hayal [vi.]

Sana doğru koşmak, sen öyle dururken
Gülümseyerek koşmak,
adımların içeride,
ayakların kapının dibinde ve
elin tokmağın üstünde olduğu halde
Sana tekrar tekrar koşmak, sen öylece dururken.

Bazı insanlarla birbirimizden kasıtlı olarak uzaklaştığımızı düşünüyorum. Evet araya zaman, mekan ve kişiler giriyor ama sanki taraflar da bunu oldurmak için uğraşıyor gibi. Bazen böyle düşünüyorum, elimde olmadan. 

Emre'yle böyleydi.

Üniversiteye başladığımız ilk sene, liseden kalma alışkanlıklarımız sürse de bir şeylerin değiştiğini sezmiştim.

O benim 16 yaşımdayken tanıyıp aşık olduğum, mezun olur olmaz evlenmeyi planladığım kişiden daha farklıydı artık. Belki de üniversite sınavına çalışabilmek için her şeye bir sene ara verdiğimiz o dönem olmuştu ne olduysa. Sınırlı sürelerde konuşmuş, araşmış ve buluşmuştuk. Ne de olsa işin ucunda birlikte geçirmeyi planladığımız bir ömür vardı ve bunun için ikimiz de azami çabayı göstermek zorunda hissetmiştik.

Çabalarımız boşa çıkmadı. O mühendislik kazandı ben hukuk, aynı şehirde, aynı üniversitede.

Üniversiteye kayıt için gittiğimiz zaman ev ilanlarına da bakıyordum bir yandan. Millet fıldır fıldır yurt ya da ev arkadaşı ararken ben müstakbel ev ve hayat arkadaşımı üç yıldır tanıyor olmanın verdiği gurur ve ayrıcalıkla gülümseyerek hem şehre bir göz atıyor hem de kuracağımız evin hangi semtte olması gerektiğine karar vermeye çalışıyordum.

Emre aynı heyecan ve mutluluğa sahip değildi ama onu anlıyordum. Tercihleri yaparken ailesiyle büyük bir kavga vermişti, bizim yaşadığımız şehirdeki özel üniversitede tıp okusun istiyordu babası. Ama o bunun yükünü almak istemiyordu. İlgisinin olmadığını söylüyor, bu ilgisizliğinin uğruna binlerce lira harcamanın saçmalık olduğunu babasına anlatmaya uğraşıyordu.

Tüm bunlar olurken aradaki ipler epeyi gerildi.

Annesinin benden haberi vardı, kadın beni aradı ve aradan çekilmemi istedi. Emre'nin verdiği karardaki sebebin ben olduğumu düşünmüştü.

Ne yapacağımı bilemez bir halde Emre'yi aradığımda onun da sinirlerinin gerildiğini ve canının epeyi sıkkın olduğunu fark ettim.

Bu gerginlik o günden itibaren katlanarak arttı Emre'de. Üniversiteye kayıt için otogardan yola çıktığımızda tadı yoktu, ben ev ilanlarını ona gösterirken, nikah tarihi alabilmek için araya tanıdıklarımı sokmaya çalışırken... Emre yoktu. Emre gitgide eksiliyordu ve ben hayallerimiz gerçekleşirse bu düzelir sanıyordum.

Annemle telefonda kavga ederken bu hayal uğruna kendimi parçalıyordum, annem beni babama söylemekle korkuttuğunda bu hayalin uğruna ona bağırıyordum, bu hayal uğruna onunla her konuşmamızda telefonu yüzüne kapatıyordum.

"Her şey bir hiç içindi..." dedim kendi kendime.

Gözlerimi silerek burnumu çektim. Olanı biteni yeniden hatırlamak sinirlerimi bozmuştu.

Tatil günümü nelere harcadığımı hatırlattım kendime, kahvaltının ardından tekrar gelip oturduğum, geçmişi andığım çalışma masamdan tekrar kalktım ve odamın penceresine doğru gittim.

İçime taze bir nefes çektim. Bu kez keşke demediğim için sevindim.

Normalde ne zaman tüm olan biteni hatırlasam, ne zaman geçmişi yad etsem onlarca gözyaşının arasında "Keşke" diyerek hıçkırır sonra gerisini getiremezdim.

Yanağımdan süzülen birkaç damlayı elimin tersiyle silip telefonumu elime aldım. Baktım, kim aramış kim mesaj atmış.

Kargocuların grubu her zaman olduğu gibi aktifti, oradan bir sürü mesaj gelmişti... Kaşlarımı çattım. Ofiste çalışanlardan Gizem aramıştı. Hem de birkaç kez.

Mesajlaşma uygulamasına girdiğimde Gizem'in mesaj attığını da fark ettim. Konuşmaya girip ne yazdığına bakmak istedim.

Senin bu kadar kindar olduğunu bilmiyordum...

Biz sana napmışız?

Ya ben?

Sana naptım Feride?

Hümeyra'ya ve sana karşı ne kötülüğümüzü gördün?

İş yerimizdeki huzurlu ortamı böyle saçma sapan şeylerle bozmaya hakkın yok. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama senin yaptığın aleni nefret pompalamak.

Ne olduğunu anlayamadan üstüme aniden oturan büyük bir gerginlikle Hümeyra'yı aradım.

Bir kez çaldı, iki kez... Dört kez..

Meşgule alındı.

Bir daha aradım.

İlk çalışta açıldı.

"Efendim Feride?" dedi açar açmaz, boğuk bir sesle. Ancak sesindeki ifade sanki onu epeyce rahatsız etmişim gibiydi, bunu hissetmek canımı sıkmıştı.

"Gizem bana neden böyle şeyler yazmış? Ne oldu ben yokken ofiste?" sesim ben fark etmeden yükseldi.

"Ne bileyim ben? Git Gizem'e sor." dedi, ancak ben bunu derken bile sesi anlayamadığım bir şey barındırıyordu.

"Söylesene Hümeyra." dedim sakin olmak için büyük bir çaba sarf ediyordum ve onun da bu çabamı hissetmesini istiyordum.

"Dün gece seninle konuştuklarımızı duydular. Ve çok sinirlendiler." dedi.

"Nereden duydular?"

"Ben söyledim." dediğinde telefon kulağımda, öylece dondum kaldım.

"Bunu neden yaptın?"

"Artık çok bıktım." deyip iç çekti. "Kalabalıklar arasında fark edilmek için çabalamaktan, bir yerlere gelebilmek için emek sarf edip kendimi yırtmaktan ama elime hiçbir şey geçmemesinden... Dün ofisten biri bizi doğum günü kutlarken görünce sordu 'Neden bizi çağırmadın, biz de gelir kutlardık Feride'yi falan... Senin onları sevmediğini söyledim. Beni de kendi yanına çekmeye çalıştığını... Çünkü bıktım! Ezilmekten ve başkalarının bunu yapmasına izin vermeyecek kadar güçlü olamamaktan... "

Onu kestim. "Ne alaka sen ne saçmalıyorsun? Sen de onlara bayılmıyorsun, iş yerinde birkaç düzgün insan dışında herkes birbirinin ardından konuşuyor, birbirlerinin kuyusunu kazıyorlar, senin gibilere mobbing uygulanıyor.. Benim gibi doğrucular sevilmiyor.. Bunu bilmiyor musun? Ayrıca dün dediklerimde ne vardı? Sen onların sana uyguladığı mobbing yüzünden kaç kez ağladın hatırlamıyor musun? Bir iki defa araya ben girdim. O Gizem'le kavga edecek oldum diğerleri ayırdı.. Bugün gelmiş sanki ortada hiçbir şey yokmuş da ben ortalığı bulandırmışım gibi bana mesaj atmış... Sen benim üstüme basarak onların yanında yükseleceğini falan sanıyorsun sanırım.." deyip acıyla güldüm.

Sesini çıkarmadı.

"Bak..." dedim, "Bu benim başıma ilk kez gelmiyor. İlk kez birilerini savunmuyorum, ya da savunduğum için ilk kez kazık yemiyorum. Senden de bir şey beklememiştim aslında biliyor musun..." Sesimin kırılmasına izin vermedim gözlerim dolsa da. "Buradan başka bir yere geçerim, başka bir iş bulurum, o kalabalığa karışırım yine. Bu benim için sorun değil. Çünkü ben kendi ayaklarımla yürüyorum o insanların arasında. Sense kendi ayaklarının, başkalarının desteği olmadan işe yarayamacağına inanmışsın."

Derin bir nefes verip araya girdi.
"Evet Feride, aynen öyle... Lafın bittiyse işime geçmem gerekiyor."

Tek kaşımı kaldırıp dişlerimi sıktım, bir şey söylemeden bekledim öylece.

O da biraz bekledi, "Ben artık..." dedi, hiddetli bir sesle konuşmaya başladı. "O kalabalığın ayaklarımı kirletmesini istemiyorum. Seni kullanmak istemedim," sesi titriyordu. "Ama bugün her şey bir anda gelişti ve ben bunu yapmak zorunda kaldım. Sana karşı her zaman samimiydim, ama.."

Gözlerimi yumup telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. İçime dolan üzüntü ve sinirle birlikte hala konuşmasına rağmen telefonu onun yüzüne kapattım.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top