4
Hasan, kardeşi ile bisikleti kimin alacağının kavgasını veriyordu. Yılmaz ailesinin günlük rutindir bu. Her sabah, Hasan ve kardeşi bisikleti kimin alması gerektiğini tartışlar. İkisinin de çok önemli işleri vardır, hem de her gün. Düzenli bir geliri olmayan bu iki kardeşin nedense hep yapacak bir işi olur. Bu nedenle bu iki kardeş, her sabah en acil işlerini ardı ardına söyleyip bisikleti almaya çalışırdı. Ancak bu sabah Hasan'ın fazla tartışma istediği yoktu, bir müddet bir şeyler geveledikten sonra, "Al gitsin," deyiverdi kardeşine. İki kardeş, masaya oturmadan ağızlarına bir şeyler tıkıştırdılar. Sonra annelerinin yanına gidip ona sarıldıktan sonra ev denen kutunun içinden çıktılar.
Ev doğru düzgün güneş almadığından, kardeşler çıktığı anda vampir gibi güneşten korunmak zorunda kalmışlardı. Gözleri güneş ışınlarına alıştıktan sonra yollarına devam ettiler. Evleri çıkmaz sokağın en sonundaydı, ikisi sokağın başına kadar birlikte yürüdüler. Birbirine sıkıca bağlı bu iki kardeş, muhabbet etmeyi çok severlerdi ancak bu gün ikisinin de konuşacak hali yoktu. Konu belliydi, ikisi de aynı şey için uğraşacaklardı. Uğraştıkları şey üzücü olduğu için konuşmayı tercih etmemişlerdi. Sokağın başına geldiklerinde birbirlerine el sallayarak vedalaştılar. Hasan sola; kardeşi ise sağ tarafa gitti. Hasan ölü kedi kokusuna bulanmış sokakta yalnız başına yürümeye başladı.
P... sokağını geçtiğinde Hasan'ın adımları daha da yavaşladı. Bu sokağın avantajı daha az kokuyor olmasıydı. Kötü yanı ise hiç güneş görmemesiydi(ki bu Hasan'ın için bir dezavantaj değil, sıradan bir şeydi). Bina gen bebeklerinin zengin muhitinin yüksek binalarının gölgesinde kalan bir yerdeydi. Sanki sabah olmamış gibi bir karanlık vardı sokağın üzerinde. Üstelik bu sokakta elektrik de yoktu. Altı ay önce bir arıza olmuştu ve kimse bu arızayı gidermek için mahalleye giremiyordu. Gerçi yerel yöneticilerin arızayı gidermek gibi bir niyetleri de yoktu. Birkaç yöneticinin "Kalekıyı bağımsız bir yer, bizi ilgilendirmez," dediği bile söyleniyordu. Tabi böyle bir şeyi doğrulamak mümkün değildi. Ancak söylemiş de olabilirdilerdi. Kalekıyı'da neredeyse herkes işsiz olduğundan(en azından resmiyette) Kalekıyı yerel yönetim için 'ölü yatırım' idi. Elektrik arızasından sonra sokaktaki evler de boşalmış, burada yaşayanlar da mahallede başka bir yere taşınmıştı. Kalekıyı'nın özetiydi bu sokak. Şehrin ortasında çürümeye terk edilmiş bir yer. Hasan hızla sokağı geçmek istiyordu ancak hızlı yürüyecek enerjisi yoktu. Sürekli annesi ile ilgilenmek zorunda kaldığı için dün gece uyuyamamıştı.
Ağır adımlarla da olsa Hasan sokaktan çıkmayı başarmıştı. Sağa dönüp yürümeye devam etti. Ceplerini karıştırdığında anahtarını yanına almadığını fark etti. Artık geri dönmek için çok geçti, akşama kardeşinin ondan önce eve dönmesini ummaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
Yarım saatlik yürüyüşünün ardından Hasan Kalekıyı'nın parkına varmıştı. Adının park olması kimseyi şaşırtmasın; parkta kırık veya bozuk olmayan herhangi bir şey yoktu. Sadece parkın ortasındaki heykel, ışıklarından gövdesine kadar her yönü ile sapasağlamdı. Mahalleli de bu sağlamlığa şaşırmış olacak ki, heykele 'kutsal heykel' adını takmış, arada etrafında döner saygılarını sunarlardı. Kimsenin putperestliğe niyeti yoktu, ama bu ritüel Kalekıyı halkının kendini ifade etme şekliydi. Bu kadar görmezden gelinen insanlar hayatta kalmanın bir yolunu bulmuştu. Hasan, kutsal heykelin(!) önündeki bir banka oturup beklemeye başladı. Ancak oturması ile yere düşmesi bir olmuştu. Tahtakurularının yıllarca kemirdiği bank, üzerinde bir kişinin oturması ile paramparça oldu. Hasan ayağa kalktı, giysilerin üzerindeki tozu eliyle süpürdü. Kutsal heykelin kutsallığını(!) daha iyi anlamıştı. Heykele selam veren Hasan onun önünde beklemeye karar verdi.
Hasan yaklaşık beş dakika boyunca heykelin önünde bekledi. Sonra sağa sola bakındı. Parkın karşısındaki sokaktan beklediği kişi ona yaklaşıyordu. Boyu, Hasan'ın boyuna yakındı. Ama ondan biraz daha ince biriydi. Sokakta sadece ikisi olduğu için birbirlerini kolayca fark etmişlerdi. Hemen heykelin altında buluştular. Hasan, arkadaşını görür görmez ona sıkıca sarıldı.
"İşler nasıl Sonay?" diye sordu Hasan.
"Nasıl gidebilir ki? Nerede olduğunu bilmiyor musun?" diyerek cevapladı Sonay. Mahalledekilerin herkes bu soruya aşağı yukarı böyle bir cevap verirdi. Çünkü bu cevap, her kişi ya da koşula uyan bir cevaptı. Acaba bu soruya da 'kutsal soru' mu denmeliydi?
Sonay, Hasan'ın yüzüne baktı. Enerjisinin bittiği yüzünden okunuyordu. "Ne oldu sana?" diye sordu, can dostuna.
"Annem işte, biliyorsun," dedi Hasan. Bu konu hakkında konuşmak istemiyordu. "Para lazım."
"Para herkese lazım da kimse iş bulamıyor. Ama biliyorsun gen bebeği değilsen iş yok. Günübirlik ne bulursan."
"Var mı bugünlük bir şeyler?" diye sordu Hasan. Sesi her zamankinden daha yumuşak ve kısıktı. Fısıldar gibi konuşuyordu.
Sonay, Hasan'ın koluna girdi ve "Birlikte bakalım," dedi. Birlikte yürümeye başladılar.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top