7.BÖLÜM: PARÇA'NIN BÜTÜNÜ

Bilirim, dıştan güler içinde

Gece, ölüm saklı.

''Şarkılar Kitabı, Heinrich Heine''

*******

Bu fotoğraf beni biraz heyecanlandırdı ehehehehe sizde heycanlandınız biliyorum 😂 iyi okumalar canlar!💙
*

****

Virane, sözlük anlamı olarak örselenen,bakımsız ve yıkılmış kapı anlamına gelirdi. Kökeni farsça olup divane kelimesiyle kafiyeliydi. Divane kelimesi ise cin çarpmış,deli anlamına gelirdi. İnsan hem virane hem de divane olur muydu? Bir cümle,bir insan küçücük bir hata insanı allak bulak edebilir miydi?

Ederdi.

Evine geldiğinde iki gündür kendisinde kalan arkadaşı Gamze'ye olan bitenleri şaşkınlık içerisinde anlatmıştı. Şüphelerini,karmaşasını,hem kendini hem Aras'ı anlamakta güçlük çekmesini... Her birini anlatmış kollarını önünde bağlayıp onun cevap vermesini beklemişti. ''Dilhun bu adam senin mantığını baya etkilemiş arkadaşım,'' almak istediği cevap bu değildi. Kaşlarını kaldırıp ona soran gözlerle bakarken Gamze elini tuttu. ''Yani bak bugün buraya Aras gelseydi ve sen mutfaktayken evini dolaşıp girmesini istemediğin bir yere girecek gibi olsaydı ne hissederdin?'' Yutkundu.

Cevabı biliyordu bu yüzden susmayı tercih etmişti. Gamze'nin önünde, o mantığını yerine getirirken ufaldığını hissetti. Kendisini hazır hissettiğinde,''babası ölmüş Gamze. Bana bunu söylemedi,'' dedi. Gamze'nin gözleri ona istemediği bir anlamda bakıyordu.

Hayır dedi içinden. Böyle bir şeye hazır değildi. Evet Aras hoş bir adamdı ondan hoşlanmaya da başlamıştı ama onu tam olarak tanımıyor tanımaya başlarken de karşısına şüphe tohumları çıkıyordu. ''Kendin söylüyorsun Dilhun. Babası ölmüş bu ağır bir şey ve bir an da sana 'Dilhun bugün babamı kaybettim canım.' diyemez.'' O anlattıkça yanlışlarını görüyordu. Yüzü iğrentiyle buruşurken midesi'nin burkulduğunu hissetti. Babasını yeni kaybetmiş birine fazla sert davranmıştı. ''Peki lavaboda ki kan?'' Her şeyi kafasında oturtturmak istiyordu. İçinde ki küçük bir parça haklı çıkmak için umutla Gamze'ye bakıyor diğer parçası ise haksız olduğunu kabullenmiş yere çöküp mahçupça elleriyle oynuyordu.

''Burnu kanamış olabilir ya da başka bir yeri. Hem adamın izinsiz odasına girmişsin Dilhun ne dersen de haksızsın.'' Omuz silkti. Dudaklarını öne doğru büzüp ona baktı. ''Gözlerinde ki fadeyi görmedin Gamze. Sanki o odaya girseydim kötü şeyler olacaktı,'' gözlerinin önüne lacivert hareler geldi. Yutkundu. Kapı'nın önünde dikilirken ona ifadesiz ama bir o kadar sert bakmıştı.

Gamze sıkıntıyla iç çekti. ''Dilhun adam mimar. Tasarım odası olabilir,çalışma odası olabilir ya da fantezi odasını henüz görmeni istemiyordur. Kim bilir?'' son cümlesin de ki şakaya söyledikten sonra kahkaha attı. Dilhun onun koluna vurup gülümsedi.

''Biraz rahat dursaymışsın ne güzel kırmızı odaya gidecekmişsiniz işte,'' Dilhun alt dudağını ısırırken yanında ki küçük minderi alıp onun yüzüne yapıştırdı. ''Sussana sen!''

Gamze de boş durmayıp eline geçen ilk minderi ona attığında evin içinde kahkahaları yankılandı. İki koca kız evin içinde minder savaşı yaparlarken Gamze dalga geçmeye devam ediyordu. ''Ah greyim neden greysin ki sen!'' ses tonunu inceltip
romeo ve juliet'den alıntı yaptığında koltuğa oturup gülmeye başladı. Kahkahalarıyla ona eşlik eden Dilhun da biraz gevşemişti. Gülüşmeleri sönerken göz ucuyla ona baktı,''acaba gerçekten kırmızı oda mı?'' dedi. Gamze iki elini yukarı kaldırıp,''valla öyle bir şey varsa geçmiş olsun mu desem hayırlı olsun mu bilemedim,'' dedi. Sesinde ki muziplik hala yerindeydi.

Dilhun önüne gelen saçlarını eliyle arkaya atarken,''onu aramalıyım değil mi?'' diye arkadaşına sordu. Gamze onu başıyla onayladığında derin bir nefes aldı. Eve geleli birkaç saat olmuştu ve şimdi araması garip kaçabilir miydi? Ama içinde ki suçluluk hissi ona rahat vermiyordu.

Gamze onu biraz daha rahatlatmak için,''adam sana senin için bilmediğim şeyleri öğrenirim dedi Dilhun. Ara gitsin ne kaybedersin?''dedi. İçinde ki sıkıntıyı gördüğü için şükretti. Arayacaktı fakat yarın o telefonu eline alıp araycaktı. Hemen araması garip olabilirdi ayrıca ona da düşünme fırsatı tanımalıydı. Yavaş yavaş sinirlendiğini hatırladı. Duygularını onun aksine kotrol edebiliyordu. Ona daha önce dediği bir şeyi hatırladı,'' sinirlenmem için geçmeyen bir ağrı lazım. Onun haricinde damarıma basılmadan sinirlenem.''

Damarına basmıştı belki de.

''Ne düşünüyorsun?''

Oturduğu yerden kalktı. Onu süzen Gamzeye,''yarın aramam daha iyi olur.'' diyip elini ona uzattı. Birlikte odasına giderken,''Batuyla konuştunuz mu?'' diye sordu. Batu,Dilhun'nun tahmin ettiği gibi pişman olup özür dilemişti. Fakat Gamze akıttığı göz yaşlarının intikamından bahsedip durmuştu. ''Az bile yapıyorum ben ona,'' ruh hali birden değişince hayretler içinde ona baktı. Gülümsemeden edemedi. ''Daha başlangıç bunlar,küçük bir özüre affedemem onu.'' dediğinde içten içe eğlendiğini görüyordu. Elini uzatıp onun saçlarını dağıttı. ''Çok çektirme adama,yazık.''

*****
Karanlığın adımları bir nöbetçi'nin adımlarına benziyordu. Yavaş ama temkinli. Her an çıkabilecek olası bir soruna çözüm bulabilecek,zehir gibi aklı olan,silah tutan eli güçlü bir nöbetçi...

Boy aynasında gördüğü lacivert hareleri ona gülümsüyordu. Dudaklarına baktı orada bir kıpırtı yoktu. Fakat gözlerinde gördüğü şey şeytanı bile kıskandıracak sinsilikte olan gülümsemesiydi. Çıplak ve halen sargılı bedenine baktı. Arkasını hafifçe dönüp sırtında ki izlere baktı. Yaralı bedeninde ki izlerin geçmesi imkansızdı. Göğsündekilerden memnundu fakat sırtı ona başka başka şeyleri hatırlatıyordu. Göğsünde ki yaralar Tanrıyla arasında ki derin bağı simgelerken,sırtı ona tiksintiyle bakan ailesini hatırlatıyordu. Bulunduğu odayı duvarda biraz önce yakmış olduğu mumlar aydınlatıyordu. Yerde koyu renk tişörtü ve şarap bardağı vardı.

'Fazla içiyorsun,'

Duyduğu ses evrenin her boyutunda yankılanan Tanrıya aitti. Gözlerini kendinden ayırıp şarabına uzandı. Şarabı alıp,gözlerini aynadan ayırmadan bedenine döktü. Kırmızı şarap kan gibi süzülürken dudaklarında ki açlığı hissetti. Gözünün önüne Dilhun'nun bedeninden akabilecek kanlar gelince yutkundu. Bu enfes görüntü kalbinin yerinden çıkacak gibi atmasına neden olurken ağzının kuruduğunu hissetti. Çıplak bedenini hayal etti,kızıl saçları yerde ahenkle seriliyken kalbinden gelen kutsal kanını alıp dudaklarına sürdüğünü düşündü. Sonra daha önce görmediği bir şey gördü. Sanki Tanrı ona benliğinde ki gerçekleri göstermek istiyormuş gibi bunu görmesine izin vermişti.

Dilhun'u yüceler yücesine teslim ederken attığı çığlıklar kulaklarında yankılandı. İki elini kulaklarına bastırıp gözlerini sıkıca kapattı. Yere doğru iki büklüm olurken daha fazlasını gördü,duydu. ''Canavar!'' Annesi'nin sesiyle harmanlanıp bir bütün haline gelen Dilhun'nun sesine dudaklarını araladı. Hayır dedi içinden. Sadece hayır.

Sonra ona bir an bile tereddüt etmeden saldıran kendisini gördü. Dışardan kendisini izlerken bir an aklından geçen düşünce kalbini incitti.
Canavar.
Bunu düşünür düşünmez kalbinin orta yerine ve daha dikişleri alınmamış yarasına kor düştü. Bulunduğu oda da haykırırken istemsizce elleri kulaklarından çekildi,yerde iki büklüm olan bedeni titremeye başladı. Transa girmiş gibiydi. Gözlerini kapatmaya çalışıyor fakat kapatamıyordu. Bir güç buna engel oluyor,titremesini daha da arttırıyordu. Ne olduğunu çok geçmeden anladı.

Tanrı en kuytularımızı bilirdi. Bizim kabul etmediğimiz,varlığından nefret ettiğimiz en sapkın düşüncelerimizi bilir çoğu zaman iyileşmemiz için bize el uzatırdı, haddimizi aştığımızda ise hak ettiğimiz cezayı verirdi.

Cezam geliyor.

Düşüncesi gerçekleşti. Eli dikişi alınmamış yarasına gitti. Gözleri iri iri sargıyı kaldırdı. Dikişlerin taze olduğunu gördü. Nefes aldı,''Affet!'' diye bağırdı. Yüreğine bir sancı daha geldiğinde affedilmesini sağlayacak tek şeyin kendi değersiz kanını akıtması olduğunu anlatı. Zoraki ayağı kalktı. Ezbere bildiği yerden bıçağını alıp tekrar yere uzantı. Gözlerini kapatıp dudaklarını ısırdı.

'Neden bu cezayı hak ettiğini biliyorsun benim şanslı oğlum.

Biliyordu. Aklından geçen görüntülerde kendisini bir canavara benzetmiş olması bunu hak ettiğinin kanıtıydı. Bir anlık gaflete düşmüş ve korku filimlerinde ki azılı katillere benzetmişti kendisini. Fakat o Tanrı'nın şanslı oğluydu. Bir canavarla ya da azılı, sapkın bir katille alakası yoktu. Daha kötü bir cezayı hak ediyordu. Bunu da biliyordu fakat bildiği bir şey daha vardı. Tanrı ona bu cezayı vererek üstün merhametini bir kez daha ona sunmuştu.

Başını onay verircesine sallayıp bıçağı dikişlerini açmak için kullandı. Dikine açık yarasında gezdirirken ağzından çıkan hırlamalar ve haykırmalar oda da yankılanıp onun kulaklarına geri doldu. Gözleri irice açılmış,yerinden çıkmak istiyordu. Kalbi ise soğumaya başlamıştı. Değersiz kanı yere akarken içinde ki kor cennetin soğuk sularıyla yıkanıyordu. Dudaklarından çıkan hırlamalar hastalıklı bir kahkahaya dönüştü. Tanrısı ona ceza verirken bile onu ödüllendiriyordu.

'Kim olduğunu ve bir hizmetkar olduğunu unutma benim şanslı oğlum. Yoksa ne benim yanımda ne dünyada huzur bulamazsın'

Acısına aldırmadan aynanın önünde diz çöktü. Bedeninden kanlar akarken,aynaya doğru yalvamasının doğru olduğunu biliyordu. Çünkü her birimiz onun suretinin yansımasıydık. Vahdet-i Vücut ilkesinde olduğu gibi ondan geliyorduk. Her bir parçamız onun güzelliğine eş değer olmasada onundu,oydu.

Ellerini yerde birleştirp yalvarır biçimde öne doğru eğildi. Büküldüğü için bedeni daha da kıvranıyor kanlar oluk oluk boşalıyordu. Bir süre öyle durdu. Daha sonra kulağında ki fısıltı ona ayağı kalkmasını söyledi. Güç bela ayağı kalkıp odadan çıktı. Kendi odasına girdiğinde yatağın üzerinde ki telefonunu aldı.

Saat geçti. 01.30

Bu saatte Eflatun'nun ne yaptığını merak etti. Ona verdiği nöbet listesine baktığında hastanede olduğunu gördü. Hastaneye de gidemezdi. Hem hoşlanmıyordu ordan hem de doktorlar bu yaraların nasıl oluştuğunu sorgulayıp duracaktı. Bir de hatırlamak istemediği o ızdırap içine geçen iki yılı vardı.

Başını iki yana sallayıp mecbur kalarak kendi yöntemlerini uygulayacaktı. Akan kanı, canı acıya acıya temizledi. Araç gereç dolabını açıp içinden büyük bir zımba aldı.

Daha önce yapmadığı bir şey değildi,yapmıştı. Sonra anladı ki cezasının bir parçası da buydu. Tanrı plansız asla bir şey yapmazdı. Bu onun kendini onarırken cezalandırmasıydı. Kim olduğunu unutmaması için yapması gereken bir şey..

Boy aynasının önünde yüzünde ki acı gülümsemeyle durdu. İki yana doğru açılmış derisine baktı. İçeriyi görüyordu. Dişlerini birbirine bastırıp kendini zımbayla dikmeye başladı.

İlk tak'tan sonra acıyla bağırdı. Güzel yüzünden akan terler gözüne gelip,orayı yakıyordu. Başını yukarı doğru kaldırıp ağzı aralık bir şekilde yeterli bir cesaret adına nefes aldı.

İkinci tak'tan sonra ayakta durmayı bırakıp yatağa yattı. Çarşafları da kana bürünürken üst dişleriyle alt dudağını ezdi, oradan da kan aktığını hissetti. Ne çok kana bulanmıştı elleri,bedeni,ruhu...

Üçüncü tak'tan sonra gözleri iyice kaymaya başlamıştı. Zımbaladığı yerler alev gibi yanıyor takatini zorluyordu. 'Geçecek' Saçlarında hissettiği Tanrı'nın elleriydi. Elinde olmadan gördüğü gözler ise meleğin gözleriydi. Yeşil hareleri ona dayanması gerektiğini söylüyor,dolgun dudakları ise gülümsüyordu. Efsunlu bir peri gibi uçuş uçuş yüzünün etrafında geziyordu.

Acısı mı dinmişti yoksa uyuşmuş muydu?

Bilmiyordu.

Bildiği tek şey dördüncü ve son tak'tan sonra bitik hale geldiğiydi. Göğsünden gelen hırıltılarla kahkaha attı. Elleri iki yana açılmış heybetli bedeni bir tablo gibi yatağını süslerken nefes nefeseydi.

Biraz dinlenip banyoya girdi. Sargı bezi alıp bedenini güzelce sardı. Ellerinde ki kanı umursamayıp mutfağa inip ağrı kesici aldı. Bir tane'nin onu kesmeyeceğini biliyordu o yüzden bir tane daha içiti. Odasına çıktığında hala acısı vardı. Kafasını acıdan uzak tutması gerekiyordu. Bu yüzden kanının aktığı yerleri temizlemeye karar verdi. Yarın gündelikçi gelecekti ve yerdeki kanları görürse korkup kaçacağından emindi. Önce kendi ellerini temizleyip çarşaflarını kirli sepetine attı. Viledayı hazırlayıp yerdeki kanı çıkartmak için azimle uğraştı. Hallettikten sonra yeni bir nevresim serdi yatağına. Kan kokusu yavaş yavaş odayı terk ederken altında ki kanlı eşofmanı halen üzerindeydi. Onu işi tamamen bittikten sonra değiştirecekti. Kendi odasının camını ardına kadar açıp havalanmaya bıraktı. Kanlı zımbayı da lavabonun içine atıp odadan çıktı.

Diğer odasına girdiğinde mumları söndürmediğini gördü. Yerde tabloya akan boya misali kanı ve kırmızı şarap lekelesi vardı. İkisinin başlangıç noktaları ayrıydı fakat aka aka bir bütün olarak buluşmuşlardı. Bu odayı da titizce temizledikten sonra camı açmak yerine adaçayı tütsüsünü yaktı. Enerjilerin temizlenmesi ve bu odanın cezadan arınmış olması gerekiyordu. Tütsüyü elini dalga yaparak oda da gezdirdi. Önünde duran aynanın önünde durdu. Gözlerine yansıyan mum ışığı sanki ona onun ruhunun derinliklerini gösteriyordu. Gördüğü tek şey ateşti.

Ve hissettiği cennetin soğuk akarsularıyla bir bütün olup karıştığıydı.

Tütsüyü bir kenara alıp aynanın arkasına geçip onu tuttu,sürüklemeye başladı. Aynayı kenara çekip üzerine kan bulaşıp bulaşmadığına baktı.

Yoktu.

Ayna onun aksine temizdi. Daha fazla oyalanmayıp oda da ki mumları üfleyerek söndürdü. Sanki üflediği her mum onun ruhundan bir ateşti ve tuhaftır ki onlar söndükçe ruhu korlanıyordu.

Ateş şeytanı temsil ederdi. Fakat bu yanıltıcı bir durumdu. Ateş insanı temsil ederdi. İnsanın içinde ki hırsı,kıskançlığı ve kini... Asıl su şeytanı temsil ederdi. Bakıldığında su ferhatı,dinginlik verdi. Fakat yanıltıcı bir güzelliği vardı bu da şeytanı yansıtıyordu. Su boğardı. Dalgaları seni alıp ordan oraya sürükleyebilirdi ve ne kadar çabalarsan çabala kurtulamazdın. Şeytan da yasak ve günah olan şeyleri çekici gösterip bizi boğulmaya sürüklerdi. Yanıltıcı bir güzelliği olduğundan su şeytana aitti.

Ateş ise insana.

Arasın ateşi ise nefsiydi. Bastıramadığı arzularıydı. Kini yoktu,kıskançlığı yoktu sadece baş edemediği nefsi onun ateşi olmaya yetmişti.
Odadan çıktı.

Vileda da ki suyu değiştirip mutfağa indi. Kan damlamış olan yerleri silip,mutfaktan aldığı bir bezle dolabın üzerinde ki kanlı elinin izini sildi. İşi bittiğinde rahatlayıp kısa bir duşa girip çıktı. Üzerinde yeniden temiz kıyafetlerle durduğunda toplamadığı mutfağı topladı. Acısı artık geçmişti. Buna nazaran uyku bastırmıştı ve dinlenmek istiyordu. Dinlenip yeni bir güne ve savaşa hazır olmak...

*****

Benzer benzeri oluştururdu. Simya'nın olayı buydu parça bütüne aitti ve parça'nın başına gelen bütünün başına da gelirdi. Bizlerin bilmediği ise kimin parça kimin bütün olduğuydu. İnsanlık gözünün önündekini görmeyecek kadar kör,en uzağındakini görecek kadar şahindi.

Rüzgarın elleri onu dürtükleyip uyanması için ikna etmeye çalışıyordu. Aras ise altı yaşına geri dönmüş annesine yataktan kalkmamak için direniyordu. Çalan telefonunu bile duymamıştı. Dün o kadar yorulmuştu ki gece gözlerini kapatır kapatmaz bambaşka alemlere gidip gelmişti. Dalgınlığına gelip açtığı camı da örtmeyi unutmuştu. Üzerine örtülü olan yorganı ilerleyen saatlerde açılmıştı. Aras'ın iri kolları birbirine dolanmış, ayakları cenin pozisyonunda büzülmüştü. Üşüyordu. Nefes alırken de burnunun tıkandığını hissediyordu. Zoraki gözlerini araladı. Kolları ve diğer uzuvları ağrırken inledi. Gözlerini araladığında içeri giren rüzgar canını yakmıştı. Sağ elini yüzüne siper edip bedenini kalkmaya ikna etti. Ayakları,çıplak kolları ve burnu donmuştu.

Yaz,sonunun geldiğini bir kaç gün önceden sinyalini vermişti. Şuan da ise yazın öldüğünü sohbaharın yeniden canlandığını anladı. Yüzünde ki keyfsiz ifadeyle camını örtmeye gitti. Her adımında soğuk parkeler daha da üşümesine neden oluyordu. Camı kapatmaya yeltendiğinde rüzgarın kokusu burnuna doldu. Rüzgar,yere yeni düşen sararmış bir yaprak gibi kokuyordu. Camı örttü,çorap çekmecesinden bir çorap alıp ayağına giydi. Daha sonra yarasına baktı. Yüzünü daha da buruşturdu. Sargı'nın üzerinde çok az kan vardı.

Neyi yanlış yapmıştı?

Yatağına yeniden uzandı. Yorganı boğazına kadar çekip cenin haline geri döndü. Telefonu eline aldığında iki tane araması olduğunu gördü. Birisi Mert'di o açmayınca mesaj atmıştı. Diğer arama ise Dilhun'a aitti. Dudaklarını yalayıp aniden öksürdü. Burnunu çekip hastalandığını anladı. Bu iyi haliydi. Günün ilerleyen saatlerinde halinin beterleşeceğinden emindi.

Dilhun onu bir saat önce aramıştı. Muhtemelen dün yaptığı ters psikoloji taktiği yüzünden suçlu hissediyor,evde ondan habersiz dolaşmasının yanlışlığını kavrayabilmişti. Dilhun zeki bir kadındı. Bunu onunla diğer buluşmalarında hemen anlamıştı zaten. Fakat dün ondan ummadığı bir tepkiyle karşılaşmıştı. Verdiği tepkiler ondan etkilendiğini fakat en ufak bir sorusunu cevapsız bıraktığı anda şüpheye düştüğünü göstermişti. Adı'nın üzerine tıkladı. Bir kaç çalıştan sonra açtı. Yorgun ve uyku sesi gülümsemesine neden oldu. ''Aras?''

''Beni aramışsın,yeni uyandım.'' ses tonu kendinden iğrenmesine neden oldu. Gerçekten hastalanmaya başlamıştı. ''Sen iyi misin? Sesin kötü geliyor.'' Dilhun fısıldayarak sormuştu. Telefon kulaklarındayken kaşları çatıldı. Neden sesiz konuşuyordu, yanında biri mi vardı?

''Yanında biri mi var senin?''

Hiç düşünmeden aklındakini söyledi. Hışırtı sesleri duydu önce, daha sonra onlara adım sesleri eşlik etti. ''İş yerinden arkadaşım ben de kalıyor da ondan sesiz konuştum.'' Açıklaması yüzünü güldürdü.

Sonra hapşırınca camı açık unutmasına küfretti. ''Sen hasta mı oldun?''

Nazlı bir inleme sesi çıkarıp,''malesef,'' dedi. ''İstersen gelip sana kahvaltı hazırlayayım işe gitmeden önce. Hem...'' cümlesi cüretkar sesi çekingendi. ''Dünü konuşsak iyi olur,'' cümlesini böyle tamamladı.

Planı işlemişti. Buraya gelip hatasını telafi etmek istiyordu. ''Pekala,Tahsin..'' lafı kesildi. ''Birini yollama ben kendim gelirim. Garip hissediyorum öyle.''

Son cümlesine güldü. ''Pekala,görüşürüz. Dikkatli ol.'' diyerek telefonu kapattı. Boş boş yere bakarken Mertin mesajına bakmadığı aklına geldi ve mesajlarını açtı. ''Edirne de misin hala? Umarım rahatsız etmedim.''

Bazen Mertin kendisine aşık oldğunu düşünüyordu. Yani şu cümleyi okuduğunda bir kadın ona mesaj atmışta onunla sevgiliymiş gibi hissediyordu.

''Evdeyim bir kaç saatliğine gelebilirim şirkete. Erken beklemeyin.'' yazarak mesajını yolladı. Telefonu yorganın içine koyup yatakta iyice büküldü. Gözlerini kapatıp Dilhun gelene kadar uyumaya karar verdi. Zaten gözlerinin içi yanıyordu. Dünden kalan yorgunluğunu da atamamıştı.

Biraz daha uyuması ona iyi gelecekti. Uykuya dalarken üzerinde ki yorgan onu kundak gibi kucaklamıştı. Yavaş da olsa ısınmaya başlamıştı. Ayaklarını da birbirine sürtüyordu. Normal şartlarda bu evde asla üşümezdi. Isı yalıtımları tamdı,zaten kendi tasarladığı bir evdi. Bu yüzden onu rahatsız edecek tek bir şey bile yoktu. Uyku onu kısa bir süre sonra kollarına alıp sarıldı. Alnına bir öpücük kondurdu,alnına dökülen saçlarını elinin tersiyle kenara çekti. Uyku, Aras'ın kafasını koyduğu yastığa oturdu ve bir elini çenesine dayadı. Ona kabus hediye edip nevrini mi döndürsem,yoksa güzel bir rüya verip içinin coşkuyla dolmasını mı sağlasam diye düşündü. Bu adama en çok dehşet yakışıyordu. Yüzünün güzelliğine rağmen ona dehşet verici kabuslar hediye etmek istedi. Tıpkı onun nevri döndüğü zaman nasıl acımasızsa,Uyku da onun gibi acımasız olacaktı. Siyah avuçlarını birbirine vurdu. Küçük bir öpücük kondurdu ellerine ve üfledi. Aras'a en güzel dehşeti hediye etti.

Genç yaşta aşık olanlara ne yazık! Bir daha ne öyle sevilecekler ne de sevebileceklerdi. Aşkın gözü kör değildi insanlar kör olmayı tercih etmişti. Gördüğümüz dehşete inanmak en zoruydu fakat görmezden gelip normal bir şeymiş gibi davranmak en kolayıydı. Kaçmak en kolay seçenekti. Yüzünü dehşete çevirip,onunla yüzleşmekse cesur ve cürretkar olanların yapacağı bir tercihti.

Asude,neydi kimdi bilmiyordu. Bildiği tek şey kalbi ağzında atıyor,haftalardır yanında olan bu genç oğlana umutla bakıyordu. Elleri onun elindeyken hiçbir şeyden korkmuyor,bilakis olabileceği en cürretkar haline bürünüyordu. ''Sana bir süprizim var meleğim,'' onun bu sözüne kıkırdadı.

Ona hep meleğim diyip duruyordu. Gerçekten melekler gibi güzel miydi? Ona güveniyordu,güzel olmasa Aras ona böyle seslenmezdi. Gözlerine bağlanan bandana ürkmesine neden oldu. Ürktüğünü hisseden Aras,''şişş,'' diyerek onu sakinleştirdi. Arkasında bedenini hissediyordu. Gözlerini kapattığında koca evde onu yönlendirdi. ''Aras,'' Arasın gülen sesini duydu. Elleri onun ellerinde yürüyorlardı. ''Süprizime bayılacaksın,'' romantik bir ortam da beni öpecek mi yoksa diye düşündü. Muhtemelen böyle bir şeydi. Başka ne olabilirdi ki? Ortada ne küçük kardeşinin sesi vardı ne de annesinin. Sadece ikisi evdeydiler. ''Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor Aras,'' sabırsızca konuşup yürümeye devam etti. Bilmiyordu ki o sonuna yürüyordu. Kalbi gerçekekten yerinden sökülüp atılacaktı. Masum amaçları olduğunu zannettiği bu genç onun umutlarını,gençliğini ve güzelliğini elinden alıp karanlık toprağa mahkum edecekti. İlk ve son defa aşık olmuş olacaktı. İlk ve son pişmanlığını yaşayacaktı. İlk ve son defa şehvetle öpülecekti. Hayallerini gerçekleştiremeyecek,annesine bir daha sarılıp'seni seviyorum' diyemeyecekti. O,Arasla yok olacaktı. Yok olacağı odaya geldiklerinde Aras göz bandını açtı. Gözlerini kırpştırarak açtığında onun odasındaydılar. Perde kapalı ve yerlerde mumlar vardı. Kapıyı ardlarından örtmüştü ve o odayı incelerken Aras müzik çalarına bastı. Arkası dönük olduğundan Aras'ın cebinde ki bıçaktan haberi yoktu. Bir cinayete kurban gideceğini bilmediği gibi bunu da bilmiyordu.

Aras parlayan gözleriyle onun ince ellerini tutup kendisine çekti. Müzik eşliğinde sağa sola hareket ederlerken onun saçlarını kokladı. ''Sen ne romantikmişsin böyle,'' Asude'nin dediği şey gülümsemesine neden oldu. Dudaklarını kulağına getirip,''senin için,'' diyip ardından boynunu öptü. Asude ortamın güzelliği ile mayışırken yutkundu. Kalbi sonkez kan pompaladığından haberdar gibi hınçla atıyordu. Heyecanı heryerdeydi. Ona bakan herkes heyecanını hissederdi.

Dudaklarını ısırdı. Yeşil gözlerini onun lacivert harelerine diktiğinde onu öpmesini bekledi. Bunu yapardı değil mi? Boynuna kondurduğu minicik buse bunun sinyaliydi. İstediği olduğunda gözlerini kapattı. Artık dans etmiyorlar sadece anın tadını çıkarıyorlardı. Aras'ın dudakları büyük bir açlıkla onun dudaklarını öperken eli onun kızıl saçlarında dolaşıyordu. Diğer eli ise yapması gerekeni bilip bıçağını yokluyordu. Bir ruh alacaktı.

Tanrıya sunacağı bu melek onun kurtuluşu ve yeniden doğuşu olacaktı. Dudaklarını saliselik ondan çekti ve eliyle ensesini tutarken ona baktı. Yüz hatlarını iyice beynine kazırken,burnunu boynuna getirip kokusunu içine çekti. Tekrardan boynunu öpüp sonunda bıçağı kavramış olan eliyle onun göğsünü deşti. ''Cennette kavuşacağız benim güzel meleğim,''

Ruhunu teslim etmeden önce hayır ve neden diye bağıran Asude'yi yere yatırdı. Ona bakarken kanlı eliyle saçlarını sevip yutkundu.

Aras Karabulut bugün bir ruhu almıştı. Ve onun ruhu böyle doğmuş ve ancak böyle yaşayacaktı.

Yüzüne değen gölgeleri hissetti. Sonra göğsünde ki acı kendisini 'ben buradayım' dercesine belli etti. Gözlerini zoraki araladığında görüş alanı bulanıktı fakat ona yönelen elleri yine de görüyordu. Onları hışımla yakalayıp kavraması bir oldu. Gözlerini bir kaç kere net görebilmek adına kırpştırdı. Baktığında gördüğü yüz,Dilhun'a aitti. Sıkıca tuttuğu ellerini bırakıp rahat bir nefes aldı. Nefes alınca içine bir demir batıyormuş gibi hissetti.

''Aras, ne bu hal?''

Endişeli sesini işitti ama odaklanamıyordu bir türlü. Saçlarına dokundu terden sırılsıklamdı. Gördüğü kabus ona kim olduğunu hatırlatmıştı. Gözleri ona endişeyle bakan Dilhun'a kaydığında bunu anladı. Dilhun elinde tuttuğu çantasını yere fırlattı ve onu yatakta dikleştirmek için uğraştı. Aras kaşları çatık düşündü. Neden tepki veremiyordu? Vermek istiyordu ama göğsünde ki acı, demir gibi batıyordu.

''Ne oldu sana? Hastaneye gitmemiz lazım. Gözlerin kan çanağı,''

Hastane lafını duyunca hareket halinde olan ellerinden birini yakalayıp ona baktı. ''Hastane olmaz.'' Sesi onu korkutmuştu ama Dilhun'nun yüzünde endişeden başka bir şey yoktu. Elini bırakıp yatmaya devam etti. Dilhun ona doğru eğilip,elini sırtına koydu. ''Aras, hadi.'' Onun sözünü dinleyip bedenini yerinden kaldırmaya çalıştı. Biraz dikleştiğinde üzerinde ki terli tişörtü yukarı kaldırıp çıkaran Dilhun'nun yüzünde endişeden başka duygular da olmuştu. Korku,şok,üzüntü,merak...

Yutkunup tişörtü yere attı. Yastığını dikleştirip yara bere içinde olan sırtını oraya yaslamasına izin verdi. Gözlerini göğsünde ki yara indirdiğinde ise sakin kalamayacağını hissetti. Arasın sargısı kanıyordu ve ona anlattığı gibi bir tane değil bir sürü yara vardı göğsünde.

Yatağa oturup ona tepkisiz bakan Aras'a doğru eğildi. Yüzü hemen onun yüzünün altındayken elini sırtına attı. Sargı'ın başlangıcını bulup açmaya başladı. Bu sırada dikkati dağılmasın diye onun yüzüne bakmıyordu. Bu bitap hali bile dikkat dağıtıcıydı. Ayrıca gözünün önünden sırtında ki yara izleri gitmiyordu. Sargıyı açtıktan sonra gördüğü yüzünü buruşturmasına neden oldu. Zımbalarla bir dikiş atılmış ve dikişin olduğu yer şişip morarmıştı. Acilen hastaneye gitmeleri gerekiyordu. ''Aras yaran çok kötü. Hastaneye gidiyoruz ne dersen de,'' ayağı hızla kalktığında yine elini tuttu. Fakat bu sefer diğer tutuşları gibi sert değildi.

Sanki gitme kal der gibi naifti.

Ona baktığında yüzünden ter akıyordu. Çıplak göğsünde ki diğer yaralara bakmamak çok zordu. İçi acıyla iki büklüm oldu. Neydi bu yaralar?

Aras elini uzatıp fazladan güç sarf ederek yanında ki komidini açtı. İçinden dün Dilhun'nun bulduğu nöbet listesini çıkarıp ona verdi. Dilhun listeyi alıp kontrol ettiğinde bu doktorun şuan da uygun olduğunu gördü.

Ama neden?

''Onu arayacağız. Tahsine söyleyeceğim alıp gelecek onu.''

Zar zor konuşmuştu. Eliyle telefonu tutarken parmakları uyuşmuş gibiydi. Dilhun telefonu onun elinden aldı. Açık olan telefondan acil aramalara kayıtlı olan DR.EFLATUN yazısını gördü ve aradı. Çaldı,çaldı,çaldı.

Tam umudunu kaybetmişti ki telefon açıldı. ''Aras Bey?'' duyduğu kadın sesi naif ama bir o kadar resmi birine aitti. Bu kadının sesini daha önce duymuştu.

Onlar kafede otururlarken merak ettiği kadın DR. Eflatun'du. ''Aras bey şuan çok kötü bir durumda ve si-sizin buraya gelmeniz gerekiyor. T-Tahsin sizi alacak,'' sesi titreyerek konuşmuştu çünkü gözlerine bakan Aras'ın gözleri bayılacakmış gibi bakıyordu. Kadın,ona onay verdikten sonra telefonu Arasın yanına koydu. ''Tahsine söyleyip geliyorum,'' diyip aşağı koşacağı sırada Aras,''kal. Tahsini ara ama sen kal.'' dedi.

Başını aşağı yukarı sallayıp açık olarak bıraktığı telefondan Tahsini arayıp gerekenleri söyledi. İşi bitiğinde yanına otuup eliyle onun alnına dokundu. Şuanda farkında değildi ama bir anne gibi endişeyle hareket ediyordu. Sanki Aras,şuan altı yaşına dönmüş, grip olmuştu ve annesi ona bakıyordu.''Çok ateşin var.''

Kendi kendine konuşur gibiydi daha çok. Gözbebekleri irileşmiş ne yapacağını düşünür gibiydi. Yavaş hareketlerle yanında ki elini tuttu. Gözleri birbirine değince Dilhun sıkıntıyla kaşlarını çattı. Elini tutan elini güç verircesine,''neden hastaneye gitmiyoruz ki?'' dedi ve ona anlayışla baktı.

Aras başını iki yana salladı. Kurumuş dudaklarını yalayıp,''sen eve nasıl girdin?'' diye sordu. ''Seni aradım. Açmayınca Tahsin kapıyı açtı bende girdim. İyi ki de girmişim,şu haline bak.'' Boşta kalan eliyle alnına düşen terden sırılsıklam olan Aras'ın saçlarını geriye doğru itti. Benden iğrenmiyor mu diye düşündü Aras.

Elinin içinde ki eli sevip ona baktı. ''Teşekkür ederim.'' Acaba senin canını yakmak için kendi değersiz kanımı akıttığımı bilsen yine böyle yardım eli uzatır mısın bana diye sordu içinden ona. Kafasında Dilhunla konuşuyor ve cevabı meçhul sorular soruyordu.

''Aras Bey,'' içeri hızlıca bir kadın girdi. Güzeldi. İncecik bir yüzü siyah düz saçları vardı. Kısa sürede onu incelemişti. Alt dudağı üst dudağına göre dolgun ve yüzü orantılıydı. Güzel bir kadındı. Bu güzel kadın onun kalktığı yere büyük çantasını koyduğunda Arasla konuşmaya başlamıştı.

''Bu yara bu hale nasıl gelir? Aras Bey...''

Aras ona anlamını bilmediği bir bakış attığında sustuğuna şahit oldu. Doktor Eflatun yarayla ilgili işlemlerini yaparken Dilhun stres altında parmaklarıyla oynuyor ve yaradan gözünü alamıyordu. Acı içinde olan Aras'ın dikişleri alınırken yüzünü daha da buruşturduğunu,dişlerini bastırdığını ise kasılan çenesinden görüp anlamıştı.

Yara enfeksiyon kapmıştı ve temiz tutulması gerekiyordu. Doktor Eflatun'nun içinden küfrettiğini duydu. Bir ilaç ile orayı yumuşatıp tekrar diktiğinde,bir bez yerleştirdi. Etrafını güzelce sararken Aras'ın yüzü gevşemiş,ferahlık gelmişti. ''Aras Bey burayı temiz tutun ve darbelerden uzak durun.'' diyerek odadan çıkan doktora şok içinde baktı.

Darbelerden uzak durun mu?

Dalga mı geçiyor bu kadın diye düşünmeden edemedi. Başını iki yana salayıp biraz daha rahatlayan Aras'ın yanına oturdu. Hiçbir şey söylemedi. Sadece baktı. İlk konuşan Aras oldu.

''Ne olduğunu merak ettiğini biliyorum. Neden hastaneye gitmediğimi,'' eliyle göğsünü gösterip devam etti ''yaralarımı.'' sıkıtıyla bir nefes aldı.

''Sana bunları hemen anlatmak benim için zor Dilhun. Sadece zamanla bunları gösterip anlatabilirim. Hemen olmaz.''

Yüzünde acı bir gülümseme vardı. Anlatmak,paylaşmak istiyor da bir türlü yapma cesareti bulamıyormuş gibiydi. Dilhun sıranın kendisinde olduğunu anladı ve söylemesi gerekenleri söyledi. ''Aras ben dün gece neden öyle davrandığımı bilmiyorum. Evini senden habersiz gizlice dolaşmam yanlıştı,'' ellerini küçük bir kız çocuğu gibi önünde birleştirip oynamaya başladı. Bakışları ellerindeydi. ''Sadece ben yanlış insanları hayatıma almak konusunda çok iyiyim ve bundan dolayı şüpheci bir yapım var,'' Aras onun lafını kesti. ''Ben yanlış bir insan mıyım?'' Doğru cevabı o biliyordu fakat Dilhun bilmiyordu. Buna ramen Dilhun ona bakarak sorusuna cevap verdi. ''Umarım değilsindir. Bunu anlamam için beni şüpheye düşürme,''

Şimdi yeşil hareleri ona meydan okurcasına hırsla bakıyordu. Bir darbe daha istemiyordu hayatında, anlamıştı. İçinden 'sana darbe değil Tanrı'nın huzurunu getirdim' dedi. 'Sana darbe değil kurtuluş getirdim. Sana darbe değil bedenimde ki engin ateşi getirdim'

İçinden bunları düşünürken gülümseyerek ona baktı. Elini yanağına koyup,kafasını eline yaslamasını izledi. ''Dilhun biliyorum zor ama bana güvenmeni istiyorum. Bilmek istediklerini ancak zamanla açıklayabilirim. Zamanla,''

Çok iyi rol yapıyordu. Fakat atladığı,bilmediği onun görmediği bir şey vardı. Aras Karabulut kendisine karşı da rol yapıyordu. Ve bu rolün doğrularına inanıyordu.

''Açıklayabilirsin.'' yarım kalmış cümlesini tamamlayan Dilhuna baktı. Dilhun kabullenmiş görünüyordu.

''Peki zamanla her şeyi hazır hissettiğinde göster anlat bana. Ama bunu sormalıyım göğsünde aynı boyutta olan bir sürü yara var. Gerçekten göğsünü yaralayan kardeşin mi yoksa başka bir şey mi var?''

Aras bunu bekliyordu. Her şeyi sindiren ve zamana bırakan Dilhun'nun bu cevabı almak istediğininden emindi. Fakat ona ne diyecekti. Sana ulaşmak için değersiz kanımı akıttım mı? Hayır her şey için bir planı vardı.

''Kardeşim yaptı. Diğerlerine gelince zamanla Dilhun. Söz veriyorum.'' ona doğru eğilip ellerini tuttu. Yarası acırken nereye gittiğini bilmediği gücü tekrar yerine gelmişti ve en güzel bakışıyla Dilhun'a bakıyordu. Dudaklarını aralamış düşünen Dilhun'nun bir eliyle saçlarını sevdi. ''Dün bağırdıysam üzgünüm.'' bunu da söylemeyi ihmal etmedi. Kadınlar özür dileyen adamları ve yalanları severdi. O da bu ikisini yapmayı ihmal etmiyordu.

Dilhun gözlerini ondan kaçırıp,''işe gitmeden sana kahvaltı hazırlasam iyi olacak. Sonrada ilaçlarını içersin.'' dedi. Aras kaşlarını çattı. ''İlaç mı?''

Bir anda ayağı kalkan Dilhun ona gülümseyip alayla,''Evet ilaç. Hani hasta olduğumuzda iyileşmek için içeriz.'' dedi. Gözleri iri iri açılmıştı.

Aras ona ağzını büzüp baktı. ''Hıh!Çok komik. Dua et sen mecalim yok ayağı kalkmaya,'' Dilhun tatlı tatlı yerinde dururken aynı muziplikle,''ayağı kalksan ne olur çok merak ettim doğrusu.'' diyip gülerek odadan çıktı.

Mutfağa koşar adım inerken,dün yemek yedikleri masanın üzerinde ilaç poşeti oduğunu gördü. Tahsin gelirken ilaçları almış olmalıydı. Elinden geldiğince hızlı bir kahvaltı hazırladı. Eşyaların yerini bilmiyordu fakat araştıra araştıra öğrenmişti. Ona yumurta,biraz patates kızartması,bal,peynir ve zeytin hazırlayıp bulduğu bir tepsinin içine koydu.Çay demlememişti ama ketılda su kaynatıp acı bir kahve yaptı daha sonra da tepsinin yanına koydu. Bir kaç parça da ekmeği tepside hazır bulundurup yukarı onun yanına çıktı.

Dün gizlice dolaştığı koridorda bugün rahatça dolaştığı için mutluydu. Aklı halen o kapının ardında ne olduğuna takılsa da bakmayacaktı. Bu sefer rahat durup merakına yenik düşmeyecekti.

Elinde ki tepsiyle odaya girdi. Girdiğinde gördüğü şey dudaklarının aralanmasına ve kalbinin istem dışı hızlanmasına neden olmuştu. Aras'ın başı yere düşmüş, gözleri kapalı ve elleri önünde uyuyakalmıştı. Dudaklarını ısırdı. Tepsiyi komidin'in üzerine bıraktıktan sonra oturduğu yere geri dönüp ona baktı. Elini yavaşça yüzüne uzatıp uzun saçlarını geriye attı. İçinde bastıramadığı bir sevme dürtüsü vardı.

Bir parçası ona,'bebek gibi uyuyor şuna bak!' derken diğer parçası,'anne'nin tavsiyelerini ne çabuk unuttun. Başına bela olacak bu adam senin.' diyordu. Hangi parçasını dinlese,nereye gitse bilemiyordu. Elleri ise ondan bağımsız hareket edip tenini onun teniyle birleştirdi.

Oda da çığlık sesi yankılanıyordu ama bu çığlığı sadece ikisi duyuyordu. Tenleri,bedenleri farkında olmasalarda hisleri bir bütün olmanın anını kolluyor bunu iple çekiyorlardı. Çığlıklar,'ne zaman?!' diye bağırıyor kendi sonlarına bile isteye gidiyorlardı.

''Manzarayı sevdin sanırım,''

Yakalanma'nın verdiği utançla elini geri çekti. Hemen ayağı kalkıp tepsiyi ona getirdi. ''Ben kahvaltını getirdim sana,'' diyip hiç yakalanmamış gibi davranmaya başladı. Fakat yüzü kızarıktı.

Aras başını alayla sağa doğru yatırdığında uzaıp tepsiyi elinden aldı. Tepsiyi yatağın boş kısmına bırakıp çevik bir hareketle Dilhun'u kendisine doğru çekti. ''Acıktım ama bunları yemek istemiyorum,'' diyip gözlerini dudaklarına indirdi. Bir oraya bir gözlerine bakarken aralarında ki enerjiyi havada uçan kuş bile hissetti. Dilhun yavaşça,elleri onun ellerine hapis bir şekilde yerine oturup kendisini geri çekti. Ne yapması gerektiğini bilmiyor yine boşluğa doğru düşmüş yuvarlanıyordu. Ellerinde ki eller çözüldüğünde bakmadığı gözlerine baktı. Orda gördüğü duygu neydi bilmiyordu. Fakat bir an karşısında kendisini görür gibi oldu. Sanki Aras bir aynaydı. O an onunla ilgili gördüğü ilk rüya geldi aklına. Ürperdi.

O zaman da rüyasında kan vardı şimdi de kanla uğraşmışlardı. Tesadüf dedi içinden. Kafanda kurmayı bırak.

''Ne düşünyorsun?''

Hiç düşünmeden cevap verdi. ''Aynaları,'' Aras tepsiyi dizlerinin üzerine alıp kahvesinden bir yudum aldı. ''Aynalar ruhu yansıtır Dilhun. Aynalar bize Tanrı'yı yansıtır. Onun gibi mükemmel olamayız ama onun suretinden yaratıldık. Görmek istediğin ne varsa bakmayı bilirsen görebilirsin.'' diye ona açıklama yapan Aras'a baktı.

Tanrı.

''Tanrı hakkında ne düşünüyorsun?''

Aras'ın yüzündeki gülümseme genişledi. ''Tanrı,merhameti de gazabıda bol olan yüceler yücesidir Dilhun. Ona bakarsan aradığın her şeyi bulursun. Cenneti de cehennemi de.''

Dilhun Aras'ın dediklerinden bir şey anlamıyordu. Fazla bağlıydı. Dediklerinden çıkarttığı şey Tanrıya üstün bir bağlılığı olduğuydu. Pek dinine düşkün biri olduğu söylenemezdi fakat bağlı olduğu kesindi. Aras onun dediklerinden bir şey anlamadığını,kafasının karıştığını görüyordu. ''Sana bunu bir rubai ile daha kolay anlatabilirim. Ömer Hayyam'ı biliyorsun. Diyor ya Cenneti ve cehennemi arıyordum, dünyanın ve sonsuzluğun ötesinde. Görkemli bir ses yankılandı göklerde: "Ne arıyorsun? Cennet de sendedir, cehennem de!" aynaya baktığında gördüğün sende, bunlar var ve sen Tanrı'nın suretisin.''

Ona şiir okumayı yakıştırdı. Öyle hiddetli ve severek okuyordu ki ona hep bir şeyler okusun istedi. ''Hadi yemeğini ye,'' Aras yemeğini yerken Dilhun da aynadan ayağı kalkıp kendisine baktı. Üstünü başını düzeltirken gitme saati'nin geldiğini telefonunu çantasından çıkarıp bakınca anladı.

Aras bu noktada yemeğini yemiş arkasına yaslanmış onu izliyordu. Bedeni hala çıplaktı. Dilhun ona dolabını açıp rastgele bir tişört verdi. ''Üşürsün,'' diyip dolabını kapattı. Üzerine tişörtü geçiren Aras kendisini zorlayıp ayağı kalktı. Endişeli gözlerle ona bakan Dilhuna,''daha ölmedim.'' diyip önünde durdu. ''Gitmen gerekiyor değil mi?''

Dilhun dudaklarını öne doğru büzüp,''bu kadının para kazanması lazım.'' diyip omuzlarını silkti. Aras hım diyerek ses çıkarttı. Sonra ona iyice sokulup belinden tuttu. Kendisine doğru çekerken yüzünü bir nefeslik mesafe kalıncaya dek ona yaklaştırdı. ''Ayağı kalkarsam ne olacağını merak ediyordun değil mi?'' Kan bütün bedene akardı. Her bedenin kendine ait bir kanı vardı. Her insan'nın da bir parçası vardı. Ve parçaya ne olursa bütüne de aynısı olurdu.

Dünya bir anlığına dönmeyi bıraktı,kalp atmaktan feragat etti. Ve ıslak dudakları bir araya geldiğinde dünya'nın düzeni yeniden oluşmuştu. Kaderler yeniden yazılmış,parça bütününü,bütün parçasını bulmuştu.

****
ARASCIM SONUNDA ÖPTÜN DEDİĞİNİZİ DUYAR GİBİYİMMM.

AYY ÇOK HEYECANLANDIM BEN BUNLAR ÖPÜŞTÜĞÜNDE 😂😂
NEYSE BÖLÜMÜ UMARIM SEVMİŞSİNZDİR.

KÜÇÜK YILDIZIMIZI PARLATMAYI VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN! SİZİ SEVİYORUM BENİM KÜÇÜK MELEKLERİM!

İNSTAGRAM HESABI: WATTPADSAKLİ

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top