1 ☸ Kurtarıcı
☸ Kurtarıcı ☸
Ametist'te ölüm yoktu. Ametist'te kan yoktu. Savaş yoktu.
Kimi kandırıyordum?
Ametist'te olmayan bir kurtarıcılar vardı.
☸
Ellerim yazmaktan ve çizmekten neredeyse tamamen kapkara olmuştu. Saatlerdir odamdan çıkmamıştım. Önümdeki masada ve odanın her tarafında üst üste yığılmış yüzlerce kitap ve yarısı buruşturulmuş bir o kadar da kağıt vardı.
Laurel, Merkez'in ya da Ametist şehrinin kütüphanesinde çalışmam konusunda ısrar etmişti fakat ben ona karşı çıkmıştım.
Ametist'e ilk geldiğim zamanki evdeydim. Evimdeydim. Hiç değişmemişti.
Düşüncelerimden ayrılıp bir kağıdı daha buruşturdum. Kafamdaki bütün bilgiler birbirine girmişti.
Hala gümüş meselesinin bir açıklığa ulaşması için çabalıyordum ve sonuç kocaman bir sıfırdı. Aralarında Laurel'in yazdıkları dahil bir sürü defter ve kitap olan yığınlara son bir kez daha bakıp ayağa kalktım.
Odamdan çıkıp merdivenlerden aşağı kattaki salona inerken başım zonkluyordu. Gri renkli koltukta bilerek bıraktığım hologram yansıtıcısındaki mesajlar başımdaki ağrıyı iki katına çıkardı.
Mesajların çoğu ya Laurel'den ya da Isabel'dendi, o mesajların birkaçına bakınca bütün umutlarım sönmüştü.
Dimitri... O buraya geliyordu. Üstelik de yalnız değildi.
☸
"Sizin aranızda geçen hiçbir şey beni ilgilendirmez, Luna." Laurel'in bu sözleri karşısında derin bir nefes aldım. Tam konuşmaya başlayacağım sırada daha söyleyemediğim kelimelerimi böldü. "Ama Ametist'te olacak en ufak bir sarsıntı beni ilgilendirir. Hem de en derinden."
"Kısaca benden bu akşam diğer şehirlerin kurucuları geldiğinde normal davranmamı istiyorsun." dedim sıkıntıyla. Başını evet anlamında salladı. "Elimden geleni yaparım, Laurel. Ama söz veremem."
Laurel omuz silkip tek kelime etmeden yürümeye başladı. Birkaç saniye sonra onun gidişini izlemeyi bırakıp incelediğim kitap raflarına geri döndüm.
Merkez'in kütüphanesindeydim. Normalde kitapları sevmeme rağmen şu birkaç gündür hiçbirini görmek istemiyordum.
Bilim kitaplarından nefret ederdim. Bilim kurgu severdim.
Ellerimi üstlerinde tek toz olmayan ve neredeyse kusursuz bir halde raflara konulan kitapların üstlerinde gezdirirken zihnimde duyduğum his irkilmeme sebep oldu.
O buradaydı. Ametist'teydi.
Aramızda geçen onca şeye ve onu son gördüğümden beri hiç konuşmamamıza rağmen kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum.
Ne kadar olmuştu? 10? 15 gün?
Belki de daha fazla. Ametist'te zaman farklı işlerdi. Biz gümüşler için ise daha da farklıydı.
☸
Laurel'i uzun bir süreden beri ilk defa Merkez'in dışında görüyordum. Aslında bulunduğumuz yer de Merkez'den pek de uzak sayılmazdı. Ametist'in en uzun binasının en üst katındaki salondaydık fakat şu an bulunduğumuz yerde bile onun yanında onlarca muhafız vardı. Kimi sivil kıyafetlerin kimi üniformaların içinde. Laurel aynı zamanda ilk defa mor pelerinini giymemişti. Onun yerine üzerinde eflatun renkli yerlere kadar uzanan ve ametist taşlarıyla süslenmiş bir elbise vardı. Benim aksime güzel ve güçlü görünüyordu.
"Dolunay?" İsmimi uzun süreden beri ilk defa aksansız bir ses söylüyordu. Arkamı dönmemle birlikte iki kişiyle göz göze gelmem bir oldu.
Karşımdakiler tıpkı benim gibi Türk'tüler. Fakat onları tanımıyordum. Türkçe konuşmaya başladım. Uzun süredir kullanmadığım dilim bana ilk defa bu kadar yabancı gelmişti. "Siz kimsiniz?"
Kadın gülümsedi. "Selestit'ten geliyoruz, Dolunay." dedi yanındaki adamı da işaret ederek. "Karneol ve Dünya hakkında konuşmak için-"
Laurel'in ne ara yanımıza geldiğini anlamadan onun sesini duydum. Ses tonu kızgın ve şaşırmıştı. "Bunu yemekten sonra konuşacağız."
Adam Laurel'in sözlerini duymamazlıktan gelip bana döndü. Onun da üzerinde tıpkı yanındaki kadın gibi beyaz kıyafetler vardı. "Gümüş Gölge olduğun doğru mu?"
"Evet." dedim ve aklıma gelen ilk soruyu sordum. "Selestit nerede? Bildiğim kadarıyla Birlik'in sınırları içerisinde değil."
Adam tam ağzını açacakken Laurel konuşmaya başladı. "Luna." dedi uyarır gibi. "Az önce Dimitri'nin seni aradığını duydum."
Yine aynı his...
Önce Selestit denen yerden gelen kişilere sonra da bu salonun çıkış kapısına baktım. Adamla kadın benden her şeyi bilmemi bekliyordu. Selestit'le ilgili onlara soracak onlarca sorum vardı.
Zihnimde hali hazırda bulunan tartıyı harekete geçirdim. Hangisi daha ağır basıyordu?
Laurel'e son bir kez baktım. Bakışlarındaki bir şey hoşuma gitmemişti. Ama ne yapacağımdan adım gibi emindi. Diyebileceğim bir şey olmadığı için onları o halde yalnız bırakıp yürümeye başladım. Dimitri'ye onun nerede olduğunu sormama gerek yoktu. Zaten biliyordum. Hissedebiliyordum. Adımlarımı hızlandırarak gümüş ve ametist renkleriyle gözlerimi alan salonla Ametist'in bütün manzarasını gözler önüne seren cam balkonu ayıran gümüş renkli transparan kapıya doğru ilerledim.
Balkona çıktığım anda içten içe onun burada olmamasını istiyordum aslında.
Dışarısı içerisinin aksine soğuktu. Bir an için her şeyi unutup Ametist'in en uzun binasının kenarına doğru yavaş adımlarla yürümeye başladım.
Aşağı bakınca bir an için başım dönmüştü. O an bulunduğum şehrin bu kadar büyük olabileceğini düşünememiştim.
Gökyüzü hem Yeni Dünya'nın yansımasından hem de Ametist şehrinin kalkanından ötürü koyu mor renkteydi. Yıldızlar sanki tüm ışıklarını bu güne saklamış gibi parıldıyorlardı. Henüz cüce bir gezegen mi yoksa Ametist'in bir uydusu mu olduğunu çözemediğim tıpkı güneş sistemindeki Satürn'ün küçük, mor bir kopyası gibi duran-
"Luna?"
O sırada ne düşündüğümü duyduğum sesle birlikte unutuverdim. Sırf onun sesini duymak bile bende bu etkiyi yaratıyordu.
Ametist'in manzarasına arkamı dönüp haftalardır görmediğim Dimitri'ye baktım. Son görüşmemiz pek de iyi geçmemişti fakat gözlerine baktığım anda onun da tıpkı benim gibi eskiden olanları unuttuğunu görebiliyordum. Ya da hatırlamak istemediğini.
Bir şeyler söylemek üzere ağzımı açtım. Fakat ne diyeceğimi bilemiyordum. Birkaç saniye sanki sonsuzlukmuş gibi gelen sessizliğin ardından daha güçlü bir ses tonuyla konuşmaya başladım.
"Platin'deki görevin daha ne kadar sürecek?" Günlerdir ona sormak istediğim ve aklımdan çıkmayan soruydu bu. "Ayrıca bu?"
Bunu istememiştim. Gerçekten istememiştim.
"Luna, açıklayabilirim!" Dimitri onun düşüncelerini okuduğumu değişen yüz ifademden anlamış olmalıydı.
"Platin'de bir görevin falan yok, öyle değil mi?" diye sordum ona doğru bir adım atarak. Gözlerimi gümüş rengine parıldayan yeşil renkli gözlerinden ayırmadan konuşmaya devam ettim. "Sen sadece benden kaçmak istiyordun."
Yanıt vermedi fakat ben konuşmaya devam ettim. "Madem benden ve hislerinden bu kadar nefret ediyorsun, neden Ametist'te kaldın o halde?"
"Luna." Dimitri'nin sesi tonu en az yüz ifadesi kadar endişeliydi. "Sakin ol. Platin'e bir görev için gitmedim doğru fakat orada kaldığım süre boyunca Ametist'i ve gümüşleri-"
"Bak ne diyeceğim, Caine." dediğim sözler kulağa pek de doğru gelmiyordu kabul fakat artık çok geçti. Gümüş Gölge olmaya başladığımı hissedebiliyordum. "Ametist, gümüşler, safirler ya da her neyse işte umurumda değil. Ben sadece sakin bir hayat istiyorum."
Dediklerime o da en az benim kadar inanmıyordu. "Sen ve sakin bir yaşam?" Sözlerindeki alayı keskin bir dille ifade etmesine gerek yoktu. Herkes anlardı bunu zaten.
Ve ayrıca Laurel'in sesini zihnimde duymama bile gerek kalmadan onun sözleri aklıma gelmişti.
Senin geleceğini gördüm, Luna. Onunkini de ve ne vardı biliyor musun? Birçok seçeneğiniz;
fakat hepsi aynı sonuca çıkacak. Hepsinde ya sen ya da o... Sonunuz Stephen ve benimkinden pek farklı olmayacak Luna.
"Kapa çeneni." dedim hem içimdeki hem de dışımdaki sese. Gözlerimi sanki kapayıp açınca renkleri normale dönecekmiş gibi kapatıp konuşmaya devam ettim. "Gümüş Gölge olmama izin verme. En azından bugünlük. Lütfen."
Gözlerimi açmadığım o birkaç saniye boyunca Dimitri'nin elini elimde hissetmiştim.
"Özür dilerim, Luna." demesiyle birlikte gözlerimi açtım. Az önceki kadar kötü olmasam da hala iyi sayılmazdım. "Benim suçumdu. Ametist'ten gitmemeliydim."
"Senin suçun değildi." dedim. Benim için yaptığı onca şeyden sonra onu suçlayamazdım.
Bir şeyler daha söylemek üzere konuşmaya başlamadan kapının açılma sesiyle birlikte dikkatimizi oraya verdik. Gelen Kalsedon'dan Corrin'in yerine buraya gelen Joseph'di.
Söylemek istediği şey her ne ise söylemedi. Onun yerine gülümsemeye çalıştı. "Sizi yeniden bir arada görmek güzel, gümüşler." Gümüşler' vurgulamıştı. Ardından bana dönüp konuşmaya devam etti fFakat söylediklerine kendi bile inanamıyor gibi görünüyordu. "Güzel görünüyorsun, Luna."
"Sözlerine dikkat et, Joseph." dedim gülerek. "Luna ve güzel kelimesi aynı cümlede olmuyor."
Fakat az çok haklı sayılırdı. O gün diğer kurucuların geleceği için -tek neden bu değildi tabi, hatta kurucular pek de umurumda değildi- Laurel ve Zafira'nın ısrarı üzerine bu elbiseyi giymiştim. Ametist'e geldiğimden beri giydiğim ilk elbiseydi. Turuncu-kızıl ve altın sarısı renkliydi. Ayrıca sardoniks olduğunu düşündüğüm taşlarla kaplı bir kemeri vardı.
Joseph de gülümsemişti. Ancak gülümsemesi gözlerine ulaşmadan kayboldu. "Corrin'den mesaj getirdim. Ve Karneol'dan. Haberler hiç iyi değil, çocuklar. Laurel'dan önce size anlatmak istedim."
Düzenlenme Tarihi: 26.09.2016
Aman Allah'ım :') 3. kitaba da geçtik *-* Ametist'e ve Kalsedon'a -hatta Sardoniks'e- gelen oylar ve yorumlar beni ne kadar mutlu ediyor anlatamam.
Umarım beğenmişsinizdir. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
Ayrıca bir bölümde ilk defa bu kadar çok betimleme yaptım sanırım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top