8
Güzel geceler canım okurlar,
Köprüden önceki son çıkıştayız. Karanlığa dalmadan önceki son sakin bölüm diyebilirim. Fırtına öncesi sessizlik...
Bu bölüm ana karakterlerimize geliyor. Bir araya gelmelerinin zamanı gelmişti. Zira önümüzdeki gelecekte aralarındaki bağa çok ihtiyaçları olacak. Ama önce hep birlikte bu gizemi çözmemiz lazım.
Bol keyifli okumalar olsun!
E.Ç.
***
Sinking farther...
***
O günün devamında her şey öngörülemez bir şekilde gerçekleşmeye devam etti. Ben kafeye giremeden River'la sokakta karşılaşmıştık, çünkü o da sesi duyup dışarı fırlayanlardan biriydi. Benim gördüğümü görmemiş, o kadının yok oluşunu benim gibi izlememişti, yine de bir yanlışlık olduğunun farkındaydı. O kazanın bir rastlantı olmadığını bilecek kadar çok sıra dışı olay yaşamıştı ne de olsa. Göz göze geldiğimiz an omuzları düşmüş, mağlubiyeti kabullenmişti. Hayat, o ve ben yan yana geldiğimiz sürece garipliklerin peşimizi bırakmayacağını bir kez daha ikimize de kanıtlamıştı.
Ben o an River'ı ikna etme şansımı sonsuza dek kaybettiğime emindim, oysa işler düşündüğümün tam aksi şekilde gelişmişti. Uzun açıklamalar yapmama gerek yoktu. Jayla yanımıza geldiğinde onun konuşmasına da izin vermemişti River. Bilmek istediği tek şey merkezin ona gerçekten yardım edip edemeyeceğiydi ve Jayla bunun için her yolu deneyeceklerine söz vermişti. Onlar hemen ertesi gün buluşmak için sözleşirken benim yapabildiğim tek şey ağzım açık, dehşet ve şaşkınlık içinde bir Jayla'ya bir River'a bakmaktı. Sanırım kafede karşıma çıkan o gizemli kadına bir teşekkür borçluydum. Cinin saldırısının River'ın kararında etkisi vardı muhtemelen, ama son noktayı koyan şüphesiz ki bu davetsiz misafirdi.
O kadının tesadüfen o gün, o anda, o kafeyi seçmiş, sıradan bir ziyaretçi olduğuna beni kimse ikna edemezdi. Jayla da merkeze dönerken hiçbir şekilde beni aksine inandırmaya çalışmamıştı. Sadece bilmiyor ya da bildiklerini benimle paylaşmamak için yalan söylüyordu. Peşinize taktıkları bir gözcü olmalı demiş, olayı inceleteceğini söyleyip bu konuyu ona bırakmamı istemişti. Muhtemelen haklıydı, o kadın beni öldürmek isteseydi bunu kapıyı açtığı ilk an yapardı, ama yapmamıştı.
Peki kimdi bu kadın? Neden River'ın çalıştığı kafedeydi? Neden benim karşıma çıkmıştı? Normalde böyle bir konunun peşini asla bırakamazdım. Eğer River'la konuşmamış, onun merkeze gelmeyi kabul ettiğini duymamış olsaydım... O andan sonra ise düşünebildiğim tek gerçek buydu. River kararını vermiş, denemeyi seçmişti. Ve şimdi, tam karşımdaydı. Merkezde. Benim evimde. Allah'ım yardım et!
Yutkundum. Genzimden aşağı kayan tükürüğüm değildi de bir pinpon topuydu sanki. İçime çektiğim hava zar zor soluk borumu geçip ciğerlerime ulaşmıştı. Basit yaşamsal fonksiyonları gerçekleştirmekte daha önce hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum. Midemdeki volkanik patlamalar dışarıdan duyuluyor muydu acaba? Ya da iki atıp bir duran kalbimin çırpınışı... Hayır, saçmalama! Sakin ol! Dudaklarımı ıslatıp bir kez daha yerimde huzursuzca kıpırdandım. Sandalyeye oturduğumdan beri doğru pozisyonu bulmaya çalışıyordum. O pozisyonu asla bulamayacaktım. En azından River masanın diğer ucunda otururken değil...
"Gelmeyi kabul ettiğin için çok teşekkür ederiz," dedi Nova kocaman -belki biraz abartılı- bir gülücükle. "İmzaladığın belgelerin bir kopyasını e-posta ile gönderdik. Müdürümüz birazdan gelip tüm diğer detayları paylaşacak. Öncesinde bu ilacı içmenizi rica etti. Hazırlık olarak."
Jayla'nın ilk karşılaşma için özellikle Nova'yı seçtiğine emindim. Nova'nın insana iyi gelen, rahatlatıcı, güven veren bir enerjisi vardı, ama durumumuzun garipliği düşünülünce, ortamdaki gerginliği yok etmek için bu enerjiden çok daha fazlası gerekiyordu. River şüpheyle Nova'nın önüne koyduğu sarı sıvıya baktı.
"Nedir bu?"
"Ölçümleri yapabilmemizi kolaylaştıracak bir çözelti," diye açıkladı Nova. "Kesinlikle zararsız. Sonrasında biraz mide bulantısı olabilir, hepsi bu."
Kalın çerçeveli gözlükleri ve beyaz önlüğüyle daha ikna edici görünemezdi Nova. River'ın kaşlarıysa biraz daha çatılmıştı. Yardımcı olmamı beklerce gözlerini belertip bana baktı Nova. Öne uzanıp bardağı almam ve ilacı kafaya dikmem için bir işaretti bu. Sorun yoktu benim için, daha önce aynı karışımı defalarca içmiştim. Son lokmayı yutkunduğumda zafer dolu bir edayla River'a gülümsedi Nova. Gördün mü bak, hiçbir şey olmadı Liam'a. Hadi şimdi uslu bir kız ol ve sen de iç!
River ağzımdan köpükler çıkmadığına emin olmak istercesine birkaç saniye beni izledi. Sonra isteksizce bardağa uzandı ve yavaşça ilacı yudumladı. Damağındaki şekerli tat beklediğinden iyi olsa gerek, bardağı masaya bıraktığında yüzü yumuşamıştı.
"Harika," dedi Nova aynı abartılı gülücükle. "Çalışmada ikinize de bol şans."
Bana cesaret verici bir bakış atıp odadan çıktı. Böylece River'la yalnız kalmıştık. Sakin ol Liam. Nefes al. Nefes ver. Nefes al. Nefes ver. Bir kez daha yutkundum. Bu defa boğazıma takılan pinpon değil de bir futbol topuydu. River'ın test odasının loşluğunda iyice koyulaşmış yeşil gözleri bana çevrilmişti. Bakışlarında hissettiğim huzursuzluğun sadece kendime ait olmadığını kanıtlayan, tedirgin bir ışıltı titreşiyordu. Elbette korkuyordu. Elbette diken üstündeydi. Çattığı kaşlarıyla ve sıkıca birbirine bastırdığı dudaklarıyla endişelerini maskelemeye çalışıyordu, ama gerçeği benden gizleyemezdi. Bu kadar yakınımdayken, bir kez daha onun duygularını kendiminkiler kadar net yaşıyordum.
İstediğinden değil, çaresiz olduğu için bugün buradaydı River. Önceki gün beni karşısında gördüğünde kalbini kaplayan yenilmişlik hissi o anki kadar kuvvetliydi şimdi de. Hala bile onun araştırma merkezinde, bu odada, karşımda oturduğunu kabullenemiyordum. Sanki uzmanların hazırladığı yeni bir simülasyondaydım. River sandalyesinde kıpırdanınca bir an görüntünün silinip beni boş duvarların ortasında bırakacağını sandım, oysa dirseklerini masaya yaslayıp biraz daha bana yaklaşmıştı.
"Bahsettikleri test..." dedi. "Ne olduğunu biliyor musun sen?"
Onun kendi isteğiyle benimle konuşmasını hiç beklemediğim için bir an afalladım. "Ben... Şey... Hayır, tam olarak değil. Yani ben... Ben burada şimdiye kadar pek çok teste girdim, ama seninleyken... İkimiz birlikteyken nasıl olacak bilmiyorum."
Sözlerimi düşündü. Benden alamadığı cevabı kendi bulabilirmiş gibi gözleri odayı dolandı. Birkaç sandalye ve oturduğumuz masa dışında hiçbir şey olmayan bu dört duvarın ortasında kimin nasıl bir test yapabileceğini anlamaya çalışıyordu. Deneyimlediğim onlarca simülasyon geçti aklımdan istemsizce. Bu merkez bana bomboş bir hangarın ne kadar ölümcül bir arenaya dönüşebildiğini öğretmişti.
River zihnimden geçenleri yakalamış ya da yüzümdeki ifadeyi görmüş olacak "Canın yanıyor mu peki?" dedi çekinerek. "Yani... testlerde."
Sorusundaki naiflik gülümsememe neden olmuştu, ama onunla alay ettiğimi düşünmesinden korkup alt dudağımı ısırdım hemen. "Hayır," dedim bu tam olarak doğru olmadığı halde. Morluklarla, çiziklerle, kesiklerle tamamladığım antrenmanları River'ın öğrenmesine hiç gerek yoktu. Neyse ki tam o an kapı açılıp onun gerçeği irdelemesine engel olmuştu.
"Beklettiğim için özür dilerim," dedi Jayla. Boş sandalyelerden birine oturup tabletini masaya koymuştu. River'a gülümsedi. "Burada olmanın senin için kolay olmadığının farkındayım River, yine de geldin. Denemeyi seçtiğin için sana teşekkür ederim, ama başlamadan önce bir kez daha sormak zorundayım. Kararında eminsin, değil mi?"
River'ın bakışları bir an bana sekip yeniden Jayla'ya döndü. "Eminim. Verdikleri belgeleri de imzaladım."
Başıyla onayladı Jayla. "Güzel. Ben de söz verdiğim gibi sana yardımcı olmak için elimden geleni yapacağım. Hepimiz yapacağız. Bunun ne kadar zaman alacağını henüz söyleyemem, ama tüm bu süre zarfında ve gerekirse sonrasında güvenliğini sağlamaya devam edeceğiz. Bu merkezde ya da dışarıda korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok."
River ona inanmamıştı. Kuşkusu benim kafamdan geçen itiraza karıştı. Gördüklerimizden sonra ne onu ne de beni yüzde yüz güvende olduğumuza ikna edebilirdi Jayla. Kaldı ki benim bildiklerimin yarısını bile bilmiyordu River. Hikayeye göre gücümüze çekilen farklı boyuttan bir varlıkla yüzleşmiştik. Birlikte olduğumuz için bir şekilde onu durdurmayı başarmıştık. Çözmemiz gereken de bu gizemli gücümüzdü. Büyülerden, o büyülerle canlanan cinlerden ve o cinlerle dünyayı yöneten yasadışı örgütlerden ona bahsetmemişti Jayla. Neyse ki... Gerçeğin tamamını paylaşmak River'ın korkudan çıldırmasından başka işe yaramazdı. En azından bu konuda müdürümle hemfikirdik.
"Hazırsan, basit ölçümlerle başlayacağız," diye devam etti Jayla. "Bugün için işimiz oldukça kolay. Size verdiğimiz komutları takip edeceksiniz, hepsi bu. Her biri alanlarında uzman büyük bir ekip her an sizi gözlemliyor olacak. Tamamen güvenli ellerdesiniz yani." Başını omzunun arkasına doğru uzattı Jayla. "Kylo!"
Kylo bu işareti bekliyor olsa gerek, bir anda etrafımızdaki duvarlar saydamlaştı ve arkasındaki ekibi ortaya çıkardı. Camdan bir küpün ortasındaydık. O küpün dört kenarı kontrol masaları, bilgisayarlar, ölçüm cihazları ve onlarca uzmanla doluydu. River kesinlikle beklemediği bu ani karşılaşmayla sandalyesinin ucuna kaymıştı. Artık deneyimli bir kobay faresi olan bendeniz için gördüklerim şaşırtıcı olmamalıydı, ama ben de daha önce hiç bu kadar kalabalık bir izleyici grubuna sahip olmamıştım. Asistanlardan kıdemli araştırma görevlilerine merkezde ne kadar çalışan varsa bu deneyi izlemeye gelmişti belli ki. Harika! River'ı biraz daha tedirgin etmek için ihtiyacımız olan tam da buydu. Kalp atışı da paniği de hızla artıyordu.
Neyse ki attığım ters bakışı anlayıp "Teşekkürler Kylo," dedi Jayla. Bu seferki komutuyla duvarlar eski haline dönüp bizi yeniden loş odada bırakmıştı. "Lütfen huzursuz olma," dedi güven verici bir tebessümle River'a dönüp. "Burada herkes işini yapıyor o kadar. Kimsenin size en iyi ve en hızlı şekilde yardımcı olabilmekten başka amacı yok. Hem, yalnız değilsin, Liam testin sonuna kadar burada, seninle olacak."
Jayla bunu River'ı rahatlatacağını umarak söylemişti. Ben, aksinin olacağına emindim, oysa River'ın bakışları bana kaydığında kalp çarpıntısı bir nebze hafiflemişti. Sanırım, yani galiba, burada, yanında olmam ona iyi geliyordu. Şüphesiz ki bir ilkti bu. Belki de sonunda onun güvenini kazanmayı başarmıştım. River Jayla'ya dönüp belli belirsiz başını salladı. O da aldığı onayla gülümseyip ayaklandı.
"Güzel, o zaman başlayalım artık."
Derin bir nefes aldık River'la eş zamanlı. Jayla odadan çıktıktan sonra bir süre gergin bir sessizlikte bekledik. Sonrasında gelen sesli komut üzerimizdeki takıları çıkarmamızı istemişti. River küpelerini, kolyelerini ve bileziklerini masaya bıraktı. O işini bitirdiğinde bu kez ses ayağa kalkıp mavi ışıkla işaretlenmiş noktalara geçmemizi söyledi. River'ın gözleri dikkatle benim ne yapacağımı takip ediyordu. Ayağa kalktığımı gördüğünde peşimden hareketlenmiş, benim tam karşımdaki mavi ışıktan halkanın içinde durmuştu. Odaya girmeden ayakkabılarımızı çıkarttırdıklarından ikimiz de çıplak ayak zemine basıyorduk. Benim bedenim heyecandan soğuğu hissetmiyordu. River ise üşümüş olsa gerek ellerini önünde kavuşturup olduğu yerde iyice küçülmüştü.
"Basit ölçümlerle başlayacağız," diye bilgilendirdi ses. "Rahatlayın ve bedeninizi serbest bırakın. Bir sonraki komutuma kadar kollarınız iki yanınızda, yerlerinizde sabit kalın lütfen."
Denileni yapıp öylece durduk, ama dakikalar geçtikçe River'ın merakının büyüdüğünü hissedebiliyordum. Gözleri tekrar tekrar odayı dolaşıyor, sanki bir şey görebilecekmiş gibi duvarların ötesine takılıyordu. Sonunda kendini tutamayıp "Bu şekilde bizi nasıl ölçüyorlar ki?" diye sordu. "Yani... üzerimize bir şeyler bağlamaları falan gerekmiyor mu?"
Sanki duvarların ötesindeki onca insan nefes alışımıza kadar her şeyi duymuyormuş gibi fısıldaması beni gülümsetmişti. Merkez dışında pek bir yer görmediğimden onun neye şaşırdığına pek emin değildim. Bu basit ölçümler uzmanların yapabildikleri diğer şeylerin yanında yüksek teknoloji bile sayılmazdı. Gerçek dünya düşündüğümden biraz daha gerideydi korkarım.
"Burada kullandıkları aletler oldukça iyi," dedim başka bir açıklama bulamayıp. "Tarayıcılar vücudunu üç boyutlu modelleyebilir, sinir, iskelet ve kas sistemini detaylı bir şekilde analiz edebilir."
River'ın bakışları yeniden duvarlara kaydı. Sonradan gelen her komutla gerginliği yavaş yavaş azalmış, bizden istenenleri tereddüt etmeden yapmaya başlamıştı. Testin ilk kısmı basit fiziksel hareketlerden oluşan bir seriydi. Birer birer ya da eş zamanlı yaptığımız hareketlerle vücudumuzun her köşesi ölçümleniyordu. Bu bölüm yarım saate yakın sürmüştü. Bilgisayarın başında oturmadan da uzmanların ne sonuca vardıklarını söyleyebilirdim. River'la aramızdaki bağ fiziksel değildi. Evet, onun nasıl hissettiğini biliyor, zorlandığını, yorulduğunu, canının yandığını duygularından okuyabiliyordum. Ama kaslarım o zorluğu yaşamıyordu. Yorgun değildim. Acıyı değil, acının River'a ne hissettirdiğini deneyimliyordum bir şekilde.
Kısa bir molanın ve birkaç yudum suyun ardından ikinci bölüme geçtik. Merkezdeki eğitimimin büyük kısmı zihinsel çalışmalar üzerine olduğundan asıl testin şimdi başladığını biliyordum. Oda etrafımızda değişmeye başladığında bunu yadırgamamıştım bile, oysa River panikle sıçrayıp bana çarptı. Masa ve sandalyelerin bir anda nereye gittiğini, duvarların nasıl renk değiştirdiğini ve bizim ne zaman bu bembeyaz odaya geldiğimizi anlayamadığı için ona kim kızabilirdi ki?
"Sorun yok," dedim. "Bu bir simülasyon." Sanki ona uzaylıların aramızda olduğunu söylemişim gibi yüzüme baktı River. "Gerçekten korkmana gerek yok. Gelişmiş bir video haritalama tekniği kullanıyorlar. Tüm duyularına hitap edecek mekanizmalarla donatılmış beş boyutlu bir odadasın. İstedikleri herhangi bir senaryoyu bu odada sana yaşatabilirler, ama hiçbiri gerçek değil."
River'ın kaşları daha da çatıldı. Açıklamam kesinlikle kafasına yatmamıştı. Komut geldiğinde bir kez daha yerinde sıçradı ve hayretle duvarda beliren sayılara baktı. Konuşan başka bir uzmandı bu defa. Bizden farklı yönlere dönmemizi istiyordu. Birkaç saniye için duraksasa da sıkıntıyla nefes verip duvarlardan birinin karşısına geçti River. Ben ona sırtımı verecek şekilde yüzümü diğer duvara dönmüştüm. Daha önce merkezde kalan çocuklarla aynı teste girdiğimden bizden ne istendiğini biliyordum. Sırayla birbirimizin gördüğü sayıları tahmin edecektik. Pardon, tahmin etmek değildi yapmamız gereken. Jayla bu süreci karşı zihinde beliren izleri takip ederek anlamlı bir resme ulaşmak olarak açıklıyordu. Kısacası, birbirimizin düşüncelerini okuyup okuyamayacağımıza bakacaklardı.
Katıldığım deneyler arasında en başarılı olduklarımdan biriydi bu. Partnerim kim olursa olsun çoğunlukla testlerden iyi sonuçlarla ayrılıyordum. Daha önce gerçek başarının kıyısından bile geçmediğimi ise önümüze çıkan ilk sayıda anlamıştım. River'la bu oyunu oynamak... farklıydı. Kendimi zorlamama, düşünmeme, planlamama gerek yoktu, çünkü onun karşısında beliren numara gözlerimin önündeymiş kadar zihnimde netti. River için tam olarak aynı şeyi söyleyemezdim. Aralarda doğru tahminleri olsa da söyledikleri çoğunlukla hatalıydı. İşte bu ilginçti. Ya ben testte düşündüğüm kadar iyi yapmıyordum ya da aramızdaki bağ tek yönlüydü. Sanırım bunu öğrenmek için deneyin sonunu beklememiz gerekecekti.
Numaralardan sonra harflere geçmiş, renklerle devam etmiş, basitten karmaşığa giden resimlerle çalışmanın ilk kısmını noktalamıştık. Sırada işitme duyusu vardı. Görevli uzman duvarda beliren iki kulaklığı takmamızı istemişti. Biz de dediğini yapıp karşı karşıya geçtik. Bu defa birbirimizin işittiği sözleri bilmemiz gerekiyordu. Benim için ilki kadar kolaydı doğru cevaba ulaşmak. River'ın aklından geçenler açık bir kitap gibi önümde duruyordu.
Ve sonra bir kez daha sırt sıra vermemizi, kulaklıklarımızı çıkarıp el ele tutuşmamızı istediler. Fiziksel temasın aramızdaki bağı artırıp artırmadığına bakacaklardı. Normaldi bu. Daha önce defalarca yaptığım bir şeydi. Kahretsin ki normal hissetmiyordum. Bilgisayarların River'ın elini tuttuğum an bedenimi ele geçiren karıncalanmayı yakaladığına emindim. Ya da vücut ısımdaki yükselişi, kalp atışlarımdaki artışı...
River'la aynı odada olmak enerji içeceği içmekse, ona dokunmak adrenalin iğnesi vurulmak gibiydi. Tüm algılarım açılmış, renkler keskinleşmiş, en ufak çıtırtılar kulaklarımda çığlığa dönmüştü. Ve şimdi, River'ın gözünden dünyaya bakıyordum. Onun karşısına çıkan sayıları, şekilleri, resimleri dillendirirken beklemiyordum bile. Enteresandı ki, River da tahminlerinde çok daha kendinden emindi şimdi. Seçimlerinin çoğu doğru, tasvirleri şaşırtıcı derecede gerçeğe yakındı. O sustuğunda ben başlıyor, ben bitirdiğimde o devam ediyordu. Bir bütün gibiydik. Dengede, kontrollü, tam, kusursuz. Ta ki yeni bir komut ellerimizi bırakabileceğimizi söyleyene kadar...
Sesi yarım yamalak duymuştum. River elini çekme konusunda benden çok daha hızlıydı. Aramızdaki temasın kesilmesiyle bedenime soğuk bir dalga çarptı. Bir parçamın koptuğunu sanan beynimin gerçeği idrak etmesi on saniyeden fazla aldı. Kendimi toparlasam da ense köküme saplanan ağrıdan hemen kurtulamamıştım. Gözlerimi sıkıca yumup açtım. Her şey eski donuk rengine dönmüş, sesler kısılmış, dünya dördüncü boyutunu kaybetmişti. River'a baktım merakla. Eli şakağındaydı. Onun da başı ağrıyor olmalıydı, alnı kırışmış, gözleri kısılmıştı.
"İyi misin?" diye sordum.
Odaya dolan komut benim sesimi bastırmıştı. Testin son aşamasına geçtiğimizi, yeniden yerlerimize dönmemizi istiyordu. İlk kez yönlendirmeye itiraz etmek istedim. River iyi hissetmiyordu, kafası karışmıştı. Ben de mükemmel durumda olduğumu söyleyemezdim, ama bu kez uzmanlar sonraki adıma geçmek için hareketlenmemi beklememişti. River'la aramızda bir duvar şekilleniyordu şimdi. İstemsizce geriledim. Korkuyla geri sıçradı River da. Öne uzansam da teknolojinin hızına yetişme şansım yoktu. Mat yüzeyin ardında kaybolmadan önce River'ın gözlerindeki paniği yakalamıştım. Sonra, duvar tavana ulaştı ve ikimizi ayrı odalara hapsetti.
Aramızdaki sıradan bir panel olamazdı, çünkü tüm sesler, tüm hisler bıçakla kesilmişti. Biri yaşamla tüm bağlarımı koparmış, beni uzayda bir başıma bırakmıştı sanki. O ana kadar River'ın varlığının kafamın içinde ne kadar yer kapladığını fark etmemiştim. Şimdiyse o yanımda yokken yaşadığım boşlukla baş başaydım. Tektim. Eksiktim. Ona ulaşmaya çalıştıkça başımdaki ağrı şiddetleniyordu.
Deneyin bundan sonrası berbattı. Bir kez daha bizden karşımıza çıkan sayıları, resimleri bilmemizi istemişlerdi, ama kafamın içi kara bir bulutla kaplıydı artık. Siluetler görüyor, şekilleri seçiyor, ama resmi bir türlü tamamlayamıyordum. Beni dürten, tüm dikkatimi dağıtan başka bir ses vardı. Bitsin! Bitsin artık! Bitsin lütfen! Yerini bulamadığım bir kaşıntı gibi içten içten huzursuz ediyordu.
Kulaklarımdaki basınç dayanılmaz bir boyut aldığında "Bu kadar yeter," diye seslendim. Uzmanlar beni dinlememiş, karşıma yeni bir resim çıkarmıştı. "Yeter," dedim bir kez daha. Sesim umduğumdan daha sert çıkmıştı. Yine tepki yoktu. Görüntü bir kez daha değişmişti. İşte bu, kontrolü kaybettiğim andı. Bu kez komut dudaklarımda değil zihnimdeydi. Yeter!
Bir an sonra bir çıtırtı duyuldu. Sesin sağımdaki duvardan geldiğini fark ettiğim gibi kenara kaçtım. Pürüzsüz, beyaz yüzeyin tam ortasında boydan boya bir çatlak vardı artık. Bunun testin planlanmış aşamalarından biri olduğunu hiç sanmıyordum. Zaten simülasyon anında değişmiş, duvar belirdiği gibi hızla kaybolmuştu. Arkasında, eskisinden de yorgun görünen River duruyordu.
Derin bir nefes aldım. Yeniden onu hissetmek su yüzeyine çıkmak gibiydi. Basınç kaybolmuş, kafamın içindeki baskı hafiflemişti. Bir kez daha başladığımız odadaydık şimdi. Arkamda kapının açıldığını duysam da gözlerimi River'dan ayıramadım. Ensesini ovalıyordu. Şaşkındı. Bitkindi. Destek için sandalyelerden birinin sırtına tutundu. Neyse ki Jayla testin bittiğini söylemeye gelmişti. İstemeden verdiğim tepki onu rahatsız ettiyse de kızgınlığı sesine yansımamıştı. Bunu daha sonra baş başa kaldığımızda konuşacaktık şüphesiz.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu River'a gülümseyip. "Her şey yolunda mı?"
"Başım..." dedi River parmaklarını şakağına bastırıp. "Biraz başım ağrıyor."
Aynı zamanda midesinin bulandığını, uzuvlarının karıncalandığını ve başının döndüğünü söylememişti, ama ben biliyordum. Jayla şefkatle başını salladı.
"Yaptığınız çalışmalar oldukça zordu. Özellikle ilk sefer için... Yorulman gayet normal. Bugünlük burada bırakacağız. İlk günden daha fazla zorlamayalım sizi. Ekip bir dahaki buluşmamıza kadar sonuçları analiz edecek ve sonraki testleri hazırlayacak."
Kendi maruz kaldığım deneyleri düşününce bu çalışma fazlasıyla kısaydı, ama Jayla'nın ilk günden River'ı korkutup kaçırmadığına minnettardım. Gerçekten tükenmişti River. Zihinsel çalışmalar fiziksel antrenmanlardan çok daha fazla enerji gerektiriyordu ve bu, onun ilk seferiydi. Yine de... Ayrılık vaktinin gelmiş olması garip bir hüzünle dolmama neden olmuştu.
"Şimdi seni eve bırakacaklar," dedi Jayla.
Bir gerekçe bulabilsem ona itiraz ederdim. River'ın gitmesini istemiyordum. Yeniden bomboş ve eksik kalmak istemiyordum. O yüzden River başını iki yana salladığında bir an umutlandım, ama onun karşı çıktığı başka bir şeydi.
"Hayır, buna gerek yok. Eve kendim dönmek istiyorum. Adamlarınız çok..." Sıkıntıyla nefes verdi. "Dikkat çekiyor. Güvenliğimi sağladığınızı biliyorum, bunun için de size teşekkür ederim, ama bunu önceki gibi gizli bir şekilde yapabilirlerse çok sevinirim. Aksi halde insanlar soru sormaya başlayacaklar."
Bu ihtimalin onu ne kadar tedirgin ettiği o kadar barizdi ki Jayla anlayışla gülümseyip "Anlıyorum," dedi. "Bunun olmasını biz de istemeyiz, ama merkezin güvenliği için buraya yalnız gelip gitmene de izin vermem. Dikkat çekmeyecek bir yol bulabiliriz."
"Ben..." diye araya daldım bir anda. Jayla ve River soru soran gözlerle yüzüme baktığında konuşmadan önce kuracağım cümleyi kafamda kurmuş olmayı diledim.Kurmamıştım. "Ben..." diye denedim yeniden. "River'ı ben götürebilirim. Yeniden gelmesi gerektiğinde de onu ben alabilirim." Jayla itiraz etmek için ağzını açmıştı, ama hızıma yetişemedi. "Güvenlik yine bizi takip edebilir. Gizlice bizi koruyabilirler. Merkezin araçlarından biriyle ulaşımı sağlarız, bilgisayarlardan konumumuzu görebilirsiniz, başkasının River'ı takip etme riskini ortadan kaldırmış oluruz, dikkat de çekmeyiz."
Hayatımda sadece bir kez araba kullanmış olduğum gerçeği ve River'la yan yana geldiğimiz an yaşanan felaketler silsilesi bir kenara bırakılırsa, önerim bulunabilecek en mantıklı orta yoldu. Jayla'yı bir şekilde ikna edebileceğimi biliyordum. Kendi planının dışına çıkmam hoşuna gitmeyecekti, ama askerlerini peşimizden yolladığı sürece kontrol hala onda olacaktı. O yüzden bakışlarımı River'a çevirmiştim. Bana karşı çıkmasını beklerken aşırı ısınmış bedenim insan üstü bir seviyede terliyordu, ama sonra...
"Bu şekilde olur," dedi River. Bir an, çok ama çok kısa bir an, onun da yalnız kalmak istemediğini hissetmiştim. Aklından geçen düşünce, sonunda onun da birbirimize ihtiyacımız olduğunu anladığını umamayacağım kadar kısaydı. Yine de oradaydı. Kahkaha atma isteğimi yutkunup müdürüme döndüm.
"Ne diyorsun Jayla?"
Ne mi diyorum? der gibi baktı tek kaşını kaldırıp. Onu köşeye sıkıştırdığımı düşünüyordu. Onu köşeye sıkıştırmıştım, gururluydum.
"Bu sefer için öyle olsun," dedi Jayla zoraki bir tebessümle. "Deneyip görelim. Gelecek buluşmalarda ne yapacağımıza ona göre karar veririz." River'a döndü. "Geldiğin için tekrar teşekkür ederim. Şimdi size otoparka kadar eşlik etsinler. Yeniden görüşeceğiz, ama öncesinde bana ulaşmak istersen her zaman verdiğim numarayı kullanabilirsin."
"Teşekkürler," diye mırıldandı River. Masadaki takılarını bir çırpıda toparlamış, kapıya yönelmişti. Bir an önce buradan kaçıp kurtulmak istiyordu. Ben de vakit kaybetmeden onun peşinden hareketlendim, ama iki adım atamadan Jayla beni kolumdan yakalayıvermişti.
"Dikkatli ol Liam!" diye fısıldadı kulağıma eğilip. "En ufak bir tehlike hissedersen kontrolü ekibe bırakacak ve kahramanlık yapmayacaksın. Duydun mu beni?"
"Kahramanlık yok," diye tekrarladım. "Anladım."
Sırıtıyor olmasam muhtemelen onu sözlerime daha kolay ikna ederdim, ama keyfim Jayla'yı sinir edecek kadar yerindeydi. Hayır dememişti River, benden kaçmamıştı ve ben, onu evine bırakacaktım. Ben! Jayla kolumu bırakır bırakmaz odadan çıktım. Köşeden ayakkabılarımı aldım, üzerime çevrilen ilgiyi, Kylo'nun düşünceli suratını ve Nova'nın kaygılı bakışlarını görmezden gelip odama koştum. Ceketimi kaptığım gibi otoparkın yolunu tutmam bir olmuştu. Bir gölge gibi beni takip eden askerlerin varlığı bile beni rahatsız etmiyordu şu an. Garaja girip River'ı yeniden görmemle etrafımızdaki askerleri unutmuştum zaten.
"Bu aracı alabilirsiniz," diye yönlendirdi adamlardan biri bizi. "Hız yapmayın. Güvenli mesafeden sizi takip ediyor olacağız."
Askeri duyuyor, ama dinleyemiyordum. Sokağa her çıktığımda midemi yakan korkudan farklı bir heyecan vardı şimdi içimde. İşaret ettiği cipe ilerlerken terleyen avuçlarımı pantolonuma sildim. Yapabilirdim. Daha önce de yapmıştım. Yine yapacaktım. Tek fark, bu defa yanımda River'ın olmasıydı. Tanrım... Ben River'ın kapısını açıp açmamak konusunda karar vermeye çalışırken o ön koltuğa yerleşmişti bile. Ben de direksiyona geçip derin bir nefes aldım ve arabayı çalıştırdım.
"Kullanmayı biliyorsun, değil mi?" diye sordu River yandan endişeli bir bakış atıp. Paniğimi yanlış yorumlamıştı.
"Biliyorum," dedim kemerimi bağlarken. "Nasıl olduğunu sorma. O kısmı henüz çözemedim."
"Kulağa pek güven verici gelmiyor," dedi cama dönüp. Son anda dudağının yukarı kıvrıldığını yakalamıştım. Ben de gülümsedim.
"Adresini haritaya girer misin?"
Adresini zaten biliyordum, ama onunla ilgili her şeyi önden araştırmış bir sapık gibi görünmek istememiştim. River ikiletmeden konsola eğilip sokak adını tuşladı. Rota oluşturulmuştu ve işte gidiyorduk. Araba kullanmak sahiden de benim için bir problem değildi. Rampayı tırmanıp kayarak açılan garaj kapısından geçtim ve sorunsuzca sokağa çıktım. Kapalı, yağmurlu, basık bir gündü. Bir süre sessizce trafikteki diğer araçlarla ilerledik. Her şeyi konuşmak, anlatmak, aylardır içimde biriken soruları şu yirmi dakikalık yolculuğa sığdırmak istiyor, ama söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum.
Dudaklarımı ıslattım tekrar tekrar. Nereden başlamalıydım? Bir dede gibi okulunun nasıl gittiğini soramazdım. Eskiyi yad edeyim desem paylaştığımız tüm anılar dehşet verici bir kazayı ya da boyutlar arası bir canavarı içeriyordu. River'ın müzikle ilgilendiğini biliyordum, ama bunu da sosyal medyada aylardır onu gizlice takip ettiğimi söylemeden nasıl dile getirecektim? İç çektim. Beş dakika boyunca söze girmeye çalışıp başarısız olduğum her girişimimde iç çekmeye devam etmiştim. Pes ettiğim ve en azından onu eve bırakıyor olmakla yetinmeye karar verdiğim anda River bana döndü.
"Sence nasıl geçti?"
Soru, kafamda kurguladığım onlarca diyalogdan hiçbirine uymayınca afalladım.
"Test," diye açıkladı River. "Sence ne sonuca varacaklar?"
Biraz düşündüm. "Bence aramızda bir bağ olduğu sonucuna varacaklar. Bu bağın fizikselden ziyade zihinsel olduğunu söyleyecek, nedenini anlamak için daha fazla test yapmak isteyecekler."
Başıyla onayladı River. Bakışları camdan dışarı kaymıştı, ama sağa sola hareket eden gözlerinden sabah olanları kafasında tarttığı belli oluyordu.
"Orada..." diye başladı. Yutkundu, çünkü söyleyecekleri onu korkutuyordu. "Orada senin aklından geçen şeyleri duydum. Her seferinde değil, ama özellikle el ele tutuştuğumuzda. Sanki kafamın içindeymişsin gibiydi... Çok... çok garip bir histi."
Yumruğunu şakaklarına bastırıp başını öne eğdi. Saçları dökülüp yüzünü örtmüştü, ama gözlerini sıktığını görebiliyordum. Hala başı ağrıyordu. Yaptığımız egzersizlerin ve bize verdikleri ilaçların yan etkisiydi. Alışmış olsam gerek, ben şu ana kadar ensemdeki ağrıyı hissetmemiştim.
"Çok mu kötü?" diye sordum.
"Patlayacak gibi..." dedi kafasını kaldırıp. Koltuğa yaslanıp gözlerini tavana dikmişti. "Böyle olması normal mi?"
"Fazlasıyla normal. Bu senin ilk seferindi. Giderek kolaylaşacak, inan bana. Bir süre sonra fark etmeyeceksin bile."
River kaygıyla bana baktı. "Sen... uyandığından beri bu deneylere katılıyorsun değil mi?" Sesindeki hüznü yakalamamak imkansızdı.
Omuz silktim. "Ben komadan hiçbir şey hatırlamadan, kim olduğumu bile bilmeden uyandım. Annem ve babam da ölünce bana geçmişimi anlatacak kimse kalmadı. Merkezdekiler bana yardım etmeyi teklif ettiklerinde kabul ettim, çünkü bana verebilecekleri en küçük cevap bile hiç yoktan iyiydi. O yüzden evet, uyandığımdan beri istedikleri tüm testlere katılıyorum. Biri, bir şekilde bana ne olduğunu, neden herkesten farklı olduğumu açıklayabilsin diye... Açıkçası, gidecek başka bir yerim de yapacak başka işim de yok zaten."
Sözlerimi gülümseyerek bitirdim. Amacım kendi trajikomik durumumla dalga geçmekti, ama River daha da üzgündü şimdi. Yeniden cama dönüp bir süre sessizce dışarıyı izledi. Sözlerimi düşünüyordu. Yeşil gözleri ıslak ve parlaktı. Böyle yakınımdayken ona bakmadan da kalbini kıran hüznü hissedebiliyordum.
"Sence neden peki? " dedi bir anda bana dönüp. "Yani neden..." Doğru kelimeyi aradı. "Biz neden böyleyiz?"
Kırmızı ışıkta durduğumuzdan ben de başımı ona çevirmiştim. "Bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Uyandığımda hatırlayabildiğim tek şey kazanın olduğu o gündü. Neredeyse her gece aynı rüyayı tekrar tekrar gördüm. Bunun sadece bir anı olduğunu düşünüyordum. Komaya girmeden önce gördüğüm son şey sen ve o kaza olduğundan böylesi mantıklıydı. Sonra Jayla seni araştırıp yaşadıklarının benimle ilişkili olduğunu buldu ve ben yeni bir bulmacanın ortasında kaldım."
"O yüzden okula geldin," dedi River.
Başımla onayladım. Yeniden hareket etmiştik. "Seninle karşılaşana kadar hala ne düşünmem gerektiğine emin değildim, ama seni okulda görünce..." Ona yandan kaçamak bir bakış attım. "Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum." Doğrusu, bunu onu huzursuz etmeden nasıl anlatacağımı bilmiyor olmamdı, ama River anlamış görünüyordu.
"Biliyorum," dedi. "Yanımda farklı hissediyorsun. Ben de öyle hissediyorum. Okulda ilk karşılaştığımızda kim olduğunu hemen anladım. Daha önce haberlerde seni görmüştüm elbette, ama o yüzden değildi. Daha kafamı kaldırmadan orada olduğunu biliyordum, sanki biri kulağıma fısıldamış gibi." Ofladı. "Tüm bunlar çok saçma! Anlamaya çalıştıkça başım daha çok ağrıyor."
Yeniden sustuk. River'ın evine çok yakındık artık. Son birkaç sokağı olabilecek en düşük hızla kat ettiğim halde kaçınılmaz olmuş, sonunda apartmanın önünde durmuştuk. River kemerini çözdüğünde midemdeki kasılmayı önemsemeye çalıştım, ama kapısını hemen açmamıştı River.
"Bıraktığın için teşekkürler," dedi. "O tulumlu adamlar beni gerçekten korkutuyor. Eve onlarla yalnız dönmek hiç istemedim."
Gözlerini abartılı bir dehşetle açması beni gülümsetmişti. "Önemli değil," dedim omuz silkip. "Bir dahaki sefere, yani bir daha merkeze gelmen gerektiğinde, yine birlikte gidebiliriz."
"Bu iyi olur," dedi. "Sanırım bir süre daha orayı ziyaret etmem gerekecek." Bakışları eline düşmüştü. Bir şey demek istiyor, ama nasıl diyeceğini bulamıyor gibiydi. "Ben..." diye başladı. Dudaklarını ıslattı ve bana döndü. "Senden özür dilerim Liam."
Afalladım. "Özür mü?"
"Sana haksızlık ettim," dedi gözlerini kaçırıp. "Ve çok kötü davrandım. Paniklemiştim. Korkmuştum. Hala çok korkuyorum, ama yaptığım yanlıştı. En azından seni dinlemem gerekirdi. Kendim için endişelenmekten senin ne yaşadığını düşünemedim. O yüzden de özür dilerim."
Ağzım açık kaldı. River tarafından terslenmeye alışkın beynim duyduklarını kayıtlı deneyimleriyle bağdaştıramamıştı. "So... sorun değil," diye kekeledim.
Kırık bir tebessümle başını salladı River. Ardından çantasından telefonunu çıkarıp bana uzattı. "Bana numaranı verir misin? Bir dahaki sefere haberleşmek için... O kadın beni biraz tedirgin ediyor, onun yerine seninle haberleşirsek çok memnun olurum."
Bu defa gerçekten güldüm. River'ın bahsettiği o kadın şüphesiz ki Jayla'ydı. "Sen daha onun ters tarafını görmedin bile," dedim telefonu elinden alırken.
River'ın da benimle gülmesi midemdeki kıvılcımları coşturmuştu. Onunla böyle konuşabilmek, benden dilediği özür, numaramı istemesi... Üst üste gelen tüm bu imkansızlıklarla başım dönüyordu. Numaramı üç defa hatalı girdikten sonra kaydetmeyi başarıp telefonu ona geri uzattım.
"Seni çaldırırım," dedi kapıyı açarken.
Jayla, Nova ve merkez dışında kimsenin kayıtlı olmadığı rehberime River'ın isminin eklendiğini düşünüp aptalca sırıttım. "Çok iyi olur."
"Görüşürüz Liam."
"Görüş..." diye başladım, ama benim cümlem boğazımda, River ise kapının eşiğinde kalmıştı.
Gözlerim onu aşıp hemen dibindeki oğlana çarptı. Vance. Kapının hemen önünde durmuş bir kız arkadaşına bir bana bakıyordu.
"Vance?" dedi River. Bir süredir rahatlamış kalbi yeniden panikle çarpıyordu şimdi. Hızla arabadan indi. "Burada ne yapıyorsun? Geleceğini söylememiştin."
"Seni merak ettim," dedi Vance, ama bakışları benim üzerimdeydi. Bana kendimi çıplak hissettirecek bir dikkatle üzerimi süzüyordu. Korkarım açıklama beklediği kişi River değil, bendim. El mahkum motoru durdurup arabadan indim ben de.
"Liam," dedi soru sorar gibi. "Seni burada görmeyi beklemiyordum."
Ben de seni, dememek için kendimi zor tuttum. River'ın ona araştırma merkeziyle ilgili ne anlattığını bilmiyordum, ama deneyle ilgili detayları paylaşmış olamazdı, çünkü bu, Jayla'nın River'a imzalattığı sözleşmenin en önemli kuralının ihlaline girerdi. Gerçi, River'ın şu tedirginliğine bakarak yasak olmasa da Vance'e hiçbir şey söylemeyeceğine emindim. Doğa üstü varlıklardan, özel güçlerden ve aramızdaki bağdan bahsedip tam bir ucube gibi görünmek River'ın isteyeceği son şeydi. Neyse ki benim bir açıklama bulmama gerek kalmadan araya girmişti.
"Vance, Liam sana bahsettiğim terapinin bir parçası. O da benimle aynı ekipten psikolojik destek alıyor. Kazanın etkisini çözümlemek için birlikte çalışıyoruz. Çıkışta da beni o bıraktı."
River yandan kaçamak bir bakış attı bana, sanki yalanını bozup bozmayacağını görmek ister gibi... Pek tabii bozmayacaktım. Biraz düşününce, gerçeğe en yakın, en masum açıklamayı bulmuştu, ama yüzündeki yapmacık sırıtışla Vance'in ona inanıp inanmadığını anlamak zordu. Duygularını okuyamadığım nadir insanlardan biriydi Vance. Bu bile ona güvenmemem için yeterli bir gerekçeydi.
"Hımm," demişti sadece.
Bir kelime değil, bir sesti Vance'in dudaklarından çıkan. Bu kadarı bile River'ın midesinin kasılmasına yetmişti. O an bir kez daha bu çocuktan nefret ettim. River üzerinde anlayamadığım bir etkisi vardı. Sanki onun için yeterli olamamaktan ya da onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyordu River. Vance bir ilah gibiydi onun için. Kusursuz, normal hayatının merkezi... Kaybetmek istemediği bir hazine, onu doğru yolda tutan bir güneş... Okulda benden kaçtığında da yine bu oğlana kötü görünmemeye çalışıyordu.
Dişlerimi sıktım. Duygularımı Vance gibi sahte bir tebessümle saklamayı denediysem de ne onun kadar deneyimli ne de onun gibi başarılıydım. Gülen dudaklarımın aksine ona diktiğim gözlerim gerçek hislerimi tüm çıplaklığıyla yansıtıyordu. Havadaki sözsüz gerginlik dışarıdan da görünüyor olsa gerek, Vance'le aramızdaki bağı kırmak ister gibi sevgilisinin yanına gidip ona belinden sarıldı River.
"Bıraktığın için tekrar teşekkürler Liam," dedi gergin bir tebessümle.
Asıl mesajı artık git lütfendi. Yanındaki adamın aksine ben onu huzursuz etmek istemiyordum. Bir iki adım geriledim. Başımla Vance'e selam verdim, ama onun benimle işi bitmemişti.
"Hey Liam," dedi ben arkamı dönemeden. "Seni okulda yeniden görecek miyiz?"
İstemsizce River'a kaydı bakışlarım. Onun gözlerindeki tedirginlik hayır demem için yeterliydi. Mantığım hayır demem için her türlü gerekçeyi arka planda sıralıyordu. Olanları düşününce Jayla da kesinlikle hayır dememi isterdi. Oysa Vance'le göz göze geldiğimde dudaklarımdan çıkan ne mantıklı ne güvenli ne de doğru cevaptı.
"Evet, elbette."
Vance'in sırıtışı biraz daha büyüdü. Dudaklarım onunkilere eşlik etti. Aramızdaki soğuk savaşın resmi başlangıcı, tam bu saniyeler olarak tarihe geçebilirdi.
"Görüşürüz o halde," dedi Vance kolunu River'ın omzuna atıp.
Oh, görüşeceğimize emindim. Tıpkı bunun sonunun iyi olmayacağına emin olduğum gibi.
***
-BÖLÜM SONU-
Silahlar çekilsin, taraflar belirlensin! Savaş başlamıştır.
Kimdir bu Vance, neyin nesidir hep birlikte göreceğiz zamanla. Ama savaşa taraf tutmadan girmek olmaz. Hemen oyluyoruz. Seçin bakalım:
a) Sonuna kadar Team Liam! Süper sonik güçlü, görmüş, geçirmiş, cillop gibi çocuk.
b) Elbette ki Team Vance! Kızı ilk o gördü, o kaptı. Yakışıklı, zengin, bir de ilgili. Daha ne olsun.
c)Yeni bir karakterin girmesini ve aklımı başımdan almasını bekliyorum.
Sonraki bölümde yazar itinayla işleri kızıştıracaktır, şimdiden duyurulur :)
O zamana kadar kendinize pek iyi bakın canlarım.
Öppücükkk
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top