Bölüm 11: Veladetin Akıbeti | Kısım 3

✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷

"Ruh, yeterince iyi rol yapabilirse kendini bile inandırabilir, unutabilir," dedi bir solukta. "Bu bizim her boynumuzun kırıldığında yeniden dirilişimiz gibi değildir; kaderin yeniden çizilmesidir. İlk hayat, geri dönülemez bir şekilde son bulur ve ikinci hayat, ne olursa olsun geçmişteki izlerini silerek yeni kaderine boyun eğer."

6. Boyut, Kalin

。........☼ ☽✧........。

"Agneya'nın hafıza kayıtları bu odada değil," diyerek yanıtladı onu Xui. "Onun anılarını mı görmek istiyordun?"

"Yararı olur diye düşünmüştüm."

"Gördüklerinin de yararı yok değil."

Cevza derin bir nefes alıp bıraktı ve gittikleri yere doğru baktı. Bir aynanın içinden geçtikleri için farklı bir alana, bu defa daha karanlık ve tek bir yol hattının olduğu bir hazine odasına gelmişlerdi. Cevza, teklifsizce Xui'nin peşinden gittiği için kendini bir takipçi bir sapık gibi hissetmiyor değildi ancak Xui'de onu kovacak birisine benzemiyordu.

"Sorumu yanıtlamadığınızı fark ettim," diyerek mırıldandı. "Bedensiz bir ruh, diğer boyutlara dağılabilir mi?"

"Ruh bir bütündür, parçalanması nadiren gerçekleşir."

"Hangi zamanlarda?" diye ısrar eden Cevza'nın kovulması an meselesi gibi görünüyordu.

"Normalin dışında," diyerek üstü kapalı bir cevap alması da bundandı. "Cevapların sizde olduğunu sanıyordum."

"Ben cevaplar taşımam genç igna, sadece yönlendiririm. Öyle olsaydı seninle daha önce tanışmış olurduk değil mi?"

"Tanışmadığımızı nereden biliyorsunuz ki?"

Xui durdu ve ardına dönüp, yukarıdan Cevza'ya bakındı. "Hafızam kuvvetlidir," dedi. "Gördüğüm bir yüzü unutmam."

"Belki de..." Cevza omuzlarını silkti. "Birbirimizin yüzünü görmemişizdir."

Cevza bununla birlikte Xui'nin yüzünü perdeleyen örtüye imada bulunmuştu. "Zaten şu an gördüğüm yüzün değil," cevabını aldığında da imasının çok yersiz olduğunu fark etti.

"Yüzümü değilse?"

"Elbette ruhları görüyorum," dedi. Eğildi ve genç Cevza'nın şakaklarına uzun ince parmaklarından tekini yasladı. "Orada neler olduğunu da görebilirim."

Cevza gözlerini kırpıştırdı ve şakağındaki buz gibi baskıya anlam vermeye çalıştı. Xui tam olarak neleri görebiliyordu? Gizli sırları ya da cevapsız tüm soruları görüyorsa bu, onun bir şüpheli olduğunu da bildiği anlamına mı gelirdi? "Öyleyse tanışmadığımız konusunda size inanmak zorundayım."

Xui'ni güldüğüne dair tuhaf bir mırıltı duyuldu. O geri çekildi ve adımlarına devam etti.

"Kabalık etmiyorsam, neden örtü kullandığınızı sorabilir miyim?"

"Bir igna değilim," diye mırıldandı adam. Cevza, şimdi de igna olmayan bir kimsenin nasıl Akaf'ta yaşadığını sorguluyordu. Sanki bu düşüncesini sesli dile getirmiş gibi Xui, "İgnalardan çok daha yaşlıyım," diyerek sözüne devam etti.

"Hangi ırktansınız?"

"Irkımın igna dilinde bir kelime karşıtı yok," dedi. "Irkım kelimelerle konuşmaz, bu yüzden tasvirlerimizde bu şekilde olmaz."

"Sizi ve ırkınızdan kimseyi ilk defa görüyorum. Akaf'ta ignalar dışında varlıklar yaşayamaz sanıyordum."

"Selemerçe'ye saf arzu duyan canlılar Akaf'ta konaklayabilir ancak ilk ignadan bu yana bu, oldukça nadirdir."

Cevza, Xui'nin buradaki tek igna dışı varlık olduğunu düşündüğün anladığını belirten bir mırıltı çıkardığında adam devam etti. "Bu yüzden Selemerçe ile bağ kurmak bir ignanın bağı kadar, bizim ırkımızın bağı içinde mümkün. Yalnızca siz onu bedeninizde taşımakla yükümlüsünüz –ve bu sizi daha güçlü kılar- biz ise sadece düşsel bir bağ taşıyoruz."

"İyi ama... Selemerçe ruh ve beden arasındaki bağı sağlıyor sanıyordum. Direkt olarak bedenle ya da ruhla bağdaştırılabilir mi ki?"

"Selemerçe'nin canlı bir varlık olduğunu biliyorsun, değil mi?" diye sordu Xui. Örtüsü bu soruyu sorarken hafifçe dalgalanmış ve neredeyse gözlerinin olduğu noktadan ışıltılar fışkırmıştı.

"C-canlı mı?"

"Ona Agneya'nın kalbi, denmesinin bir sebebi var."

"Ne?" diyerek hemen atlayan Cevza, önlerinde bulunan bir kapının aralanmasıyla aniden yalnız kaldı. Xui'nin ortadan kaybolmasıyla birlikte etrafına boş boş bakınıp, ona dönen bazı bakışlara yanındaki adamın nerede olduğunu sordu.


"Aslında bir süredir kendi kendine konuşuyordun," demelerini elbette beklemiyordu. "Muhtemelen kinestezi uzmanıyla karşılaştın, o yalnızca araştırmacı ile görsel temas kurar."

Cevza kafası karışmış bir şekilde Belagat'ta turlarken gerçekten kitaba benzeyen raflarla dolu, geniş, iki katlı balkonu olan ve boydan boya camı sebebiyle dışarıdaki pembe ağaçların rahatlıkla görüldüğü alana çıktı. Burada, etrafta dolaşan ve ışıltılar sayesine birbiri ile konuşan pek çok igna yer alıyordu. Girişteki kalabalığın bir kısmı da buradaydı ve yeşil ignaların sayısı şimdi çok daha fazlaydı.

Onların, kıyafetlerindeki yeşil örtüler, diğer ignaların kullandığı renkler kadar baskın kullanılmamaya çalışılımıştı ancak yine de fazlaca ağır görünen parçalar onların, olası bir anda hızlı hareket etmelerine engel olabilecekmiş gibi görünüyordu.

Cevza, bu konuda Stefi'ye bir teşekkür borçluymuş gibi hissetti zira onun angelisi, bir turuncuya göre bile çok daha işlevseldi.

Alanın balkona uzanan yüksek kolonlarının çevresinde el ele tutuşmuş ignaların ya da Morulas'ta bulunan farklı ırkların devasa heykelleri vardı. Pek çoğu, balkonun trabzanları konumunda kullanılmış, kimisi de dev camın yanında, üst üste binmiş gibi bir merdivene tırmanmış olarak resmedilmişti.

Zemin berrak, Dünya'da görülebilecek kadar ihtişamlı, beyaz bir okyanusu andıracak şekilde geçişleri olan bir camdan yapılmaydı. Bu defa aşağı katları görmek mümkün değildi lakin öylesine pürüzsüzdü ki, alanın en tepesinde, dönen çarkların arasından sızan pembe dallar dahi net bir şekilde –ancak beyaz renkte- görülebiliyordu.

Cevza adım attığı sıra, ayak izlerinin olduğu noktalarda kıkırdayan minik, tıpkı parmak boyutunda sincapları andıran sevimli yaratıklar olduğunu fark etti. Cevza'nın ayak izleri beyaz camın üzerinde damla damla iz bırakıyordu ve yaratıklarda o izlerin üzerinde hopluyordu.

Cevza başını kaldırıp karşısına baktı. Alanın tam merkezinde, avuç içlerini tamamen birbirine bastırmış ve yere, kendi yansımalarına bakan dört metreyi geçkin kadın heykelleri vardı. Üzerlerinde başlarını, yüzlerini ve omuzlarından aşağısına, hatta ayak parmaklarına dek tüm kıvrımlarını örten kalın bir örtü vardı. Yalnızca merkezde, onların bakışlarının düşmesi gereken yerde parıldayan kızıl, pürüzsüz olmayan küre ara sıra parıldadığında örtünün altındakilerin birer kadın olduğu anlaşılıyordu.

Örtüler sertti ve yerdeki beyaz cam ile uyumu bozulmasın diye yine bembeyaz bir tozdan yapılmıştı. Ham maddesinin diğer heykellerden pek bir farkı yoktu ancak diğerlerinde bulunmayan bir anlaım taşıyordu. Sanki büyük bir utanca bürünmüş gibi başlarının eğik olmasının, utanılacak hiçbir hadisede yer almadıklarını haykıran gökte birleşmiş avuçlarının deruni bir sebebi vardı.

Başlarından dökülen örtünün yüzeyindeki minik kabartmalardaki kırık rün izleri, orada kıymetli bir duanın yattığını ancak bir nefretle yerinden sökülüp atıldığını gösteriyordu.

Cevza farkına varabilecek bilgiye henüz sahip değildi ancak bu, Akaf'ta inşa edilmiş en yeni heykellerden dördüydü; Agneya'nın ölümünden sonra, onun hatıralarına saygıdan dolayı kızıllar tarafından dövülmüş tozlardan son dördü olmasının, onlara nefret duyulmasının önüne geçememesi ne yazıkki beklenmedikti.

Cevza parmak uçlarını kırılmış rün kabartmalarında gezdirdi, heykellerin etrafını dolaşırken başını geriye atıp onların hel başlarından dökülen örtüdeki hala sağlam olan izleri tarıyordu.

Temsili görsel: sadece camın şekli benzemektedir. Rengi, dokusu ya da bulunduğu konum ne yazık ki bulunamadı.



Sonra karşısına baktı ve orada, merkezdeki kürenin çok ağır bir şekilde dönüyor olduğunu fark etti. Kıvrımları hoştu; bir cam ustasının bir tür gece lambasına hareketli bir dans efekti vermeye çalışması kürenin uçları bükülüyordu. Rengi ise tıpkı kalp atışlarını andırır gibi ara sıra canlı kızıl, ara sıra soluk bir tonlara düşüyor yine de beyhude güzelliği hiç teklemiyordu.

Görkemli küreyi tek izleyen kişi Cevza'ymış gibi görünüyordu zira onun çevresinden dolaşan ignalar bu sahneye çoktan alışmış gibi onu göz ardı ediyorlardı.

Sonra Cevza o kürenin içinde bir silüet yakaladığını sandı. Ardından geçen ignaların yansıması, sanki kürenin içinde birisi varmış gibi görünmesine neden oluyordu. Camdan vuran yer yer pembemsi gün ışıkları heykellere çarparak devasa gölgeler düşürüyordu ve Cevza, uzun bir aradan sonra ilk kez bir gölgede dinlenme fırsatı yakalıyordu ancak bu, aynı zamanda gölgelerde gizlenen yaratıkların varlığını anımsamasına ve kürenin ışığına yaklaşmasına da neden oluyordu.

Birkaç adımla küreye yaklaştı, etrafını turladı; o sırada aslında kızıl renginin hayatını ne denli değiştirdiğini ancak ona aslında düşündüğünden daha fazla uzak olduğunu düşünüyordu.

İnat eder gibi mavi tutamları önüne savrulunca, aynı anda omzunda hissettiği acıyla geriledi. Tökezlemesiyle birlikte "Kumsando!" diye bağıran kız, aslında Mul dilinde özür dilemeye çalışmıştı. Koşuşturan iki ignanın, çocuklar gibi eğlendikleri yüzlerinden okunurken onların ardından gelen üçüncü kişi ile Cevza dengesini kaybettiği ve geriye doğru yalpalayarak küreye çarptı.

Aslında çarpmayı ve kızıl cam küreyi koca poposuyla yararak ortadan ikiye ayırmayı planlıyordu lakin bir anda kendini gizemli bir geçitten geçmiş, kürenin içine hapsolmuş bir şekilde buldu. Elini hemen düştüğünü sandığı noktaya, pürüzlü cam yüzeye yasladı ve birkaç kez tıkladı.

"Olamaz," diye mırıldandığı sırada, "Normalde kapı, içeriye girmeden çalınmaz mı?" diye sordu bir ses.

Cevza hemen arkasına döndü ve kürenin merkezinde bir başına oturan bir igna yakaladı.

"Hay aksi, misafir kabul ediyor muydun?" diye sorarken Cevza biraz utanmıştı. Arkası kendisine dönük, bağdaş kurmuş bir şekilde oturan igna bir yeşildi ve bu, omuzlarının üstünde iten dalgalı koyu yeşil saçlarından kolaylıkla anlaşılabiliyordu. Üzerinde, normalde görmeye pek alışık olmadığı süslü pelerin vardı; yeşil rengi pelerininden de baskın bir şekilde belli olsa da aslında oldukça rüküş birisiymiş gibi göstermesi, asıl amacı gibi görünüyordu.

Başını hafifçe çevirip, omzunun üstünden davetsiz misafirine baktı. Böyle Cevza onun okka burnunu ve mersin yeşilindeki kıvrımlı dudaklarını gördü.

"Soruyu sorman gereken kişi ben değilim," dedi. Yüzünde tatlı bir tebessüm yer edinmişti.

"Yalnız gibi görünüyorsun..." diye mırıldanan Cevza, ellerini çırpıp yeşil ignanın yanına doğru adımladı. Onun da az önceki gibi kendisini incelediği açıkça görebiliyordu ancak bunun için herhangi bir hamlede bulunmadı. İgnanın yaptığı gibi yere bağdaş kurup, bakışlarını ona çevirdi.

"Yalnız değildim," dedi yeşil igna. "Sen gelene dek, Agneya ile birlikteydim."

✷.......⊱.。........☼ ☽✧........。.⊰.......✷

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top