Bölüm 1: Noksan Vakit


✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷

"Bilakis doğru olan, makusa kafa tutmuşlarla değil kudreti kabullenmiş ve ona diz çökmüşlerle aynı yolda yürümektir."

6. Boyut Yazıtları

。........☼ ☽✧........。

Morulas Diyarı


Morulas'ın güneşi nadir görülen güzelliğiyle birlikte diyarı gündüzün sakinliğini hatırlatırcasına aydınlatıyor, Milga dağlarından esen naif rüzgârlar genç kızın uzun, dalgalı saçlarını adeta okşuyordu.

Burnuna tüten ve daha önce hiç duymadığına emin olduğu bir kokuyla uyandı Cevza. Gözkapaklarını bir telaşla araladı ancak kuvvetli ışık nedeniyle birkaç saniye görüşünü kazanamadı.

"Beklediğimden erken uyandın," diyen kadının sesini duyduğunda bakışları ona doğru çevrildi. Bulanık görüşü toparlanmadan önce, gördüğü kuvvetli ışığın nedeninin bir an o kadın olduğunu sandı.

Kendisini kaçıran kadın yanı başındaki ağacın yanında, kollarını göğsünde bağlamış bir halde soluklanıyordu. Uysal bakışları genç kızın yerde uzanmış bedeninde ve uyanır uyanmaz açmaya çalıştığı kilitli bileklerindeydi.

"Buraya elleri bağlı olarak gelen nadir insanlardan birisin," dedi önce. "Genelde oldukça ikna ediciyimdir."

"İkna olmam için pek bir konuşma fırsatımız olmadı doğrusu!" diyerek ayağa kalktı Cevza. Rüzgâr nedeniyle önüne dökülen uzun saçları sersemlemiş bedenini toparlamaya çalışırken oldukça zorluk çıkarıyordu.

"Kutsal ile tanışabilseydin ne kadar ikna edici olduğumu görebilirdin ama zaten... Buna gerek kalmadı. İşte buradasın." Sırtını ağaç gövdesinden ayırdıktan sonra beyaz botlarının topuk kısmını ağaç köklerine çarpıp, botun bilek kısmına kadar olan bölgesinin siyah bir kaplama ile donatılmasını sağladı.

Cevza beyaz saçlı kadından birkaç adım uzaklaşıp telaşla etrafını tararken "Nereye getirdin beni?" diye bağırdı. Başta ilk gördüğü şey uçsuz bucaksız gibi görünen sütlü kahve ve palamut tonlarındaki ova oldu. Ovanın sonunda sisin arasına karışan dağlar, yükselmiş birer kule ve su yeşilini andıran tatlı bir tonda gökyüzü çerçeveyi tamamlıyordu. Bakışları telaşla silindirik, kubbesi halkalar halinde göğe yükselen kuleleri taradı ancak günlerce yürümek zorunda kalsa bile onların gölgesine dahi ulaşamayacağı bir uzaklıkta olduğunu anladı.

Cevza, getirildiği bu ıssız alanın şaşkınlığını, kendini kaçıran kadına doğru döndüğünde ikiye katladı çünkü kadının arkasında, kırmızının en koyu tonlarına hâkim, ürpertici, eğimli bir orman uzanıyordu.

"Morulas'a hoş geldin," dedi kadın. "Burayı seveceksin."

Cevza gözlerinin gördüğü ormanı, algı merkezine ulaştırabilseydi, kadının bu sözlerine gülebilirdi lakin henüz, yerdeki topraktan ağaç köklerine; kalın, pürüzlü gövdelerden en ince dallara ve onların uçlarındaki yapraklara dek yanan bir alevi andıran ormanın kızılımsı-turuncumsu görüntüsünü kabullenememişti. Kapkara toprağın üzerinde yükselen ve birer ahtapot yığınını andıran kökler, ağaçların birkaç bin yıllık olabileceğini gösteriyordu. Ağaçların koyu kırmızı gövdeleri, sanki birkaç ağacın birleşimi gibi sarmal bir döngüye sahip bir halde göğe yükseliyor ve sonra aniden tekrar yeri öpüyordu.

Genç kız, bir yanılsama içinde olabileceğini sandı, daha önce hiç böylesine parıldayan ağaçlar görmemişti. Üstelik ağaçların gövdeleri alışık olduğu gibi tek bir hat üzerinde yükselmiyor, deve hörgücü gibi kıvrıldıktan sonra tepede, mantar başı gibi toparlanıyordu. Kimisi turuncu olan kırmızı yapraklardan bazıları rüzgâr eşliğinde kopup önünden uçarak geçtiğinde zorlukla yutkundu. Kan ağlayan bir ormanın karşısında duruyor olmalıydı.

"Sanırım hala baygınım," diye fısıldadı, belli belirsiz.

Beyaz saçlı kadının hoş kıkırtısı rüzgâra karışıp, ormanın yükseltilerine dek taşındı. "Tepeye çıkana kadar ayılırsın, merak etme."

Kadın, ucunda Olif gücünü barındıran altın kolyesini angelisinin içine sakladı. Cevza'ya yaklaşıp onu kolundan tuttuğu gibi, yukarıya doğru hafif bir eğimi olan ormana doğru ilerletti.

Cevza karşısındaki bu tuhaf ormana girmeye hiçte meraklı değildi ancak kadının üzerindeki hâkimiyeti de oldukça kusursuzdu.

"Beni neden buraya getirdin?" dedi sürüklenmeye başladığında.

Kadın dudak büktü. "Senin buraya, bizimde sana ihtiyacımız olduğu için buradasın," dedi basitçe.

"O da ne demek?"

Kadın bu defa da omuz silkip, sanki genel olarak bir şeyler söylemeye ya da yapmaya pek hevesli değilmiş gibi bir izlenim oluşturdu. "Aceleci olma."

"Aceleci olmayayım mı? Evimden yaka paça buraya kadar sürükledin beni! Üstelik! Üstelik burası nasıl bir orman böyle? Gerçekten neredeyiz biz? Morulas diye bir yer duyduğumu hiç sanmıyorum."

Cevza o sıra farklı bir ülkeye getirilmiş olabileceği dışında hiçbir şeyi düşünemiyordu. Kadının dirseğindeki parmakları gittikçe sıkılaşıyor ve tuhaf, neredeyse insan suretini andıran küçük taşları es geçerek ağaçların arasında yürümeye zorluyordu.

Orman, dışarıdan bakışa nazaran içeriden çok daha kasvetliydi. Şimdi yanından süratle geçtikleri her bir ağaç göz yanılması nedeniyle gerçekten alev alıyor, büyüyen yangının esirinden kurtulmak için adeta çırpınıyor gibi görünüyordu. Karşısına çıkan koca gövdeli ağacın arkasında bir başka yangın can buluyor, dallar sanki geçit vermek istemez gibi önlerine bükülüyordu. Koyu kırmızı gövdeler kan kusarken, turuncumsu bir dalın önüne atladığını sandı Cevza. Orman, düşündüğünün aksine telaşsız kıpırtılar içerisindeydi.

Kambur bir ağacın yaprakları, beyazlar içindeki kadının üstüne düştü. Saçlarındaki küçük kızıl lekeden hiç rahatsız olmayan kadın, Cevza'nın sorularına bir süre kulak tıkamayı planladı lakin soruların ardı arkası kesilmedi.

"Açıklama yapmayacak mısın? Burası neresi diyorum? Tropik bir bölgede falan mıyız?"

"Kesinlikle değiliz."

"Nasıl geldik buraya? Çok uzun bir süre baygın olduğumu sanmıyorum." Cevza, bileğindeki saati hatırlayıp, arkasına doğru dönerek vakti kontrol etmeye çalıştı ancak sürekli sürüklendiği için bunu yapamadı.

Kadın, birkaç adım sonra birbirine benzeyen onca ağacın arasından -sanki üzerinde farklı bir işaret varmış gibi- özel bir ağacı seçerek ona doğru ilerledi. Elini koyu kızıl gövdesine yasladıktan sonra bakışlarını yapraklara çevirdi. İnceliyor, görüyor ve öğreniyordu.

"Nereye gidiyoruz? Bu orman nereye çıkacak? Bana ne yapmayı planlıyorsun?"

Bıkkınlık dolu nefesini kontrol edemedi kadın. "Eve dönüyoruz tatlım," dedi usulca. Gözleri yapraklar üzerinde düzenli bir sırayla gezindi.

"Eve mi dönüyoruz? Ha, yani ben baygınken böbreğimi falan çaldın da şimdi beni geri mi götürüyorsun?"

Kadının dudakları hafifçe yana kıvrıldı. "Böbreğini alsam bile bir eksiklik hissedeceğini sanmıyorum. Hatta şimdiye dek iyi dayandığına göre," döndü ve Cevza'nın gözlerinin derinliklerine doğru, sanki içinde saklı sırları görebiliyormuş gibi bakındı. Cevza, kadının şimdi sapsarı parıldayan gözlerinden irkilip geriye kaçtı. "Buna yeltenmem bile gereksiz olurdu bence."

"Dediklerinden," diyerek yutkundu Cevza. "Hiçbir şey anlamıyorum."

"Öyleyse dikkatimi dağıtmak istemezsin." Kadın elini ağaçtan çektikten sonra Cevza'yı biraz daha yanık gibi duran başka bir ağaca sürükledi.

"Eve gidebilmemiz için sadece tek bir yol var ve inan," Başı ile ileride, yukarıya kıvrılan bir noktayı işaret etti. "...Yolu her gün değiştiriyorlar. Bu yüzden dikkatli olman ve komutlarımdan dışarıya çıkmaman gerekiyor."

Cevza bir an için durmalarını fırsat bildi. Gözleri işaret ettiği yüksek noktaya daldı ama birbirini andıran ağaçlar görüşünü engelliyordu. "Yoksa ne olur?" diyerek soluklandığında kadının o naif sesi ile "Şşştt!" dediğini duydu. Dönüp bir merakla ona baktı.

Koyu renkli dudaklarına yasladığı işaret parmağını havaya kaldırıp bir tur döndürdü kadın. "İyi dinle," dedi, sesi gittikçe kısılırken.

Cevza, gayriihtiyari bir cevapla durup ormanı dinlemeye başladı. Başta rüzgârın sesini, yaprakların hışırtısını ve ormanın kendi fısıltısını duydu. Çok yükseklerde, belki de gözle takip edilemeyecek bir yükseklikte uçan kuşları hissetti, ayakları altındaki toprağın nefes alışını, ağaç kabukları üzerinde gezinen tırtılları dahi hissetti. Kendi nabzı, saniyeler aktıkça daha da hızlanırken, ağaçların köklerindeki minerallerin akışını dahi duyabilir hale geldi.

"Duyuyor musun?" diye fısıldadı kadın.

"Evet," diyerek yanıtladı Cevza. "Ormanı duyabiliyorum."

"Öyleyse kandırılıyorsun Cevza."

Genç kızın kaşları aniden çatıldı. "Ne?" diye soluduğunda kadın yeniden "Şşştt!" diyerek devam etti. "Yeterince iyi dinlemiyorsun. Daha dikkatli duy."

Cevza başını iki yana sallayıp omuzlarını çekiştirdi. "Durup burada ormanı di-"

"Devam et Cevza!" diyerek üsteledi kadın. "Burada hayatta kalmak istiyorsan dinlemeyi öğrenmelisin çünkü orada, seni duyabilen çok fazla şey var."

Açık bir tehditten farkı olmayan sözlerin ardından Cevza yeniden durdu ve ormanı dinlemeye başladı. Başta aynı sesleri yeniden duydu, bir kasetten çalan şarkı gibi sesler ardı ardına tekrar etti. Döndü, döndü, döndü ve durdu. Sesler aniden kesildi ve uzay boşluğunu andıran derin bir sessizlik, onca sesin arasından sıyrılıp kendini açık etti. Şimdi, kendi nefesi dışında hiçbir canlılık belirtisi yoktu etrafta. Ağaçlar eskisi gibi çırpınmıyor, kuşlar gökte dolanmıyor ve tırtıllar, toprağın yüzeyine dahi çıkmıyordu; hepsi... Bekliyordu. Sessizce bekliyor ve dikkatinin dağılacağı anı kolluyorlardı.

"Şimdi ne duyuyorsun?" diye sordu kadın, dudaklarında küçük bir tebessümle birlikte. Gözlerinde o tanıdık gururlu his, Cevza'nın hücrelerine eşlik etmiş gibi parıldadı.

"Hiçbir şey," diyen kızın şaşkınlığına açıklık getirdi.

"Güzel," dedi sakince. "Şimdi perdenin ardını görebiliyorsun."

"Bu da ne demek?"

Kadın yeniden Cevza'yı dirseğinden yakaladı ve ağaçları izleyerek sürüklemeye başladı. "Görmeye ve duymaya devam edersen hayatta kalabilirsin demek. Nasıl göreceğini öğrenirsen saklanabilirsin, nasıl duyacağını anlarsan sesini kısabilirsin demek. Aksi halde..." Kadın aniden durdu. Kulakları, bir kedininki gibi dikelip seslere odaklandı. Sağındaki ağacı kendisine kalkan edinip, Cevza'yı da aniden kendine çekip göğsüne yaslayan kadın, ağacın ardından kör bir noktayı seyretmeye başladı. Nefes nefese kalan Cevza'nın dudaklarına parmaklarını yaslayıp sessiz olmasını işaret etti. Başını ağacın ardından usulca çıkardı, ormandaki boşluğu taradı ve ağacın arkasına geri saklandı.

"...Avlanırsın. Hem de kusursuzca."

"Avlanır mıyım? Ne yani, etrafta avcılar mı var?"

Kadın başını salladı hafiften. "Hem de en tehlikelileri..."

"Yani burada yaşayan insanlar var mı gerçekten?" diye atıldı Cevza. Cevza'nın şaşkın gözleri kadının taradığı boşluğa doğru çevrildi. Koyu kızıl ağaçlardan başka bir şey göremese de, orada bir insanın var olması ve bu beyaz saçlı kadının ondan saklanıyor olması, kendisinin kurtulabileceği anlamına gelirdi.

"İnsan olduğunu da nereden çıkardın?" diye soran kadının cümlesi henüz tamamlanmadan Cevza kadının kollarından sıyrıldığı gibi ağacın ardından çıkıp çığlık atmaya başladı. Bir anda açığa çıkan bedeni, o fark etmese bile hedef bellendi. Çığlığı kızıl ağaçlar arasında dalgalanıp izini belli etti.

Kadın, Cevza'yı başından yakaladığı gibi tutup yere çarptı. Siyah, sıcak toprağın üstüne yığılan Cevza'nın sesi çarpmanın etkisi ile anında kesiliverdi. Başının arkası ve bedeninin altında kalan elleri sızlarken kıvranıp yana dönmeye çalıştı.

Başını bir an için kaldırıp baktığında, angelisinin pelerini savurarak yukarı süzülen kadını gördü. Bir iple yukarıya çekilirmiş gibi oldukça basit bir şekilde havalanan ve ardından, ağacın kıvrılan gövdesinden tutunarak sallanan kadın, korsesindeki shurikenini fırlatıp, akrobatlara taş çıkarır bir şekilde usulca yere kondu. Shurikenine bağlı, misinayı andıran bir ip, fırlayan bıçakların ardından uzanıp bedeninde asılı kaldı. Kadın, ipi bileğine doladığı gibi kendine doğru çekti ve uzakta, Cevza'nın göremediği bir noktada acı dolu bir inilti yankılandı.

Kadın, ipi daha kuvvetli çekip ağacın gövdesine sıkıca doladıktan hemen sonra yukarıda asılı kalan ip aniden gerildi. Kendi kendine sallanmaya başlayan ip, kopmak yerine ağacı yerinden sökmek istercesine titreyip sarsılmaya başladı. İpin diğer tarafında bir şey vardı, beyaz saçlı kadın onu kıskıvrak yakalayıp bağlamıştı ve oradaki avcı, oldukça hırçın görünüyordu.

Cevza'nın neler olduğunu sormasına fırsat kalmadan kadın ipi bıraktığı gibi dönüp Cevza'yı yerden kaldırdı. "Sus ve koş!"

Cevza yalpalaya yalpalaya beyaz saçlı kadının koşusuna eşlik etmeye çalışırken omzunun üstünden dönüp orada, ipi titreten insanın ne halde olduğunu görmeye çalıştı.

"Ne yaptın sen!" diye bağırdı Cevza. İpin ucunda resmen acı acı inleyen birisi vardı. Orada birini boğuyor muydu? Kusursuz bir şekilde ipi adamın boynuna dolayıp onu ağaca mı asmıştı? Yoksa fırlattığı altı yönlü bıçak çoktan o insanın boğazını kesip atmıştı da, can çekişen adamın sallantısını mı görmüştü?

"Hayatımızı kurtarıyorum tatlım."

Bir süre, Cevza'nın kaç kez döndüklerini dahi takip edemeyeceği bir düzine ağacın çevresini dolandıktan sonra, görmeye alışık olduğu koyu kahve gövdeli, yeşil yapraklı bir ağacın yanında durdular. Cevza, nedensizce bu sıradan ağacı gördüğüne şaşırdı ama tuhaf ormanda alışıldık bir görüntü görmek onu rahatlattı da.

Kadın ise yeterince uzaklaştığından emin olmuş olmalı ki aniden konuşmaya başladı. "Güneşin açısından dolayı bu vakitlerde Akaf'ın ormanına girmezlerdi ama görünen o ki, vakit daraldıkça ataklarda oldukça fütursuz davranmaya başladılar."

Durdu ve gözünü gölgeleyen beyaz tutamının arasından çevresini kontrol etmeye başladı. Cevza, çevreyi kollayan kadının sözlerinden, bir insanın neden bu vakitte burada olamayacağını söylediğine takılabilirdi ama onun asıl dikkatini çeken, bulundukları ormanın Akaf'a ait olmasıydı.

"Akaf ormanında mıyız?" dedi bir telaşla.

"Tanıdık mı geldi?" diyerek tek kaşını kaldıran kadının meraklı gözleri, Cevza'nın neredeyse gözyaşı dökecek olan gözlerinde dolandı.

"Hayır!" dedi Cevza telaşla. "Hiç tanıdık gelmedi, hem de hiç!" Ne Morulas ne de Akaf isminin onda çağrıştırabileceği bir coğrafik bölge yoktu.

"Şuraya bak," diyerek yanlarında dikildikleri yeşil ağacın bir benzerinin olduğu başka bir bölgeyi işaret etti kadın. Oldukça uzaktaydı ama arzulayan gözlere bir adım ötedeymiş gibi görünebilecek kadar masumeneydi. Cevza, şimdiden iki yeşil yapraklı ağaç görmeyi başarmıştı ama bunlar, belki de göreceği son dünyevi ağaçlardı.

"Bunlar diyarın alışagelmiş etkilerine karşı koyabilen nadir canlılardan bir örnek... Onlar, diyarda uyumsuz olmaları ile bilinir ve piramidin en alt halkasına yerleşirler çünkü ölüme en yakın olan canlılar onlardır."

"Ne diyorsun sen?" diye soluklandı Cevza. Durup dururken tuhaf ağaçlar hakkında açıklama yapan kadının neyden bahsettiği o an düşünebileceği son şeydi. "Piramidin alt halkasında kalan birisi varsa o da az önce saldırdığın kişiydi!"

"Hah!" diye alaylı bir tını salındı dudaklarından kadının. "Onun piramidin hangi basamağında olduğunu öğrendiğindeki tepkini merak ediyor olacağım doğrusu."

"Anlaşılan senin için ne tarz bir sıralamada olduğu önemli değil," diye bağırdı Cevza. "Onu öldürmüş bile olabilirsin!"

"Öldürmüş mü olabilirim?" diye sordu beyaz saçlı kadın, tuhaf bir ifadeyle. "İddialı sözler söyleyebilmen için önce bu diyarda ölümün ne ifade ettiğini anlaman gerekiyor Cevza." Döndü ve yeşil yapraklı ağacı yeniden işaret etti. "Burada ölümü simgeleyenler onlardır," dedi. "Buraya ait değiller."

"Ne yani, onca kanayan ağaç normalde bu yeşil yapraklar mı ölü? Gördüğüm en yaşlı ağaç o!"

Kadın, "Dikkatli bak," dedi ve uzun boyu ile yanı başındaki yeşil ağacın yakalayabildiği en yakın dalını tutup kendine çekti. Dal ufacık bir eğime rağmen, anında elleri arasında toza dönüştü ve beraberinde bulunduğu birkaç dalı da rüzgâra yenilecek kadar narin bir hale getirdi. Ağaç, sadece küçük bir temasla dahi dağılmış ve bunu gören Cevza, ağacı tamamen çürüteceğinden korkarak birkaç adım ondan uzaklaşmıştı.

"Gördün mü? Buraya uyum sağlayamazsan diyarın toprağına dahi karışamadan ölüp gidersin ve bu, bir Voltar'ın merhamet sahibi olabilmesi ihtimalinden bile çok daha düşüktür."

"Anlaşılan o küçük ihtimal başıma gelecek," dedi Cevza. "Çünkü burada, uyum sağlayabilecek kadar fazla kalacağımı sanmıyorum." Burun kıvırıp, beyaz saçlı kadının zoraki yönlendirmelerine istikrarla devam etmesini izlerken aldığı yanıtla yenilgiye uğradı.

"Ne yazık ki elimden kaçabileceğini sanmıyorum Cevza. Kaderine boyun eğsen iyi edersin."

Cevza sürüklenmeye devam etti, ormanın derinliklerine gidildikçe canlılık belirtileri artmaya başladı. Biraz ilerlediklerinde, kırmızı bir ağaç gövdesinde bembeyaz bir boşluk görüldü.

"O da ne?" diyerek istemsizce ağaç gövdesine doğru ilerleyen Cevza'yı çekiştirip, boşluğu süzmesini engelleyen kadına inat ters yönlere kuvvet uygulayıp durdu kız.

"Scal solucanları... Kusmuğunun göz için şifalı olduğunu söylerler ama teni zehir salgılar."

"Ne?" diyerek atıldı Cevza. "O bir solucan mı?" Zira ağacın kıvrımlı gövdesi üzerinde uzanıyor gibi duran koca, beyaz boşluğun bir canlı olabileceği bile mümkün değilken, en az bir metre genişliğindeki canlının Cevza'nın bildiği dünyada solucan olabilmesi daha da imkânsızdı. "Dalga mı geçiyorsun sen? O dünyadaki solucan kolonisi bile olamayacak kadar büyük."

Cevza'nın sorusuna yanıt gelmedi lakin Cevza, kadının sözlerinde sahici olduğunu biraz sonra başka bir ağacın kovuğundan sarkan bir diğer şeffaf, beyaz solucan ile anladı. Solucan o kadar büyüktü ki, ağaç kovuğundan yere düşüp yuvarlandıktan sonra bulunduğu ağaç, üzerinden eksilen ağırlık ile hafiften sallanmıştı. Solucan düştüğü yerde kıvrıla kıvrıla ilerlerken şeffaf teninden dolayı içindeki her bir organın kıvrımı da apaçık görülecek şekilde büküldü.

Cevza yutkunmak zorunda kaldı. Geçtikleri her bir ağaçta tek tük kendini açık eden solucanlar bir yerden sonra tamamen azalana kadar ilerlediler. "Daha ne kadar beni böyle sürüklemeyi planlıyorsun?" diye sordu Cevza, acı içinde kıvranarak. Kadın, başına bir bela açacağı endişesiyle kızın kolunu bırakmadan alışkın olduğu yolu tırmanıyor ve kendinden kısa olan kızı da bu zorlu yolda neredeyse peşinden sürüklüyordu.

"Hayır, biraz daha bu şekilde sürüklenirsem tek omzum yarım metre havada kalacak, o yüzden söylüyorum."

Kadın dönüp, Cevza'nın çekiştirilen kilitli ellerinin konumundan dolayı ne kadar rahatsız olduğunu fark etti. "İçimden uslu durmayacağına dair bir izlenim geçiyor," demesine rağmen genç kızın kolunu bıraktı. "Şayet uslu durmazsan ormanın içinde kaybolup gidersin..." dedi acı bir sakinlikle. "...Benden söylemesi..."

Cevza omzunu oynatarak serbest bırakılan bedenini gevşetmeye çalışırken surat astı. "Harika bir yol arkadaşısın doğrusu."

"Öyleyimdir," diyen beyaz saçlı kadın yeniden ilerlemeye başladığında, dikkati şimdi ikiye bölünmüş ve her an kaçmaya niyetliymiş gibi duran genç kızı da gözleri ile takip etmek zorunda kalmıştı.

"Dinzaları geçtikten sonra önümüzde üç aşama olacak, yol çizgimize bakarsak, bugün güneşin noksan noktada olmasından dolayı en sığ yolu düzenlemişler. Yani, senin için oldukça heyecansız bir tırmanış olacak."

"Evet, tabii... Yoksa güneş noksan noktada olmasa çok keyifli olacaktı benim için. Buna eminim."

Noksan noktanın dahi ne olduğundan bihaber olan genç kız hafifçe eğilip soluklanırken gözleri de ormanda, beyaz saçlı kadının işaret ettiği yollar dışında, kaçabileceği başka bir zihin haritasının izindeydi. Alaylı tavırları, diğer kadının hiç ilgisini çekmiyor olmalı ki sessizce yola devam ettiler.

Cevza, bir an önce kaçıp buradan kurtulmak istiyor lakin ormanın başındaki uçsuz bucaksız ovadaki esaret gibi ormanın sonunda da aynı durumla karşılaşmaktan korkuyordu. Zaten kadın her otuz saniyede bir göz ucu ile kendisini kontrol ettiğinden, yakın zamanda kaçma girişiminde bulunması başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olurdu. Yapabileceği ilk hamle, dikkat dağıtmak olmalıydı.

"Madem bugün en sıkıcı yolu seçmeye karar verdin, en azından iyi bir yol arkadaşı olduğunu kanıtlaman gerekmez mi?"

"Bizi hayatta tutuyorum tatlım, bence bu yeterli bir kanıt."

Cevza, huysuz Bekir amcasını hatırlatır bir şekilde homurdandı. "İnan bana, eve geri döndüğümde Gülnaz teyzem ile senin ne kadar ukala birisi olduğun hakkında dedikodu edeceğim. Kulağın çınlarsa, bil ki bu yüzdendir."

Beyaz saçlı kadından şuh bir kahkaha duyuldu. Cevza, onun gülmesini değil, aksine onun sinirlenmesini planladığından aldığı bu yanıt onu şaşkına uğrattı ama korkutucu olan bu değildi. Asıl olan, bir ignanın sahici konuşmasına şahit oluşuydu.

"Üzgünüm Cevza, sana bu konuda inanamam çünkü bir daha Dünya'ya geri dönemeyeceksin. Hiç kimse..." dedi ve yüzündeki o dişi kaplanı andıran ciddi ifade ile genç kızın korku dolu gözlerine baktı. "...Morulas'ı ikinci defa terk edemez."

✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷

Bölüm için temsili resimlerimiz:





Tasarımcımız ile en yakın görselleri bulmak, oluşturmak için shop/manip yapıyoruz. Bazen birebir aynısı olmasa bile size en yakın görseli sunacağız.

Ayrıca çok sevgili okurum, kurgumuz için bir görsel hazırlamış. Onu da buraya eklemek istiyorum. @45nisa55 'den... Tatlım, bu hikayede sende varsın. Karakterlerden birisi sensin... Umarım kendini bulabilirsin.


Bölüm sonu dırdır köşesi:

Morulas hakkındaki ilk düşünceleriniz neler?

Dişi kaplan sizce kim?

Akaf hakkındaki ilk izlenimleriniz nasıl?


Asiliya ile birlikte yazdığımız yeni epik fantastik kurgumuzun ilk bölümü hakkındaki düşüncelerinizi, özellikle de açılış kapağımız hakkındaki yorumlarınızı dört gözle bekliyoruz. ^^

Giriş bölümü daha sonra güncellenecek, tanıtım videosu, karakter ve diyar tanıtım köşesi, özel çizim haritalar ve mekanlar gelecektir.

Kurgu aynı zamanda 'Çizgi' platformunda da yayımlanmakta ve tamamlanmış bir kurgu olduğu için düzenli yeni bölümler gelecektir. Desteğinizi bekliyoruz. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top