı zamanlar da şaşırıyor ve anlayamıyordum. Soramıyorum da... Özellikle bakıyor ve izliyorum, ikisinin de gece hayatları yok, içki içerek eve sarhoş geldiklerini hiç görmedim. İkisi de insanların servet ve varlıkları ile asalet ve makamlarını ballandıra ballandıra anlattıkları ortamlar dan uzak duruyorlar, lüks ve debdebeli hayat adeta onlarla kavgalı."
Selma nefes alıp verdikten sonra Ayşe hemşirenin koluna başını yasladı ve,
"Buna üzülüyor muyum? Hayır, babamın ve amcamın akıllıca hareket ettiklerini düşünüyorum." Dedi.
"Evet güzel kızım doğru düşünmüşsün. Amcan da baban da hayattan intikamlarını böyle alıyorlar. Dünya hayatı lezzetli güzel şeylerin görünüşleriyle süslüdür ama sonu acı tuzaklarla dolu sahte güzelliklerdir hepsi."
"Amcan bana gelip ağladığı gün...-Zeliha'yı bırakıp döndükten sonra- annesinin yani, Zeliha'nın annesinin, sen kantin de çalışan birisin, konumlarınız dahi uygun değil demiş. O bu kibir dolu anlayışı, karşısında ki insanı küçük gören anlayışı yendi kızım. Hem de sabırla çalışarak yendi. Aldatmadı, çalmadı, yalan söylemedi ve çok çalıştı. Baban da o da çok çalıştı. Kibir gömleğini üzerlerine hiç almadılar, keşke herkes servet ve kibirin insanı ayaklar altında ezip bir kenara atan ne büyük düşman olduğunu bilebilse... Gönül sevgiyi, sevdayı mal ile mülk ile asla elde edemez güzel kız kızım. Dürüstlük ve ağır başlılık kadar güzel bir asalet var mıdır acaba yeryüzünde? En büyük zenginlik tertemiz aşkla yanan bir kalbe sahip olmaktır. Zeliha'da Ali'de bunun farkındaydı ama o kadın ne yazık ki bilmiyormuş"
Yağmurun hızı azalmış ilk başladığı haline dönmüştü, çiseliyordu artık sadece. Selma kadının beyaz yüzüne bakarak dikkatle dinliyordu söylediklerini.
"Sevdalı bir çift gözün akıttığı gözyaşı, hicran ve hüzünle dökülen gözyaşı, eğer deryalara düşmüş olsaydı, bir damlası dahi düşmüş olsaydı inan ki insanoğlu rüzgâr eker fırtına biçerdi."
Genç kızın ellerini tuttu ve sıvazladı,
"Amcan bizim öğrendiklerimizi mutlak öğrenmeli. Ama onu nasıl yapacağız düşünmemiz lazım güzel kızım. Onun buna hakkı var, sonrası ise kaderin ellerine uzanıp tutunmalı..."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top