Bölüm 6: Saf Arzular
✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷
"Ağlama evladım, onun bir kızıldan farkı yok. Her renk, bir kızıldan doğdu. Her kızıl, tek bir anadan doğdu. Hepiniz benden ve Selemerçe'den bir parça taşıyorsunuz, bu yüzden hepiniz aynısınız."
İlk İgna- Agneya
。........☼ ☽✧........。
"Kırılmazsa bile, gün sonunda Stefi bunu senin için yapmaya gelecektir," dedi Clint.
"İnanın ki endişem bu değildi," dedi Cevza. Ailesi, en başından beri bir igna mıydı? Neden gitmeden önce kendisine hiç bu konuda bir şey söylememişlerdi? Anne ve babası bir igna olduklarını -ancak bunu yitirdiklerini- biliyorlar mıydı yoksa zihinleri terk ettikleri diyarın anısını da silmiş miydi?
Anne ve babası bir insanoğlu olarak gözlerini yumduğu vakit, ölümsüzlüğü sırtlanmış kızlarının eve dönüp onların yerine Akaf'ı ziyaret edip edemeyeceğini düşünmüşler miydi? Onlar, ev özlemi ile yanıp tutuşurken, ruhları bir daha kendi diyarlarını göremeyeceğinin hüznünü yaşamış mıydı?
Ailesinin, Cevza'nın dünyasını tsunamiye yakalanmış küçük bir sandal misali alabora eden gidişi, eğer vaktinden önce gerçekleşseydi belki de şu anda bir igna olarak onunla birlikte bu çetin ormanı tırmanacak ve yuvaya birlikte dönebileceklerdi. Belki de korkunç kazadan tek bir sıyrık dahi almadan kurtulabileceklerdi. Belki Cevza, şu anda anne ve babasının ellerini tutabilecek, onların yüzlerindeki o sıcacık gülümsemelerle bir igna olmanın gerekliliklerini ona anlatacaklardı.
Cevza, belki de rengini çok daha önceden bilecekti, belki Morulas'ı çok daha önceden hatırlıyor olacak ve şimdi gördüğü bu kutsal alana koşa koşa varacaktı. Eve dönüşü, olması gerektiği gibi neşeyle ve azimle olacaktı; şimdi ki gibi oldukça yalnız ve korku dolu değil.
Cevza titrek bir soluk saldıktan sonra Clint ve Stefi ile diğer ignaların arasına karıştı. Yeni gelenlerin sayısı çok fazla değildi; Cevza onların kendisi gibi olduklarını üzerlerindeki kıyafetlerden anlıyordu. Her yeni ignanın yanında birer sarı igna duruyordu.
Cevza, pasaklı görüntüsü yüzünden o kadar utanıyordu ki bir şaşkınlık ve merakla etrafına bakınırken gözüne çarpan en önemli detay diğer tüm ignaların angelislerinin gerçek anlamda tertemiz olduğuydu. Gün ışığı altında adeta parıldayan ignalar, sanki bu dağın içindeki cennette dolanan melekler gibiydiler.
Clint, Cevza'ya iyi dileklerde bulunduktan sonra gözden kayboldu. Cevza'da Stefi ile yoluna devam etti.
Bir süre oldukça gelişmiş teknolojinin bir yansıması olan binalar, dükkânlar ve hatta Dünya'da bir benzerini görmediği çeşitli bitkilerin ve hayvanların olduğu alanları geçtikten sonra kilometrelerce uzaklıktan dahi görebilecekleri devasa bir kadınla karşılaştılar.
Cevza başını kaldırdığı gibi şehrin merkezine dikilmiş olan ihtişamlı kadın heykeline bakakaldı.
Omuzlarından aşağıya dökülen upuzun, dalgalı saçları sanki rüzgârda savruluyormuşçasına bukleler halinde havada dalgalanıyor, üzerindeki angelisi ikinci bir deri misali tenini sararak diz çökmüş bedeninin kusursuz kıvrımlarını açığa çıkarıyor ve pelerini omuzlarından aşağısına, ayakları altındaki devasa havuzun en derinliklerine kadar kusursuzca uzanıyordu. Kadın yere diz çökmüş bir vaziyette duruyordu ancak bu bir teslimiyet belirtisi değildi; kadın çaresizliğin kıyılarında savruluyor olsa dahi ruhundan vazgeçmeyecekmiş gibi tek elini sıkıca göğsüne yaslıyor ve orada, kalbini avuçluyormuşçasına kıpkırmızı bir parıltıyı sıkıştırıyordu. Parmakları o kadar şiddetle bükülmüştü ki damarları parmak uçlarından boyun girintisine dek belirginleşmişti.
Savrulan saçları arasındaki nur cemali, o an için Cevza'nın tüm kalbini titretti. Kudretli görüntüsü neredeyse önünde diz çökmesine neden olacakken, şimdi de yüzündeki o kahramanca ifade ile nutku tutulmuştu.
Yüzü belki de acıyla kırışmış, belki de son arzunun yitirilişi ile huzura ermiş gibi toparlanmıştı. Kadının gözlerinden kızgın lavlar boşalıyordu ama gözyaşları hiçbir zaman hüzünle kavrulmamıştı. Gözlerinden akan lavlar, onun altında biriken havuzun hiçlikten gelen kaynağıydı. O ağlamıyor, Akaf'a hayat yağdırıyordu. Dağın derinliklerinden gelen kutsalın gücü onun bedeninin aracılığıyla Morulas'a ulaşıyordu.
Kadın, çetrefilli bir savaşın tam ortasında tüm benliğini ortaya koymuş gibi duruyordu. Bir diğer eli, pelerinin altından korkusuzca göğe doğru uzanıyor ve göğü avuçlamak istiyormuşçasına yukarıya çevrilmiş avucunun içinden bir kıvılcım fışkırıyordu. Kızıl ve beyaz tonlarındaki ışık, koca şehrin tüm üstünü çevreleyen ve gök ile dağ arasında bir kalkan oluşturan enerjiye sahipti. Dakikalar önce Cevza düşerken o kalkana çarpmış ve yeniden düşmeye devam etmişti.
"Agneya annemiz," dedi Stefi, sevgiyle. "Akaf'ı ve bizi koruyan yegâne güç."
Şehrin merkezine, dağın kalbine dikilmiş olan bu büyülü heykelin rengi ise şehrin olağanca karanlığına hükmedercesine bembeyazdı. Gözlerinden akan lav, boyun çukurundan göğüs kıvrımına, oradan da diz çöktüğü dizinden havuza dökülüyor ve nur gibi parıldayan heykele de böylece kusurlar ekliyordu; lavın geçtiği yerler bir zift kadar karaydı.
Ancak Cevza bu ilk ignanın kudretinden şüphe etmedi.
"O yaşıyor mu?" diye sordu Cevza.
"Evlatları için kendini feda etti," dedi Stefi'de. "Bedeni hiçliğe karıştı ama ruhunun bir yerlerde hala daha Akaf'ı koruduğunu biliyoruz. Burada olmasa bile, onun gücü bizimle."
Cevza'nın geriye düşmüş başı bir müddet öyle kalakaldı. Bakışlarını Agneya'nın üzerinden çekebilecek kuvvetli kendinde bulduğunda göz pınarlarından inci taneleri dökülüyordu. Neden ağladığını bile bilmiyordu lakin o kadının yaşadıklarını sanki hissetmiş, fedakârlıklarına bizzat tanık olmuş gibi hissetti.
"İlk nevkilerden birisi çıkıyor," dedi Stefi, ilerideki acemi bir ignayı işaret ederek.
Üzerinde siyah, tozlu bir elbise olan ve on beşli yaşlarının sonunda olan genç bir kız havuzun üstüne çıktı. Ne yapması gerektiği ona eşlik eden sarı igna tarafından tarif edildikten sonra genç kız hayali bir merdiveni tırmanır gibi göğe yükselmeye başladı. Devasa Agneya heykelinin göğüs hizasına yükselene dek merdivenleri tırmandı. Ne vakit ki Agneya'nın göğüs hizasına çıkıp da, onun göğsüne sıkıca bastırdığı eline ulaştı, genç kız uzanıp pürüzsüz ellere dokundu ve aynı anda görsel bir şöleni andıran ışık parıltısı yükseldi. Beyaz bir ışık, ardından da kızıl yıldızlar saçıldı ve tüm parıltı kızın bedeninde solup tükendi. Genç kız nefes nefese arkasına, kalabalığa doğru döndü.
Sarı saçları alnına yapışmış kız, titreyen ellerini eteğine dolayarak nefeslerini düzenlemeye çalıştı. Gözleri, bu uzaklıktan bile kolayca seçilebilecek bir halde, sapsarı parıldıyordu.
O bir sarı ignaydı.
Renk töreni için toplanmış kalabalıktan neşeli bir alkış tufanı koptuğunda Stefi'de küçük çırpışlarla alkış tufanına katıldı.
"Sana sarıgözler çok yakışır, bunu biliyorsun değil mi?" diyerek Cevza'ya yandan bir bakış atan Stefi genç kıza yolculuk boyunca duyduğu tehditleri hatırlattı. "Görmek istediğim manzara tam olarak bu," diyerek merdivenlerden inip ona eşlik eden sarı ignanın yanına giden kız kalabalığın arasında gözden kayboldu.
Aralarındaki en yaşlı kişi diyebileceği otuzlarında bir adam Agneya'nın huzuruna çıktıktan sonra aynı parıltı yeniden gerçekleşti. Gözleri, görülebilecek en açık yeşilin tonlarında, esmer tenine yakışacak bir parlaklıkta kendini belli ederken, tatlı bir tebessümle merdivenlerden geri indi.
Üçüncü igna rengini şaşırtıcı bir biçimde derisine dolanan yeşil yıldırım parçaları ile öğrendi. Açıkta kalan boynundan saç diplerine dek uzanan çarpık çizgiler gözlerinde son buluyor ve kudretli bir yeşil olacağını daha ilk andan belli ediyordu.
Yeni gelen ignalardan çoğunluğu sarı ve yeşildi ancak üç turuncu igna, saf olanların arasına karışmış ve en büyük alkışı onlar toplamıştı. Turuncuların daha dikkat çekici özellikleri ise, renklerini tüm bedenleri ile temsil ediyor olmalarıydı.
Agneya'nın dokunduğu turuncu ignalardan izi olmayan kimse yoktu, onlar işaretlenmiş bir şekilde huzurdan ayrılıyorlardı. Merdivenlerden son inen çocuğun tüm bedeni turuncu halkalarla kaplanmış bir haldeydi.
"Senin sıran," dedi Stefi. Tek elini genç kızın beline yasladı ve onu kendisi ile birlikte yürütmeye başladı. Önlerindeki kalabalık, Stefi'nin göz alıcı ve büyük oranda ürpertici görüntüsü ile yarıldı ve ikiliye, Agneya'nın havuzuna dek ince bir yol açıldı.
Cevza, neredeyse zorla sürükleniyormuşçasına ve büyük bir tedirginlikle üzerine çevrilen gözlere baka baka devasa heykelin önüne geldi. Şimdi bu kadar yakından bakınca bu şaheserin güzel olduğu kadar korkutucu olduğunu fark etmişti. Gözleri kızgın lavların onu yakabileceği korkusu ila heykelin büyüklüğünün verdiği şaşkınlık arasında mekik dokuyordu.
"Agneya'yı selamlıyorum," dedi Stefi sonra dönüp Cevza'nın ellerini tuttu, bir bez parçasıyla onları temizledi. "Ne yapacağını biliyorsun, huzuruna çıktığında Agneya'nın avucuna dokunacaksın. Agneya'nın huzurundan döndüğünde ise gerçek bir igna olarak yeniden doğacaksın."
Cevza'nın bakışları tereddütle yere düştü. "Ya Agneya beni istemezse?" diye sordu bir anda. "Ya yeşil bile olamazsam?"
Stefi'nin başı hafifçe yana düştü. "Soruların hep beni şaşırtıyor Cevza," dedi başta. "...Ama bir rengin olacağına ve senin en saflar arasında olacağına yemin edebilirim."
"Yemin etmen benim kaderimi değiştirir mi?" dedi hüzünle. Ya gerçekten ailem gibi bir igna olmama rağmen ölümden tamamen kaçamıyorsam ve tıpkı ailem gibi, ilk annem Agneya tarafından da terk edilirsem?
"Seninkini değil," dedi Stefi. "Ama benim kaderimi değiştirir. Sana Agneya adına yemin ederim ki bir rengin olacak."
Ama ya rengi olduktan sonra tüm hayatı boyunca burada, bir igna olarak yaşaması gerekirse Dünya'da bıraktığı hayatı ne olacaktı? Bekir Amca'sı ve Gülnaz Teyze'si bir sabah uyandığında ve onu göremediğinde ne hissedeceklerdi? Terk edilmekten korkan Cevza'nın tek yoldaşlarını terk ettiğini öğrendiklerinde, bu genç kızı ne kadar yaralayacaktı, onların güvenini kaybetmenin acısıyla?
"Çünkü sen bir ignasın."
Cevza'nın duyduğu son sözler bu oldu zira ardındaki kalabalığın ne söylediğini dinleyecek cesareti yoktu. Neredeyse binlerce beyaz ignanın toplandığı bu kutsal alanda, Agneya'nın huzuruna çıkmak için kızgın lavlardan oluşan havuza doğru bir adım attı. Ayağı lavın içine karışıp erimeden önce görünmez bir beton sayesinde havada asılı kaldı. Cevza, önünde var olan ama göremediği alana doğru ikinci bir adımı çıktığında çoktan bir igna olduğunu kabullenmişti. Çünkü Agneya huzuruna sadece ignaları kabul ederdi.
Her bir adımında görünmeyen zemin yükseldi ve ona Agneya'nın huzuruna çıkabileceği büyülü bir merdiven elde etti. Cevza bir müddet başını yere eğmiş, sadece basamakları kontrol ederek merdivenleri çıktı, tehlikeli bir yüksekliğe çoktan ulaşmıştı; artık Agneya'nın saçlarının dökümünü yakaladığında merakla başını kaldırdı.
Gördükleri ise hayretler içinde kalmasına neden oldu. Daha önce göğe yükselttiği eline doğru bakan kadın heykelinin başı şimdi ağırca ona doğru dönüyor ve yüzündeki karamsar ifadeden kurtulmuş bir halde huzuruna çıkan evladına, cenneti anımsatan bir gülümseme hediye ediyordu.
Saçları hafiften kırlaştı, teni üzerindeki kaplamaları silkeleyip attı, gözleri tüm canlılığı ile ona çevrildi ve dudakları gerilip gülümsemesi şekillenirken, aynı zamanda renklendi. Şimdi Cevza'nın karşısında ilk igna olan Agneya'nın bizzat kendisi vardı. Cevza adeta büyülenmiş bir halde kadına bakakaldı. Merdivenlerin ortasında kalakalan genç kızı sarhoş halinden uyandıran, Agneya'nın -daha önce göğsüne bastırdığı elini genç kıza doğru uzatarak yaptığı- tatlı daveti oldu.
Avuçları yukarıya bakar bir halde parmaklarını genç kıza uzatan Agneya'nın büyük parmaklarına uzanırken buldu Cevza kendini. Ona dokunma hasretiyle yanıp tutuşuyor gibi eli kendinden önde gider bir halde, neredeyse koşar bir vaziyette merdivenleri tamamladı ve annesinin eline usulca dokundu. Agneya'nın sıcak tenine değdiği anda gözlerini onun gözlerine çıkardı. Kırmızının en koyu tonuna sahip gözlerinde şimşeklerin çaktığını hissetti Cevza.
Beyaz bir parıltı, Cevza'nın gözlerini adeta kör etti ve gözkapakları refleksle irislerinin üstüne kapandı. Agneya'nın gül cemalinden uzak kalma korkusuyla telaşla gözlerini açtığında ise gördüğü bembeyaz bir hiçlik oldu.
Cevza'nın altındaki merdivenler artık yok olmuştu, bedeni bir bulut misali havada usulca süzülüyordu. Parmak uçlarındaki baskı aniden solmuştu. Yere değmeyen ayaklarına doğru bakmak ve nasıl süzüldüğünü anlamak istedi ama daha önce Agneya'nın durduğu yerde şimdi büyük, içinde kızgın fırtınaların savaştığı kızıl bir kristal parça gördüğünde bir merakla onu seyretti.
Onu ilk defa görüşüydü ama etrafına yaydığı o naif sıcaklığı da, kendi büyüsü altına alan kızıl harelerini de, pürüzlü yüzeyinin altında çakan kızıl lavların heyecanlı kıpırtılarını da daha önceden görmüş gibi tanıdık bir hissiyatla karşılaştı Cevza.
Yürümek ve karşısındaki bu görkemli lav parçasına dokunmak istedi; havada süzülen bedeni sanki bu arzusunu en başından beri biliyormuş gibi genç kızı büyülü nesneye doğru sürükledi. Kendinden birkaç baş daha büyük olan görkemli lav parçası binlerce yüzeyden oluşan bir kristali andırıyordu. Üzerinde yer yer siyah çatlakları olan taş o kadar hararetli görünüyordu ki, Cevza ona dokunup dokunmamak konusunda tereddütte kaldı. Sonunda titreyen parmaklarını lav parçasına doğru uzattı. Parmak uçlarından tüm vücuduna dek karanlık bir silahla çarpışmış gibi hissetti.
Taş ona, o taşa süzülüyordu.
O anda onun ne olduğunu anladı. O kutsal olandı. O, Agneya'nın var oluş sebebi, göğsüne sıkı sıkıya bastırdığı ve korumak için canını feda ettiği kalbinin ta kendisiydi.
Karşısında Agneya'nın kalbi olan Selemerçe taşı duruyordu ve Cevza, o taşa tüm benliği ile dokunmak üzereydi.
Ama gerçeklik, güzellikten önce davrandı. Cevza'nın parmak uçları Selemerçe'nin yüzeyine dokunmadan hemen önce, buz mavisi bir hare Selemerçe'yi çepeçevre kuşattı. -Ansız bir saldırı gibi var olan- hareler büyük bir nefretle -kızgın bir buzun hükmünde saldırı emri almış gibi- Cevza'ya sıçradı.
Cevza büyük korku ile çığlıklar attı; kendi için mi yoksa Agneya'nın kalbi olan Selemerçe için mi endişe duyuyordu bilmiyordu ama huzursuzluk canlı bir volkan misali patlayıp sonsuzluğa dağılmıştı.
İşte Cevza, büyünün var olmadığı bir diyarda o sonsuzluğun içine savruldu. Tüm bedeni adeta buz kesti, Selemerçe'nin şefkatine arzu duyan bedeni ayak basılmamış beyaz topraklarda saldırıya uğradı. Bedeni, savrula savrula buz parçaları ile donatıldı, bir çatırtı baş gösterdi. Belki Selemerçe çatlıyor, belki de Cevza'nın narin bedeni ortadan ikiye yarılıyordu.
Cevza, sağ elinin parmak ucundan tüm bedenine yayılan bir sancı hissetti. Altındaki toprağın üstünde yuvarlanırken teni kesildi.
Diğerleri böyle değildi, dedi. Diğer ignalar bu şekilde huzura çıkmadı, Agneya onlara dokunduklarında bu şekilde acı çekmedi.
Çünkü Cevza, sadece basit bir heykelin önünde alkış tufanına tutulacağını sanıyordu; diyarın uğruna savaştığı kalp tarafından fetih edildiklerini bilmiyordu. Agneya'nın huzuruna çıkarılıyorlardı ama asıl sunuldukları Selemerçe idi.
Ama şimdi ne olduysa Cevza acı içinde kıvranıyordu, çığlıkları sonsuzlukta yankılanıyor; diyarları çarpıştırıyor; kutsal olan tarafından resmen sömürülüyordu. Savaşların habercisi surlara üfleniyor, cılız bir beden başka bir kutsal tarafından ele geçiriliyordu.
Cevza'nın damarları çatladı, gözbebekleri adeta yerinden sökülüyormuşçasına parçalandı. Teni üzerine kazılmış haritaların her bir yıldızı an be an yer değiştirdi, kaderi baştan çizildi. Saç diplerine dek buz yanığında kavruldu ve sonunda, Agneya'nın ninnileri eşliğinde bu ansız kuşatmadan kurtarıldı.
Agneya, tüm kalbiyle evladını o anda sonsuzluktan kurtardı. Genç bir beden, çarpışan diyarların çöküşünden sökülüp alındı. Anne ona acıdı ve Selemerçe'ye ihanet etmediği sürece igna güçlerinin onda kalacağına yemin etti.
Cevza rengini aldı ve Agneya'nın huzurundan çekildi. Gözkapakları örtülmüş bir halde ruhu bedenine geri dönebildiğinde kimse onun gözlerine bakmak zorunda kalmadan rengini görebildi. Cevza, herkesi şaşkına uğratan bir renk almıştı.
Bu kutsal anı kaçıran tek kişi Cevza oldu, Agneya'nın huzurundan çekildiği anda bedeni geriye doğru savruldu. Bilincini yitirmiş olan genç kızın metrelerce yükseklikten düşen bedenini Stefi narince kucakladı.
Beyaz saçlı ignanın kollarında uyuyan genç kızın şakaklarından gözyaşları döküldü. O gün ne Agneya tarafından kurtarıldığından ne de Selemerçe uğruna ömrünü feda ettiğinden haberi yoktu ancak artık kutsal olan daima Cevza'nın ruhundan bir parça olarak yaşayacaktı.
İlk ignanın kalbini elinde tutabilen kız, bir felaket getiren olacaktı.
Stefi kollarındaki kızın parıldayan tenine ve diplerinden uçlarına dek rengine bürünmüş saçlarına bakakaldı.
"Bu mümkün değildi," dedi. "Bu, bir Voltar'ın merhamet sahibi olabilmesi ihtimalinden bile çok daha düşüktü," dedi ama bir yerlerde büyük düşmanlar vicdanın ne olduğunu öğrenecekti.
Cevza Morulas diyarında görenleri hayrete düşüren ilk ignası oldu; o imkânsız olan bir rengi kuşanmıştı.
✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷
Temsili Agneya görselleri: Tabii ki siz hayalinizdeki haline güvenin.
Bölüm sonu köşemiz:
Evvet! Sonunda Cevza bir igna olduğunu kabullendi... Bu bölüm için o kadar fazla sorumuz var ki...
Öncelikle ignalar hakkındaki düşünceleriniz?
İkinci olarak Clint ve Agneya hakkında merak ettikleriniz, fikirleriniz neler?
Renkler hakkındaki açıklamalar tahminlerinize uyuyor muydu? Sizce farklı bir anlama gelmeliler miydi? Bundan sonra neler olabilir?
Kutsal olan hakkında da bir açıklığa kavuştuk. Kutsal olan aslında SELEMERÇE: Ona Agneya'nın kalbi diyorlar. Sizce SELEMERÇE ne? Neler yapabiliyor? İsim olarak size ne çağrıştırıyor? Amacı ne ve Cevza ile arasında ne olacak?
Ve son olarak....
Cevza sizce hangi renk? Onun olamayacağını söyledikleri rengi almış olabilir mi?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top