6
Güzel cumalar güzel okurlar,
Hafta bitmeden ikinci bölüm geliyor. Arada kaybettiğimiz zamanın telafisi olsun :)) Kaldığımız bombastik yerden devam...
Keyifli okumalar,
E.Ç.
***
Here come the wolves
Coming to get ya
***
Duyduğum sesle sıçrayarak uyandım. Boğazımdaki acıya bakılırsa o sesin sahibi ben olmalıydım. Bağırdığımı bilmeden bağırıyordum. Yumruklarım havayı dövüyor, bacaklarım tekmeler savuruyordu. Bedenim göremediğim düşmanımla mücadeledeydi. Gölgeler, gölge kollar, buz gibi soğuk... Bir an dünya bir perde gibi önümde aralandı. Işığın içinde bir düşman değil, tanıdık bir yüz belirmişti. Kısacık bir aydınlanma anıydı bu. Şakaklarımdaki sancı gözlerimi kör edince yeniden karanlıkta kaldım.
Düştüm.
Düştüm.
Düştüm.
Buz gibi bir taşın üstündeydim şimdi. Ahtapot kollar yeniden boğazıma dolanmıştı. Nefesim ciğerlerimde tıkandı. Gölgeler, gölgeler her yerdeler! Düşmanımdan kurtulmak için biraz daha çırpındım. Bırakmıyordu beni. Susmuyordu sesler. Tenimi yakan soğukla inatlaşan sıcak eller kollarımdaydı. Araftan kurtulmam için beni kendine çekiyordu.
"Liam!"
Kafamın içinde anlamlı hecelere dönen ilk ses kendi ismimdi. Göz kapaklarımın altından sızan renk tomarının içinde yeniden o tanıdık yüz belirdi. Nefretle bakan buzdan gözlerin yerini başka maviler aldı.
"Liam, sakin ol! Geçti. Merkezdesin."
Merkez? Merkez neydi? Ne geçmişti? Ölüm onlarca bacağıyla dört bir yanıma yayılırken duyduklarım hiç mantıklı değildi. Üzerimde hala pençeler dolanıyordu. Beni ele geçirmek isteyen düşmana var gücümle direndim. Geri kaçmak istediğimde sırtımı sert bir duvara çarpıp iki büklüm olmuştum.
"Hayır," dedi ses hemen. "Hayır bırakın! Bana bırakın!"
Bir an kollarım yeniden serbest kalmıştı. Eller çekildi, sesler susup beni kendi halime bıraktı. Düştüğüm yerde hareketsiz durdum. Kesik kesik soludum. Aldığım her nefes zehirli düşüncelerimi süpürüp gerçeğe yer açıyordu. Dağılan kara bulutların arasında işittiklerim sıfırdan anlam kazanıyordu. Liam. Geçti. Merkezdesin.
"Bana bak Liam." Sıcak bir el yüzüme dokunduğunda bu kez ona direnmedim. Çenemden tutup başımı çevirmişti. "Hey!" diye üsteledi. "Bana bak! Benim, Nova!"
Ona baktım. İki dünya arasında, boşlukta asılı kalmıştım. Arkamda koyu bir cehennem... Önümde... Merkez, Nova... Gerçekle hayal arasında sallanıyordum. İyice kafam karışmıştı. Başımdaki ağrı algılarımı bozuyor, doğruları çarpıtıyordu, ama yüzümdeki el de ses de beni bırakmayacaktı.
"Liam," dedi iyice dibime sokulup. "Bana bak. Etrafına bak. Beni tanıyorsun. Burayı biliyorsun. Evindesin Liam."
Ev... Merkez... Gözlerimi sıkıca yumup yeniden açtım. Resim dalgalanıp biraz daha netleşti. Gölgeler dağılırken gerçeklik kabusa meydan okudu. O gerçekliğin içinde birer birer detaylar beliriyordu. Mavi gözler, kalın çerçeveli gözlükler, sarı saçlar...
"Nova?"
İki metal birbirine sürtüyormuş gibi çıkmıştı sesim. Karşımdaki kızın anladığına bile emin değildim, oysa o heyecanla "Evet!" demişti. "Benim. Yanındayım." O Nova'ydı. Gözlerindeki korkuya ve kaygıya rağmen bu gülüşü tanıyordum. Bakışlarım onu aştı, odayı gezdi. Beton duvarlar, ilaç dolapları, monitörler... Merkez... Ev...
"Şimdi sakin ol tamam mı, seni ayağa kaldıracağız." Ben Nova'ya cevap veremeden o, omzunun üstünden seslenmişti. "Yardım edin, onu yatağa geri yatıralım. Tut. Evet, oradan tut. Sırtından destek verin."
Üzerime eğilmiş iki adam Nova'nın komutuna uyup doğrulmama yardımcı oldu ve beni yatağa oturtup uzanmam için kollarımdan bastırdılar. Bu kez onlara direnmemiştim. Parmaklarımı gözlerime bastırıp zamanın yeniden doğrusal bir düzleme oturmasını bekledim. Anılar geri gelirken yaşadıklarım teker teker o doğrunun üzerine diziliyordu. Gördüğüm kabus, merkezden kaçışım, sokak, bisiklet, devrilen lambalar, uçan cip, gölgeler... River! Gözlerim yeniden açılırken yerimden sıçradım.
"River? River nerede?"
Başucumdaki adamlar beni anında geri yatağa bastırdılar. Ben direnirken Nova yatağa oturmuş, uzanıp elimi sıkmıştı. "River iyi Liam. O da burada."
Kendimi hışımla adamların elinden kurtardım. "Burada mı?"
"Evet, burada. Ufak yaralar dışında hiçbir şeyi yok. Onları da tedavi ettiler. Merak etme."
Beynim Nova'nın iddiasını aklımda kalan son görüntülerle çarpıştırdı. Gölgenin River'ı yuttuğunu görmüştüm. Onun karanlığa yenildiğini görmüştüm. Kurtulmuş olamazdı River. Burada olamazdı. Bildiklerim, şahit olduklarım, her şey ama her şey Nova'yı yalanlıyordu. Yalanlıyordu, ama... Tenimde bir kıpırtı vardı. Korku ve paniğin gölgelediği, o yüzden hemen fark edemediğim bir gıdıklanma hissi... Sadece birkaç kez daha böyle bir duygu yaşamıştım ve bana bunu tattırabilecek tek bir insan vardı. Demek... Nova doğru söylüyordu.
"Nerede?" dedim yeniden doğrulup. "Onu görmem lazım."
Bu kez beni sertçe göğsümden iten Nova olmuştu. "Ona sakinleştirici verdiler Liam. Şu an istese de seninle konuşamaz."
"Olsun, be..."
"Liam!" dedi Nova gözlerini belertip. "River'ın dinlenmesi lazım. Senin de dinlenmen lazım. Çok büyük bir şey atlattın. O yüzden şimdi söylediğimi yapıp sakince burada yatacaksın. İlaçla seni uyutmak zorunda bırakma beni!"
Bir an itiraz edecek oldum, ama kalın çerçevelerin ardında Nova'nın bakışları kararlıydı. Sonunda pes edip kendimi yastığa bıraktım. Fikrimi değiştirmeyeceğime emin olana kadar biraz daha beklemiş, sonra adamlara çıkmaları için işaret etmişti Nova. Ben bedenimdeki sargılardan ipuçları toplarken o, oturduğu yerden kaygıyla beni izledi.
"Canın çok yanıyor mu?"
Başımı iki yana salladım. Omzumu hareket ettirmeyi denediğimde beklediğim acı gelmemişti. Hayretle kollarımda kapanmaya yüz tutmuş kesikleri inceledim. Parmaklarım gölgenin dokunduğu yerleri dolandı, yanmış olması gereken tenimde gezindi.
"Buraya geldiğinde pek çok yaran çoktan iyileşmişti," diye açıkladı Nova. Sesinde hissettiğime benzer bir şaşkınlık vardı. Aradığım açıklamayı o da bulamamıştı belli ki.
Yine de onun tezini duymak için "Nasıl?" diye sordum.
"Yani orada yaptığın şeyi düşününce..." dedi. Kelimeler dudaklarından kontrolsüzce, bir anda dökülmüştü. Hatasını fark edince yutkundu. "Sanırım yeni bir yeteneğini daha keşfettik," dedi zoraki bir neşeyle.
Gülüşüne karşılık verememiştim. Cümlesinin bana söylemekten sakındığı kısmını, onun düşüncelerinde bulmaya çalıştım, ama zihni kilitli bir kasa gibi korunaklıydı. O kasayı aşıp cevapları alamayacaktım. "Ben orada tam olarak ne yaptım Nova?" diye üsteledim.
Bir an bana cevap vereceğini sandım. Nova'nın dudakları aralanmış, ama bir şey konuşmasına engel oluyormuş gibi sesi çıkmamıştı. Ardından odanın kapısı açıldı. Jayla içeri girerken Nova sıçrayarak yataktan kalkmıştı. Sadece bir saniye için kıza baktı Jayla. Net bir uyarı ve sözsüz bir komut gizliydi o bakışta. Bir an bile kaybetmeden çıkışa yönelmişti Nova. Sadece bana kısaca gülümseyebildi. Endişeli, huzursuz, kaçak bir tebessümdü bu ve sonra kapıyı kapayıp bizi Jayla ile baş başa bıraktı.
"Nova'yı konuşturmadığına göre sorularıma sen cevap vereceksin," dedim.
Nazik olmak için fazlasıyla tükenmiştim. Direkliğim Jayla'yı şaşırtmışa benzemiyordu. Bugün yüzünde her zamanki kendinden emin ifade yoktu. Başının üstünde koyu bir düşünce bulutuyla dolaşıyormuş gibi yüzü gölgelenmişti. Acele etmeden köşedeki sandalyeyi yatağımın başına çekti, oturup bacak bacak üstüne attı.
"Evet," dedi. "Sor sorularını."
Nereden başlayacağımı düşünmeme gerek yoktu. "O şey neydi?"
"Bir ziyaretçi," dedi Jayla hemen. "Başka bir aleme ait bir varlık."
Anlamadan baktım. "Başka bir alem mi?"
"Çok katlı, çok boyutlu bir evrende yaşıyoruz Liam. Elbette bu dünyada bir başımıza değiliz. Herkes bunu algılayabilecek yetiye sahip değil, hepsi bu."
Sinirle güldüm. "Bana o şeylerle birlikte yaşadığımızı mı söylüyorsun yani? Ben de onu algılayabilecek yetiye sahip şanslı insanlardan biriyim, öyle mi?"
Yüzü kasıldı Jayla'nın. "Liam... Aylardır buradasın değil mi? Dışarıdaki insanların kabullenmeyeceği sıra dışı pek çok şey gördün."
Doğru, görmüştüm, ama hiçbiri beni insan yiyen gölge bir canavarla karşılaşmaya hazırlamamıştı. "Savaştığım şeyin tam olarak bu binadaki sıra dışı şeylere benzediğini söyleyemem," dedim tüm aksiliğimle. "Bana verdiğiniz derslerde bu bölümü işlemeyi unuttunuz herhalde."
Kaşlarını çattı Jayla. "Biliyorum. Bu..." Gözleri doğru bir açıklama arar gibi odanın içinde dolandı. "Bu, benim için de beklenmedik bir karşılaşma oldu."
Şu ana kadar Jayla'nın hislerini anlamam hiç mümkün olmamıştı. Düşünceleri aşılmaz duvarların ardında saklıydı her daim. Şimdiyse ilk kez kadının tedirginliğini açık bir kitap gibi okuyabiliyordum. Söyleyemediği şey onu öyle huzursuz ediyor olmalıydı ki kalkanındaki kırıkların farkında bile değildi.
"O şey..." dedim gözlerimi yüzünden ayırmadan. "Benim için gelmişti. Buna adım gibi eminim. O şey, beni avlamak istiyordu Jayla. O yüzden River'ın peşine düştü. Ona gideceğimi bildiği için... Neden?"
"Çünkü buraya gelemezdi," dedi Jayla düşünmeden. "Bu bina onun gibi davetsiz misafirleri durduracak korumalarla kaplı. Ancak dışarıda sana ulaşabilirdi."
Tamam, bu açıklamayı mantığım kabullenebilirdi, ama hala en önemli cevap kayıptı. "Neden ben?" diye sordum. "Ne istiyor benden? Bu merkezden dışarı adımını atan her çocuğun peşine bir canavar takıldığını söylemeyeceksin bana herhalde."
Jayla sandalyesinde sıkıntıyla kıpırdandı. "Sen bu merkezdeki herhangi bir çocuk değilsin Liam. Eşsiz bir güce sahipsin. En başından beri buna emindim. O varlığı hiç eğitimsiz görebilmen de bunu kanıtlıyor, ama o şekilde onu durdurman..." Alnı kırıştı. "Bu... bu benim için de oldukça kafa karıştırıcı, inan bana."
Bu duyduğuma sevinmeli miydim, üzülmeli mi? Es kaza kullanabildiğim eşsiz gücüm bana cehennemden bir düşman kazandırmıştı demek. Az daha beni ve River'ı yok edecek bir düşman... Bir daha geceleri kabus görmeden asla uyuyamayacaktım. Bir daha kabus görmeden yaşayamayacaktım bile.
"O yüzden mi beni takip etti?" diye sordum. "Eşsiz olduğum için..."
Emin değildi Jayla. "Gücüne çekilmiş olması büyük bir ihtimal," dedi kendi kendine konuşur gibi. "River da bir şekilde o gücü seninle paylaşıyor belli ki. Bu sayede onu bulmuş olmalı."
Yalan söylemiyordu Jayla, ama sözleri tam olarak doğru da değildi. Başka ihtimallerin kafasını kurcaladığını görebiliyordum.
"Sakladığın bir şey var," dedim.
Haklıydım. Haklı olduğumu biliyordum. Kafasının içine sızmaya çalıştığımı anladığı gibi Jayla'nın mavi gözleri benimkilere kilitlenmişti. Anında boşlukları doldurup beni zihninden dışarı attı.
"Bazı teorilerim var diyelim."
"Ama onları benimle paylaşmayacaksın." Bir soru değildi bu. Jayla da itiraz etmemişti.
"Önce emin olmam lazım. Bazı şeyleri konuşmak için henüz erken."
Hışımla doğrulup ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Öne eğildiğimde Jayla'yla burun burunaydık. "Konuşmadığımız şeyler yüzünden ben de River da az daha ölüyorduk," dedim dişlerimin arasından.
Zapt etmeye çalışsam da öfkem sesimdeydi. O an avuçlarımın gereğinden fazla ısındığını fark ettim, ama ben ne olduğunu sorgulayamadan o ateş bedenimi terk etmiş, bir ses dalgası gibi odaya yayılmıştı. Çarptığı ne varsa anında yerle bir etti. Monitörler, ilaç şişeleri, dolapların kapakları... Odanın içinde ne kadar cam varsa kırıktı artık. Jayla'nın oturduğu sandalye yerde, Jayla sıçradığı köşede şoktaydı. Bir eli sanki kendini korumak istercesine havaya kalkmıştı. Belki de odadaki her şey öfkemden nasibini almışken onun kılına zarar gelmemiş olmasının nedeni gücünü kullanmış olmasıydı. Ben... ben bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyorum. Yerimden kıpırdayamamıştım bile. Dehşetle eserime baktım.
Tanrım... Bana ne oluyor?
"Liam," dedi Jayla. Benim aksime o hızla kendini toplamış, yanıma dönmüştü. Bir kez daha her şeye hakim, sakin, kontrollü müdüre hanımdı. "Sorun yok," dedi elini omzuma koyup. "Bu yaşadığın çok doğal. Henüz gücünü kontrol edemiyorsun. Çok büyük bir şey atlattın, duyguların dengesiz. Zamanla onları yönetmeyi öğreneceksin."
Doğal mı? diye bağırıyordum az daha. Yaşadığımın doğal olduğunu mu söylemişti Jayla gerçekten? Sinirle yerimden kalkıp odanın içini arşınladım. Geçmeye yüz tutmuş sancı şakaklarıma geri dönmüştü. Avucumu alnıma bastırıp saçlarımı çekiştirdim. Derin nefeslerle kendimi kontrol etmeye çalıştım. Jayla yatağa çökmüş sabırla kendimi toplamamı bekliyordu. Ah! Onun bu sakinliği beni iyice kışkırtıyordu. Sonunda durup ellerim belimde karşısına dikildim.
"Neden şimdi Jayla? Onca zaman bana dediklerinizi yapabilmek için debelendim durdum. Bir kibrit kutusunu bile yerinden oynatamadım. Şimdi ben dokunmadan duvarlar devriliyor. İstemeden ortalığı yakıp yıkıyorum. Gücüm için peşime canavarlar takılıyor. Nasıl oluyor bu, ha? Neden oluyor? Daha başka ne olacak bana söylemediğin?"
Üslubuma ya da söylediklerime kızmış gibi görünmüyordu Jayla. "Sen bu soruların cevabını zaten biliyorsun Liam," dedi sakince. O an onun aklından geçen tek kelime gözümün önünde altından harflerle parladı. Bu defa zihnini bana kapamamış, özellikle onu duymamı istemişti Jayla.
"River," diye tekrarladım onun düşüncesini.
"River," dedi Jayla başıyla onaylayıp. "Dün okulda olanları Nova anlattığında emin olmuştum aslında, ama çiçekçide yaşadıklarınız kesin bir kanıt oldu. Sen onunla bir araya geldiğinde eşsiz bir güç açığa çıkıyor Liam. O kızın yanındayken yeteneklerini kullanmakla kalmıyor, sıra dışı şeyler yapıyorsun. Şu ana kadar bunu öngöremedik, çünkü sen hep bu merkezdeydin. Sana söyledim, bu merkez çok özel yöntemlerle dış dünyadan korunuyor. Belli ki sen bu duvarların arasındayken ikinizin iletişimi kesiliyor ve aranızdaki bağ kurulmadan gücüne tam anlamıyla ulaşamıyorsun. Yine de bu merkezde yaptığın çalışmalar River'ı bir şekilde etkiledi. Bu da aranızdaki bağın ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor. Neden, nasıl, gerçekten bilmiyorum. Bu gizemi çözmem için de bundan sonra olacakları öngörebilmem için de zamana ihtiyacımız var. Ve elbette River'a..."
Jayla'nın dürüstlüğü beni sersemletmişti. Onun bana yalan söylediği, benden bilgiler sakladığı bir senaryoda karşımda kızacağım, öfkeleneceğim, hıncımı çıkartabileceğim biri vardı. Yeterince zorlarsam ulaşabileceğim bir çözüm vardı. Umudum vardı. Oysa şimdi en az benim kadar çaresiz olduğunu kabul eden birine bakıyordum. Öfke yavaşça bedenimden çekilirken bastırdığım esas duygu tüm berraklığıyla karşımda belirdi.
Korku... Çok ama çok büyük bir korku... Beni delirten buydu. River, aramızdaki bağ, kayıp kimliğim, ulaşamadığım geçmiş, çözemediğim gelecek, olanlar, olmaya devam edenler... Bu işin içinden kim, nasıl çıkabilirdi? Ağır adımlarla Jayla'nın yanına geri döndüm ve bir pelte gibi kendimi yanına bıraktım. Bir an her şey çok fazla gelmişti. Sonraki sözler dudaklarımdan kendiliğinden döküldü.
"Yardım et bana Jayla. Ne yapacağımı bilmiyorum."
Aradığım içi boş vaatler, şefkatli sözler ve bana acıyan gözler değildi. Neyse ki Jayla bu konuda da dürüst ve netti. "River'ı ikna edeceksin Liam," dedi doğrudan. "Onu bizimle çalışmaya ikna edeceksin. Ancak bu sayede cevaplara ulaşabiliriz."
"River'ı ikna edebilecek son insan benim," dedim düşünmeden. Olanlardan sonra onun bana olan nefretinin boyutlarını hayal edemiyordum bile. Haklıydı, ona zarar veriyordum. Yol açtığım enkaz boyutlar arasıydı. Hayatına alemler ötesinden düşmanlar çekmiştim, ama Jayla benden farklı düşünüyordu.
"Senin ona olduğu kadar River'ın da sana ihtiyacı var Liam. Bu işten kurtulmak istiyorsa bize yardım etmek zorunda. Yaşadıklarından sonra bir seçme şansı olmadığını o da anlamıştır artık. Fikrinin değiştiğine eminim."
Umutla Jayla'ya baktım. River... Kendimle ilgili gizemi çözmemi sağlayabilecek yegane anahtar... Evet, benim ona ihtiyacım vardı, ama Jaya'nın dediği doğruysa... Belki... Belki ona yardım edebileceğimi gösterirsem, o da ona uzattığım eli tutmayı kabul ederdi bu kez.
"Bir şekilde onu ikna etsem bile River asla burada kalmaz," dedim sıkıntıyla.
Dudaklarını büzdü Jayla. "Böylesi çok daha kolay olurdu elbette, ama merkezde kalmasa da bir yolunu buluruz."
"Dışarıda bizi yemeye çalışan canavarlar var Jayla! Ya aynı şey olursa? Ya başka bir şey River'ın peşine düşerse?"
Jayla'nın çenesi kasıldı. "Merak etme, böyle bir şey bir daha tekrarlanmayacak. Sizi koruyacak bazı yöntemler var. Bu tip varlıkları uzak tutmaya yarayan araçlar... Ayrıca, merkez dışında güvenliği sağlaması için bir ekip ayarlayacağım. River'ın haberi dahi olmaz, onu korurlar."
Ofladım. Duyduklarım asla içime sinmiyordu. Hoş, Jayla'nın önerisini kabul etmekten başka ne şansım vardı ki?
"Hadi," dedi Jayla sırtımı sıvazlayıp. "Şimdi dinlen biraz. Sonra her şeyi detaylıca konuşuruz. Vücudun hızla iyileşiyor gibi duruyor, yine de her şeyin yolunda olduğundan emin olalım."
Başımı iki yana sallayıp ayağa kalktım. "Önce onu görmek istiyorum."
"Li..."
"Onu göreceğim Jayla. Uzakta değil, hissedebiliyorum."
Jayla bir an inatçı oğlunu boğmak isteyen bir anne gibi suratıma baktı. Profesyonelliği gerçek duygularına üstün geldiğinde boğazını temizlemiş, eliyle kapıyı işaret etmişti. "Önden buyur o zaman."
Askıda duran tişörtümü üzerime geçirip kapıya yöneldim. Çıplak ayaklarımdan bacaklarıma tırmanan soğuğa rağmen bedenim alev alevdi. Koridora çıktığımızda ateş mideme sıçradı. Jayla'nın yanında attığım her adımla boğazıma doğru yükseliyordu. Sonunda koridorun sonunda başka bir kapının önünde durduğumuzda sıcak, nefes almamı zorlayacak kadar kuvvetliydi. Jayla'nın görevli hemşireye başıyla işaret etmesiyle kadın kapıyı açtı.
Ve oradaydı River. Üzerinde önlük, kolunda serum, başında aralıklı öten monitör... Derin bir uykudaydı. Üçüncü karşılaşmamızdı bu ve ben hala ona bu denli yakın olmaya alışamamıştım. Nefesimin hızlanmasına engel olamıyor, kalp atışlarımı kontrol edemiyordum. Tenimdeki karıncalanmanın öyle değişik bir hazzı vardı ki... Kontrolsüz bir adım attım odanın içine doğru.
Jayla kolumu tutup beni durdurmuştu.
"Bilmen gereken bir şey daha var Liam," dedi. Evet, bu sefer ne geliyordu bakalım. Ben gözlerimi kısıp ona baktığımda bakışlarını River'a çevirdi Jayla. "River fiziksel olarak iyi, ama akıl sağlığı elbette yaşadıklarından etkilenecek. Şu an kanında ağır sakinleştiriciler var. İlaçların etkisi geçtiğinde kendini kaybetmemesi içinse düşüncelerine biraz müdahale etmemiz gerekti."
"Ne?"
"Korkulacak bir şey değil. Sadece yaşadığı korkuyu olduğundan hafif hatırlaması için küçük bir dokunuş..."
Duyduğuma inanamıyordum. Sanki River bizi duyabilirmiş gibi Jayla'ya sokulup öfkeyle fısıldadım. "Ona olanları unutturdunuz mu?"
"Hayır, hayır!" dedi hemen Jayla. "Bu doğru olmazdı. River olanları hatırlamalı ki durumun ciddiyetini anlasın. Aksi halde onu asla ikna edemeyiz. Bu sadece... yaşadıklarına katlanabilmesi için... minik bir yardım..."
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Gerçekten. Ellerim belimde dudaklarımı parçaladım bir süre. Bir yanım River'ın aklını kurcaladıkları için bağırıp çağırmak istiyordu. Diğer yanımsa onu delirmekten kurtardıkları için teşekkür etmek... Sonunda aklını kaçıran ben olacaktım.
Sessizliğimi bir kabulleniş gibi algılamış olan Jayla "Sizi yalnız bırakayım," dedi. "Ben odamda olacağım. Bir şeye ihtiyacın olursa hemşireler kapıda. Sen de kendini çok yorma olur mu? Nova kontrole gelir zaten."
Belli belirsiz başımı salladım. O gittikten on dakika sonra hala aynı yerde durmuş River'a bakıyordum. Sonraki yarım saati köşedeki koltukta, bir sonrakini duvara yaslanmış halde geçirdim. İkinci saatin ortalarına doğru hemşire kontrole gelmiş, halime üzülüp benim için yatağın yanına bir sandalye çekmişti. Üçüncü saate o sandalyenin üzerinde girdim. Tüm bu süreyi River uyandığında ona ne söyleyeceğimi düşünerek geçirmiştim elbette. Taradığım koca bir sözlük, elimde olansa sıfırdı. Açıklamalar üretmiş, senaryolar yazmış, hepsini birer birer çöpe atmıştım.
Dirseklerimi yatağa yaslayıp başımı ellerimin arasına gömdüm. River'ın varlığı tatlı tatlı ruhuma dokunmaya devam ediyordu. Ona bu kadar yakın olmanın uyuşturucu bir etkisi vardı. Gözlerim kapanmıştı istemsizce. Yeterince zorlasam onun rüyasına bile sızabilecektim sanki. Ya da belki o benim rüyama gelirdi, çünkü ağır ağır uykunun kollarına doğru kayıyordum. Ilık, ılık, çok ılık bir nehir bedenimi sarmaladı. Karanlık bir battaniye gibi üstümü örttü. Derken...
Bir anda açıldı gözlerim. Aradan ne kadar zaman geçtiğini söyleyemezdim. Kendime geldiğim gibi geri sıçramış, kalp çarpıntımın nedeniyle göz göze gelmiştim. River, bana bakıyordu. Uyanmıştı. Beni uyandıran da oydu elbette. Hissettiğim panik ondan başkasına ait olamazdı. Kalbim onunkiyle yarışa girmişti.
River'ın gözleri benden odaya, odadan tekrar bana sekerken tek kelime edemeden öylece bekledim. Onun nutkunun tutulması normaldi ya, bana ne oluyordu? Sanki son birkaç saattir bu an için hazırlanmıyordum. Kolundaki iğneye, üzerindeki kıyafete, başındaki monitöre baktı River. Sonunda gözleri yeniden beni bulmuştu. Cam gibi parlıyorlardı şimdi. Giderek şiddetlenen histerinin göz pınarlarında biriktiğini görebiliyordum.
"Ne..." diye başladı. Ne soracağını bulamamış, kafa karışıklığıyla yüzü buruşmuştu. Gözlerini yumup başını salladı. Düşüncelerini toplamaya çalışıyordu.
"River..." dedim çekinerek. Benim gibi onun da teselli edilmek istemediğine emindim, yine de "Korkma," çıkmıştı ağzımdan. "Burada güvendesin."
Kaşları daha da çatıldı. Bir kez daha gözleriyle odayı taradı. Acı içindeydi. Bulamadığı her cevap kafasının içinde yeni bir zonklamaya yol açıyor, sancısı benim şakaklarıma vuruyordu.
"Olanları hatırlıyorsun değil mi?" diye sordum. Jayla onun hafızasına dokunmadıklarını söylemişti.
River'ın eli saçlarını çekiştirdi. Gözleri kayıp anıları kovalar gibi sağa sola hareket ediyordu. "Örümcek..." çıktı kesik nefesleri arasından. "Her yerdeydiler. Çiçekçide... Kaçmak istedim. Kaçamadım. Sonra... Sonra sen..."
Dizlerini karnına çekip geri kaçmaya çalıştığında bir an ona uzanacak oldum, hemen vazgeçtim. River'ı daha da huzursuz etmek istediğim son şeydi.
"Sana bir şey yapamadılar," dedim rahatlamasını umarak. Sözlerimi doğrulamak istercesine bir kez daha kendi üzerinde dolandı River'ın bakışları. Bana döndüğünde kafasında şekillenen soruyu duyup "Bana da..." diye ekledim. "İkimiz de iyiyiz. Küçük yaraların var, ama önemli bir şey değil."
Gözünden bir damla yaş düşüp yanağında süzüldü. Yüzünü kurulamaya çalışırken elleri titriyordu.
"Ben..." dedi zar zor. "Ben anlamıyorum. Nasıl... Ne olduğunu... Ben hiçbir şey..."
Komodinde duran su bardağını aldım ve ona uzattım. "İç hadi biraz."
Önce itiraz edecek gibi dursa da bardağı alıp dudaklarına götürdü. İçebildiğinden fazlasını üstüne döktüğünün farkında değil gibiydi. Bardağı düşürmek üzereyken elinden alıp komodine geri bıraktım. Öyle darmadumandı ki, Jayla'nın bahsettiği minik dokunuş hiç işe yaramamıştı sanki.
"River..."
"O..." dedi titreyerek. "O göl...ge..."
"Ne olduğunu bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Bu dünyaya ait değildi."
Zorla yutkundu River. Ben Jayla'nın açıklamasını zar zor sindirmiştim. Oysa karşımda boğuluyordu. "Beni öldürmek istedi," dedi. "Beni yakaladı. Beni..." Sözleri bir hıçkırıkla kesildi.
"Seni değil," dedim araya girip. "O, bizim için gelmişti. Sen ve ben... Sahip olduğumuz şey yüzünden..."
"Biz?" diye tekrarladı River.
"Biz farklıyız River. Kontrol edemediğimiz şeyler yapıyoruz. Etrafımızda anlayamadığımız olaylar yaşanıyor. O gölge bunu biliyordu. O yüzden bizi buldu."
Böyle bodoslama konuştuğuma inanamıyordum, ama Jayla'nın dürüstlüğü bende işe yaramıştı. Belki açık sözlü olursam ben de River'ın güvenini kazanabilirdim. Ne yazık ki doğru dürüst yapamadığım açıklamayla River'ın kafası daha da karışmış gibi duruyordu. Sesli bir nefes verip yeniden denedim.
"Biz... bir şekilde birbirimize bağlıyız. Uyandığımdan beri her gece rüyamda seni ve o kazayı görüyorum. Geçmişle ilgili hatırladığım tek şey sensin, ama geçen haftaya kadar aramızdaki bu bağın farkında değildim. Sonra öğrendim ki..." Suçlu bir çocuk gibi midem kasıldı. "Ben komadan uyandıktan sonra sen garip olaylar yaşamaya başlamışsın ve onların nedeni benmişim. Yani... aramızdaki bu bağmış."
Çekinerek River'a baktım. Başını kaldırmış, çatık kaşlarla ve ıslak gözlerle beni dinliyordu. Ona benden nefret etmesini garantileyecek müthiş bir itirafta bulunmuştum, yine de önceki seferlerde olduğu gibi benden kaçmamıştı. Belki de gördüklerinden sonra anlatacaklarımı dinlemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu cesaretle devam ettim.
"Kullanmasını bilmediğim bazı yeteneklerim var. Sanırım o yetenekleri seninle paylaşıyoruz. Onlar bizi birbirimize bağlıyor bir şekilde. O yüzden de yaptıklarım senin yaptıklarını etkiliyor. Senin hissettiğini ben de hissediyorum. Düşündüğünü düşünüyorum." Ve sadece senin yanında tamamlanmış hissediyorum, diye ekledim içimden. Dürüstlüğümün sınırı bu itirafa kadardı.
River sinirle alt dudağını ısırdı. Kendiyle inatlaştığını görebiliyordum. Duyduklarını yalanlamak istiyor, ama şahit olduğu imkansızlıktan sonra bunu yapamıyordu. Saçlarını çekiştirdi. Gözünden düşen yeni yaşı elinin tersiyle sildi.
"Orada..." dedi. "O şeye yaptığın..."
Omuz silktim. "Hiçbir fikrim yok. Ne yaptım, nasıl yaptım... O an düşünebildiğim tek şey onun sana zarar vermesine engel olmaktı. Sonra senin gibi burada uyandım ben de zaten. Ama evet, bahsettiğim yetenekler böyle şeyler. Onları kullanabilmem için burada beni eğitiyorlar." Dudaklarım aşağı sarktı. "Pek başarı gösterdiğimi söylemem maalesef."
Dediklerimi tarttı. Sonra bir kez daha odanın içini taradı gözleri. "Neresi burası?"
Onun gibi etrafa bakındım ben de. Burası benim evim çıkıyordu ağzımdan az daha. "Burası benim yaşadığım yer," dedim onun yerine. Böylesi kulağa daha az acınası gelmişti. "Bu bir araştırma merkezi," diye açıkladım. "Özellikli çocukların kaldığı bir tesis. Komadan uyandığımda buraya getirildim. O zamandan beri de buradayım."
River'ın korkusunun altında başka bir duygu belirdi bir an. Düşüncelerinin özeti anahtar kelimelerle kafamda belirdi. Evsiz, ailesiz, kimsesiz... Bana acıyordu. Bunu fark etmekten nefret etmiştim.
"Burada bana yardım ediyorlar," diye savundum kendimi. "Ne olduğumu anlamak için buradayım." Başka seçeneğim olmadığı için değil!
Cevap vermedi River. Eğer benim onu okuduğum gibi o da beni okuyabiliyorsa zaten gerçek düşüncemi biliyordu. Bir süre ne o ne de ben konuştuk. Belki de odama dönmemin ve onu rahat bırakmamın daha doğru olacağını düşündüğüm anda yeniden bana baktı River.
"Neden bana yardım ettin?" diye sordu.
Bunu beklediğimi söyleyemezdim. Kaşlarım yukarı kalktı. Nedenim yeterince açık değil miydi? "Çünkü başına bir şey geleceğini gördüm."
"Beni tanımıyorsun bile," dedi River hayretle. "Arkadaşım değilsin. Seni okulda kovmaktan beter ettim. Yine de oraya geldin. O şeyin karşısına çıktın. Az daha benimle sen de ölüyordun!"
Evet, böyle sıralayınca yaptığım sahiden yersiz bir şövalyelik gibi duruyordu. Nasıl açıklayacağımı bilmiyordum, ama amacım bir kahraman olmak değildi. "Başka türlüsünü düşünemedim," dedim. "O an için aklıma gelen başka bir doğru yoktu. Gördüklerimin gerçekleşme ihtimali olduğunu bile bile seni orada yalnız bırakamazdım."
River'ın bakışları doğruları zihnimin içinde görmeye çalışır gibi yüzümde kaldı bir süre daha. Sonunda bana inanmış ya da düşünmekten yorulmuştu. Başını elleri arasına alıp gözlerini kapadı. Bal rengi saçları suratını örtse de ağladığını biliyordum. Kalkıp yanına oturmak ve onu rahatlatmak için duyduğum anlaşılmaz isteği bastırmak için yumruklarımı sıktım.
Bir süre ne yapacağımı bilemeden onu izlemiş, sonra komodinde duran mendillerden birini ona uzatmıştım. Burnunu çekerek başını kaldırdı. Kızarmış gözleriyle önce uzattığım mendile, sonra da yüzüme baktı. Bir an onun elimi iteceğini sandım, ama beni şaşırtıp mendili almış ve hatta teşekkür etmişti. Onun ağzından güzel bir şey duymuş olmanın şokuyla yerime döndüm.
"Bundan sonra ne olacak peki?" diye sordu birkaç dakika sonra. Merak ettiği, peşinde canavarlar olduğunu bile bile bundan sonra nasıl yaşayacağıydı. Tıpkı benim gibi...
"Bir daha böyle bir şey yaşanmayacak," dedim kendimi bile şaşırtan bir eminlikle. Ya Jayla'ya düşündüğümden fazla güveniyordum ya da River'ın rahatlamasını düşündüğümden fazla önemsiyordum.
"Nasıl?"
"Bu merkezde bize yardım edebilecek insanlar var," dedim aynı özgüvenle. "Seni koruyacaklar. O şeyleri senden uzak tutacaklar."
River'ın kaşları şüpheyle çatıldı. "Ne zamana kadar? Biz farklı olduğumuz sürece bu kabus hiç bitmeyecek, öyle değil mi? Hiçbir zaman normal bir hayatımız olmayacak. Hiçbir zaman güvende ya da huzurlu hissetmeyeceğiz."
Bu defa ağzımdan hızlı bir karşılık çıkmamıştı. Söyleyeceğim her şey yalandı, çünkü doğru cevabı bilmiyordum. River'a güzel bir gelecek vadedemez, bu istekleri için söz veremezdim. Ben sustukça River'ın kalbindeki korku giderek büyüyordu. Gözyaşları durmuş olsa da yeşilleri hala ışıl ışıldı. Her an yine kırılacaktı sanki.
Diyecek başka bir şey bulamayınca "Üzgünüm," dedim tüm kalbimle. "Haklısın, keşke o kaza hiç yaşanmasaydı. Keşke o gün orada olmasaydık, ama ben de senin gibi geçmişi değiştiremiyorum."
River'ın başı önüne düştü. Artık bana kızgın değildi, hatta kendi kadar benim için de üzüldüğünü hissedebiliyordum. En azından benden nefret etmediği için mutlu olmalıydım belki, ama mutluluktan hiç bu kadar uzak olmamıştım. River'ın çaresizliği benimkine karışıp boğazımı sıkıyordu.
Dakikalar sonra "Bu şeyi..." diye mırıldandı. "Aramızdaki bu bağı... İstemiyorum."
"Biliyorum," dedim ona bakmadan. Biliyordum gerçekten. Beni hayatında istemediğini defalarca kez tekrarlamıştı River. Tüm düşüncelerinden aynı mesajı tekrar tekrar okumuştum. Buna rağmen bu sözlerin canımı bu kadar yakması çok saçmaydı. Kendimi konuşmaya zorladım. "Belki... Belki bir yol vardır. Yani... Bu durumu değiştirebiliriz belki."
River'ın kalbi öyle bir umutla çarptı ki bir kez daha mideme bıçak saplandı. "Nasıl?" diye sorduğunda hayal kırıklığımı yutkundum.
"Önce neden aramızda böyle bir bağ olduğunu anlamamız lazım. Eğer kabul edersen, bu merkezdeki uzmanlar aradığımız cevapları bulmamıza yardım edebilir." River itiraz edecek gibi olunca hemen ekledim. "Benim gibi burada kalman gerekmiyor. Senin istediğin şekilde ayarlayabilirler. Nasıl olmasını istersen..."
Kararsızlığı River'ın ifadesini gölgelemişti. Şüphesiz ki aklında bir doktordan diğerine, bir testten ötekine geçirdiği çocukluk anıları vardı. Ondan yeniden bir kobay olmasını istiyordum. Hem de hiçbir söz vermeden... Belki de bu yüzden o başını aşağı yukarı salladığında hemen idrak edemedim.
"Tamam," dedi. "Bunu biraz düşüneceğim. Ne yapacağımı henüz bilmiyorum."
"Ta... Tamam..." diye geveledim. Yani, şimdi ben, River'ı ikna etmiş mi oluyordum? Hayır! Hayır, henüz ikna olmamıştı, ama ilk seferlerdeki gibi reddetmemişti de. Bu da hala umut var demekti.
"Artık buradan gidebilir miyim?" dedi ben zaferimin sarhoşluğunu atlatamadan. Yükseldiğim gökten anında yere düşmüştüm böylece.
"Sanırım..." diye mırıldandım. "Ben hemşireyle konuşayım. Sanırım sen gitmeden Jayla da seninle görüşmek ister. Şu... korumalar konusunda... Şeye karşı... O şeylere..."
River Jayla'nın kim olduğunu sormamış, sadece başını sallamıştı. Bu işaret aynı zamanda bana ayrılan sürenin sonuna geldiğimizi söylüyordu.
"O zaman ben şimdi gideyim," dedim ayaklanıp. Bedenimin istediği son şey River'dan uzaklaşmaktı. Ellerim, kollarım, her şey öyle fazlaydı ki hangi uzvumu nereme koyacağımı bilemedim bir an. Parmaklarımı ceplerime sokuşturmayı başardığımda geri geri birkaç adım atmış, arkamı dönmüş, durmuş, yeniden River'a bakmıştım. "Bugün dinlenmeye çalış. Kendini fazla yorma."
Sana ne! diye bağırdı mantığım eş zamanlı. Bana ne oluyordu da River'a böyle laflar ediyordum? Aaaa! Kulaklarıma kadar kızardığımı hissedebiliyordum. Bir hışım arkamı dönüp kendimi kapıya attım. Tokmağa değdiğim an yeniden durmuştum, çünkü...
"Liam," diye seslenmişti River.
İsmimi onun ağzından duymayı hiç beklemediğimden mi bilmiyorum, olduğum yerde ileri geri sallandım. Bir yaratık bizi kovalamazken adım onun dudaklarından nasıl da güzel dökülüyordu. Arkamı döndüğümde bana bakıyordu River.
"Teşekkür ederim," dedi. Öyle boş bakmış olmalıyım ki ekleme gereği duymuştu. "Beni orada yalnız bırakmadığın için..."
Bir kez daha titredi dünya. Evrendeki tüm gaz ciğerlerime sıkışıp boğazımda tıkandı. "Ö... önemli değil," dedim zar zor. Kapıyı ikinci denememde ancak açabilmiştim. Kayarak koridora çıktım. Hemşireye komut verirken sözlerimi yarım yamalak duyuyordum. Yolun yarısında ona Jayla'ya haber vermesini söylemediğimi fark ettim. Geri döndüm. Hemşire kız çoktan River'ın yanına girmişti. Yeniden onun karşısına çıkamayacağımı anlayınca gerisin geri koridorda yürüdüm. Hedefim Jayla'ya haber verecek bir başkasını bulmaktı. Odamdan birinin çıktığını görene kadar emin adımlarla o hedefe doğru ilerlemiştim.
"Hey..." diye seslendim görevlinin arkasından. Koridor loş olduğundan yüzünü görmemiş, kız mı erkek mi seçememiştim. Çok hızlıydı zaten. Sanki benden kayarak uzaklaşıyordu. "Hey, bekle!" diye bağırdım yeniden.
Beni duymamış olması imkansızdı ya, az sonra köşeyi dönmüştü bile. Aynı köşeyi saniye farkıyla ben de döndüm. Gel gör ki önümde upuzun ve bomboş başka bir koridor uzanıyordu. Ha? Önüme, arkama, sağıma, soluma baktım tekrar tekrar. Kapısız, iki binayı birbirine bağlayan upuzun geçitte o görevlinin girebileceği hiçbir delik yoktu, oysa bir şekilde buhar olmuştu. Bir iki adım daha ilerleyip yalnız olduğuma emin olunca kös kös geri döndüm.
Ciddi ciddi deliriyor olmalıydım. Neyse ki River'ın yanından çıkan kız yolun yarısında karşıma çıkmış, ben de ona Jayla'ya haber vermesini söylemiştim. Bir an gözüm River'ın kapısına takıldı. Çok geçmeden buradan gidecekti. Bir daha onu görüp görmeyeceğim vereceği karara bağlıydı. Bunu düşünmek bile yokluğuyla gelen soğukluğun bedenimi titretmesine yetmişti. Şimdiden eksik hissediyordum.
Ayaklarımı sürüyerek odama döndüm. Bir an ne kadar yorgun olduğumu fark etmiştim. Mucizevi iyileşmem o kadar da muhteşem değildi korkarım. Konuşulacaklar konuşulup ilk şok atlatılınca geriye hırpalanmış ruhum ve yaralı bedenim kalmıştı. Belki de o yüzden gözlerim garipliği hemen seçemedi. Ancak yatağın başına geldiğimde çarşafın üzerindeki kağıdı görmüştüm. Bir nottu bu. Üzerinde siyah mürekkeple yazılmış iki satırlık bir mesaj vardı ve daha önce kesinlikle burada değildi. Herhangi biri, bana herhangi bir mesaj iletmek istemiş olabilirdi, oysa bu, herhangi bir mesaj değildi ve herhangi birinden gelmiyordu. Uzanıp kağıdın üzerindeki emaneti aldım.
Bir iğneydi.
Gümüş, ince, sipsivri...
Daha bu sabah aynı iğneden binlercesini görmemiş olsam anlayamazdım, ama bu, öldürdüğüm gölgeden üzerime dökülen iğnelerden biriydi.
Gelecekten bir kehanetti, çünkü hediyenin sahibinin mesajı açıktı.
Tanıştığımıza memnun oldum.
Bir sonraki karşılaşmamızı heyecanla bekliyorum.
***
- BÖLÜM SONU-
Büyük bir bombayla bölümü bitiriyoruz. Bir not, bir mesaj, bir iğne...
Tahminleri almaya başlayayım. Sizin hayal gücünüzü okumaya bayılıyorum (bana da ilham oluyorsunuz :))
- bu not neyin nesidir, kimden gelmiştir?
- River ve Liam arasındaki bağın nedeni nedir?
- River merkeze gelmeyi kabul edecek mi?
Hadi bana yazın, konuşalım :)
Sonraki bölüm sürpriz yeni bir karakter geliyor! Heyecanı hiç düşürmeden devam ediyoruz.
O zamana kadar kendinize çooook iyi bakın!
Öpücük
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top