Bölüm 8: Tırmanması gerekenler | Kısım 1


✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷

"Ölümün var olmadığı bir diyar yoktur ancak yaşamın bol ve güçlü olduğu bir diyarda var olabilmişsen, ölümden kaçınmak isteyenlerin yanında yer edinebilirsin."

6. Boyut Yazıtları

"Alıntının yorumu: Ölümsüzlüğün mümkün olduğunu dile getiriyor."

。........☼ ☽✧........。

Alevlerin canlılığı sönüyordu. Genç kızın bedeni, kalbi dışarıya fışkırmak istercesine yukarıya çekilmişti. Uzuvları aşağıya bakar bir halde havada süzülürken Alçak Sütunlar etrafını sarmıştı. On iki sütun, Cevza'nın havada süzülen bedeninin etrafında, ağır bir şekilde dönüyor ve tıpkı bir saat gibi onun uyanışını bekliyordu.

Bekleyiş acı bir şekilde son buldu; genç kızın çığlıkları onları Alçak Sütunları paramparça etti. Koca silindirlerin hepsi ikiye ayrıldı, un ufak olan kaplamaların ardından kutsal olan canlandı; içinde yatan Selemerçe taşları genç ignanın yalnızlığına eşlik etmek için açığa çıktı.

Cevza, Selemerçe'yi uyandırmayı başarmıştı; altındaki hiçlikten çıkıp gelen kutsalın en saf halleri, Agneya'nın kayıp ruhundan mesajlar taşıyordu.

Genç kız acı içinde bağırdı, hala daha düşüyor olduğunu sandığı sanrılarında bedeni yükselmeye devam etti. Önce biri, sonra diğeri; geleceğin ve geçmişin çarpıştığı bir anda Cevza, teslim olduğunu dile getirdi.

Selemerçe taşları kızın etrafında oluşturdukları daireyi sıklaştırdı, dikey kristal parçalarını andıran kızıl taşlar içeriye doğru eğildiğinde, Cevza'nın bedenini içerde bırakan büyük bir çatı oluştu.

Taşlar parıldadı, her biri genç ignanın rengi ile sarmalandı. Mavi bir hare tüm taşları ele geçirdi, Selemerçe mavinin en saf tonu ile parıldamaya başladı. Cevza'nın gözyaşları şakaklarından dökülüp hiçlik çukuruna düştüğünde de taşların birbirine bakan tepe kısımlarında bir ışık patlaması meydana geldi.

On iki parçadan birleşip tek bir hat üzerinde göğe yükselen mavi ışık, Öteyebakan tapınağının uzayını delip geçti.

Cevza'nın bedeni aniden düştü, dizleri üzerinde dairesel plakanın üstüne kapaklanan Cevza bir kâbustan süratle uyandırılmış bir halde sersemce yere yaslandı. Parmak uçlarından omuzlarına dek titriyor, terleyen saçları şuurunu kaybetmek üzere olan gözlerini örtmek üzere önüne dökülüyordu.

Selemerçe taşları dönüşünü durdurdu. On iki taş, olduğu yerde sabitlenene kadar Alçak Sütunlar parçalandığı noktalardan tek tek birleşmeye başladı. Kırılmış bir tuğlanın videosunu geriye sarar gibi her bir tanecik eski yerine ulaştı ve sütunlar, alevlerin arasına doğru usulca yol aldı.

Nefes nefese sayıklayan kızın yanına köprüden atlayan Stefi yetişti. İnce yol oluştuğu anda koşarak yanına ulaştı ve diz çöküp, genç kızın sırtını sıvazladı.

"İyisin," dedi. "İyisin, bir zarar görmedin."

Hâlbuki kız, kalbi parçalanıp atılmışçasına büyük bir acı duyuyordu. Alnından ve yanaklarından ter damlaları yere yasladığı elinin üstüne düşüyordu.

"O-rada..." diye sayıkladı. "A-annem..."

"Agneya seninle konuştu mu?" diye sordu Stefi. Cevza neredeyse öfkeli bir halde soludu. "H-hayır, Agneya değildi."

Gerçek annemdi.

Stefi, Cevza'nın saçlarını yüzünden çekti ve ellerini yanaklarına yaslayarak onu kendine bakmaya zorladı.

"Ne gördüğünü hatırlıyor musun?"

Cevza başını salladı ama gördüklerinin anlamı onun için çok daha önemliydi.

"Neden... Neden ailemi gördüm?"

Stefi Cevza'yı ayağa kaldırmadan önce alevlerin sönmesini bekledi. "Tahayyülün seni nereye götüreceğini bilemezdik. Geçmişinden böyle bir anıya götürülmende bir sebep olmalı, âlimler bunu senin için araştıracak."

"Hayır," dedi Cevza, bir inatla. "Orası bana ait bir anı değildi Stefi."

Stefi'nin kaşları çatıldığında, Cevza soluk soluğa devam etti. "Orası aileme ait bir anıydı, onların öldüğü anı gördüm. Ben... Kaza anından hiçbir zaman haberim olmamıştı."

"Nasıl öldüklerini bilmiyor muydun?"

Cevza başını iki yana salladı. "Trafik kazası denildi." Ama çarptığı şey başka bir araç değildi. "Orada... Birisi anneme saldırdı. Bir şey..."

"Önemli olan o değil," diye yanıtladı onu Stefi. "Cevza, önemli olan bunlar değil. Sen hala bunu fark etmedin mi? Sınama tamamlandı Cevza, testi geçtin. Detaylar araştırılacak belki ama sonucun ne olduğunu biliyoruz."

"Ne?" diye soluklandı Cevza ama cevabı duyamadan yere yapıştı. Dairesel plakanın üstünden düşebileceğini bile bile yere eğilip, adeta secdeye kapandı. Stefi onu sıkıca tutmasa, belki de çoktan başka bir sınamaya karışacaktı.

"Yılan... Yılan beni yuttu," dedi Cevza. "Teslim oldum ve kaybettim." Neredeyse öldüm.

Herkes kaybettiğini sandı ama seçimler sonuçları değiştirirdi.

Stefi alayla tısladı. "Hayır," diye itiraz eden bu defa o oldu.

"Karayılan seni yutmuş olabilir ama mutlak esaretten kurtuldun; âlimler sana bu sınamadan hiç çıkamayacağını, var olmadığın bir diyardan gelmenin her zaman başarı ile sonuçlanamayacağını söylemişti."

"Ah!" diye inledi Cevza. "O... O anlama mı geliyordu?"

"Karayılandan sadece iki kişi kurtulabildi Cevza. İlki, tahayyül varlıklarını oluşturan Agneya'ydı ve bu sınamanın başarıyla sonuçlanabileceğini göstermek istedi. İkincisi ise sensin."

Cevza başını zorlukla kaldırdı. Hala daha gözyaşları içinde ıslanan yüzü buruşuyor ve ara sıra şakaklarına sancı saplanıyordu. Sınama kolay geçmemişti ve onlar, fiziksel bir acı duymayacağını söylemesine rağmen sanki o tahayyüldeki her şey bizzat yaşanmış gibi yorgun hissediyordu.

Stefi onun elini sıkıca tuttu.

"Sen en kirli renk değilsin Cevza. Sen bir kırmızıdan bile daha çok Selemerçe'ye bağlı olan en saf renksin."

*

*

Sembolx

*

*

Son gelen ignaların toplandığı ve birinci sınıfların 'nevkiler' adını aldıkları alanda büyük bir curcuna hâkimdi.

Angelislerinin beyazlığı, taş duvarlar arasında birer yıldız taneleri gibi görünmelerini sağlarken, önceki günlerde nevki ilan edilmiş olan ignalar, aynı diyardan gelen yoldaşlarını tanımak için dil kavgasına tutuşmuşlardı.

İgna dilini unutmuş pek çok yeni igna, yalnızca geldikleri diyarın dilinden olan diğer ignaları bulmakla uğraşıyorlardı. Akaf'ın ortak dilini kutsayana kadar, birkaç nevkinin şimdiden gruplaşmaya başladığını görebildi Cevza.

Onlara metrelerce yukarıdaki bir odanın penceresinden bakan Cevza ise çoktan kenara çekilmiş ve dışlanmış bir halde elini cama yaslayarak onları izliyordu. Ne onlarla aynı dili konuşabilirdi, ne de onlarla aynı renge sahipti.

"Senin için terzilerimiz özel olarak hazırladı," dedi Stefi ve Cevza'nın yorgun bakışlarını anında üzerine çekti.

Yirmi katlı bir binanın on birinci katında, Morulas'ın güneşinin uçuk pembemsi ışıklarının cama vurduğu ve Cevza'nın mavi saçlarında tatlı bir renk karmaşası oluşturduğu vakitlerdi.

Samimiyet, dostluk ve güven duygularının aşılandığı alanın dışında olmasına rağmen Cevza, bunları zaten çoktan kaybettiğini ve birine güvenmenin, artık kendisi için ne kadar zor olacağını biliyordu.

Başta ailesinin ölümü hakkında bile gerçekleri saklamış olan akrabaları, acı çekmeyeceğini söyleyen âlimler ve günde en az bir kez kalbinin kırılacağını söyleyen Stefi; hepsi yanılmış, gerçekleri gizlemiş ve Cevza, günde en az dört kez kalbinin kırılabileceğini öğrenerek ilk yalanları ifşa etmişti.

"Akaf'ta bana özel bir şey mi? Nedense çok tanıdık geliyor."

Stefi elinde tuttuğu angelisi bir paçavra gibi Cevza'nın üzerine attıktan sonra kollarını göğsünde birleştirdi. "Mavi olman özel olduğun anlamına gelmez."

"Daha sabah, bana tuhaf varis laflarından etmiyor muydun?"

Stefi kısa saçlarının önüne düşmesine izin verirken biraz önce Cevza'nın yeni ignaları seyrettiği cama doğru ilerledi. "Burada kibrin sana neler getirebileceğini öğrendiğinde, gösterdiğin bu tavırlarından vazgeçmen sadece birkaç saliseni alacak."

"Kibirli değilim," dedi Cevza, yüzüne atılmış angelisin kumaşının ne kadar yumuşak olduğu hakkında birkaç güzel kelam edip. "Sadece alışmaya çalışıyorum. Zaten benim için olağandışı olan bir durumun içine düşmüşken – ya da atılmışken mi demeliydim- şimdi sizin için bile olağandışı olan bir konuma çekiliverdim. Bana yardımcı olacağını ve düşersem yanımda olacağını söylemiştin ama ben Morulas'a ayak bastığımdan beri sürekli yuvarlanıp duruyorum ama kimse bana yardımcı olamıyor."

Stefi kollarını göğsünde bağlarken, bakışları da camın üzerinden gördüğü genç kızın yansımasındaydı. "Kimse sana bebek bakıcılığı yapmak zorunda değil," dedi sert bir dille.

"Ne bekliyorsun? Ağzına altın kaşıkla yemek koyalım, altını pışpışlayalım mı? Seni uyardım, Morulas'ın ne kadar şiddetli olduğunu, kayıplarımızın acısını tuttuğumuzu ve yaklaşan bir savaşa hazırlandığımızı söyledim."

"Savaşın göbeğine düşeceğimi söylemedin ama!" diyerek sesini yükseltti Cevza.

Sadece bu yabancısı olduğu diyarda yaşadıklarını atlatabileceğini söyleyecek, ona teselli olacak birilerini arıyordu; her zaman değil, sadece şimdilik ona her şeyin düzeleceğini söyleyecek bir dost arıyordu ama bu, ona şimdiden çok görülüyordu.

Stefi, gerçekten de ona dost olamaz mıydı yoksa sadece savaş konusunda acımasız sözler söylemeye mi programlanmıştı?

Stefi sabırlı biri değildi; Cevza yardım arıyor olabilirdi ama savaşın seyrini değiştirebileceği söylenen kıza oturup nasihatler verecek birisi değildi. Cevza umudun kendisiydi, bu yüzden teselli beklemekten kaçınmalıydı. Savaşın merkezine düşmekten korkuyor ya da bunu reddetmeye mi çalışıyordu? Öyleyse bunu savaşın içinde doğmuş bir askerin karşısında dile getirmemeliydi.

Stefi bir hışımla dönüp Cevza'nın üzerine yürüdü.

"Savaştan bahsettiğimde oradaki konumunun ne olacağını sanıyordun ki Cevza ha? Kenarda oturup ekmek ufalayacağını ya da ağlayan çocukların üstünü örteceğini falan mı? Bu savaş, tüm Morulas'ın savaşı! Bu savaş hepimizin savaşı! Burada herkes savaşın merkezinde, burada herkes ilk safhada çarpışıyor! Bir mavi olmasaydın bile, -hatta rengi olmayan bir igna olarak doğsaydın bile- sen en başından beri Morulas'a ait bir varlıksın ve sen, onun için savaşmak zorundasın.

Sana ölümsüzlüğü bahşeden annene ihanet etmeyi aklından bile geçirme!"

"Ölümsüz olmayı isteyen kim!" diye bağırdı Cevza ve o anda Stefi boynunu kavradığı gibi onu dizleri üzerine çöktürdü.

"O halde şuracıkta ölmek için Agneya'ya dua etmek ister misin?"

Cevza, dizleri üzerine aniden düşmenin ve Stefi'nin adeta alev almış sarıgözlerinin öfkesi altında nefes nefese kalmanın şaşkınlığını yaşadı. Ne ara bu konuma düştüğünü bile anlayamadan, ölmeyeceğini bilse bile söylediklerinden pişman oldu.

Kaşları hüzünle kıvrıldı. "İstediğim hayat bu değildi," dedi sadece. Uysallaştığını fark eden Stefi'nin gözleri de aniden yumuşadı. Elini Cevza'nın boynundan çektikten sonra beline yasladı ve kızın ayağa kalkışını izledi.

"Kimse savaşı istemez Cevza, hiç kimse yaşamaya devam edebilmek için hayatını feda etmek zorunda kalmak istemez."

"İyi ama anlayamıyorum..." dedi Cevza. "Bana ölümsüz olduğumuzu söylediniz ama şimdi tuhaf testlere ve savaş vaatlerine hazırlık yapıp duruyorum. Ölmüyorsanız neden ölümden korkuyorsunuz ki?"

"Sen neden ölümden korkmuyordun Cevza?" dedi Stefi, yatağa oturup tek dizini kırdı ve Cevza'ya angelisini denemesi gerektiğini söyledi.

Cevza, bir tulumu andıran dar üniformayı -kusursuz bir igna olan- Stefi'nin karşısında giymek için fazla utangaçtı; dolap kapağının arkasına geçip soyunmaya başladı.

"İnsan olduğunu ve her an ölebileceğini bildiğin halde nasıl olurda ölümden korkmazdın ki? Elin kesilse kanın akacak, yüksekten düşsen kemiklerin kırılacak, şahdamarına aldığın en ufak bir darbe hayatını sonlandıracak ya da beyin sarsıntısı seni yaşıyormuş gibi gösteren korkunç bir komaya sokacak. Bunlarla karşılaşma ihtimalin varken nasıl olurda ölümden korkmazsın?"

Cevza başta duraksadı, bir igna olarak inançlar konusunda ne kadar bilgili olduğunu bilmediğinden doğru kelimeleri seçmekte zorlanıyordu.

"Benim inancıma göre her canlı ölümü tadacaktır ancak ölüm, tam olarak bir son değildir. Sana emanet edilen bedeni geldiği yere geri iade etme anıdır ve buradan sonra ruhun, yeni, sonsuz bir yolculuğa başlangıç yapar."

"Yani ölümsüzlüğe inanıyorsunuz," dedi Stefi, neredeyse kafası karışmış bir halde.

"Ölümsüzlük denebilir mi bilmem ama inandığımız sonsuzluk bu Dünya'da geçerli değil; ancak ve ancak ölümden sonra ulaşılabilirdir."

Stefi'nin başı önüne düştü. "Yani ölümsüz olan bedeniniz değil, ruhunuz..."

"Elbette," dedi Cevza, neşeyle. Stefi'ye kendini anlatabildiği için sevinmişti. Angelisini neredeyse tamamen giymek üzereyken aynanın karşısına geçti.

"Ya ruhun bedeninden çıktıktan sonra nasıl sonsuzluğa erişiyor?"

Cevza aynadaki mavi yansımasına hüzünle baktı. Anne ve babasını kaybettiğinde, akrabaları tarafından kendisine anlatılmış olan ahiret hayatını hatırladı; birebir aynı cümleleri kullanması onu bir hırsız yapar mıydı bilmiyordu ama öteki dünya hakkında bildikleri yalnızca bundan ibaretti.

"Melekler ruhunu arşa çıkarıyor ve orada, -önünde sonunda- cennet adını verdiğimiz mutlak güzelliğe, tüm hayallerinin gerçek olabileceği sonsuz diyara gönderiliyorsun."

"Yani hem ölümsüzsün hem de istediğin her şeye ulaşabiliyorsun. Agneya adına! Şartları Morulas'ın şartlarından çok daha iyi desene."

Cevza gülüp, karşısındaki aynadan arkasında beliren kadının yansımasına baktı. "Şartları, var olan her yerden çok daha iyi..." Aralarındaki boy farkı ilk başta fark edilse de, en önemlisi birbiri ile uyumlu olan göz renkleriydi. Stefi, kibar bir hareketle Cevza'nın angelisinin dökümlerini düzeltti. Korsesini sıklaştırdı ve botlarının kemerlerini çapraz geçirirse daha sıkı olacağından bahsetti.

"Neden ölümü arzuladığın anlaşılıyor," dedi sonunda. "Yerinde olsam, cennete gitmek için kendimi birkaç kez daha Akaf'ın tepesinden atmayı denerdim."

"Bu konuda bu kadar ısrarcı olduğuna göre, bahaneler üretip beni tekrar tekrar atmayı deneyecekmişsin gibi görünüyor."

"Hadi ama... Gayet eğlenceliydi!" diye şakıdı, ellerini çırparak. "Bunu yapmayı sevdiğim için yapıyorum. Arkandan ben de atladım, bunu biliyorsun değil mi?"

Cevza başta şaşırdı, nedense sülük gibi yere yapışan kişinin sadece kendisi olduğunu sanmıştı. "Bunu günün güzel haberi olarak alıyorum," dese de hemen ardından Stefi'nin uzattığı beyaz bir kumaş parçası ile dikkati hemen o tarafa yöneldi.

"Kıpırdama," diyerek yeme atlayan yavru kedi gibi yön değiştiren Cevza'yı düzelten Stefi elindeki kumaş parçasını korsenin iç kısmındaki ek yerlerine tutturdu.

"Pelerin mi?" diye soran kıza yamuk bir gülüş gönderdi.

"Her renge özel angelis üretirler," dedi önce. "Çalışma şartlarımız da göz önünde bulundurularak angelislerimize birkaç kolaylık ya da şıklık katarlar. Seninkinde pelerin olmamasını ben söyledim."

Cevza'nın neredeyse yüzü asılmak üzereydi. Stefi'nin kısa pelerinini ya da Clint'in korsesinden dökülen uzun pelerinini kendi üstünde hayal etmiş ve kendini ayna karşısında görmek için oldukça sabırsızlanmıştı. "İnadına yapmış olabilir misi-" diye başladığı cümleyi, Stefi kumaşı bağlamaya bitirip kaldırınca yarıda kesti.

"Onun yerine sana bunu hediye ediyorum," dedi. "Saçların için..." Çünkü onları örtmek istediğini söyledin.

Şimdi Cevza, yıllardır kendini tanıdığını sandığı kimliğinden tamamen sıyrılmış, gerçek bir igna gibi görünüyordu.

Mavi saçları, birkaç gündür yorgunluktan dolayı çökmüş yanakları üzerindeki açık mavi tonlarında parıldayan gözleri, tulumunun üst kısmından uzanan küçük, dizlerine ancak ulaşan bir kuyruk ve şimdi Stefi'nin örttüğü ve mavi tutamlarının büyük bir kısmını gölgeleyen beyaz, angelisi kumaşından yapılma ipeksi kapüşon ile gerçek bir savaşçı gibi görünüyordu.

Ne yazık ki bu bir şıklık yarışı değildi ve gözlerinde heyecan parıltıları çakan Cevza, bu üniformanın kendisine getirdiği sorumlulukların ağırlığı ile güzel gülüşünü, huzurlu bakışlarını ve cenneti arzulayan o saf yanını kaybedecekti.

"Teşekkür ederim," dedi, aynadan Stefi'nin sarı gözlerine uzun uzun bakıp. Cevza, annesinden beklediği teselliyi hiçbir ignadan alamayacağını kabullenmek zorunda kaldı.

İşte Stefi'nin Cevza'ya teselli niyetine verebileceği tek hediye buydu. Korsesine gizlenmiş hançerleri olan bir savaş zırhı...

Temsili Angelis:

Bölüm sonu köşemiz:

Sizce Morulas'ta ölüm ne demek?

Ölümsüzlüklerinin sırrı ne?

Neden Cevza'ya ölüm hakkında bilgi verilmiyor?

İgnalar savaşı nasıl kaybetmiş olabilir?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top