Bölüm 7: Akaf'ın Gözdesi | Kısım 2
"Hey!" diyerek elini havaya kaldırdı ve basit bir 'gel' işareti ile Cevza'yı yanına çağırdı, Stefi. Kısa, küt saçlarının perçemi hafifçe şekillendirilmiş ve Stefi'nin sağ gözü de açıkça görülür hale gelmişti.
Cevza için onun sarıgözlerine bakmak bile alışkanlık haline gelmemişken şimdi Stefi'nin kaşlarını çatarak baktığı mavi irisleri, henüz genç kız içinde şaşırtıcıydı.
"Gördüğün ilk mavi göz rengi mi?" diye sordu Cevza, başını hafifçe yana yatırmış ve neredeyse hayal kırıklığına uğramış bir halde.
Stefi omuzlarını silkti. "İlk değil," dedi. "İgnalar renklerini kaybettiğinde irisleri de boşluğa düşer ve genelde, koyu kahve tonlarında bir renkle kimliklerini gizlerler ama bildiğin üzere Dünya'da çok fazla bulundum ve insanoğlundan bazı farklılıklar öğrendim.
...Ama haklısın. Morulas sınırları içerisinde gördüğüm ilk mavi sensin."
"Bu iyi bir haber miydi?"
"İyi bir haber mi duymak istiyordun? Elimde birkaç tane var."
Cevza, henüz eliyle dokunmaya bile alışamadığı mavi saçlarının dalgalarını dağıtabilmek amacıyla parmaklarını yumuşak tutamlarında gezdirdi.
Tavanı tamamen camla kaplı olan koridorlar ışığı bolca aldığından, güneşin noksan noktadan düşmeye başladığını görebiliyordu. Güneş bu kadar güzel bir açıyla vururken, Stefi'nin parıldayan saçlarına hayran mı olmalı yoksa başından aşağıya dökülen mavi saçlarının kendine ait olduğunu kabullenmeye mi çalışmalıydı, emin olamadı.
"Muhtemelen Dünya ile ilgili ilişkinden dolayıdır ama..." Durdu ve bunu söylemek konusunda ne kadar kararsız olduğunu Stefi'nin anlamasını bekledi. "Sanırım şu an kendime en yakın hissettiğim kişi sensin."
"Seni öldürme girişimlerime rağmen mi?" diye sordu Stefi, neredeyse şaşırmış bir vaziyette. Cevza "Ehh," dercesine soluklandı. "Güzel seçim, doğru yoldasın."
Stefi ilerlemeye başladığında, Cevza'da hemen peşine takıldı. Islak saçları kendisini rahatsız hissettiriyordu lakin şimdi temizlendiği için daha memnundu.
"Sonunda Dinza kokusundan kurtulmuşsun," dedi Stefi.
Cevza saçlarından bir tutamı burnuna götürüp, doktorun ona daha önce verdiği çiçekli sabunu anımsatan ferah kokuyu içine çekti. "Keşke bunu binlerce ignanın önünde mavi ilan edilmeden önce yapabilseydim."
"O zaman bu kadar ünlenebilir miydin ki?"
"Ne?" diye soluklandı aniden Cevza. "Bu konuda ciddi misin?"
Stefi pelerinini silkeleyip başını salladı. Yüzündeki ciddi ifade bile durumun gerçekliğini izah etmeye yeterli. İşaret parmağı bir yemin edercesine havaya kalktı. "İnan bana, şu anda Akaf'taki en ünlü on ignanın arasındasın."
"Güzel bir sıralama mı bari?" diye sordu alayla Cevza. Kollarını göğsünde bağladı ve üzerindeki beyaz kıyafetleri neredeyse çekiştirdi. "Gerçekten şu anda Akaf'taki b*k kokulu kız olarak ün mü saldım?"
"Araya bir yere mavi sıkıştırırsan, tam olarak üstüne basmış olacaksın."
Cevza'nın dudaklarından bir küfür salındığında Stefi dönüp, koyu göz makyajlarını yenilemiş bir halde ona ters bir bakış attı. "Dilindeki küfürleri de biliyorum Cevza."
Stefi, kristalden yapılma gibi duran ve üzerinde kendi yüzünün bin bir farklı yansımasını görebileceği duvarların arasından ilerlerken Cevza'da üstündeki eşofman takımını andıran parçaların en azından eskisine göre çok daha temiz ve iyi göründüğünü düşünerek Stefi'nin peşinden ilerlemeye devam etti.
"Bu arada beni nereye getirdin?" diye sordu sonunda. "Banyonuz gerçekten şahaneydi, odanın ortasından bir şelale akıyormuş gibi görünüyordu."
"Akaf'ın yeraltı suları cildimizi parlak tutar," dedi Stefi. "...Ve burası sarı ignaların konakladığı bölge... Genelde pek sık evde olmayız, birinci sınıflar da eğitim alanında olurlar; gusemler ya da nisyalar da görev dışındaki vaktini luau bölgesinde, eğlence mekânlarında geçirir."
"Ah, girdiğim oda seninkisi miydi?"
"Imm..."
"Hiç odasına uğramayan birisi olarak bir hayli dağınık kullanıyorsun. Banyona ulaşana kadar ayağıma birkaç tane silah çarptı."
"Birinin üstüne basmadığın için şanslısın o halde, onlar silah değildi."
Cevza'nın yüzü buruşup, silah dışında ne olabileceklerine dair kafa patlatmaya çalışırken koridorlarda başka sarı ignalar ile karşılaştılar. Cevza, genellikle sapsarı gözleri ve uzun boyları ile dikkat çeken ignaları hayranlıkla izlerken, yanlarından geçen her bir igna da merakla onun gözlerine ve saçlarına bakıyordu.
Cevza utandı, ilginin bu kadar üzerinde olması zaten katlanmayı düşündüğü bir yenilik değildi lakin bunun, en düşük sınıf algısı oluşturuyor olması biraz kötümser düşünceleri de doğuruyordu.
Biraz sonra binadan çıktıklarında ise Stefi, kendisini bulmak istediğinde, üzerinde perçin sarmaşıkları olan bu binayı bulmasını ve odasında değilse mutlaka kayıt cihazından bir not bırakmasını tembihledi.
Cevza o anda çıktıkları binanın birkaç katlı, altın tozu kaplı bir yapısı olduğunu gördü. Hâlbuki ilk katta ilerledikleri ve tavanın gökyüzünü rahatlıkla görülebilecek bir camla kaplı olmasından dolayı binanın tek katlı olduğunu sanmıştı.
"Biz az önce gökyüzünü görmüyor muyduk?" diye sordu ama soru, korsesine sıkıştırdığı beyaz eldivenlerini giymeye başlayan Stefi tarafından es geçildi. Binanın kukuletayı andıran tepesinin üstünde, havada süzülen altın sarısı büyük bir halka vardı. Halkanın saat yönünde oldukça düşük bir hızda dönüyordu. Bunun neyi simgelediğini bilmiyordu ancak melek halkası taşıyan bu küçük konaklama alanı bile oldukça kıymetli görünüyordu.
"Gerçekten seni ziyaret edebilir miyim yoksa seni yakalama ihtimalim olmadığından dolayı palavra mı atıyorsun? Şahsen beni buraya getirdikten sonra kaldırıp bir köşeye fırlatacağını sanmıştım." Ya da böbreğini çalıp öyle atacağını... "İletişim halinde olmaya devam mı edeceğiz?"
Stefi binanın pürüzlü yüzeyindeki sıra sıra dizilmiş kapsüllere kendi kemerindeki şişeleri boşalttıktan sonra ellerini çırpıp boş şişeleri kemerine yeniden astı. Dönüp, Cevza'ya kendisini takip etmesini tembihledi ve sokaklara karıştı. Ormanın kasvetli havasında bile parıldayan kadın şimdi binlerce ignanın arasındayken bile güneş gibi ışık saçıyordu.
"Eğer ben attığımda başkası kapmayacak olsaydı," dedi ve çenesiyle çevrelerindeki farklı işlerde uğraşan ignaları işaret etti. "...Emin ol yüzünü bile görmezdim."
"Daha değersiz hissedemezdim," dedi Cevza. Sırf ilgi odağı olmaya başladığından dolayı Stefi'nin onu yanında tutuyor olduğu düşüncesi Cevza için ilk defa yaşayacağı bir deneyim sayılmazdı. Kullanılıyor gibi mi hissetmeliydi yoksa Stefi onu korumaya mı çalışıyordu?
Stefi "Şu an benim en değerli varlığım olduğun hakkında bir fikrin yok anlaşılan," dediğinde ise aniden gözleri büyüdü.
"Ne?" diye merakla adımlarını hızlandırdı ve bu defa yanından ilerlemeye başladı. Ne yazık ki onunla göz göze gelmesi için başını kaldırması gerekiyordu.
"Bu ne demekti?"
Birkaç sokağı geride bıraktıklarında, alçak binalar çoğalmaya başlamıştı. Güneş ışığı yalnızca volkanik dağın tepesindeki açıklıktan vuruyordu; güneş tam noksan noktada değilse belli bir açıdan sonra karanlığa gömülmeleri kaçınılmaz olurdu lakin dağın devasa duvarlarına rağmen şehrin doğal parlaklığı hiç gölgelenmiyordu. Şehir geceleri bile apaydınlıktı.
Cevza, kendi gölgesinin bile ara sıra kaybolduğunu fark etti, etrafta ışığı yayan çok fazla nesne vardı. "Senin için önemli olmam tam olarak neyi ifade ediyor, söylesene."
Stefi, "Kaderini değiştirebileceğine inanan birisi olduğunu söylemiştin," dedi, dağın tepesinden aşağıya atılmadan önceki anısını hatırlatarak. "Öyleyse kaderini değiştir, böylece benim kaderimi de değiştirebilirsin."
Cevza, üzerine kaç canın sorumluluğunun bindiğinden bir haberdi o sıra. Stefi ile kendisini karşılaştırdığında, ipleri elinde tutabilecek kişinin kim olduğu gayet açık olmasına rağmen saçlarının maviye dönmesinin bu denli bir etki yapabiliyor olması, belki de korkması gereken bir etkendi.
Stefi hızlı adımlarla binaları ve dükkânları, hatta ona hediye içecek verecek bir çocuğu bile es geçerken Cevza her bir durakta fazlaca oyalandı. Zaten o duraksamasa bile merakla önüne çıkan ignalar yüzünden elbette geride kalacaktı.
Cevza yeniden Stefi'ye yetişmek zorunda kaldığında, önünde iki büyük igna heykeli olan bir yapının önündelerdi. "Şey... Acaba ileride saçlarımı boyayabilir miyim?" diye sordu ansızın.
"Neden ki? Bu hali rengini belli ediyor."
"Zaten o yüzden," dedi Cevza. "Herkes farklı bir renk olduğum için bana dik dik bakmaya başladı. Buna uzun bir süre katlanmaktansa saçlarımı boyayarak gizlenmeyi tercih ederim."
Stefi dönüp, oldukça ciddi bir ifade ile genç kızı süzdü. Şimdi beyaz kaşları altındaki koyu makyajı ve adeta alev fışkırırcasına dikelmiş gözleri Stefi'yi oldukça öfkeli gösteriyordu.
"Sen yeni rengimizsin," dedi. "Bunun anlamını öğrendiğinde, üzerindeki ilgi için şükredeceksin. O yüzden boya konusunu aklından bile geçirme, buna alışsan iyi edersin."
Cevza neredeyse korkudan kaçacak bir halde Stefi'nin ifadesinin değişmesi için usulca bekledi. Saldırmaya hazır bir kaplan gibi görünen kadın biraz sonra önüne dönüp merdivenleri çıkmaya başladığında Cevza'nın mırıldandığı sözler onu neredeyse keyiflendirecekti.
"Az önce seni kendime yakın hissettiğim ile ilgili zırvalıklarımı geri alıyorum. Çok erken konuşmuşum."
"Hayır, alamazsın. Çoktan kaptım bir kere."
"Geri almak istiyorum."
"Alamazsın dedim."
"O zaman gözlerimi oymama yardım eder misin?"
"Eğer mavi olmasalardı, seve seve..."
Cevza Stefi'nin peşine takılmadan önce önünde bulundukları yapıyı inceledi. Kırık beyaz ve kremit renklerinin baskın geldiği küp şeklindeki iki katlı binanın önünde, boyları binadan yalnızca birkaç baş uzun olan iki genç ignanın heykeli vardı. Ellerini iki yana açan çocukların sağ avucu yukarıya bakarken sol avucu aşağıya bakıyordu; öyle ki Cevza bir an için işçiliğin yanlış olduğunu düşündü. Kıyafetleri daha çok cüppeyi andırıyor ve omuzlarından yere dökülen kalın kuşaklarla sarılıyorlardı.
Uzun etekleri çift kanatlı kapının ayaklarına dek dökülüyor ve orada birkaç basamaktan oluşan bir merdiven oluşturuyorlardı. Heykellerin ikisinin de alnında büyük bir boşluk vardı ve oradan kızıl bir parıltı yayılıyordu.
"Nereye geldik?"
Stefi merdivenleri çıkıp çift kanatlı kapıya ulaştığında hafifçe eğilerek, işaret ve orta parmağını birleştirip önce çenesine, sonra alnına yasladı.
"Âlimleri selamlıyorum."
Cevza, kibarlık göstermesi gerektiğini düşünerek Stefi'nin selamlamasını tekrarladı ve kapı, o anda kendiliğinden açılıverdi. İki yana açılan ağır kapı sadece tek bir kişinin geçebileceği kadar aralandı. Kapının dış yapısının göz alıcı parlaklıkta olmasına rağmen içerisi neredeyse dipsiz bir kuyu kadar karanlıktı.
Stefi önden ilerledi, Cevza'da onun ışığını takip ederek karanlığa girdi. Başta bir adım ötesini bile göremeyen Cevza, uzanıp Stefi'nin pelerinin ucundan tuttu ve takılıp düşmemeye çalışarak minik adımlarla onu takip etti. Kapı arkalarından kapandığında Cevza'nın içini huzursuz edici bir ürperti kapladı.
Sadece biraz sonra ise bulundukları mekân aniden aydınlandı ve uzay boşluğunun sonsuzluğunu andıran bir ötenin yansıması ile karşılaştılar.
"Burası da neresi böyle?" diye sayıklarken buldu kendini Cevza. Stefi'nin pelerinini bıraktığı gibi elini, yanı başından süzülen bir yıldıza doğru uzattı. Parmakları, karanlıktaki küçük ışıltılar halinde parıldayan yıldızlardan birine çarptığı anda yıldız, telaşla başka bir yöne kaçıştı. Cevza'nın dudaklarında bir tebessüm canlandı.
"Öteyebakan* Tapınağı..."
İki katlı binanın büyüklüğünde olan bu kübik alanın tamamı uzayın bir kopyası ile canlandırılmıştı. Sağ üstte macenta bir gezegen, sol tarafta ise devasa bir astreoid süzülüyordu. Dört halkası olan bir gezegen, çapı en küçük olan dairesel bir yıldızın etrafında süratle dönüyor, uzak bir köşede galaksiler ve takımyıldızları kendini açık ediyordu.
Cevza, uzayı tek bir odaya sığdırmışlar gibi duran bu hareketli görselde bir eksiklik olduğunu sandı. Güneşi, ayı ya da bildiği diğer gezegenleri göremedi.
"Morulas'ın Dünya'dan farklı bir diyar olduğundan bahsetmiştin. Öyleyse Dünya ya da diğer gezegenler nerede?" dedi, başı geriye düşmüş bir halde.
Stefi'nin sesi oldukça uzak bir noktadan yankılandı. "Morulas diyarı Samanyolu galaksisi içerisinde yer alıyor lakin Avcı Kolu'ndan hayli uzaktayız. Yani doğru soruyu sormuyorsun Cevza."
Cevza'nın şaşkın bakışları, yıldızlar arasında görüntüsü kaybolmuş Stefi'ye çevrildi. Adımlarını hızlandırıp onun yanına doğru giderken, yoluna çıkan birkaç yıldızı adeta tekmelemek zorunda kalmıştı.
"Öyleyse doğru soru neydi?" dedi.
"Göremediklerini değil, gördüklerinin ne olduğunu sormalısın Cevza. Neyin eksik olduğuna karar verebilecek durumda değilsin henüz."
Dünya'n artık geride bırakmak zorunda kaldığın sahte bir geçmişin izini taşıyor.
"Pekâlâ, gördüklerim ne? Bunlar nereye ait?"
"Güneşimize," dedi Stefi. Cevza'nın yüzü anında buruştu, "Güneş'imiz kendi içinde gezegenleri, diyarları ve ırkları barındırıyor."
"Ne yani şu anda bir yıldızın içine mi bakıyorum?"
"Morulas'ın güneşinin bir yıldızdan daha fazlası olduğunu da görebiliyorsundur öyleyse... Gördüklerinin hepsi Güneş'imize ait... İçinde koca bir evreni barındırıyor. Bu yüzden ona tapmıyor, aksine onu kontrol etmenin bir yolunu arıyoruz."
"Kontrol etmenin mi?" Stefi gözden kaybolmadan hemen önce onu bulabildi ve karanlık bir koridordaki dar bir merdivene düştüğünde onunla birlikte merdivenlerden usulca inmeye başladı. "Neden kontrol etmeye çalışıyorsunuz ki?"
"Seni neden kontrol etmeye çalışıyoruz?" diye soran Stefi'nin sözleri ile Cevza bir an için tökezledi ve merdivenlerden kayıp önündeki sarı ignaya çarptı.
Stefi, basit hamle ile onu yakaladıktan sonra dikkatli olmasını tembihledi. Tutunacak hiçbir yerin olmadığı ve bir boşluğun ortasında kıvrılarak inen merdivenlerde sağa ya da sola yalpalaması onun, birkaç metre yükseklikten düşerek ölmesine sebep olacak kadar tehlikeliydi. Aşağıya indikçe, yukarıda kalan uzay boşluğunun şimdi bir camın üstünde duruyormuş gibi göründüğünü fark etti. Cevza aşağıda ne olduğunu hala daha göremiyordu ama orada her ne varsa, kapıdan ilk girdikleri andan beri oradakiler tarafından takip ediliyorlardı.
"Farklı olduğum için mi?" diye sordu Cevza.
"Selemerçe'yi arzuladığın için..."
"Ama burada herkes Selemerçe'yi arzulamıyor mu?"
Stefi merdivenlerin sonuna geldiğini bildiren sinyali verdiğinde karanlık alan aniden kızıl alevlerle çevrelendi. Devasa, dairesel bir alev yığınının arasında kalan ikili, alevlere çarpmadan, şimdi görünür hale gelen köprünün üzerine çıktı. Siyah, tıpkı balçığı andıran bir malzemeden yapılmış ve alevler harlandıkça aşağıya doğru dökülen köprünün üstü, Cevza'nın yeniden Stefi'nin pelerinine yapışmasına neden olacak kadar kaygandı.
"Sorunun cevabı açık değil mi?"
Cevza'nın bakışları bir müddet köprünün her adımda aşağıya dökülen tutamlarını takip etti. Köprünün altında ne olduğu görülmüyor, karanlık hala daha ışığa rağmen izini sürdürüyordu ama Cevza, yerin kilometrelerce altına uzanan başka bir uçurumun üstünde durduğunu hissedebiliyordu.
"Y-yani herkesi kontrol mü ediyorsunuz?"
Stefi yanıt vermedi ama cevap zaten ortadaydı. Tüm tehditler tek tek kontrol ediliyordu.
"Bundan sonrasını yalnız ilerleyeceksin," dedi Stefi ve köprünün devamında uzanan ve neredeyse bir karış genişliğinde olan ince, büyülü yolu işaret etti. Çevrelerindeki kızıl alevlerin tam ortasında son bulan yol dairesel bir plaka ile havada asılı kalıyordu ve hiçliğin ortasında Cevza'yı bir başına kalmaya davet ediyordu.
"Ben âlimlerle birlikte seni izliyor olacağım." Sonra da kızıl alevlerin ardındaki devasa gölgelerde varlıklarını belli eden birkaç çocuk siluetini işaret etti.
Bir avuç çocuğun arasında teste tabii tutulacak Cevza'nın bir korkusu da buydu; kontrol bir kontrolsüzün eline bırakılacaktı.
"Öteyebakan tapınağı binlerce yıl öncesinden inşa edildi ve test, neredeyse tapınağın yaşı kadar bir süredir kullanılmıyor. Yeni bir kızıl gelmediğinden beri de Alçak Sutünlar'ı çağırmaya gerek duymamışlardı."
"Neden, bu kadar eski yöntemler deniyorsunuz ki?"
Stefi omuzlarını silkti. "...Çünkü daha önce yeni bir rengimiz olmamıştı ve... Burada her şey oldukça eskidir tatlım."
Yeni bir kızıl gelmediği gibi, daha önce mavi bir igna da ortaya çıkmamıştı. Cevza gelende dek, Öteyebakan tapınağı ilk kez sınama gerçekleştiriyordu.
"Test Selemerçe ile arandaki bağı öğrenmeye yönelik olacak. Agneya'nın neden seni seçtiğini ve binlerce yıl sonra buna neden ihtiyaç duyduğunu öğrenmemiz gerekiyor."
"Doktor bana arzumun oldukça kirli olduğunu söylemişti."
"Öyle görünüyor ancak bunun mümkün olmadığını da biliyoruz."
Cevza, yalnız başına yürümesi gereken yola korkuyla baktı.
"Pekâlâ, ya aşağı düşersem ne olacak?"
"Bir igna olduğun için ölümden korkmamalısın Cevza. Hele ki Akaf sınırları içerisindeyken..."
"Korktuğum şey ölüm değil," diye mırıldandı Cevza. "Hiçbir zaman ölümden korkmadım ama şu noktada-" Sözü süratle kesildi.
"Canın yanmayacak," dedi Stefi. "Test sana fiziksel bir zarar veremez. Bunun olmayacağına dair âlimlerin önünde sana söz veriyorum. Hiçbir igna bu tapınaktan acı içinde ayrılmadı."
Fiziksek bir zarar almayacaktı ama ya zihnini koruyabileceğine dair söz verebilirler miydi?
Âlimler onları izliyor ve dinliyordu, daha fazla beklemenin lüzumu yoktu.
"Eğer yanlış giden bir şeyler olursa," dediğinde, Stefi onun sözlerini samimiyetle sonlandırdı. "Orada olacağım."
Stefi, alevlerin ardındaki gölgelerin arasında yerini aldığında Cevza titrek adımlarla köprüden indi ve bir karış genişliğini geçmeyen o uzun yolu tek başına, aşağıya bakmamaya çalışarak yürüdü. İpte yürüyen bir cambaz misali ilerledi; yolun sonu çok uzakta değildi ancak yolun sonu da güvenliğe dair bir ipucu vermiyordu.
Ayağı kaymasına rağmen, aşağıya düşmeden son anda kendini yolun sonundaki dairesel alana attığında ardındaki ince yol tamamen çöküp yok oldu.
Mavi saçları terden alnına yapışmış, nefes alışverişleri kalbinin çırpınışları nedeniyle hızlanmış Cevza, olduğu yerde dönerek etrafındaki gölgeleri tek tek inceledi.
Toplamda on iki gölge vardı; gölgelerden dokuzu tıpkı bir çocuk bedenini andırırcasına küçük omuzlara ve başa sahipken diğerleri, Stefi'de dâhil olmak üzere oldukça yapılı görünüyordu.
"Buraya tahayyül etmek için getirildin genç igna," dedi bir çocuk sesi. Âlimlerin gerçekten bir avuç çocuk olduğunu ve bunun, kendisine hiçte güven vermediğini biliyor olmasına rağmen saygıda kusur etmek istemedi genç kız.
"Ancak kendi zihninin tahayyülleri seni bu sınamanın basit olacağı konusunda yanıltmasın. Burada, kaderinin yaşanmış bir parçasına da götürülebilir, hiç göremeyeceğin bir geleceğe de konuk olabilirsin. Var olmadığın bir diyardan gelmek, her ignanın kazanabileceği bir savaş değildir.
Bizim seni çözümleyeceğimiz kadar sende kendini tanıyacaksın. Yeni rengin var oluş amacını ortaya koyacak Alçak Sütunlar, sen tahayyüle yön göstermeyi başarabildiğinde aydınlanacak."
Cevza, bilmediği bir diyarın zaten tam ortasına düştüğünü ve bunun, asla çözülmeyecek bir düğüm kadar rahatsız edici olduğunun bilhassa farkındaydı; kalbi bu gerçekle kasılıyor, başarılı olamayacağını düşündüğü her aşama için birer iğne adeta bedenine sağlanıyordu.
"Zihninin sınır kapılarını parçalayana dek yalnızsın," dedi âlim. "Her zamanki gibi," diye yanıtladı onu Cevza.
Her zamanki gibi yalnızım.
*Akaf'ın muhafaza bölgesinde bulunan bir tapınak
Hiçbir görsel bulamadığım için böyle bırakıyorum.
Bölüm Sonu köşemiz:
Tabii ki en büyük merakımız Cevza'nın nasıl bir testten geçeceği... Sizce neler olacak?
Stefi ona yardım edebilecek mi?
Ya da Cevza geri dönebilecek mi? Yoksa bir iz mi alacak?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top