Bölüm 9: Karaborsaya Kurbanlar | Kısım 2
On yedi güneş sekişi sonra
"Onlar Akaf için tehlike değil, aksine yaşamı simgeleyen canlılardır. Akaf'ın, ignalar gibi ilk var olan ırklarından birisi olduğundan türü, binlerce yıldır devam etmekte ancak avcıların, arzularını kontrol edememesi sebebiyle türleri tükenmektedir.
Bu bize, binlerce yıldır var olmanın sonsuzlukta yer edinebileceğimize dair bir gerekçe vermediğinin yegâne ispatıdır.
Morulas, terefin son bulduğu gün de bile, o günün seyircileri olabileceğine dair bize hiçbir mesaj yollamamıştır."
Uzman Kordell, omuzlarından aşağıya dökülen elbisesinin kuyruğu sanki -merkezdeki yarım daireleri birer birer tırmanmasını sağlayan zikzak merdivenleri çıkarken- onlarca basamak arkadan yeri süpürmüyormuş gibi sakin ve rahattı. Silindirik, kubbeli binanın merkezindeki boşlukta aşağı yukarı hareket eden platforma dolaşıyor, ellerini havaya kaldırarak şeffaf ekranlar üzerindeki görselleri gerçekçi bir simülasyona dönüştürüyordu.
Bazen, üst kattaki nevkilerle göz teması kurabilmek için merdivenlerde dolaşıyor, bazen de simülasyonların içinden geçerek, ırklar hakkında detaylı özelliklere değiniyordu.
Şimdi, o merdivenlerde kuyruğunun takip ettiği uzunca bir yolu çıkarken, platformun ortasında devasa bir Derha türünden dişil bir kuş, görseli dolaşıyordu. Derha, sanki gerçekten binanın içindeymiş ve koca, silindirik boşlukta uçuyormuş gibi özgürce nevkilerin önünden geçti. Her kanat çırpışında, kenardaki dairesel yedi katlı balkonun ardındakilere rüzgârını savuruyor, bazı nevkilerin kıkırdayarak geri kaçmasına neden oluyordu.
Uzman, dördüncü katın merdivenlerinde durup, pelerinini savurarak ardına döndüğünde Derha, ilk kattan yukarıya doğru hızla çıkıp uzmanın karşısında durdu.
"Renklerine bakarak onun arzusunun ölçülebileceği gibi Derha dişileri, genellikle Milga Dağları'yla eş değer görülebilecek yüksekliklere çıkan Çor Dağları'nda yaşarlar. Böylece, yeryüzünden kaçmak istediği gibi bir anlam görülebilir."
Uzmanın platin sarısı uzun saçları ensesinde devasa bir topuzla tutturulmuş olmasına rağmen karşısındaki dişi Derha'nın ensesinden tıpkı Dünya'dan bir kuş türü olan tavus kuşlarının renkli gözlerini andıran sivri tüyler fışkırıyordu.
"Orijinal boyutları bir ignadan çok daha küçüktür," diyerek basit bir parmak hareketiyle simülasyonun boyutunu küçülttü. Derha, kusursuz vücut kıvrımları ve mavi teniyle oldukça alımlı görünüyor olmasına rağmen en fazla bir metre boyundaydı.
Bu sırada Derha, incecik bir çizgi gibi görünen gözlerini kırpıştırarak başını eğdi ve uzmana kibar bir selam verdi. "Derhalar oldukça kibar olmalarıyla bilinir zira onları kendi gözleriyle görmek isteyen kişilerin Çor Dağları'nın dik yamaçlarını tırmanmaları ve şimdilerde Derhalar'ın Gardiyanı diyebileceğimiz Kassam Dikenlerini geçmesi gerekir."
Derha, aniden ayakları altında beliren devasa, canlı birer kolu andıran bin bir dikenli Kassam açığa çıktığında merakla havalandı ve dikenin etrafında dolaşmaya başladı. Dikende, başta bir avuç bir kara, top yumağı gibi görünürken gittikçe büyüdü, açıldı ve kökten itibaren kalın, sonra gittikçe incelen devasa bir bitkiye dönüştü.
"Kassam Dikenleri seçici değildir. Derhalar dışındaki tüm canlılara, birkaç hafta sürecek bir ıstırap için kendi uzuvlarını kaybetmeyi göze alırlar."
Uzman, merdivenlerin en üst basamağından ikinci platforma çıktığı sırada, havada süzülen ve kırık bir sütunu andıran beyaz kolonların ardındaki nevkilerden biri söz aldı.
"Onları Sej mi yoksa Deh mi olarak değerlendirmeliyiz?"
Uzman, söz alan nevkiyi uzun ve kırılgan duran parmaklarıyla usulca platforma çağırdı. Sütunlarından ardından gelen kişi, Akaf'a ayak basalı henüz on dört güneş sekişi kadar geçmiş olmasına rağmen sarımsı saçlarının uçlarına zehirli dehlerden uygulamaktan çekinmemiş bir nevkiydi. Angelisini takım olarak kullandığından, tıpkı uzmanı gibi bembeyaz alanda bir başka beyaz nokta gibi görülüyordu.
"Bana eşlik etmeni istiyorum," diye mırıldandı Uzman. "Lütfen Kassam'ın merkezine geç."
Sarı nevki, uzmanının yönlendirmesiyle devasa Kassam'ın olduğu platforma adımladı ve onun merkezine geçmek için simülasyonun içinden geçti. Ancak bu sırada ona çarpan devasa dikenli kolların –tıpkı gerçekmiş gibi- kendine zarar verebileceğini tahmin etmemişti.
Genç nevkinin tiz çığlığı beyaz kubbenin altında birkaç kez yankılandı. İki büklüm olup hemen geriye doğru kaçarken teni de kızarmaya, tüm cildinde irin dolu baloncuklar oluşmaya başladı. Kassam Dikeni ilk hali gibi ağırca şekil değiştirdi ve küçük, siyah bir top haline dönüşüp yok oldu. Böylece yerde acılar içinde kıvranan kız görünür hale geldi.
"Bir Deh olarak sınıflandırdığımız Kassam Dikenleri özellikle ignalar üzerinde zehirlerini bu şekilde yayarlar. İgnanın bedeni, içinde diken sürüsü diyebileceğimiz oluşumlarla dolar ve bu, nefes alınan her saniye derinin altına sızarak, her bir noktayı delik deşik eder."
Uzman nevkinin yanına gelip ellerini üzerinde gezdirdiğinde, oluşan altın sarısı ışıltılarla kız, acısını yutmayı başardı. Angelisini çırpıp, şaşkın bir şekilde ayaklandığında saniyeler önce çektiği acıdan geriye hiçbir şey kalmamış, hatta o saniyeleri zihni unutuvermişti. Kendi etrafında şaşkınca dönerek az önce neler olduğunu anlamaya çalıştı. "Birkaç haftanın sonunda belirtiler kendiliğinden yok olur ve kurban, çektiği acıyı unutarak aynı riski göze almayı kafasına koyar. Zihin unutsa bile beden," diyerek uzman aniden tekrar Kassam simülasyonunun canlanmasını sağladı ve bu defa sarı nevki, ani bir hareketle geriye doğru sıçrayıp merkezdeki platformdan boşluğa atladı. Bir alt kattaki platforma düştüğünde taklalar atarak toparlandı ve yukarıdan aşağıya sarkan Kassam'ın dikenli kollarından süratli hamleleriyle kaçtı.
"...Yaşadıklarını bir deneyim olarak kabul ederek yara almaktan kurtulabilse de, bitkinin merkezine ulaşmayı başaramayacaktır." Uzman simülasyonu yok ettiği saniyelerde sarı nevkinin hareketleri boşlukta savruldu ve sonunda kendini durdurabildiğinde yuvarlak, yarım metre genişliğindeki bir daire onu kendi katına doğru havalandırdı.
"Katılımın için teşekkür ederiz nevki," diyen uzman pelerinini savurup platformun merkezine geçti. Parmak uçlarına dek beyaz angelisi ile örtülü olan kadın, sağ elini havaya kaldırıp yukarıya doğru bakındı. Biraz sonra Derha'yı çağırıyor olduğu, parmaklarına dokunan tavus kuşu görünümlü, devasa kanatlı canlının var oluşuyla anlaşıldı.
"Peki, Kassam'ın bu oldukça narin ve kibar olan Derhalar'ı bir saldırgan olarak görmemesinin sebebi sizce nedir?" diye sordu uzman.
Derha, usulca yere konarak meraklı bir canlı gibi uzmanın etrafında gezindi, yaklaşıp incecik parmaklarıyla onun –içine bir silah saklanabilecek kadar büyük olan- top gibi topuzunu kurcalamaya başladı.
Üst kattan bir nevki söz hakkı almak istediğini, önünde duran minik, bir fener görevi gören kapsülü oynatmasıyla belli etti. Tıpkı onun gibi beyaz kolonların ardında birkaç ışık daha belirdiğinde uzman, ilk olarak ikinci kattaki bir erkeğin söz hakkı almasına izin verdi. Arkasında merakla onu tarayan Derha'yı terk edip merdivenlere yöneldi ve ayağa kalkmış nevkiye doğru adımladı.
Nevki konuşmaya başladığında o henüz merdivenlerdeydi; sessiz ve hızlı adımlarıyla, tüm bakışlar üzerinde olmasına rağmen, bir şekilde göz açıp kapayana dek ikinci katın platformunda bitti.
"Fikrimce, onun arzusunun kirli olması Kassam için ilgi çekici değil."
"Başka fikri olan?"
Beşinci kattan bir nevki daha söz aldı. "Belki de Çor Dağları'nda yaşıyor olması onu yerli olarak algılamasını sağlıyordur."
"Ben, onun dağın aşağısından gelen ziyaretçilere saldırıyor olabileceğini düşünmüştüm."
"Evet, aynı şekilde Derhalar'ın tepeden yaklaştıkları için saldırıya uğramadığını öne sunabiliriz."
Uzman, yüzünde tatlı bir tebessümle tüm yanıtlar için teşekkür etti. "Dünkü Mull ırkı için söylediklerimiz sizi biraz etkilemiş olarak görünüyor, genç nevkiler," diyerek ellerini kavuşturdu uzman. "Ancak doğru cevap bu değildi. Aslında Kassam Dikenleri'nin Derhalar'a saldırmamasının sebebi, onların soyu tükenmek üzere olan canlılarda meydana gelen 'Prollaserektoj' hormonlarının kokusunu almasından kaynaklanır. Onun öncesinde tıpkı Derhalar da bu ıstıraba maruz kalıyorlardı.
Böylece anlıyoruz ki..." diyen uzmanın yüzünde mahur bir ifade belirdi. "Morulas, canlı ve cansız tüm varlıklarını korumak üzere hüküm sürüyor."
Nevkiler arasında etkileyici bulduğunu fısıldayan kişilerin ardından uzman, tüm simülasyonları kapatınca kubbe altındaki farklı renkler anında soldu ve bembeyaz bir alan, yeniden gözleri kamaştırmaya başladı. Alan ilk haline döndüğünden dolayı, büyük bir avizeyi andıran -yere paralel duran- ince halkalar usulca, dağınık bir şekilde, aşağı inmeye başladı. Halkalar, kırık beyaz rengindeydi ve üzerinde lavdan kazılmış igna harfler dolanıp duruyordu. Ağırlıklı olarak igna dilindeydi ancak aslında, igna dilini henüz çözememiş olan kişiler için bir çeviriye yarıyordu.
Halkalar, bölgelerce ayrılmış bir şekilde her gruba farklı çeviriler yapıyordu; hangi grubun önünde dolanıyorsa o grup, uzmanın konuşmalarını kendi diline çevrilmiş bir halde algılıyordu.
Cevza üçüncü katta, Dünya ve Dünya gibi uzak diyarlardan gelen kişilerin yanında oturuyordu. Her nevki gibi o da önünde deki ekstra görsellerle desteklenen bir ekrandan uzmanı takip ediyordu. Ekran, uzmanın simülasyonlarını engellemeyecek şekilde ortama göre renk ve şekil değiştiriyordu. Cevza, onu kendi diyarından cam bir tablete benzetmişti. Burada gördüğü pek çok şeyi kendi diyarıyla karşılaştırma gibi bir istekle dolduğundan beş katlı merdivenleri sürekli inip çıkan uzmanı da, tek penceresi yukarıdaki kubbe olan alanın böylesine aydınlık olmasına da anlam veremiyordu.
Akaf'ın mimarisi gösterişli olduğu kadar yersiz de değildi; üstün teknoloji ve pek çok tuhaf yararlı fikir sayesinde adeta bir asansörü andıran sınıfının da aslında bilimde bir açıklaması vardı. Devasa simlasyonlar her nevkinin dersi yakından takip etmesini sağlıyor ve uzman, nerede olursa olsun onun ses ve görüntüsünü kolayca takip edebiliyorlardı.
"Pekâlâ, öyleyse artık Derhalar'ın yavrularının tek besin kaynaklarını incelemeye geçersek-" diyen uzmanın sözünü bir nevki yarıda kesti. Bu, saçlarını tamamen kazıtmış olan zayıf, İlyada diyarından gelmiş bir nevkiydi.
"Neden bize sürekli soyu tükenmekte olan ırklardan ya da diyardaki en zararsız canlılardan bahsedip duruyorsunuz? Sizce de artık Derhalar ya da Mulllar dışında canlılarla tanışmamız gerekmiyor mu?"
Uzmanın kaşları çatıldı, konuşan gür sese doğru önce başını, sonra bedenini döndürdü. "Farklı bir ırkı mı tanımak isterdin?" diye sordu.
"Kesinlikle evet. Mesela, turuncuların derslerinde işimize yarayacak birkaç tehlikeli yaratık ve onların zayıf noktalarını öğrensek, vaktimizi boşa harcıyor gibi düşünmezdik."
Uzmanın kaşları havalandı, kendisiyle cesurca konuşan nevkiyi ayağa kaldırdı. "Morulas canlılarını korumak için böylesine detaylara değinirken senin gereksiz bir bilgi öğreniyor olmanı düşündüren nedir?" Uzman, basitçe kendini aşağılayan nevkiyi aşağılamıştı.
"Uzmanların, sırf saldırı bölgelerini bilmediğimiz için bizi platforma davet etmediğini biliyorsunuz değil mi?"
Başka bir nevki söz hakkı almadan konuşmaya dahil oldu. "Uzman Clint, her yaratık için farklı saldırı şekline ihtiyacımız olduğu ancak öncesinde ırkları ezbere bilmemiz gerektiğini söylüyor. O zaman dek çocuk oyuncağı gibi yumruklar savurup duracağız."
Uzman derin bir nefes alıp dairenin içinde adımlamaya başladı. "Pek çoğunuz Akaf'a ayak basalı henüz yirmi güneş sekişini tamamlamadınız; eğer hızlı ve eksik bir şekilde ilerlemek istiyorsanız önce korumayı değil, savaşmayı öğrenebilirsiniz."
"Ama kendimizi korumadan Morulas'ı nasıl korumamızı bekliyorsunuz ki?"
"Uzmanlar yaklaşan bir savaş olduğundan bahsediyor. Eğer sayılı günlerimizi narin Derhalar ile geçirirsek savaş geldiğinde koruyacak hiçbir ırkımız kalmayacak bile."
Uzman sesini yükseltti, gür yankısı tüm nevkilerin yüzünü kırıştırmasına sebep oldu. "Savaşta bulundum!" dedi, öfkeyle. "Buradaydım, ilk sırada savaşan sarıların arasında, Agneya'nın ardındaydım. Hepimiz Akaf'ı korumak için buradaydık ve yaşananlardan ders çıkaran yalnızca bizlerdik. Siz, yeni gelenlersiniz-"
Bir nevki uzmanın sözünü kesti. "Aramızda daha önce Simurg savaşını görenler de var," dedi. Bunu söyleyen uzun saçlarını balıksırtı şeklinde örmüş, iri yarı bir oğlandı. "Akaf'ta kalanların nasıl kaybettiğini gördük. Bunun tekrar yaşanmasını istemiyoruz."
Uzmanın gözleri şaşkınlıkla aralanırken aynı tepkiyi Cevza'da gösterdi. Nevkiler, küstah bir şekilde geçmişteki savaşı kaybedenlerin kaçanlar değil, geride kalanlar olduğunu savunuyordu ancak Cevza durumun öyle olmadığını biliyordu. Agneya evlatlarını kurtarmak için şeytanla anlaşma yapmıştı.
Uzmanın söyleyecek pek çok lafı var gibiydi; dudaklarını birkaç kez aralayıp, yeniden kapadı. Her ne söyleyecekse, bunu ertelemeye karar verdi. Yüzünde, gözü kara bir ifade belirdi.
"İstediğiniz olsun," diyerek ellerini havaya kaldırdı ve yukarda bir kez çırptı. Onun avuçlarının birbirine çarptığı anda kubbe altındaki ışık aniden sömürüldü. Bir yaratık tüm ışığı, aynı zamanda umutları yutmuş gibi kubbe karanlık bir alana çevrildi. Uzman şimdi nevkiler tarafından görünmüyordu ancak ellerini hareket ettirerek simülasyona yön verdi.
O kollarını sağa sola savurdukça koca, kalın zincirler şiddetli bir şekilde duvarlara gömüldü. Hiçlikten gelen zincirler nevkilerin arasından geçip saplandığı her anda korkuyla bağıran kişiler oldu. Tüm platformlar o anda yok olmuştu, kubbenin yüksekliğinde bir taht, alanın merkezinde canlandı. Üzeri leşlerle kaplı, kimisi hala daha canlı olan tutsaklar tahtın içinden çıkıp özgürlüğe ulaşmak için çığlık atıyor, bir iskelete dönüşmüş ellerini dışarıya doğru savuruyordu. Taş tahtın üstünde milyonlarca karınca sürüsü dolanıyormuş gibi izlenim veren bu ıstıraplar aslında yaratığın ruhunu besleyen bir şölendi.
Karanlık alanda belli belirsiz bir macenta rengi dolandı. Sütunların üzerine devasa bayraklar döküldü. Uğursuz bir hava nevkilerin üzerinde dolanırken kubbe, tok adımlarla aniden sarsıldı. Deprem etkisi oluşturan adımlar karanlığın içinde belirdi. Üçüncü katın hizasında cayır cayır yanan bir çift kuyu, gözlerini araladı.
Nefes sesleri dahi kulakları kanatacak kadar kuvvetli olan yaratık, şekilsiz bedeniyle eğilip, kubbenin içine adımladı. Onun gelişini gören tüm nevkilerden yürek hoplatan bir nida yükseldi.
Yaratığın boyu kubbeden bile daha yüksekti; belki de yirmi metreyi dahi geçebilecek boyu şimdi kambur ve dizleri ters yöne çevrilmiş halde çarpık duruyordu. Adım attığında ilk fark edilen şey, ayaklarının yerinde bataklığa bulanmış bir parça kanca varmış gibi duruyor olmasıydı.
Sonra elini duvara yasladı ve upuzun tırnakları bayrakları ikiye kesip kalın kumaşların yere düşmesine neden oldu. Mor ışığın hedefine giren yaratığın başı da yerlerinde geriye doğru yaslanmalarına neden olacak kadar ürperticiydi. Devasa bir ağzı, gergin teni ve tüm bedenini bir kara delikten farklı kılmasına yarayan tek unsuru olan mor gözleri vardı. Alnından uzanan ikiden fazla boynuzu ensesine dek uzanıyor ve bazıları, doğal bir taç gibi kıvrılıp baş hizasının üstüne yükseliyordu.
Yaratık, öfkeli hırıltılar eşliğinde merkeze doğru yöneldi ve tüm bir binayı göçertebilecek şekilde tahtına kuruldu. Rahat bir şekilde bacaklarını açıp oturduğunda, ayaklarının yerindeki kancaları ilk kattaki nevkilerin içine dek uzanıyordu.
Orada oturanlar yerini hemen değiştirmek zorunda kaldı.
Yaratığa bir karınca gibi yerden bakan ilk katlar dışında öfkeli gözleri üzerinde gezinen dördüncü katta oldukça gergindi. Yaratıkla tamamen savunmasız bir şekilde göz göze olmak, her canlının soğukkanlılığını koruyabileceği bir durum değildi. Yaratığı görmelerini sağlayan tek ışık, gittikçe dolduğundan onu yalnızca gözleri sayesine seçebiliyorlardı.
"Kranlar," diye mırıldanan uzman, bir peri kızı misali havada süzülmeye başladı. Yarım metrelik dairenin üstündeydi ve daire, yaratığın etrafında dolanıyordu. Sesi, uzak diyarlardan yankılanan bir ninni gibiydi. "Mor ayın torunları olarak bilinen ölümsüz bir ırktır..."
Başta yaratığa bakan kadın, onun öfkeli gözlerinin hedefinden kurtulmak ister gibi omuz hizasına yükseldi. "Gölgelerde yaşarlar... Güneşin noksan noktasından kaçarlar ancak tek bir damlanın gölgesinden dahi sizin izinizi sürebilirler.
Fucanglong bölgesinde, Matamot sınırları içerisinde yaşarlar. Orada," diyerek avuç içini göğe kaldırdı uzman. "...Ay ışığından beslenen karanlık ruhlar dışında hiçbir canlı yaşam süremez. Bazen bir tilki, bazen dihen, bazense tormah kılığına giren karanlık ruhlar, Morulas diyarındaki tüm canlıların kanını içerek hayatta kalırlar."
Sözleriyle birlikte ölü birer tilkiyi andıran kara dört ayaklı yaratıklar tahtın çevresinde dolanmaya başladı. Gözleri mor birer tütsü gibiydi, onlar hızlı bir şekilde bir köşeden diğerine koşarken gözlerindeki ve bedeninin arka kısmındaki dumanlar geriye doğru savruluyordu. Vahşi bir yaratık oldukları, siyah sivri dişlerinden rahatlıkla anlaşılabilirdi. Bazıları, ilk kattaki nevkilerin arasına karışıp onları rahatsız etti. Boyutları ise Dünya'dan bir ayı kadar büyüktü lakin bedenleri fazla cılızdı.
"Kranlar karanlık ruhlardan doğmuş, üç yüz bin yıllık bir ırktır; onlar Morulas'ın avcılarıdır," dediğinde Cevza ürperdi. Morulas'taki ilk gününde Stefi, Akaf ormanında bir avcı gördüğünden bahsetmişti. Kubbenin içindeki yaratıklardan herhangi biriyle karşılaşmış olduğu düşüncesi midesini bulandırdı.
"Kranlar arzularını kontrol edemezler, bu yüzden kanında tek bir damla dahi Selemerçe özü olan tüm canlıların izini sürerler. Onları birer Dalga'ya dönüştürene dek parçalar, yok ederler. Morulas'ta Selemerçe'ye sahip olan en kıdemli ırk ignalardır, bu da bizi onların potansiyel avları haline getirir.
Bu, onlar için aynı zamanda bir zorunluluktur."
"Tüm Kranlar, böyle mi görünüyorlar?"
"Hayır," diyen uzmanın sesi alanda kuvvetle yankılandı. "Neye benzedikleri bilinmez. Karanlık onları gizler, sessizliğin adını fısıldar. Bir avcının sükûneti bozulursa Morulas'ın yeryüzünde çatlaklar meydana geleceği söylenir. Onlarla girilen bir rekabeti kazanmak mümkün değildir. İgnaların ilk varoluşu Bahimuvit'in dileğiyle gerçekleşmiş ve Agneya, tüm güzelliğiyle diyara çökmüştür ancak Kranlar'ın ilk oluşu bilinmemektedir."
"O-onların kurbanı olmamak için yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu?"
Uzman seslerin yükseldiği yerdeki korkuyu sezebildi. Morulas'ta ignaların doğal bir düşmanı olmadığını sanan nevkileri şaşırtmak hoşuna gitti. "Onların karanlık ruhlardan doğumu, hiçlik sayesinde gerçekleşmiştir, denir. Hiçlik varlıklarıyla savaşmanın bilinen yollarından birisi, onları aç bırakmaktır..."
"Yani sadece kaçacağız?" diye soran nevki, daha önce uzmanı aşağılayan yiğitlerden biriydi. "İgnalar, rengi ne olursa olsun Akaf'a yakın oldukları süre boyunca; yani Selemerçe ile temasları kesilmedikleri sürece ölümsüzlük özelliğini kaybetmez. Ancak Kranlar bizlerin aksine Selemerçe ile beslenir. Bu da onların başından beri ölümsüz bedenle doğduğunu, tek zayıf noktalarının da açlık olduğunu gösterir.
Kranlar zayıfladıklarını hissettikleri anda Matagot'a sığınırlar. Hiçbir ignanın da oraya girip, sağ çıkması mümkün değildir."
"Bir dakika!" diyerek atıldı bir nevki. "Yani biz, Akaf'tan uzaklaştığımız her an igna özelliğimizi kayıp mı edeceğiz?"
"Pek çoğunuz," diyerek imalı bir giriş yaptı uzman. "...buraya uzak diyarlardan geldiniz. Aranızda bir igna olduğunu hatırlamayanlar, Selemerçe özünü kaybetmek üzere olanlar vardı. İrislerinizin rengi değişti, sizi igna yapan kaynağınıza ihanetiniz bir bedelle taçlandırıldı."
İgnalar, Selemerçe'ye bağlı değillerse bir igna olamazlardı.
"Söylesene..." Nevki hızla ayağa kalktı. "...Sence Morulas'ta kalmaya devam ettiğin sürece kanın hep sana mı ait olacak yoksa Agneya'yı bile bedeninden koparanlar sana merhamet göstersin diye gözyaşı mı dökeceksin?"
Uzmanın sözlerinin altında yatan gizli mesajlar, gizliliğini kaybetti. Herkes, onun kelamlarındaki imayı yakaladı.
Savaş kaybedilmek zorundaydı çünkü ilk igna bile buna inanıyordu.
"Eğer bir avcı ile karşılaşırsanız, Akaf'a sığınmak dışında elinizden hiçbir şey gelmez. Ancak öncesinde takip edilmemek için olif taşını kullanmalı ve izlerinizi silmelisiniz. Kranlar'ın test bölgelerini geçmesine izin veremezsiniz."
Aradan birkaç dakikalık bir düşünce vakti geçti. "Bu yüzden mi Akaf, bu derece korunuyor?" dedi bir nevki. "Akaf bizi mi koruyor?"
"Bizi... En çok da Selemerçe'yi... Unutmayın ki Kranlar'ın istediği bizler değiliz, bizim sahip olduklarımız."
Uzman, aniden gözden kaybolduğu sırada geriye kalan hiçliğin karanlık varlıkları, mor ışığın sönmesiyle birlikte hüküm sürdü. Yaratık ayağa kalktı, kollarını duvarlara savurdu. Nevkiler telaşla geriye kaçarken karanlık ruhlar üzerlerine sıçradı. Tıpkı Kassam'ın verdiği zarar gibi ruhlarda zarar verebilirdi. Lakin uzman avuçlarını kavuşturup kubbeyi eski ışığına kavuşturdu ve nevkileri serbest bıraktı. Bu basitçe, uzmanların değerini bilin, demekti.
*ölüm
**Mavi, yeşil, devasa kanatları olan ve dişi sayısı fazla olan arzusu kirli bir tavus kuşu türü... Bedenleri insan şeklinde olduğundan melez sayılırlar.
***Hayvan sınıfı
****Bitki sınıfı
*****Volkanik bölge
******Kara ruhların hüküm sürdüğü macenta bölgesi, ay ışığı dışında hiçbir şey yoktur. Kranların hüküm sürdüğü alan.
Derhalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Arzusu kirliler sizce nasıl Morulas'ta yaşar?
Kranlar hakkındaki fikirleriniz neler? İgnaların bir doğal düşmanı olmasına şaşırdınız mı? Onların karanlıktan doğuşu sizce neyi ifade ediyor?
Sizce Stefi gerçekten bir avcı ile mi karşılaşmıştı?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top