19
Güzel pazarlar caanımm okurlar,
Size havai fişekli bölüm yazdım :D Hep savaşcak değiliz herhalde demi. Mendillerimizi alalım, kalplerimizi olası kırıklıklara karşı sarıp sarmalayalım.
Büyük yüzleşme geliyor: Karşısınızda River ve Zeyd.
Bol yorum bekliyorum
Keyifli okumalar :)
E.Ç.
***
Beautiful liar
Lie to me now
***
"Tamam."
Göz yaşları arasında tekrar tekrar böyle demişti River. Doğru zamanı beklemeye tamam. Ritüele katılmaya tamam. Ondan istenenleri yapmaya tamam. Kimseye bir şey söylememeye tamam. Tamam. Tamam. Tamam.
Bağırıp çağırmalıydı, damarlarını şişiren öfkeyi kusmalıydı, bize, bana, lanetler okumalıydı. Oysa dişleri açılmasını engellemek istercesine dudaklarını parçalıyordu. Güç almak ister gibi yumrukları iki yanında sımsıkıydı, yıkılmamak için var gücüyle mücadele ediyordu. Ben de onun gibi darmadumandım. O parçalandıkça ben un ufak oluyordum. Kalbinde patlayan yanar dağları hissediyor, acının hangimize ait olduğunu ayırt edemiyordum.
"Şimdi seni merkeze bıraksınlar," dedi annem. "Biraz zamana daha ihtiyacımız var. Bu arada orada güvenle kalabilirsin."
İtiraz etmedi River. Bir saniye geçmeden arkasını dönüp kapıya yönelmişti. Bir saniye geçmeden hemen arkasındaydım.
"River bekle!"
Beklemeyecekti. Benden, bu köşkten, öğrendiği tüm yalanlardan kaçmaya çalışıyordu. Koridorun sonunda bekleyen Maze'i fark ettiği gibi ona yöneldi. Saçları önümde bal rengi bir nehir gibi çağlıyordu. Defalarca kez seslenmeme rağmen dönüp bir kez olsun bana bakmamıştı. Maze'in başı hafif sağa yatmış, keyifle çırpınışımı izliyordu. River önünde durduğunda yaslandığı duvardan uzaklaştı.
"Merkeze dönebiliriz," dedi River.
"Hayır," diye atıldım hemen. "Hayır, önce konuşacağız."
Maze'le arasına girdiğimden River bana bakmak zorunda kalmıştı. Yeşillerinde parlayan öfkeye tezat, hüzünlü yaşlar yanaklarından aşağı süzülmeye devam ediyordu. Bakışlarını zorla benden ayırıp Maze'e döndü. "Gidebiliriz."
Öne meylettiğinde bu kez tüm bedenimle yolunu kestim. "Lütfen," dedim ona doğru eğilip. "Anlatmama izin ver."
"Nesryn Hanım River'ın merkeze geri götürülmesini istedi," diye araya girdi Maze. "Araçlar aşağıda bekliyor."
Ona öyle bir dönüşüm vardı ki, geri sekti Maze. Gücüm dudaklarını titretmişti. Nefesi edeceği diğer tüm sözlerle genzine takıldı. Söylemediğim tüm kanlı kelimeleri gözlerimde gördüğüne emindim. Bir adım daha geriledi.
"Bana ihtiyacınız olursa aşağıdayım," dediğinde sesi neredeyse çıkmamıştı.
Anında önüme döndüm, ama konuşmama izin vermeden bana çarparak yanımdan geçti River. Kolundan yakaladığımda kurtulmak için çırpındı.
"Bırak beni!"
"Önce dinle, lütfen!"
"Neyi dinleyeceğim?" diye bağırdı. "Her şeyi bildiğin halde benden gizlediğini mi? Yüzüme baka baka haftalardır yalan söylediğini mi?"
"Hayır," dedim hemen. "Kısa bir süre öncesine kadar ben de hiçbir şey bilmiyordum. Yemin ederim. Geçmişimi yeni öğrendim. Hala da her şeyi tam hatırlayamıyorum."
"Ama öğrendin," dedi River. Gözlerinden yeni yaşlar döküldü. "Öğrendin ve sana binlerce kez sormama rağmen bir şey anlatmadın. Bize ne olduğunu biliyordun. Bana ne olduğunu biliyordun. Vance'in..." Başı öne düştü. Bir an hıçkırıkları konuşmasına müsaade etmedi. "Vance'in beni kullandığını biliyordun. Hepiniz... hep... beni kan... kandırdınız. Hepini..."
Kelimeler diline dolandı, kesik kesik aldığı nefes sözlerini boğdu. Bir an sonra gözleri kapanmış, üzerime yığılmıştı. Onu belinden yakalayıp ayakta kalmasına yardımcı oldum. Tamamen kendinden geçmemişti, ama öne arkaya yalpalıyordu. Vereceği tepkiyi umursamadan sıkıca ona sarıldım ve kendime çektim. Benim gücüm onundu, benim ruhum onundu. Enerjinin bedenimden onunkine akması için düşünmeme bile gerek yoktu.
"Tamam," diye mırıldandım saçları arasına. "Tamam, sakin ol. Her şeyi çözeceğiz, sana söz veriyorum. Lütfen River, sakin ol."
Ondan yapamayacağı bir şey istediğimin farkındaydım. Dünyası alt üst olmuştu. İnandığı ne varsa çökmüş, güvendiği insanlar ona ihanet etmiş, bilinmezliğin ortasında bir başına kalmıştı. Ona ihanet edenlerin başında ben geliyordum, yine de bu defa kollarımdan kurtulmaya çalışmadı. Duyguları bir sel gibi dışarı akarken tırnaklarını ceketime geçirmişti. Sanki her şeye rağmen tutunacak tek dalı bendim.
"Nasıl?" diye hıçkırdı. "Ben... nas... nasıl..."
Dile dökemese de düşünceleri gözümün önündeydi. Nasıl olabilmişti bu? Tüm ömrünü kendine ait olmayan bir ruhla nasıl geçirmişti? Yaşamı koca bir yalan mıydı? Sevinçleri, hüzünleri, aşkları, korkuları... Duyguları ona mı aitti yoksa taşıdığı çalıntı ruha mı? Elini tutan adam bile sahteyse neydi gerçek? Neye, nasıl tutunup yoluna devam edecekti bundan sonra?
Bir kez daha dizleri boşaldı, düşer gibi oldu. Bir kez daha onu sıkıca kavrayıp tuttum. Sonraki dakikalar o göğsümde titreyerek ağlarken tek kelime etmeden durmuş ve saçlarını okşamıştım. Gücümden aldığı destek kendini tamamen kaybetmesine engel oluyordu, ama göz yaşlarının durması o kadar kolay değildi. İnledi, hıçkırdı, isyan etti, iç çekti, ağladı, ağladı, ağladı. Ta ki tüm siniri boşalıp daha fazla dökecek yaşı kalmayana dek... Dakikalar sonra başını kaldırdığında gözlerinin içi kanlı, burnu kıpkırmızı, dudakları şişti.
"Gitmek istiyorum," dedi çatallanmış sesiyle. Gözleri yüzümde birkaç saniyeden fazla kalmamıştı. Yavaşça benden uzaklaştı ve arkasını döndü. Anın etkisiyle kendini bana bırakmış, ona destek olmama izin vermişti, ama ben hala ona ihanet eden adamdım. Hala aramızda koca bir öfke bulutu vardı. Azıcık yaklaşsam, tek bir yanlış laf etsem şimşekleriyle çarpılacaktım. Buna rağmen arkasından seslendim.
"Sahiden gitmek mi istiyorsun, yoksa gerçeğin tamamını duymak mı?"
Durdu River, bana dönmese de başı omzuna doğru çevrilmişti. Muhtemelen bu küçük es, kendimi anlatmak için tek ve son şansımdı.
"Yapamadım," dedim dürüstçe. "Bir çözüm bulmadan sana gerçeği anlatamadım. Bunun seni daha da çok üzeceğini düşündüm. Aptalcaydı, biliyorum. Ama sana bir şey söylememin nedeni buydu. Özür dilerim."
River hareket etmeyince sözlerimin onu daha çok kızdırdığını düşündüm. Derken yavaşça bana döndü. Gözleri kısılmıştı. "Bir çözüm bulmadan mı?"
"Aramızdaki bu bağı koparmak için bir çözüm," diye açıkladım. "Gerçeği öğrenir öğrenmez bunu isteyeceğini biliyordum, o yüzden anlatamadım. Çünkü sana zarar vermeden bunu nasıl yapacağımız konusunda kimsenin hiçbir fikri yoktu."
"Ama o kadın... an... annen dedi ki..."
Anne kelimesi, bir araya gelmiş anlamsız harfler gibi dudaklarında çıkmıştı. Hala duyduklarına inanamıyordu.
"Evet," dedim. "O benim annem. Ve evet, annem bir çözüm olduğunu düşünüyor. Ama az öncesine kadar benim de bundan haberim yoktu. Böyle bir ihtimal olduğunu senin gibi ben de az evvel, o odada öğrendim."
Kuşkuyla yüzümü inceledi. "Yani..." dedi. "Bir yolu var?"
Sanırım ben de onun kadar yalanlardan yorgundum. Lafı dolandıramadım. "Bilmiyorum River. Gerçekten bilmiyorum. Bu, benim için de çok yeni bir haber. Eğrisini doğrusunu düşünemedim bile." Elim saçlarıma gidip birkaç tel yoldu. "Bu şekilde öğrenmemen gerekirdi. Annemin seni buraya, böyle getirmesi, her şeyi bir anda anlatması..." Dişlerimi sıktım. "Sana bunu yapmaya hakkı yoktu. Özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim."
Sözlerimi düşünürken gözleri koridoru dolandı. Kendiyle mücadele verdiğini görebiliyordum. Aklından geçenler kendi kulaklarımdaydı. Ona inan, inanma, kal, kalma, gerçeği duy, duyma... Alt dudağını öyle bir ısırıyordu ki kanattığına emindim. Sonunda yeniden gözleri beni buldu, kaşları biraz daha çatıldı.
"Peki bildiğin diğer şeyler?" diye sordu. "Onları neden benden sakladın?"
Ne kastettiği açıktı. Kimliğim, geçmişim, annem, Vance... Bu defa dürüst olmak kolay değildi. Kelimeleri toparlamaya çalışırken bir an durup yutkunmam gerekti. "Bu..." diye başladım. Olmadı. "Biz..." dedim. Yine yapamadım. "Ben," dedim sonunda. "Ben herhangi biri değilim River. Açıklaması neredeyse imkansız bir geçmişim var. O geçmişe birden fazla hayat sığdı. Karmakarışık, savaş içinde bir dünyanın tam merkezindeyim. Bu bir bahane olamaz, biliyorum, ama ben o dünyayı senden uzak tutmak istedim. Beni Liam olarak bilmeye devam et istedim. Hayatın normal olsun, bildiğin şekilde devam etsin istedim. Yapamadım."
River'ın dudakları aşağı sarktı, omuzları çöktü, gözleri yeniden yaşardı. Bu defa ben onun değil, o benim hüznümü kalbine çekiyordu. Pişmanlığımı kendisininmiş gibi hissediyor olmalıydı. Yaşadığım çaresizliğin farkındaydı. Sanırım bu yüzden itirafıma küfürle cevap vermek yerine derin bir nefes aldı ve "Bilmek istiyorum," dedi. "Ne kadar karmaşık olursa olsun, anlatmanı istiyorum. Daha fazla sır yok. Yalan yok. Oyun yok."
Başımı salladım. "Hala aradığım bir sürü cevap var, ama bildiğim ne varsa sana anlatacağım. Söz veriyorum." Acele etmeden yanına gittim ve merdivenleri işaret ettim. "Gel benimle."
Beni takip edeceğini biliyordum, o yüzden durmadan basamaklara yöneldim. Alt kata inip çıkışa ulaşana dek birkaç adım arkamdan gelmişti River. Açtığım kapıdan geçti ve soru sormadan evin önünde bekleyen arabalara doğru beni takip etti. Tüm Yediler bizi gördükleri gibi toparlanıp hazır ola geçmişlerdi. Maze en ortadaydı. Gözleri bir kedininkiler gibi benimle hareket ediyordu. Onu umursamadan en öndeki cipe ilerledim. Arabanın başındaki Yediler şoför kapısını açtığımda ne yaptığımı anlamamışlardı.
"Bu arabayı ben alıyorum," dedim. "Evime gideceğiz. Bir araç önden gidip etrafı kontrol etsin. Diğerleri güvenli mesafeden bizi takip edebilir."
İçimden herkesten kurtulmak ve River'la yalnız kalmak geçse de son olanlardan sonra korumasız dolaşmayı riske edemezdim. Terzi'nin nefesi ensemde, parmakları hala zihnimin içindeydi. Annem onunla hangi ittifakı yapmış olursa olsun, o hala benim için en büyük düşmanımızdı. Yediler itiraz etmeden diğer arabalara doluşmuşlardı. Sadece Maze, ben koltuğa oturana kadar dikkatle beni izlemeyi sürdürdü. Yüzüne yansıyan hoşnutsuzluğu saklama gereği duymuyordu. Ne yazık ki kıskançlığı umurumda değildi. Ben, onun olmamı umduğu kişi değildim ve şu an yanımda oturan kızdan başka bir şeye odaklanamıyordum.
Yol boyunca sessizce sokakları izledi River. Saat sabahın dördüne geldiğinden boş caddeler kimsesizdi. Gözlerim gölgeleri kovalıyor, içlerinde saklı bekleyen kötülüğü yakalayacağım diye dört dönüyordu. Ama sonunda evime vardığımızda önümüze atlayıp bizi öldürmeye çalışan biri olmamıştı. Onu merkeze getireceğimi düşünmüş olsa gerek, binanın otoparkına girdiğimde koltuğunda dikleşti River.
"Neresi burası?" dedi şüpheyle etrafı tarayıp.
"Evim," dedim. "Burada daha rahat konuşacağımızı düşündüm." Kameralar, uzmanlar, meraklı Yediler olmadan...
Karşılık vermedi River. Park ettiğimde beni taklit edip cipten inmiş, asansöre hemen arkamdan binmişti. En üst kata ulaşıp kapı salona açıldığında bir süre kıpırdayamadı. Kendinden önce bakışları tüm evi dolanmıştı. Karşısındaki lüks penthouse'la yanındaki oğlanı birbirine yakıştıramamış olmalıydı.
"Burası senin mi?" diye sordu içeri çekingen bir adım atıp.
"Öyleymiş," dedim. "Hatırlamadığım şeylerden biri de bu." O soran gözlerle bana baktığında omuz silktim. "Her şeyi bilmediğimi söyledim."
Ağır adımlarla salonun ortasına doğru ilerledi River. Gözü halıya takılmıştı. Saatler önce beni bayıltarak bu evden götürdüklerinde elimden düşen kadehe bakıyordu. Hala yerdeydi elbette. İçinden saçılan içki krem rengi halıda koyu bir leke bırakmıştı. Hızla gidip cam bardağı aldım ve sehpanın üzerine bıraktım.
"Kusura bakma. Dün gece evden biraz alelacele çıkmam gerekti."
Sözlerimin altındaki asıl mesajı anlamış gibi kaşları çatıldı.
"Bir şey içer misin?" diye sordum konunun oraya gelmemesini umarak. "Kahve yapabilirim."
"Kahveden çok daha sert bir şeye ihtiyacım var," dedi şöminenin önüne oturup. Ateş çoktan sönmüştü. Yine de dizlerini göğsüne çekip külleri izlemeye koyuldu.
İki kadehe şarap doldurup geri döndüm ve River'ın yanına çöktüm. İçkiyi elimden kaptığı gibi koca bir yudum aldı. Sonra bir tane daha, bir tane daha... Olabilecek en hızlı yoldan kendini uyuşturmaya çalışıyordu sanki.
"İstersen daha da sert bir içkiye geçebiliriz," dedim yandan ona bakıp.
Bana döndü "Sen anlatmaya başla, muhtemelen geçeriz."
Evet, muhtemelen olacak buydu. Zaman kazanmak için ayaklandım, taze odun alıp şömineye attım ve ateşi yaktım. Yerime dönene kadar sabırla beklemişti River, ama yeşilleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. Gördüğü bambaşka, ilk kez tanıştığı bir adamdı sanki, kaçırdığı detayları bulmaya çalışır gibi beni inceliyordu.
Şaraptan onun gibi büyük bir yudum aldım ve "İşe anlatması en zor yerden başlayacağım," dedim.
Doğumum, annem, topluluğa katılmam, ölümüm ve yeniden dünyaya gelişim, sonraki hayatlarım, Yediler, Alimler, Şamanlar, Sihirbazlar... İmkansız hikayem parça parça dilimden dökülürken River, alnının ortasında derin bir çizgiyle beni dinlemişti. Soru sormadı, itiraz etmedi, tekrar tekrar doldurduğum kadehini yudumlamayı sürdürdü. Bir süre sonra yanakları iyice kızarmış, bakışları buğulanmıştı.
"Yedinci hayatımı hatırlamıyorum," dedim. Bakışlarım salonu gezdi. "Bu ev, o hayata ait. Beni topluluktan biri öldürmüş. Sonra da o mahallede yeniden doğdum. Otistik bir çocuk olarak... O kısmı biliyorsun zaten."
Bardağı dudaklarıma götürdüğümde bu defa kafasını kurcalayan soruyu içinde tutamadı River. Bana doğru döndü. "Peki nasıl yeniden doğdun? Sadece yedi hayat yaşayabildiğinizi söylemiştin?"
"Herhangi biri olmadığımı da söylemiştim," dedim kırık bir tebessümle.
"Yani sen..." Diyeceği şeyi nasıl diyeceğini düşünüyordu.
"Ben sekizinci hayatına doğmuş tek Yedi'yim," dedim ona yardımcı olmak için. "O yüzden otistik doğduğumu düşünüyorlar. O güçte bir ruhu hiçbir beden taşıyamayacağı için... O eşsiz güç sayesinde kaza olduğu gün sana yardım edebildim. Neler yapabileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Güçlerim kontrolümde değildi, yine de isteğimi yerine getirdi. Ruhum bölündü, sana ulaştı, bu hayata tutunmanı sağladı."
"Ve ben, onca zaman hiçbir şey bilmeden, senin bir parçanla yaşadım."
Çekinerek ona baktım, ama köşkteki gibi kızgın değildi artık. Duyduğu onca sıra dışı şeyden sonra kendiyle ilgili gerçeği kabullenmek daha kolaydı belki. Ben şişenin dibinde kalan son şarabı kadehine dökerken başı önüne düştü, düşüncelere daldı. İki yudum sonra gözleri yeni sorularla yüzümdeydi.
"Komadan uyandığında, yine beni kurtarmak içindi değil mi?"
Başımı salladım. "Tırın sana çarptığı gün, ben her şeyden çok seni kurtarmak istedim River. Ne yaptığımı bilmeden, düşünmeden... Komadayken de aynısı oldu. Bilincim değil, ama ruhum tehlikede olduğunu biliyordu. Sana bir şey olmasına izin vermedi."
Sessizlik oldu. İkinci şarap şişesinin de sonuna geldiğimizden dünya ikimiz için de ağır çekimle akıyordu şimdi. Ateş tatlı tatlı çatırdıyor, alevleri önümüzde dans ediyordu. Muhtemelen sabah olmak üzereydi. İstesem de sarhoş olamıyordum, ama kaslarım gevşemiş, düşüncelerim bulutlanmıştı. River ise kanında dolaşan alkolü fazlasıyla hissediyor gibiydi. Bardağı boşalınca kendini sırt üstü yere bıraktı. Sonra bana doğru dönüp başını katladığı kolunun üstüne yasladı.
"Ne zaman hatırlamaya başladın peki?" diye sordu.
Ona kısaca merkeze getirilişimi, orada geçirdiğim ayları ve bunların aslında annemin planı olduğunu anlattım. "O cini de ifriti de bilerek peşimizden yolladılar. Kim olduğuma emin olmak için... Sınavlarını geçtiğimde de beni annemin karşısına çıkardılar. Geçmişimi anlattılar. Özel bir ritüelle anılarımı geri kazandım. En azından büyük kısmını..."
Tüm bunları yapanın aslında Terzi olduğunu düşünmek kadehimde kalan son yudumları tek seferde yutkunmama neden olmuştu. Ben de kendimi halıya bıraktım, gözlerimi tavana diktim. River'ın bakışlarının üzerimde dolandığının farkındaydım, ama özellikle ona bakmaktan kaçınıyordum. Bana ait tüm hikayeler bitmiş, geriye konuşulmamış tek bir konu kalmıştı.
Vance...
River'ın onunla ilgili soruları bilerek sona bıraktığını biliyordum. Sanki gerçeği duymayı ertelerse kalbinin onlarca parçaya bölünmesini geciktirebilecekti. Midemin iyice kasılmasına engel olamadım. Huzursuzluğumun yüzüme yansımadığını umuyordum. Unuttuğum şeyse River'la aramızdaki bağın karşılıklı olmasıydı. Ben nasıl onu rahatça okuyorsam, o da endişemi hissediyordu.
"Merak etme," dedi. "Bu saatten sonra hiçbir şey beni daha fazla sarsamaz."
İşte ona hiç emin değildim. Göğsüm daha da sıkıştı. Çekinerek ona döndüm.
"Anlat hadi," dedi. "Sadece gerçeği bilmek istiyorum. Vance tüm bunların neresinde? Ne zamandır beni kullanıyor? O da sizin toplulukta herhalde, değil mi?"
Yeniden bakışlarımı tavana diktim. Olmadı, doğruldum, dizlerimi karnıma çektim. Yine yapamadım, kalkıp bara gittim, bu kez iki kadeh viskiyle dönüp yeniden yere oturdum. River hareketlerimi kıstığı gözleriyle takip ediyordu. Ben içkiden koca bir yudum aldığımda "Vay..." diye mırıldandı. "O kadar kötü ha?"
Onu doğrularca sözlerden önce sıkıntı dolu nefesim dudaklarımdan kaçtı. "Vance bir Yedi değil River. Bizim için de çalışmıyor. O bir... Sihirbaz."
Yavaşça doğruldu River. Sözlerimdeki yanlışlığı görebilirmiş gibi başı bana doğru uzamıştı. Bakışım yeşillerine takıldığında, gözlerindeki dehşet, örümcek ağı gibi beni içine hapsetti. "Yani Vance..." dedi. "Vance sizin düşmanınız. Benimle... benimle o yüzden birlikte oldu. Annen seni kontrol etmek için derken beni korumasından bahsetmiyordu." Histerik bir kahkaha attı. Ağzı açık kalmıştı. Yuvalarında sağa sola savrulan gözleri Vance'le geçirdiği anları tarıyor, öğrendiklerini doğrulayan kanıtlar topluyordu. Sonunda benim yüzümde sabitlendi yeniden. "O yüzden beni uyardın," diye mırıldandı. "O yüzden beni ondan uzak tutmaya çalışıyordun!"
Soru sormuyordu. Bir kez daha göz pınarları yaşlarla doluydu. Onu yalanlayıp rahatlatmak, midemi delen hüznünü yok etmek istedim. Ama... ben bu saatten sonra ortaya saçtığım gerçekleri geri alamaz, River'sa geçmişi değiştiremezdi.
"Üzgünüm," diyebildim sadece.
Başını aşağı yukarı salladı River. Bunu zaten biliyordu. Onunla paylaştığım keder bir battaniye gibi omuzlarımızdaydı. Yaşlar gözlerinden süzüldüğünde kendimi tutamadım. Elim yanağına uzandı, baş parmağım arsız damlayı sildi. Ruhum ona ulaşmak, onu iyi etmek için etimin altında çırpınıyordu. Tenimden onunkine akan sıcaklığı kontrol edemiyordum.
Şu an o sıcaklığa her şeyden çok muhtaçtı River. Başını avucuma bıraktı, gözleri kapandı. Yine ağlıyordu, ama bu kez köşkteki gibi isyankar hıçkırıklarla değil, savaşı kaybetmenin mağlubiyetiyle... Onu kendime çektiğimde kollarımın arasına kaydı ve göğsüme kıvrıldı. Bulacağım hiçbir mantıklı kelime, onu gücüm gibi rahatlatamazdı. Ben de sustum ve sadece sıkıca ona sarıldım.
Benim de gözlerim kapanmış, sadece şu an, bu gerçeklik ve kollarımdaki kız kalmıştı. Onunla parçalandım. Onunla yıkıldım. Onunla tükendim. Çaresizliğin en dibini gördüm. Bir süre sonra, kendi düşüncelerim kontrolsüzce bu duygu seline dahil olmuştu. River'ın aklından geçenleri hala duyuyor, ama eş zamanlı, başka bir nehirde süzülüyordum. O nehir, sorularla doluydu. Kendimle ilgili, River'la ilgili, ona karşı hislerimle ilgili...
Ne yapıyordum ben? Neden yapıyordum? Bana tüm bunları yaptıran duygunun ismi neydi? Gözüm parmağımdaki yüzüğe takıldı. Başka bir ruhu kendininkinin önüne koymak ne demek biliyordum. O güldüğünde yeniden doğmak, o üzüldüğünden ölmek, onun için dünyanın kurallarını baştan yazmak istemek... Onca hayat boyunca sadece tek bir kadın bana tüm bunları yaşatabilmişti. Asırlar sonra şimdi yeniden aynı şekilde hissetmek... açıkçası dehşet vericiydi.
Yo, hayır, River'a aşık olmuş olamazdım. Köşe kapmaca oynamak dışında onunla doğru dürüst bir geçmişimiz bile yoktu. Aramızdaki bağ, taşıdığı parçam, birbirine örülmüş kaderlerimiz... Hislerimin sebebi bunlar olmalıydı. Ya da belki... kafamı böyle karıştıran, küçük Liam'ın hala taşıdığım kalbiydi. Artık bambaşka bir adam da olsam o kalp hala göğsümde atıyor ve şu an beni çok yanlış yollara sürüklüyordu.
Neyse ki ben düşüncelerimde daha fazla saçmalayamadan River başını kaldırıp geri çekildi. Aramızdaki temasın kesilmesiyle midemde açılan kara deliği görmezden gelmeye çalıştım. Böylesi daha iyiydi. Aklımı başıma toplamak zorundaydım. Zorundaydım ama... hala fazlasıyla yakınımdaydı River. Yüzü tam önümdeydi şimdi. Nefesi tenimde esiyor, kafamı daha da karıştırıyordu. Kulaklarımdaki basınç dayanılmaz olduğunda bir anda hareketlendim.
"Sana su getireyim."
Bileğimi yakalayıp beni yarı yolda durdurdu River. "Gerek yok."
Dokunuşuyla bedenimi çarpan elektrik nefesimi tutmama neden olmuştu. Ben ağır çekim aşağı kayıp geri yanına otururken o, henüz dokunmadığı viski kadehine uzandı ve içkisinin yarısını benim boşalmış bardağıma doldurdu.
"Hem, bu, sudan daha iyi," dedi bardağı bana uzatıp.
Ne yaptığımı idrak edene kadar kolum havaya kalkmış, kadehi River'dan almıştı. Sanki sesi büyülüydü. Uzuvlarım bir kukla gibi sözlerini takip ediyordu. Bardaklarımızı birbirine tokuşturduktan sonra River gibi ben de tek seferde içkiyi kafama diktim. O yüzünü buruşturmuş, bense gözlerimi ondan alamamıştım. Boğazını yakan zehir yavaş yavaş kaslarını gevşetirken her detayı izledim.
"Evet, bu kesin daha iyi!" dedi başını silkeleyip.
Söylediği gibi içkinin ona iyi gelmediğine emindim, ama artık ağlamak için bile fazlasıyla tükenmiş olmalıydı. Kanındaki alkole katılan viskinin de yardımıyla kafasının içine dolan sis, karanlık düşüncelerini örtüyordu.
"Beni buraya gelmeye zorladığın için teşekkür ederim," dedi bana dönüp. "Yalnız olsam muhtemelen bu geceyi atlatamazdım."
Omuz silktim. "Yalnız olsam muhtemelen ben de bu geceyi atlatamazdım. Özellikle birine zarar vermeden... O yüzden ben de sana teşekkür ederim. Beni dinlemeyi seçtiğin için..."
Dikkatle yüzümü inceledi. Yeşilleri bir süre üzerimde dolandıktan sonra "Ne garip..." diye mırıldandı. "Onca zaman, bana yardım etmeye çalışan sendin. Çocukken, komadayken, saldırıya uğradığımız gece, baloda, evimde... Tekrar tekrar beni kurtardın. Bense seni suçlayıp durdum. Senden uzak durursam sorunlarımın biteceğini sandım. Senin yerine olabilecek en yanlış insanlara inandım. Pek bir insan sarrafı değilmişim ha?"
Kendiyle alay etmeye çalışsa da pişmanlığını sesinde duyabiliyordum. "Yapma," dedim. "Elinde olmayan şeyler için kendini suçlama. Bana güvenmemek için her türlü nedenin vardı. Evet, seni kurtardım, korudum, kollamaya çalıştım, ama sana karşı dürüst olmadım. Olamadım. Gerçeği bilemezdin."
"Bilemezdim," diye tekrarladı. Kaşları çatıldı. "Ama artık biliyorum. Sen sahiden de herhangi bir adam değilsin, Zeyd. Beş yüz küsur yaşındasın, yaşayan en sıra dışı insanlardan birisin ve dünyanın yarısı senin peşinde. Onların karşısında durabilmek için gücüne ihtiyacın var, ama onu da benimle paylaşmak zorundasın. Daha kim olduğunu hatırladığın gün bu işi bitirebilir, hakkın olanı benden alabilirdin. Topluluğun da düşmanlarının da o güç için benim gibi önemsiz birini harcamak istediğine eminim. Ama sen yapmadın. Sen, bana zarar vermeyecek bir yol bulmak için bekledin."
Neden?
Dillendirmediği, ama zihninde yanıp sönen soru buydu. Neden? Kendi kafamın içinde çözmeye uğraştığım bulmacanın cevabını benden bekliyordu. Ne diyecektim? Ben bile neyi neden yaptığımı bilmezken ona ne anlatabilirdim?
Sonunda derin bir nefes aldım ve "Çünkü doğru olan buydu," dedim. "Ben, sırf bir Sekiz olduğum için senden ya da diğerlerinden daha önemli değilim. Kendi çıkarım için bir başkasına zarar gelmesine asla göz yumamam!" Yutkundum. "Ve sen, herhangi bir başkası değilsin. O sokakta Liam'a el salladığın ilk günden beri değilsin..."
Merakla bana bakıyordu River. Bir şey demek ister gibi dudakları aralık kalmıştı. Bu noktada susmam kesinlikle çok daha doğru olurdu. Kaçtığım duygu denizinin ortasına kendi ayaklarımla bodoslama dalıyordum. Ama River beni böyle aç gözlerle dinlerken durmak için çok geçti.
"Seni kurtardığımı söyleyip duruyorsun," diye devam ettim. "Ama sen de beni kurtardın. Sen olmasan otistik bir adam olarak yaşayacak ve ölecektim. Kim olduğumu asla bilmeyecektim. Sen, o gün ruhumu bedenine kabul ettiğin için bugün buradayım. Ben seni ne kadar bu hayata döndürdüysem, sen de bir o kadar beni döndürdün. O yüzden, tüm dünya karşımda dursa da ben, sana bir şey olmasına izin vermem River. İleride ne yaşanırsa yaşansın, bu gerçek asla değişmeyecek. Sen, her zaman benim için özel olacaksın ve ben hep senin için burada olacağım."
River'ın kirpikleri titreşti. Hala aralık dudakları kapanır gibi oldu, açıldı, yeniden kapandı. Yutkunmuş, yeniden bir şey söylemeye çalışmış, yine başaramamıştı. Aferin Zeyd! diye azarladım kendimi. Bunlar tam da böyle bir gecede edilecek laflardı. River'ı zor durumda bırakmıştım. Resmen sözlerime cevap bulabilmek için karşımda acı çekiyordu. Gözlerimi ondan kaçırdım ve ayaklandım.
"Ben en iyisi şişeyi buraya getireyim."
Bir kez daha bileğime uzanıp beni durdurmuştu River. Ama sonra, imkansız başka bir şey daha yaptı. Aramızdaki mesafeyi kapaması, diğer elini omzuma koyması ve beni öpmesi aynı saniyede olmuştu. Dudakları benimkilere değdiği an içimden sımsıcak bir akarsu boşaldı. Hücrelerimin arasına dolup bedenimin ısısını yüzlere, binlere katlamıştı. Düşünmeden ben de ona uzandım. Bir elim River'ı belinden kavrayıp iyice kendime çekti. Bedeni benimkine dokunduğunda damarlarım teker teker patlamıştı.
Kafamın içinde havai fişekler patlıyordu şimdi. Hayır, ben, havai fişeğin ta kendisiydim. Ruhum oldum olası bu anı beklemişti sanki. Çığlık çığlığa beni uyaran mantığıma rağmen devam etmem için bastırıyordu. Uzuvlarımı yöneten neydi emin değildim. Kayıp yarısına hasret ruhum mu, yoksa kollarımdaki kadını arzulayan bedenim mi? Tam bu anda ikisinin birbirinden farkı yoktu. Elim River'ın sırtı boyunca ilerleyip boynuna ulaştı. Sadece ona yakın durduğumda bile sapıtan gücüm şimdi nükleer bir bomba kadar durdurulamazdı.
River'ın da o gücü hissettiğini, daha fazlasını arzuladığını omzuma geçmiş tırnaklarından hissedebiliyordum. Sanki beni ne kadar öpse de yeterli değildi. Üzerime kayıp kucağıma oturdu ve beni biraz daha kendine çekti. Tanrım... Sadece onu öperek bile delirebilirdim. Şu hissettiğim hazzın tarifi ya da başka bir eşi yoktu. Direndiğim ne kadar duygu varsa dudaklarımızın ortasında eriyip gidiyordu. Nasıl şu ana kadar onsuz durmuştum? Nasıl ayrı kalabilmiştim?
Çünkü durmak zorundaydın, diye hatırlattı sevimsiz iç sesim. Çünkü onun kalbinde başka biri vardı. Çünkü o biri muhtemelen hala o kalpte. Sadece seninle onu unutmaya çalışıyor. Üzgün, kırgın, sarhoş. Ve sen bunu bile bile bu yanlışa devam ediyorsun.
Mantığın bilge sesini duymazdan gelip parmaklarımı River'ın saçlarına daldırdım. Bu bal rengi nehrin içinde kendimi kaybetmekten başka isteğim yoktu. Kokusuyla mayışıyor, ipeksi dokunuşuyla kontrolümü tamamen yitiriyordum. Aramızdaki bağ en uç noktasında olmalıydı. Düşüncelerimiz iç içe geçmişti. Artık sadece River'ın hislerine ortak olmuyor, onun yerine de yaşıyordum. Kafasındaki karışıklıklar benimdi. Kırık kalbi bana aitti. Dökülmeyi bekleyen göz yaşları hıçkırık olup genzimde toplanmıştı. Nasıl bir hüzündü bu?
Sadece unutmaya çalışıyor, diye tekrarladı kafamın içindeki lanet ses. Yoksa neden seni öpsün? Kendinde bile değil. Alkolün etkisi geçtiğinde ne olacak?
Hayır, demek istedim. Bu, doğru olamazdı. Benim nefesimi kesen çekimi o da hissediyordu şüphesiz. Onun için bana uzanmış, beni kendine çekmiş, beni ilk o öpmüştü. Ama... Kalbimdeki bu bıçaklar... Midemdeki alevler... Zihnimi ele geçirmiş görüntüler... Sanki River'ın acısından kaçabilirmişim gibi gözlerimi sıkıca yummuştum. Gerçeğe direnircesine, daha büyük bir hırsla öpüyordum onu. Boynundaki elim biri onu benden alacakmış gibi başını kavramıştı.
Ama... Ama... Ama...
Ben River gibi alkolün etkisinde değildim. Çocuksu inadıma rağmen berrak zihnim tüm hataları seçiyor, önüme seriyor, olası sonuçlarını listeliyordu. Yalan yok, açlığım hepsini görmezden gelecek kadar güçlüydü. Bedenimden önce ruhum her şeyiyle River'ı istiyordu. İstiyordu ama... Yarın ne olacaktı? Gece bitip yaşadığı şokun etkisi geçip alkol kanından çekildiğinde River ne düşünecekti?
Hayır, kahretsin, hayır!
Buna devam edemezdim. Parmaklarım gevşedi, River'ın yanağına kaydı. Tanrım... Durmak ne kadar zordu. Öpmeyi kessem de dudaklarımı onunkilerden hemen ayıramamıştım. İki mıknatısı birbirinden koparmaya çalışıyordum sanki, direnç beni devamlı geri çekiyordu. Ne olduğunu anlamamıştı River. Aramıza sokmayı başardığım her santimle gözlerine yeni soru işaretleri ekleniyordu. Dürüstçe, ben de onu nasıl bırakabildiğimi bilmiyordum. Kızarmış yanakları, pembe dudakları, ışıl ışıl gözleri ve yüzünün etrafına saçılmış saçlarıyla kararıma lanet edeceğim kadar güzeldi.
"Ne oldu?" diye sordu nefes nefese.
Göğüs kafeslerimiz hızla inip kalkıyor, birbirine çarpıyordu. Kalbimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım. Bir elim hala River'ın yanağındayken, o hala bana bu kadar yakınken sakinleşmek bir seçenek değildi maalesef. River'ın bakışları da benim dudaklarımdaydı. Kendi arzum onunkiyle katlanıp beni kontrolümü kaybetmeye zorluyordu. River bana doğru uzandığında nasıl onu durduracak iradeyi bulmuştum, gerçekten bilmiyordum.
"Dur," dedim. "Dur River. Bu doğru değil."
"Doğru değil?" diye tekrarladı. Anlamamıştı.
Alnımı onunkine yasladım ve gözlerimi yumdum. "Şu an seninle olmayı her şeyden çok istiyorum River. Bunu zaten biliyorsun. Hissettiğim şeyi sen de hissediyorsun. Ama bu doğru bir zaman değil. Çok zor bir gün geçirdin. Canın yanıyor. Kafan karışık. Sonradan pişman olacağın bir şey yapmanı istemiyorum."
Kokusunu son kez iyice içime çektim ve onu görebilmek için uzaklaştım. Şaşkındı River. Sanki sözlerimle onu hayal aleminden koparıp gerçekliğe çekmiştim. İçinde olduğumuz durumu yeni keşfeder gibi gözleri üzerimizde dolandı. İstediğim son şey ona kendini kötü hissettirmekti, ama benden kaçırdığı bakışlarından utandığını görebiliyordum. Kendini kaybedip saçmaladığını düşünüyordu. O beni öpen kadın, bense onu istemeyen adamdım. Ah, nasıl da yanlış anlıyordu.
"Riv..." diye başladım onu düzeltmek için.
"Yo, hayır!" diyerek beni böldü. "Hak... haklısın. Bir hataydı." Bir çırpıda üzerimden kalkmıştı. Bir şey unutmuş gibi etrafına bakındı. Bulamadığında ellerini sokacak bir yerler aradı. "Ben... ben artık gideyim."
Anında ayağa fırladım. "Bu halde olmaz. İçeride biraz dinlen, uyandığında ben seni merkeze götürürüm."
"Uyumama gerek yok," dedi kapıya meyledip.
Önüne dikilip onu durdurdum. Dokunmadığım halde yakınlığımız kalbimin teklemesine neden olmuştu. Benim gibi iç çekti River da. Fiziksel çekim hala katlanılmaz bir kuvvetle aramızdaydı. Kolaylıkla onu yeniden kollarımın arasına alabilir, dudaklarına uzanabilir, mantığı hiçe sayabilirdim. Ama bu defa kendini toplayıp geri çekilen River oldu.
"Gitsem daha iyi," dedi. Gözlerini benden kaçırıyordu. Bu noktadan sonra tüm kapıları kilitlesem de onu burada tutamayacaktım.
"Emin misin?" diye sordum şansımı son kez denemek için.
Başını salladı. "Bu gece yanımda olduğun için teşekkür ederim. Ama şimdi biraz yalnız kalmam ve kafamı toplamam lazım."
Tebessümü göğsümü sıkıştıracak kadar hüzünlüydü. Beni beklemeden asansöre doğru yürüdü. Onun tek başına merkeze gitmesine izin vermeyeceğimi zaten biliyordu. O yüzden yanındaki varlığıma itiraz etmeden otoparka doğru beni takip etmişti. Asansörde, yolda, merkezde bir daha bir şey demedi. Odasının kapısına kadar ona eşlik ettiğim halde bir daha benimle göz göze de gelmedi.
"Görüşürüz," dedi içeri girmeden. Nasıl görüşeceğimizi, annemin bahsettiği ayrılmamın ne zaman olacağını ve onu neyin beklediğini sormamıştı. Hiçbir seçimin kendi elinde olmadığını biliyordu. Daha fazla savaşmayacaktı. Onu böyle görmek öyle can sıkıcıydı ki, farkında olmadan tırnaklarımı avuçlarıma gömmüştüm.
"River," diye seslendim o kapıyı kapatamadan. "Sana söylediğim her şeyde samimiydim. Gelecek ne getirirse getirsin, ben hep yanındayım. Unutma olur mu?"
Bu kez tebessümü öncekinden de yaralıydı. Evet demedi. Tamam demedi. Biliyorum demedi. Belki de kaderi kontrol edemeyeceğimizi benden iyi biliyordu. Bilmediğiyse, ben o kaderi birden fazla kez onun için değiştirmiştim. Ve gerekirse, bunu yeniden yapmaktan çekinmeyecektim.
***
-BÖLÜM SONU-
Kalplerimiz kırık, içimiz buruk, gözlerimiz yaşlı.
River ve Zeyd arasında daha fazla sır kalmadı, ama bu, sorunlar çözüldü anlamına gelmiyor. Tam tersi, işler bundan sonra çoook daha karışacak.
Şimdi sorarım size, sizce River ve Zeyd'in yakınlaşmaları bir hata mıydı? Şartlar bu kadar karışıkken onlar için bir gelecek olabilir mi? Yoksa herkes kendi yoluna mı gitmeli?
Yazarın kafasında bu soruların cevabı net, ama sizden tahminleri duymak isterim, kim bilir, belki geleceği birlikte şekillendiririz :)))
Hadi yazın bana!
Öppücükkler
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top