Bölüm 12: Simurg Anısına | Kısım 1

✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷

"Selemerçe, ignaların Sutur'la karşılaşması halinde yeniden dirilmelerini sağlayacaktır ancak veladet için Akaf'ı terk etmeleri gerekir. Belki de... Akaf'a uğramayan ölümü getiren bir kutsalın orada bulunması gerekir."

6. Boyut Yazıtları

。........☼ ☽✧........。

Akaf'taki gizemler, Morulas'ın sahip olduğu önsezilerden bile daha mutlaktı. Öyle ki Agneya'nın anıları bile gizli kapsüllerde, erilişilmesi Morulas'ın zamanına göre imkânsız bir gelecekte gizleniyordu.

"Agneya mı?" diye soran Cevza ansızın kendini, onunla karşılaşabilecek ve ruhunu çalmadığına ikna edebilecek sandı. "O burada mı?"

"Elbette, daima..."

Cevza merakla etrafına bakındı ama kızıl cam duvardar dışında bir şey görmesi imkansızdı; o anda da yeşil ignanın bahsettiği 'var olma' eyleminin mecazi olduğunu anladı.

"Onunla mı konuşuyordun?"

"Konuşmayı umuyordum... Dualar aracılığıyla."

Cevza bir anda irkildi. "Duanı mı böldüm?"

"Kesinlikle."

Cevza ayağa kalkmak için yeltendi. "Yine de, duamın geri kalanında bana eşlik edebilirsin," sesini duyduğunda, şaşkın bakışlarla yeşil ignanın geri yanına oturdu.

"Ne için dua ediyordun?"

Yeşil igna başını kaldırıp, kürenin tavanındaki annesinin suretlerini seyretti. "Agneya'nın beni duyması için dua ediyordum."

Cevza, olmayacak duaya âmin demeye niyetli değildi lakin bu düşüncesini onunla paylaşmadı. "Ona ne söylüyordun ki?"

Yeşil igna omuzlarını silkip bakışlarını yere düşürdü. İkisi de oturuyor olmasına rağmen yeşilin başı birkaç santim yukarıda duruyordu. Ayrıca o, sık sık parmaklarını hareket ettiriyor ve o sıra belindeki kumaş parçaları kendi kendine hareket ediyordu. "Bir ninni..." dedi. "Akaf'ta iken onun –ve diğer yaşlılar- için düş kapanı dikerdim ancak şimdi yalnızca dualarım ile onu kâbuslardan koruyabilirim."

Cevza'nın kaşları çatıldı ama yeşil ignanın görmemesi için başını aynı şekilde yere düşürdü. O sırada ayakları altında tuhaf bir el yazısından bir âyine izleri buldu. El yazısı acelesiz, gevşek ve küçük harflerle yazılmıştı; kalemini bastırarak çizdiği sembollerde kendine oldukça güvendiği belliydi. İç içe geçmiş daireler ve dairelerin dışında bilindik olmayan rünler çiziliydi ve kürenin yanıp sönüşüne göre rünler, her defasında şekil değiştiriyordu.

"Neredeyiz?" dedi Cevza.

"Agneya'nın hatıralarının gizlendiği bir sığınaktayız."

Cevza, Xui'den alamadığı yanıtların merkezine düşmeyi beklemediğinden yeşil ignaya birkaç kez aynı cevabı tekrar ettirdi. "Onun anılarına nasıl girebiliyoruz?"

"Hepsine değil," dedi igna. "Sadece Belâgat'a bağışladıklarına bakabiliyoruz."

"Bu küre onun anılarını mı yansıtıyor?"

"Küre mi?" Yeşil igna başını kaldırıp etrafına bakındı. "Bu Agneya'nın bedeni küle dönüşmeden önce epifiz bezinden alınmış numune ile inşa edildi."

Cevza kekeleyerek bunun nasıl yapılmış olabileceğini sorduğunda, Agneya'nın bedeninin Selemerçe özünden farksız olduğunu ve onun bedeninden alınmış her bir parçanın aslında ham madde olarak kullanılabileceğini öğrendi. Bu, nedensizce Agneya'nın bin parçaya ayrılmış çarpık, kanlı bir görüntüsünü hayal etmesine neden olmuştu ve istemsizce titremişti.

"Onun epifiz bezinden bir numuneyi nasıl almayı başardınız?" Gözleri nefes alıyormuş gibi duran, hatta bir alevden yapılma kalbi, kaslarının dışından seyrediyormuş izlenimi veren yüzeyleri dikkatle seyretti.

"Ah, bu biraz utanç verici gelebilir ama Agneya onu burnundan çıkardı."

Cevza gözlerini birkaç saniye kırpıştırıp duyduklarını hayal etmeye çalıştı. Ansızın, Agneya'nın sümkürdüğü ve burnundan akan mukusları bir çeşit çorbaya karıştırıyor oldukları sahte bir anı göz kapakları üzerinde belirdi. Derhal unutacağını umarak başını iki yana salladı.

"Nedense burayı mekânın bellemiş gibisin," diyen Cevza'nın esprisi anlaşılmayınca Cevza sahte bir tebessümle, "Burada fazla zaman geçiriyor gibisin," diye mırıldandı.

"Çünkü o gideli fazla bir zaman olmamasına rağmen dua günlerine gelen ignaların nufüsü beklenenden çok daha az."

"Unutuluyor, değil mi?" dedi Cevza acı acı.

Yeşil igna başını iki yana salladı. "Yaşlılar değil," dedi. "...Nevkiler. Senin gibiler. Fedakârlığı kabullenmek onlar için zor çünkü ölümün acı yüzünü görmediler. Biz gördük..."

Cevza, onun yaşanmışlık dolu yeşil irislerine baktığında onun nisyalardan birisi olduğunu anladı. Belki de Agneya'yı kendi gözleriyle görebilen, ona hayran olan evlatlarından birisiydi.

"Yani duaya gelmeyenlerin yerine dua mı ediyorsun?"

"Onlar için değil, annemiz için. Evlatları tarafından reddedildiğini görmesini istemiyorum."

"Sana yardım edeyim," dedi Cevza. "Bana nasıl dua edildiğini göster."

Yeşil igna tereddüt eder gibi gözlerini kıstı. "Bu ilk duan mı?" dedi, usulca.

"Fark eder mi?"

"Bilakis... Sen yeni rengin ilk varisi olduğun için duan bir mecburiyet; Agneya seni mutlaka duyacaktır."

"Öyleyse duamın arasına birkaç sorunumu sıkıştırabilir miyim? Bu fırsatı kaçırmamalıymışım gibi hissettim."

Yeşil igna kıkırdadı, hatta bu sırada dudaklarının iki yana gerilişiyle okka burnu da kızarmıştı. "Duan değerli," dedi. "...bu yüzden onu başka kelamlar ile kirletme. Kusursuz olması senin minnetini gösterir. Ona... Akaf'taki ufak sorunlar hakkında başka zaman da yakınabilirsin."

"Duadan hemen sonra söylesem de mi olmaz?"

Yeşil igna tebessüm etti ve avuçları yukarı bakacak şekilde iki elini üst üste koydu. Ona, igna dilinde bir ninniyi tekrar ettirdi ve sonrasında Agneya'nın ruhunun huzurlu bir uykuda, sessizlik içinde geçiyor olması için dua ve iyi niyet belirtti. Tüm bunları ise igna dilinde değil, henüz Cevza'nın kendini geliştirmediği Sullve dilinde gerçekleştirmişlerdi.

"Onun... Kâbuslarla boğuştuğunu neden düşündün?" diye sordu, dakikalar sonra duanın bittiğini belirten bir soluk duyduğunda. Gözlerini ağırca açtı ve şakaklarından usulca hüzün damlaları akıtan kıza baktı. Kız gözyaşlarını usulca sildi.

"Çünkü biliyorum... Hiçlik varlıklarının Agneya'yı düş diyarında bizar etmediği an yoktu."

Cevza bildiği yerden gelen bir soruyu duymuş gibi dikeldi, heyecanlandı. Agneya, tıpkı normal insanlar gibi düş diyarına gidiyor ve sık sık oradan kehanetler görüyordu; yine de düş diyarı, yalnızca hoş ve gelecek barındıran rüyalara değil, tehlikeli kâbuslara da yer edinen bir diyardı ve Agneya'nın bile bundan rahatsız olmaması imkânsızdı.

"Ondan ne istiyorlardı?"

"Ölmesini..."

Yeşil igna elini kemerine atıp oradan bir şişe çıkardı ve onu sallayıp, içini pürüzlü zemine döktü. Bir tür karışım hazırlıyormuş gibi görünüyordu.

"Öldüğünde neler olacağını biliyorlar mıydı?" Tüm ignaların yetim kalacağını ve beraberinde gelecek savaşta tek korumalarından da yoksun kalacaklarını biliyorlar mıydı? Öyle olmasını canı gönülden istemiş olabilirler miydi?

"İgnalardan daha fazla öngörüye sahip oldukları kesin," diye mırıldandı yaşlı igna. "...ancak fazlasını tahmin etmemişlerdir. Annemizin ölümünün, hiçlik varlıklarını bile tehdit edebileceğini bir tek Voltarlar biliyordu."

Cevza, hiçlik varlıklarının ignaların doğal düşmanlarını doğuran bir tehlike olduğunu bildiği halde şimdi, yeşil igna tarafından onların bile hayatının riske edildiğini duymak kafa karştırıcıydı. "Bu hiçlik varlıklarının işine gelmez miydi? Sonuçta onlar bizim ölmemizi istiyor ve annemiz..."

Cevza bir an için duraksadı, sözünü yarıda kesti. Yeşil igna onun susmasını korku veya benzeri bir duyguya yorumladı ancak aslı öyle değildi. Cevza, ilk kez Agneya'ya 'anne' diye hitap etmişti ve bu, gün içinde aldığı onca bilgi ve 'hırsız' damgasından sonra kalbine koca bir çekiçle vurulmuş gibi hissetmesine neden olmuştu.

Annesine ihanet mi ediyordu? Devrilmiş arabanın içinde gözlerinden kan akar bir halde kendine bakan gerçek annesinin ölü bedenine tekme mi savurmuştu? Cevza Akaf'a alışıyor ya da onu dışlayıp, kiriyle dalga geçen ignaları artık kardeşi mi belliyordu?

Daha da kötüsü... Cevza Agneya'nın merkezinde bulunduğu tüm bu hadiselerde bir yer edindiğini ve ona bağlı bir ip ile çevresinde daireler çiziyor olduğunu artık kabullenmiş, sindirmiş ve bir çözüm arar olmuştu. Çözüm bilhassa kendisi iken, çözümü arıyor oluşu ona neyi ispat ederdi?

"Bizim ölmemizi istemiyorlar mavi... Bizi öldürmek istiyorlar. Arada büyük bir fark var."

Cevza dudaklarını büktü. "H-her halükarda sonumuz ölüm ha?"

Yeşil igna yere döktüğü iksirleri tıpkı hamur yoğurur gibi karıştırıp, başka bir şişeden tohumları da arasına ekledi. "Ölümün bir son olduğuna inananlardan mısın?"

Cevza tökezledi. "Akaf'tan önce de bunun bir son olmadığını biliyordum."

Yeşil igna başını çevirip ona uzun uzun baktı ve "Ahiret'ten bahsediyorsun," dedi. İşte Cevza gerçek anlamda duvara toslamış gibi hissetti. Sormasına gerek bile yoktu, bu özlem dolu igna Cevza'nın Dünya'da neye inandığını bir çırpıda çözüvermiş ve onu alabora etmişti. Nedenini ve nasılını sormak isteyen dudaklarına mühür vurdu ve sırtını kamburlaştırdı.

Bu... Aslında altıncı boyutta da Ahiret'e inanan başkalarının da olduğunu göstermez miydi?

"Kranlarla karşılaşmak ölümden daha fazlasını mı veriyor?"

Yeşil igna omuzlarını silkti. "Akaf'ta çok fazla sonsuz azap vardır." Döndü ve işini yapmaya devam etti. "Morulas sandığından daha acımasız Cevza."

Cevza yutkundu; Stefi geldiğinden beri ona sürekli Akaf'ın bir yuva olduğunu ve Morulas'ı ne olursa olsun sevdiğini söylediğinde güzel, samimi bir diyarla karşılaşacağını sanmıştı ancak ne zaman ki bunu gerçekten düşünmeye başlasın her daim onu uyaran kimseler oluyordu.

"Adımı biliyorsun..." dedi Cevza. "Ama ben seninkini bilmiyorum."

Yeşil ignanın omuzları üzerindeki dalgalı saçları yüzünü örttüğünden nasıl bir ifade takındığı anlaşılmıyordu ancak tam olarak 'Sonuçta yeni rengin varisi ben değilim,' diye düşünüyordu. Elindeki küre tılsımlı sözler mırıldanırken, "İsmim Kalin," demeyi de unutmadı.

Cevza, ignaların selamlaşmalarını taklit ederek 'tanıştığına memnun olduğuna' dair gereksiz birkaç cümle sıraladı. Akaf'ta dost edinmekten de sandığından daha zordu; hele ki nüfusu neredeyse hiç azalmayan bir ırkla birlikte olmasına rağmen.

"Sanırım yaklaşan savaşa hazırlık yapan bir diyarda sonsuz azabı garipsememem gerekir."

"Sonuçta hiçbir yer kusursuz değildir. Mutlak huzur arıyorsan yanlış boyuttasın."

Mutlak huzurun olduğu bir boyut var mı diye düşünmeden edemeyen Cevza, oraya gitmesi için önünde uzun bir yol olduğunu umarak soluklandı. Dirseklerini dizlerine yaslayıp, sağ yanağı da avucunun içine bıraktı. "Ya sen?" diye sordu. "Bir şeyler arıyor musun?"

"Ne gibi?"

"Bilemiyorum, mutlak huzur aramadığını varsayıyorum."

Kalin neredeyse hırıldadı. "İstesem de; değil Morulas'ı, Akaf'ı bile terk edemem. Unuttun mu, ben bir yeşilim."

Cevza, onun en canlı tonda parıldayan saçlarını, irislerini ya da angelisini göz ardı edemezdi elbette ancak bunların hiçbiri hayal kurmasına engel değildi. Sorun, Cevza'nın bir 'arayıştan' bahsettiğinde Kalin'in Morulas'ı terk etmeyi aklına getirmesiydi.

Aradığı şey Morulas'ta değil miydi?

Ağzından laf almayı başarabilir miydi?

"Düş kapanı diktiğini söylemiştin," dedi hemen. "Düş diyarında bulunmak istemiyor musun?" Sonuçta düş kapanları saklanmak için var olan bir kafesti.

"Kendim için diktiğimi söylemedim."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top