Bak!.. Kader onu bıraktığın ellerine geri verdi...
Elinde olan üzeri işlemeli fincanı tabağına bıraktı. Sigarasından iki nefes çekerek pencereye doğru üfledi.
"Bırak artık şu sigarayı amca ..."
Tebessüm ederek Selma'ya gözlerini dikti,
"Bırakacağım kızım." kahvesinden bir yudum daha aldı ve,
"Artık sadece kahvenin yanında içiyorum zaten." dedi.
"İnanayım mı?"
Adam, sehpanın üstün de duran evrakları alıp, baktı ve sonra,
"Sen inanmayacağın bir şey duydun mu benden hiç?" dedi ve okuma gözlüğünü taktı.
Elinde ki kağıtları imzalarken, "Buraya neden geldim ben? Bunları eve getirseydin ya Selma." diye düşündü.
Sağlık merkezi denetimden geçmiş, eksik evrakların bakanlığa gönderilmesini istemişlerdi. Aylardır buraya gelmiyordu, Avrupa ile İstanbul arasın da kendini işe kaptırmıştı, seyrek de olsa Ayşe hemşirenin sitemlerine dayanamıyor, eve; Bornova'ya geliyordu sadece.
Selma o gün ısrarla çağırmış evrakları imzalamasını istemişti. Çok geç vakitte, adeta gizlice geldi. Özellikle karanlığın inmesini beklemişti.
"İstanbul'da işler iyi mi amca?"
"Evet kızım hem İstanbul hem de Londra iyi gidiyor"
Sonra başını salladı ve Selma'ya yüzünü çevirip,
"Hemen hemen yedi ay kadar bütçe sıkıntın olmayacak, eksik dediğin cihazlar geldiyse artık yatırım yapma, önümüzde ki aydan itibaren de doluluk oranının yüksek olacak. Yan binalar tamamen bitmiş olsun artık." dedi.
"Cihaz eksiğimiz artık yok amca, yan binalar da bitti sayılır, en fazla on günlük işi kaldı, geçen gün mimar Osman Bey ve müteahhitle toplantı yapmıştık."
Genç kız elinde ki kalın ve deri kaplı ajandayı açtı ve:
"Personel ve diğer giderlerimizi karşılıyoruz amca ama kâr hanemize belki bir yıl sonra rakamlar girecek."
"Yavrucuğum sen tesisi bu haliyle ayakta tut yeter, biliyorsun şimdilik kar beklentimiz yok. Hem kar etmedik diyorsun ama yan binaları kendi kendine, büyük binanın geliriyle bitirdin. O karımız değil mi? Şirketten sana onun için kaynak aktarma dık ki."
İkisi de sustu. Selma kahvesini bitiren adamı durgun ama dik bakışlarla izledi bir süre. Elinde ki imzalamış olduğu evrakları aldı.
"Ne zaman bitecek amca?" diye sordu, donuk bir sesle.
"Anlamadım kızım ne bitecek?"
"İçinde ki korku ve panik ile şaşkınlık."
Ali Hakan sigarasını söndürdüğü tablayı pencerenin dışına bırakmak için ayağa kalktı ancak Selma bileğini tutarak "Onu ben kaldırırım amca" dedi, yine donuk bir ifadeyle.
"Lütfen amca yüzüme ve gözlerime bakarak soruma cevap verir misin."
Adam kaşlarını birbirine yaklaştırıp Selma'ya hüzünle baktı. Kızın güzel yüzünü bakışlarının önüne alıp "Bilmiyorum." dedi usulca. "Gayret ediyor musun peki, içinde ki açmazlar dan çıkmak için gayret ediyor musun?" diye soran genç kıza,
"O nasıl iyi mi?" dedi.
Selma uzanıp adamın elini tuttu, sıcaktı elleri ... odanın serinliğine rağmen sıcacıktı.
"Seni bekliyor amca" dedi önce,
"Seni o kadar çok seviyor ki, bu kadar olacağını hiç tahmin etmemiştim."
Sıkıntı ile uzun ve derin bir nefes aldı,
"Ninem ortopedi doktoru Ali Bey'e seslenmişti geçen gün, ah! amca ah ... koridora koşarak çıkışını görmeliydin, ninemin sana seslendiğini zannetti. Ben onda gördüğüm bu heyecanı, çocukken sen geldiğin de duyardım. Amcam geldi der çok sevinirdim. Zeliha abla senin ismini duyunca bile heyecan duyuyor ve titriyor amca."
Ali Hakan yüzünü önüne Selma'nın tuttuğu ellerine doğru eğdi.
"Zeliha" denildiği zaman göğsü daralıyor bir el boğazını sıkıyordu sanki. Selma'ya bunu söyleyemedi, utandı. Ona duyduğu hasretini dillendirmedi, sadece;
"Biraz zamana ihtiyacım var" dedi.
Ancak kafasının içinde bir ses aniden haykırı verdi,
"Daha ne kadar kaçacağız? O zaman kaçtın, sonra da kaçtın ama şimdi de kaçmak istiyorsun."
Ayağa kalktı ...
Lobiye indiklerin de yanında ki genç kıza,
"Küçük kız nasıl Selma? Ninen bugün ameliyat olduğunu söyledi" diye sordu.
"Şimdilik uyuyor bu sabah oldu ameliyat. Saliha abla konuşacak diyor ama ..."
Ali Hakan bahçeye çıkarken sözünü bitirmeyen Selma'ya durup baktı, ve
"Ama dedin kızım."
"Ama asıl önemli olan omurilik ameliyatı amca. Ya platin ya da yapay kemik için ameliyat olması gerekiyor. Saliha abla bu konuda uzman bir profesörden bahsetti. Amerika'da bir araştırma merkezinin, yapay kemik ve doku merkezinin başında olan bir doktor."
"Oraya mı gitmesi gerekiyormuş?"
"Yani ... evet!"
"E tamam Selma yollayalım kızım. Hemen doktorla irtibata geçin."
"Profesöre ulaşmak çok zor amca, konuyla ilgili konuşmak için aradık ama oldukça yoğun biri."
Selma nefes aldıktan sonra "Kaç defa aradıysam konuşamadım." dedi.
"Ben Londra'yı arayayım, oradan ulaşmayı denesinler. Doktorun ismi neydi?"
"Mr. Hayes ","İsmi Mark Hayes"
"Hayes mi?"
"Evet amca Hayes, profesör Hayes. Kendisi İngiliz vatandaşı, dediğin gibi Londra'yı arasan belki adama oradan daha kolay ulaşabiliriz."
Ali Hakan bir süre Selma'nın yüzüne baktı ve ciddi bir sesle
"Ya da Profesörün kendini ben arasam olur mu kızım?"
"Nasıl, profesörü sen mi arayacaksın?"
"Evet Selma profesörü ben arayayım. Müşterilerimizden biri o ve yakın dostluğumuz var."
Selma çığlık atmamak için kendini zor tutup, sevinç içinde Ali Hakan'ın boynuna sarılı verdi.
Saçları tamamen kazınmış ve sargılarla kapalı başı, iki yanı yumuşak süngerle desteklenmiş kaska benzeyen bir yastığın içindeydi. Derin uykunun içindeydi kız.
Yaklaştı, apliğin sarı ışığı altında dahi bembeyaz görünen yüzüne baktı.
"Annesine ne kadar benziyor." diye mırıldandı.
Selma tam arkasında duruyordu. Kızın eline uzandı, tuttu yavaşça ... soğuktu. İnce uzun parmaklarını okşadı usulca. Birkaç saniye sonra baygın yatan kızın kolu titreyince, elini hemen çekip bıraktı.
Selma, "Amca Ceylan sana tepki verdi." diyerek kızın yüzüne doğru eğildi.
Genç kızın dudakları belli belirsiz titriyordu, hemen sonra rüzgâr dolu bir fısıltıyla
"Anne" dedi.
Selma koridor da heyecanla Saliha'ya seslenirken Ali Hakan asansöre biniyordu. Ceylan'ın yanına gitmeye önce tereddüt etse de Selma'ya itiraz edememişti. Zeliha'yı merak ettiği kadar kızını da merak ediyordu. Karşı gelemeyeceği bir şekilde içinde ki sesi dinleyip odaya girmiş Ceylan'ı hicranla seyretmişti. Her şeyiyle sanki annesinin ikizi, kopyası gibiydi.
O alt kata, lobiye inip bahçeden çıkarken Zeliha ve ablası Ceylan'ın yanına gelmişlerdi. Kız baygın yatıyordu, Saliha yeğenine bakıp "Uyuyor" dedi.
Selma heyecanla, "Anne dedi doktor abla, amcam elini tutunca fısıltıyla anne dedi." diyerek kıkırdadı.
Zeliha nemli gözlerle Selma'yı dinliyordu. Bir aracın çalıştığını ve ağır ağır ilerlediğini duydu.
"Ali burada mıydı? Ne zaman geldi?" diye söylendi.
Selma olanları daha teferruatlı anlattı, Zeliha ağlamaya başlamış Saliha ise kederle kardeşine bakıyordu.
Ceylan daha uzun süre uyuyacaktı, uyuması da gerekiyordu. Durgun ve kederli bakışlarını önce baygın yatan kıza sonra da Selma'ya çevirdi, "Nasıl olur?" dedi içinden.
Zeliha'nın sahip olduğu her şey sanki etkileniyordu. İsmini koyamadığı bilmediği bir şey sihirli sözcüklerle harekete geçip çevrelerini sarıvermişti. Yoksa aralarında ki aşk mıydı bu? Birbirlerine duydukları özlem miydi yoksa? Yıllardır vazgeçemedikleri tutkuları mıydı? Her şey bir anda bir araya gelmişti.
"Bu nasıl bir sevgi Allah'ım..." dedi kendi kendine.
Yol boyunca Selma'nın söylediklerini düşündü durdu.
"Dinsin artık içinde yağan yağmurlar, bak!.. Islandın hep, ıslandıkça da üşüdün amca, artık üşümeni istemiyorum amca." ve "Sana ihtiyacım var, hepimizin ihtiyacı var sana." demişti.
Haklıydı küçük kızı. Ninni söyleyip uyuttuğu minik Selma haklıydı. Ayşe ablası da ...
Sadece yağmur değil, boran olmuş, kar tipi olup yağmıştı ona duyduğu sevgisi.
Ancak zamanın ardından nefesi de duracak sevdası da kalbinin son atışında haykırarak çıkacaktı yerinden, o günlerde sevdası için yazdığı o şiir aklına geldi:
İşte bitiyor, nefesimde hasretin,
İşte sevdan da duracak,
Zaman gibi ardından.
Gözlerimde son ışık, sadece sen!
Kalbimin son atışı,
Adını haykırıp işte çıktı yerinden...
Bilsen şimdi neredeyim?
Ah! bir bilsen.
Ebediyetin geçit törenindeyim,
Gül bahçelerinin,
Lale kaplı tepelerin en ıssız yerinde.
Seni bekliyorum, özlediğim...
O kalın kaba ses, "Derdin ne?" diye bağırıverdi kulaklarına.
Apartmanın önüne geldiğinde yağmur başlamıştı.
Başını yukarıya kaldırdı, ışık yanıyordu. "Yatmamış beni bekliyor" dedi, anahtarı kapıya takarken. "Yine kızacak, yine sitem edecek." diyerek binaya girdi.
Dairenin kapısına gelince durdu, henüz zile basmamıştı bile ama açıldı kapı. Solgun yüzünde derin çizgiler kısım kısım uçuşup duruyordu. Yaşlı yüzüne bakarak tebessüm etti.
"Uyumamış mısın abla?" kadın cevap vermeyince,
"Benim geldiğimi nereden anladın?" diye sordu.
"Kokunu alıyorum yakışıklım."
Onun varlığı hayatına güç katıyordu, yıllardır vefayı öğrenmişti ondan, merhameti annesi gibiydi, o da eve gelene kadar beklerdi hep.
Solgun ve durgundu bu akşam, neşesi olmadığı hareketlerine de yansımıştı.
"Hasta mı acaba?" dedi içinden.
Kadının koltuğa oturmasını bekledi, önüne dizleri üstüne çöküp elini tuttu, soğuktu...
"Abla ... hasta mısın?"
"Biraz yorgunum Ali bir miktar tansiyonum da yükselmiş."
"Hastaneye gidelim hadi, kalk hemen gidelim."
"Yo, yo birazdan geçer. İlacımı içeli epey oldu." diyerek hafifçe güldü.
"Sen geldin ya ... Az sonra geçer." diyerek eliyle koltuğa vurdu ve
"Yanıma otur oğlum." Ali'nin gözlerine baktı.
"Biliyor musun üç gündür çamlığa gitmiyorum" dedi.
"Hayırdır abla bir şey mi oldu?"
"Canım sıkılıyor Ali."
"Ne oldu abla, canını sıkan şey ne, biri bir şey mi yaptı, bir şey mi dedi?"
"Evet yaptı oğlum." diyerek adama gergin bir ifadeyle bakıp,
"Biri beni üzüyor, hem de çok üzüyor." derken göz çukurları nemlenmeye başlamıştı.
Ali Hakan endişeyle bakarak "Kim abla, seni üzen kim?" dedi.
Ayşe hemşire sessizce duruyordu, onu kim üzecektir ki Selma mı asla ... O ninesi için canını bile verirdi. Bülent yo, hayır kardeşi ile ne zamandır görüşmemişlerdi ki. Saliha mı? Yo ... Zeliha mı? İmkânsız bu. Peki kim üzmüş ... Ben, ben mi? Ama, ama onu üzecek bir şey ...
"Sen Ali, sen oğlum. Sen beni çok üzüyorsun."
Yine içimden geçeni bildi dedi kendi kendine, sonra kadına sevgiyle kollarını sardı.
"Ben seni üzecek ne yaptım abla?" dedik kederle.
"İçinde yaptığın şu kavgayı bitir artık. Ben senin de onun da yüzünüz gülsün istiyorum. Oraya gitmiyorum çünkü onun son zamanlarda ki haline dayanamıyorum oğlum." İçini çekip devam etti,
"Bahçeye her araba gelişinde cama koşuyor. Koridor da ayak seslerini takip ediyor Ali. Kim nasıl yürüyor öğrendi, senin ayak sesini duyacak diye kulakları hep koridor da."
Ayşe hemşire boğazını temizleyip gözyaşlarını sildi.
"Ali ismini duyunca elleri titriyor. Sağlığı bozulmaya başladı, böyle giderse Zeliha kötü olacak. Bir yandan Ceylan bir yandan sen! Çok hırpalanıyor oğlum. Zeliha hiç iyi değil."
Ali Hakan'a boynunu bükerek baktı,
"Ne olur Ali yalvarıyorum sana." adamın yüzünü tuttu elleriyle,
"Hani, intikam ruhun zindanların da kapalı kalması gereken bir caniydi. Ben intikam almıyorum abla demiştin. Öyle konuşmuştuk. Kendine eziyet etmeyi bırak artık, o da eziyet çekiyor. Hem de senden daha fazla çekiyor. Hatam gururummuş dedin ya oğlum. Bak kader onu bıraktığın ellerine geri verdi. İkinizin de mutlu olmaya hakkınız var, sen bunu farkında olmadan engelliyorsun." dedi
Masumca Ali Hakan'a tekrar baktı, yaşlı ve titreyen ellerini dizlerinin üstüne bıraktı. Gözlerinde hâlâ yaş vardı. Adam yavaşça başını omzuna yasladı kadının.
"Abla, benim güzel ablam, anam... Benim için gözyaşı çok döktün, senin hakkını nasıl ödeyeceğim ben? Ağlama artık ne olur."
"Ben sana hakkımı helal edeli otuz yıl oldu Ali. Seni oğlum diye bağırma bastığım da hakkımı helal etmiştim oğlum."
Yaşlı kadın yanaklarını sildi, "Ama ben şimdi sadece." dedi, sonra
"Ben şimdi sadece Zeliha'nın, gözlerimin önünde ızdırap yaşamasına ve tükenmesine dayanamıyorum ..." diyerek Ali'nin elini tuttu.
Günün aydınlığı şehrin yanmaya başlayan ışıklarının ardından yavaşça sönüp gitti. Dışarıda ki manzara karanlığa girmiş görüntüsü tükenmişti. Aydınlık gitmişti ve her yer karanlık içindeydi.
Yoldan aşağıya inmeye başladı. Loş ışıklar dükkanların dışa vuran beyaz ışıkları ile çoktan karışmış yürüdüğü geniş sokağı pırıl pırıl yapmıştı. Elini cebine attı,
"Zeliha tükeniyormuş, ya ben! Ben ne zamandır, kaç zamandır tükendim. Ben tükeneli ne kadar oldu abla?"
Çakmağın ışığı çevresinde ki ışıkların hepsini bastırdı gözünün önünde.
"Ben tükeneli ne kadar oldu abla?" dedi yine. Yürüdü, hızlı hızlı.
Ama sen keder oldun hem ona hem kendine dedi ses... Kafasında haykırdı sanki. Kulaklarına inmeden irkildi, kimdi bu? Aklını mı yitiriyordu bu sesi duymaya başladığından beri ruhu sanki karanlıkların içinde kaybolup gidiyordu.
Sonra tam göğsünün ortasına indi o ses,
"Onun kaderi sendin, kederi oldun." dedi. Yürüdü yine ...
Zeliha o zaman çaresizdi, evet çaresizdi. Önünde hem de tam önünde karşı koyamadığı bir güç duruyordu. Yapabileceği kadar savaş vermişti de daha fazla direne memeşti. Ve onu yüzüstü bırakıp gittin dedi tekrar o ses.
Elinden tutmadın, şimdi ise gururun yüzünden tükendiğini unutuyorsun... Ne kadar yanlış yaptığını Serap'ın anlattıklarını dinlediğin zaman anladın ya, Ali. Onun tertemiz sevdasına sırtını hemen dönüverdin, dinlemedin bile. Hep kirlendim diye avuttun kendini, eğer dinlemeye cesaret etseydin her şeyi öğrenecektin. Gururunu hiçbir zaman arkaya atmadın. Bir erkeğin değeridir gururu dedin durdun. Gurur aldanmaktır Ali, kibirle kardeştir o. Yeryüzü gurur ve kibrinin esiri olanların elinde ne zulümlere şahit oldu bilmiyor musun... Gururun arkasına sığınma, annesinden kaçtım de hiç olmazsa, yoksa annesinden mi kaçtın? Yalnız nasıl kaçabildin, hani Zeliha'yı İzmir'e getirecektin.
Yürüdü... Daha da hızlandı, bir süre sonra elinde ki sigarayı attı.
Zeliha'yı İzmir'e getirip ondan sonra gurur ve onurunun parmaklıkları arasından kırgınlık ve kızgınlığını haykırabilirdin. Hıh gururmuş...
Zeliha'nın atmayı göze aldığı, annesinin o işe yaramaz değerlerini korumak sana mı kalmıştı? diye bağırmaya başlayan ses, göğsüne yumruklar indirip nefesini kesiyordu.
Olduğu yerde durdu, geriye dönüp baktı ev oldukça uzakta kalmıştı.
"Abla..." diye inledi.
Başını yattığı yere dayanarak kaldırdı. "Uyumuşum" diye mırıldandı. Ayşe hemşire odasına gittikten sonra içi geçmiş uyuya kalmıştı.
Rüyasından nefesi kesilerek uyanmıştı,
"Zeliha'nın gözlerimin önünde tükenmesine dayanamıyorum" demişti kadın. Hala nefes alamıyordu sanki. Kimle konuştuğunu düşündü, o ses kime aitti, kimin sesiydi o. Düşündü, sadece bir sesti...
"Ahmak..."
Yankı gibi geldi aniden, çınladı bağırarak. Hırçındı, kaba ve hoyrattı.
"Bir de kalkmış bana biraz zaman verin diyorsun."
Konuşuyordu, rüyasında konuştuğunu sandığı ses susmamıştı, devam ediyordu konuşmaya. Ahmak bile demişti. Gerçekten ahmak mıydı? Zihninde ki o hoyrat ses onunla oyun mu oynuyordu, tekrar çığlık atarcasına bağırdı,
"Geçmişin kullanılmayan madeni paralarını çıkar at cebinden artık. Senin ruhunu o eski paralar kirletiyor. Seninle oyun oynayan Zeliha değil o paralar. Eskiciler bile bakmıyor artık o meteliklerin yüzüne."
Elini cama uzatıp buğulu olan alanı sildi, yüzünü gördü; yağmurun damlaları arkadaydı.
"Otuz yıldır kendini kullanımı geçen tedavülden kalkmış paralarla oyalayıp duruyorsun zavallı Ali Hakan, anlamıyor musun? o ölmek istemiş, sen böyle bir şeyi hiç düşündün mü? En kolay olanı yaptın, kaçtın... Kaçmadın mı?"
Kendi kendine, "Zavallı Ali" diye mırıldandı.
Cama akseden yüzüne tekrar baktı. Yağmur camda duran görüntüsünü dövüyordu.
"Diğerlerini, diğer sevdiklerini de üzdüğün yetmedi mi? Zeliha artık yanında Ali, yakının da çok yakının da elini uzatsan tutacaksın. Onun gülümsemeye hasret kalan yüzüne uzan..."
Evet yakındı artık, siyah kocaman gözleri gözlerinden hiç düşmemişti. Sadece bakışları sisler arasına çekilmişti. O buraya geldiği günden beri de bakışları artık belirgindi. Diğer sevdiklerim diye içini çekti, ablası ne kadar üzüldüğünü biliyordu. Selma adeta çırpınıyordu, küçük kızı o mutlu olsun diye çabalayıp duruyordu.
"Hakkım yok ki" dedi kızarak.
Sen kendini ne sanıyorsun? İkisi de senin canının içi, onlar senin her şeyin, sen kimsin ki? Ayşe ablan olmasa ne yapardın Ali Bey ne yapardın Hakan Efendi.
O kaba ses doğru söylemiyor mu? Doğru söylüyor...
Yine göğsünün üstünde tam üstün de konuşmaya başladı
"Git artık. Hadi git yıllardır hasret kaldığın Zeliha'nı özlemle seyret. Bu kez onun yanında ol. O gün annesinin elemlerine dayanamamıştı, şimdi ise anneliğin ağır yükünü kaldırmaya çalışıyor. Kızı hasta, onun yanında olman gerekiyor Ali. Sen elini uzatırsan güç alacak toparlanıp ayağa kalkacak. Kızı gibi o da şu an yatalak Ali. Dün nasıl bırakıp gittiysen bugün ellerinle ayağa kaldırır Zeliha'yı. Sahip çık ona..."
Sessizlik geldi, sessizlikle beraber o seste sustu bir müddet. Nefes almaya çalıştı, deli gibi çarpan kalbi göğsünden çıkacaktı sanki. İki el vardı boğazın çevresinde, yanaklarından inen yaşları sildi.
Şefkat dolu bir nefes geliverdi kulağına
"Vakit azalıyor, zaman ne kadar hızlı akıyor bak Ali. Aslında görüyorsun, hissediyorsun farkında değilsin belki ama ruhunda tazelik var ve seni rahatlatıyor. Bilmeden Zeliha artık bizimle beraber diyorsun ama bilmiyorsun. Bundan sonra pişmanlık girdaplarında çırpınmamak için ablanın söylediklerine kulak ver, seni seven insanları lütfen dinle."
Dinliyordu Ali Hakan,
"Sevdanızın o günkü kokusu duruyor Ali, eskimedi, gitmedi ve bitmedi de o güzel kokuyu derinden içinize çekin bir daha. Bu tekrar, her insana yaşatılmıyor, kendini şanslı saymalısın. Geçmişte ödenen bedeller her zaman aklının bir kenarındaydı unutmadın biliyorum. Her bedel bir ödüle gebedir Ali. Hadi kalk ve ona git."
Cama baktı, görüntüsü yine buğulaşmaya başlamıştı, yine eliyle sildi sonra gözyaşlarını da sildi. Yağmur damlacıkları görüntüsünün üstünden inmeye devam etti.
"Zeliha..." diye mırıldandı
Ayşe ablasını da almalıydı yanına.
Acaba odasına girse miydi, ya ablası uyudu ise...
"Olsun." dedi içinden. Uyandırmalıyım diyerek kapıyı tıklattı. Sonra usulca araladı. Kadın yatağında oturuyordu.
"Abla uyumadın mı sen." dedi
"Seni bekliyordum yakışıklım."
Kadın ayağa kalktı, "Kaç saattir seni bekliyordum oğlum."
Beni mi bekledin diye sordu kendi kendine. O sesin söylediklerini adeta duymuş gibi... Karar verdiğimi biliyormuş gibi, seni bekliyordum demişti.
Hüzünle ona bakan kadına yaklaşıp beyaz ve yorgun çehresin de bakışlarını gezdirdi ve elini eline alıp öptü,
"Kendini iyi hissediyorsan gidelim mi abla?" dedi.
Kadının yorgun yüzünden belli belirsiz bir gülümseme ve aydınlık geçti...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top