6.BÖLÜM: ÇELİŞKİLERİN MECBURİYETİ
Cenneti ve cehennemi arıyordum, dünyanın ve sonsuzluğun ötesinde. Görkemli bir ses yankılandı göklerde: "Ne arıyorsun? Cennet de sendedir, cehennem de!"
Ömer Hayyam.
*****
Otuz yaşına geldiğimizde tekrar çocuk olmak isteriz. Gerçek bir çocuk. Dört beş yaşlarında top oynayan,yere düşüp dizini yaralayan,kanayan yarasını annesi'nin üflemesini isteyen bir çocuk..
Aras diz çöküp annesine yalvardığında altı yaşında bir çocuktu. Burnuna dolan misk kokusu ve saçlarında gezinen eller ona dünya da kaybettiği huzuru tekrar bulmasını sağlamıştı. Kısa çok kısa bir an olsa da artık huzurluydu.
''Senin iyileşip güzel bir adam olmanı istedim. Torunlarım olsun onları seveyim, seninle gurur duyayım istedim,'' Annesi ona böyle söylemişti. Sesinden ağladığı anlaşılıyordu. Umutla başını ona doğru kaldırdı. ''Hala torunların olabilir anne,''
Saçlarında ki el onu sevmeyi bıraktı. Annesi'nin yüzü eski soğuk ve iğrenti dolu haline tekrar büründü. Elini çekip,''senin çocukların sadece şeytan'nın dölü olabilir. Başka bir şey değil!'' dedi. Bunun üzerine Aras ayağı kalktı ve odadan ayrılmadan önce,''Ben kimin dölüyüm anne? Göremiyorsun ama babamdan şeytanı yoktu.'' dedi ve küçük bavulunu eline alıp arkasına bakmadan evden çıktı. Evde ki akrabalar ona garip bir yüz ifadesiyle bakarken o hiç istifini bozmadı. Hızlı adımlarla Tahsin'nin onu beklediği yere ilerledi. Zihni garip bir şekilde durgun bir denizi andırırken kulaklarına bir ses ilişti.
''Abi!''
Duyduğu bu ses kardeşi Aral'a aitti. Geldiğinden beri tek kelime konuşmamışlardı. Sadece göz göze geldiklerinde onun ruhunun derinliklerini görmüştü. Derin bir keder ve özlem vardı. Aral yalnız hissediyordu. Kaç yaşında olursa olsun bununla başa çıkamayacak kadar güçsüz hissediyordu. Ona doğru dönüp bavulunu yere bıraktı. Karşısın da ki adam ona doğru gelirken onu inceledi. Üzerinde siyah bir takım vardı,gözleri ağladığını belli edercesine kızarıktı. Dolgun dudaklarını güç almak için dişlediği buradan bile belli oluyordu. Karabulut ailesi'nin kalan diğer erkek üyeleri gibi heybetliydi. Karşısında durunca ifadesiz suratını bozmadı. Tam bir şey söylemeye karar vermişti ki iri kolları boynuna dolandı. O da kardeşinin sarılışına karşılık verip kokusunu içine çekti. Onu en son gördüğünde yeni delikanlı olmuştu. Şimdi ise genç bir adamdı. Büyümüştü. Bunu daha yeni fark ediyordu.
Bedenleri birbirinden uzaklaşınca onun konuşmasına fırsat vermeyip konuşmaya başladı. ''Ben annemin yanında olamam biliyorsun fakat sen benim almam gereken yeri alıp ona destek olacaksın. Babamızdan sonra,'' kafasıyla evlerini gösterdi. ''Bu evin reisi sensin. Yanınızda olmama izin vermeseniz de her birinizi ayrı ayrı seviyorum.'' diyerek cümlesine devam etti. Aral'ın gözlerine baktığında ondan güç bulduğunu anladı. Bu içine birazda olsa su serpiştirmişti. Aralarında başka bir konuşma geçmedi. Fakat Aral'ın onu anladığından kesinlikle emindi.
Yere bıraktığı bavulunu tekrar eline alıp arabaya doğru ilerlemeye başladı. Araba'nın yanına geldiğinde siyahlara bürünmüş eve son defa baktı. Bir daha bu evi bir başka ölüm olursa o zaman göreceğinden emindi. O zamana kadar evi hafızasına kazıyıp Tahsin'nin açtığı kapıdan arabasına bindi.
Saatler geçip İstanbul'a geldiklerinde son iki günün ağırlığını boğazın derinliklerinde boğduğunu hissetti. Sonunda tam anlamıyla evindeydi. İstanbul onun eviydi. Telefonunu çıkarıp saate baktı. Saat yedi kırk beşti. Yanın da ki camı aşağı indirip içeri giren rüzgarın yüzünü yalayıp geçmesine izin verdi. Eve gelmelerine az kalmıştı. Hemen mutfağına gidip kendisine bir ziyafet hazırlamak istiyordu. Sonra aklına iki gündür ihmal ettiği Dilhun geldi. Bu ölümler ve boğuşmalar görevini ihmal etmesine neden olmuştu. Tanrı'nın ona kızmadığına emindi. Kızmış olsaydı bunun gazabına uğrardı. Fakat bir an önce adımlarını hızlandırması lazımdı. Hem almış olduğu izni de değerlendirmeli hem de onu biran önce Tanrı'ya geri göndermeliydi.
Eve geldiklerinde üzerini değiştirdi. Duşa girmeden önce Doktor Eflatun'u arayıp dikişlerine bakmasını istedi. Şimdi koltuğunda elinde ki sade sodayı içerek kapının çalmasını bekliyordu. Daha sonra Dilhun'u arayıp ona evde yemek yemeği teklif edecekti. Ona kendi elleriyle tavuk sote,pilav ve salata yapacaktı. Sevip sevmediğinden emin değildi ama gelirse öğrenecekti.
Kapı çaldı. Sodasını eğilip önünde ki masanın üstüne koydu ve ayağı kalktı. Kapıyı açıp görmeye alışık olduğu büyük çantasıyla önünde duran kadına baktı. Kapıyı biraz daha araladı ve içeri girmesi için alan yarattı.
''Bir şey içer misin?'' Aldığı cevap,''sadece su lütfen,'' oldu. Aras mutfaktan koca bir bardak su getirdiğinde biraz önce onun oturduğu koltukta oturduğunu gördü. Eflatun siyah düz saçlarını dağınık bir topuz yapmıştı. Üzerinde de siyah dar bir pantolon,dar kırmızı bir tişörtü vardı. Onu incelemeyi bitirip çaprazında ki koltuğa oturdu. İlk olarak onun konuşmasını bekledi ve beklediği oldu. Eflatun büyük çantasından bir kağıt uzattı ona.
Nöbet listesi.
Saat kaçla kaç arası çalıştığını gösteren bu listeyi her hafta ondan alırdı. Ona ihtiyaç olması durumunda bu saatler aralığında gelir,başka saatler de ihtiyaç olursa başka bir çözüm yöntemi bulurdu. Kağıdı elinden alıp gülümsedi. Ayağı kalkıp merdivenlere doğru ilerledi. Arkasından da onu Eflatun takip ediyordu.
Aras odasına girdiğinde önce kağıdı komidinin üzerine koydu daha sonra üzerinde ki tişörtü çıkartttı. Yatağa uzanırken Eflatun çantasının içini açmış onu bekliyordu. Yarasının üzerinde ki sargı bezini kaldırıp bakan Eflatun'nun kaşları çatıktı. ''Dikişler iki gün daha kalmalı.''
Dikişlerin olduğu yeri temizleyip sargısını yeniledi. ''Teşekkür ederim.'' Arasın bu teşekkürü ona nasıl tanıştıklarını anımsatmıştı. Dudaklarında buruk bir gülümseme oluştu.
İlk kalp ameliyatından çıkmış yürüyordu. Bir asistan olarak onun için mükemmel bir deneyimdi. Ellerinin altında ona canları için bakan insanların hayatını kurtarmak ona çok iyi geliyordu. Atan bir kalbi avucunun içinde hissetmek yaşamın değerini bilmesini sağlıyordu. Her mesleğin zorluğu vardı. İnsanlarla uğraşmak başlı başına güçtü fakat insanlar bazen çok anlayışsız oluyordu. Farkında değildi ama anlayışsız biriyle karşılaşacağı bir gündeydi. ''Doktor hanım,Hasan Yöreoğlu'nun durumu nasıl?'' Önünü kesen iri yapılı göbekli adamın ani sorusu onu şaşırttı. ''Ameliyatı yeni bitti ve çok güzel geçti. Hocamız birazdan çıkacak isterseniz onunla da görüşebilirsiniz.'' Gayet kibar ve açık anlatmıştı durumu. Fakat karşısında ki adam hiç ummadığı anda sinirlenmişti. ''Ne demek hocama sor lan! Ne biçim doktorsun sen!'' Henüz kimsenin olmadığı hastane koridorunda yüzüne bir yumruk yedi ve yere yığıldı. Adam onun üzerine eğilip küfürler savururken yere yığıldığında attığı çığlık koridorda hala yankılanıyordu. Yüzüne bir tokat daha yiyeceğini sanırken adam biri sayesinde yere yığıldı. Gördüğü genç adam ona saldıran adamı üzerinden çekip yere düşmesini sağlamıştı. Gerisini görecek mecali yoktu. Hayal mayal hatırladığı tek şey gözleri bulanıklaşırken o adama 'teşekkür ederim.' demesiydi.
''Ne oldu?'' Aras'ın yüzünde ki ifade genişlerken ona bu soruyu sordu. ''Beni kurtardığınız gün geldi aklıma.'' Aras yataktan ayağı kalkıp omuz silkti lakin onunda zihninde o gün canlanmıştı.
Yatakta ki tişörtünü üzerine geçirdi. Eflatunla beraber aşağı indiler. ''Tahsin bıraksın seni,yorulma boşuna.'' Onu kapıdan uğurlarken böyle söyledi. Eflatun gider gitmez telefonunu eline aldı. Dilhun'u arayıp açmasını bekledi. Birkaç çalıştan sonra açtı. ''Efendim?'' sesi mesafeliydi. Onu aramadığı için böyle yaptığına emindi. ''Merhaba Dilhun,''
''Merhaba?'' Sesinden gelen soğukluğa aldırmadan konuştu. ''Bu akşam sana kendi ellerimle yemek hazırlamak istiyorum. Bir programın yoksa kabul eder misin?''
''Ben bilmiyorum,..'' Dilhun'nun sesi tereddüt doluydu. Lafını kesip,''kendimi affettirmeme izin ver.'' dedi. Bir süre Dilhundan ses gelmedi. Daha sonra sıkıntılı bir iç çektiğini duydu. ''Pekala,'' Ondan onay geldiğinde için de ki çocuk ayağı kalkıp el çırptı. ''Ben sen çıkmadan Şöförüm Tahsini yollarım.'' Dilhun'nun kaşlarını çattığını hissetti. ''Pekala,'' ondan gelen bu cevap pek de haksız olmadığını anlamasını sağladı. Telefonu kapatır kapatmaz mutfağa gitti. Buzdolabını kontrol ettiğinde istediği malzemeler hali hazırda vardı. İçecek olarak evde kırmızı ve pembe şarap vardı. Hangisi hoşuna giderse onu ikram ederdi. İlk önce saate baktı. İşten çıkmasına bir saatten az kalmıştı. Zaman ne çabuk ilerlemişti. İnsan her şeye ayak uydurabiliyordu fakat zamana bir türlü ayak uyduramıyordu.
Önce pilav yapmaya karar verdi. Daha sonra da tavukları soteleyecekti.
Pilav için bir su bardağı,tencere,süzgeç ve tavuk bulyon çıkarttı. Üç bardak pirinçi süzgeçin deliksiz kısmına koyup muslukta ki suyla yıkadı. Daha sonra tencereye bir kaşık tereyağı koydu. Ocağın altını açıp erimeye bıraktı. Hızlı hareketlerle ketıla su koyup kaynaması için düğmesine bastı. Yağ eridikten sonra son anda aklına gelen şehriyeleri yağın üzerine atıp kızarana kadar karıştırdı. Karıştırması yeterli geldiğinde ıslatmış olduğu pirinçleri tencereye boşalttı. Güzelce pirinçleri kavururken kendi kendine ıslık çalmaya başladı. Geçirdiği bunaltıcı iki günün sonunda Dilhunla eğlenceli bir yemek yemek ona iyi gelecekti.
Ocağın altını kısıp çok kısa bir süre mutfaktan telefonunu almak için ayrıldı. Elinde telefonuyla geri geldiğinde kavurma işlemine devam etti. Telefonundan gelen mesajları okurken kaşları havalanmıştı. Dudakları gelen taziye mesajlarıyla bükülürken bıkkıntıyla nefesini dışarı verdi. Başını iki yana sallayıp telefonu tezgahın üstüne koyduğunda yapması gerekenlere devam etti.
Dilhun'nun çıkış saatine az kaldığında Tahsini arayıp ona Dilhun'u almasını söyledi. Dilhunla konuşmadan önce onu o iş yerindeyken fotoğraflarını çekip takip eden kişi Tahsindi. Bundan dolayı otelin yerini biliyordu. Telefonu kapatıp tezgahın üzerine tekrar koydu. İyice kavrulduğunu düşündüğü pirinçlerin üzerine sıcak su ekledi. Çok fazla olmamasına özen gösterip kısık ateşe aldı. Tavuk bulyon ve çok az tuz attıktan sonra suyunu çekmesi için tencerenin kapağını örttü.
Küçükken annesini yemek yaparken izlemeye bayılırdı. O nasıl hareket ediyorsa mutfakta aynı onun gibi hareket ederdi. Annesi yemek yaparken ıslık çalardı. Bu özelliği Aras'a da geçmişti.
Salata için kullanacağı malzemeleri çıkarıp yıkadı. Daha sonra tezgahta boş bir yere koydu. Tavuğu da çıkarttığında kapı çaldı.
Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledi. Yüzünde ki en etkileyici gülümsemesiyle kapıyı açtı. Dilhun her zaman ki güzelliğiyle ona bakıyordu. Kırmızı dudakları,belli olan çilleri ve ışıl ışıl olan kızıl saçlarıyla nefes kesiciydi. ''Hoş geldin!'' eliyle ona geçmesi için işaret verdi. İçeri geçen Dilhun'nun yüzünde şaşkınlık vardı. Evi inceliyordu. İçinden 'saray gibi bu ev. Burada tek başına yaşayıp ne yapıyor?' diye düşünmeden edemedi. Evi incelemeyi bırakıp ona bakan Aras'a döndü. ''Hoş buldum.'' Aras kollarını iki yana açmış ona bakıyordu. Kaşları yukarı doğru havalanmış dudakları iki yana kıvrılmıştı. ''Sarılmayacak mıyız?'' Sorusu üzerine hayretler içinde gülümseyip kollarını bedenine doladı.
Tişörtü'nün üzerinden tenini hissediyor hatta tişörtün altında ki kabarıklığın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra kokusunu duyuyordu, yanlışı yoksa bu üçüncü kokusunu yakından duyuşuydu. Farkında olmadan içine çekti. Sonra içinde bir korku hissetti. Kapalı olan gözleri irice açıldı. Bu korkunun anlamını henüz bilmiyordu. Yersiz bir korku olması için dua etti. Fakat çok geçti. Henüz haberi yoktu ama onu bu iki gün içerisinde özlediği ve ona alıştığı için korkuyordu. Aras Karabulut'a alışmıştı. Alışkanlıkları alt etmek zordu. Bu alışkanlığın başka bir şeye dönüşebileceği ihtimali onu derinden korkutuyordu. Sadece şuan bunun farkında değildi.
Bedeninde ki irkilmeyi hisseden Aras yüzünü ona doğru döndürdü. ''Bir sorun mu var?'' Kollarını ondan ayırıp zoraki gülümsedi. ''Sadece acıktım,'' diyip yüzüne dokundu. Yüzüne dokunan eli bu sefer beline gittiğinde beraber yürümeye başladılar. Mutfağa girdiklerinde ocakta pişen pilavı görünce gülümsedi. Kokusu alt dudağını ısırmasına neden oldu. Mutfaktaki yemek masasının sandalyelerinden birine oturup ayakta ki Aras'ı izlemeye başladı. Takımla görmeye alışık olduğu Aras şuan da bir koyu renk bir tişört ve koyu renkte bir eşofmanla karşısındaydı. Sağ elini çenesine koyup iştahı kabarırken onu izlemeye devam etti. Elinde ki tavuk göğsünü kuş başı doğruyordu. Bıçağı kullanış biçimi hızlıydı. O olsa şimdiye tavuğu değil kendi elini kesmişti. Demek ki yemek yapmayı seviyor diye düşündü. Tavuklarla işi bitince buzdolabına uzanıp içinden domates aldığını gördü. Sonra ondan tarafa dönüp bir dolabı açtı. İçinden soğan alıp tezgaha geri döndü. Pür dikkat yaptığı işle ilgileniyordu. Her şeyde bu kadar dikkatli miydi acaba diye düşünmeden edemedi.
''Aras?''
Aras gözlerini doğradığı domateslerden ayırmadan,''Efendim?'' dedi. ''Şey lavabo ne tarafta acaba? Elimi yüzümü yıkasam iyi olacak,'' Elinde ki bıçakla onu yönlendirdi. ''Sağdan dön göreceksin.'' Dilhun evin içinde ilerlerken hala evin büyüklüğüne şaşarak bakıyordu. Yukarıya doğru çıkan sarmal merdivenler vardı ve bu yukarıda ki odaları merak etmesine sebep oldu. Aras nasıl olsa yemek yapıyordu. Biraz evin içinde gezse kimseye zarar gelmez diye düşündü. Elini merdivenin tırabzanına sürerek yukarı çıktı. Karşısına geniş ve uzun bir koridor çıktığında ikinci bir şok dalgasıyla irkildi. Bu evde at bile koşturulurdu. Koridorda ilerlerken gözüne Gustav Klimt'in ÖPÜCÜK tablosu çarpıtı.
Bu tablo onun en sevdiği tablolardan biriydi. Bir uçurumun yamacında duran ve öpüşen bir çiftin aşkları için savaşmaktan çekinmediklerine vurgu yapan bir resimdi onun için. Acaba Aras ne düşünüyordu. Bunu kendine sormadan edemedi. Koridorda biraz daha ilerlerken hafif aralık bir kapı gözüne çarptı. Onun odası olduğunu tahmin ediyordu. Kapı'nın kolunu tutup içeri girdi. Evet burası Aras'ın odasıydı. Dudağını ısırıp kapıyı kapattı. Dağınık açık renkte ki yatağı,aynası ve gardrobu... Odayı incelerken gözüne bir kağıt takıldı. Eline alıp baktığında saatler ve günler vardı. Yukarı sağ üst köşede ise DR.EFLATUN DALKIRAN yazıyordu. Kaşlarının çatılmasına sebep oldu bu durum. Bu kadın kimdi ve Arasla bağlantısı neydi?
Kağıdı yerine bırakıp banyo olduğunu tahmin ettiği yere gitti. Aynadan kendi görüntüsüne baktı. Gördüğü kadının kaşları çatık ve yüzü kızarıktı. Kan yanaklarında toplanmış gözleri öfkeyle bakıyordu. 'Kendine gel Dilhun. Ne bu hal?' diyerek kendine kızdı. Eli musluğa gideceği sırada lavoba'nın yanında ki kan lekesi dikkatini çekti.
Kurumuş kan.
İçi anlam veremediği pek çok hisle harmanlanırken yutkundu. Bu ne demekti? Böyle bir kanın oraya bulaşması için elini kesmiş olması,burnunun kanaması falan lazımdı. Elinde gördüğü kadarıyla bir yara yoktu. Burnu mu kanamıştı?
Ya da başkasına aittir.
İçinde ki sese güldü. Böyle bir şüpheye düşmeyecekti. Düşmemesi lazımdı. Düşünmeyi bırakıp,musluğu açtı ve elini yıkadı. Havluya kuruladıktan sonra hemen odadan çıktı. Kapıyı bulduğu gibi aralık bırakırken geldiği yönde geri gitmeye başlamıştı.
Koridorda pek çok kapı vardı. Kapalı olan kapılar içinde şaha kalkmış olan merakı okşarken bir kapının önünde durdu. Sağına soluna bakıp kapının koluna uzandı.
''O odaya benden başkasının girmesinden hoşlanmam''
Arkasını döndüğünde ifadesiz bir suratla ona bakan Aras onu biraz korkutmuştu. Kızaran yanaklarının biraz daha yanmaya başladığını hissetti. ''B-ben özür dilerim. Evi merak etmiştim dolaşıyordum.'' Kekelediği için kendine küfretti. Sağ eliyle sol elinin parmaklarına dokunuyor başını Aras'ın yüzü hariç her yere çeviriyordu. Yerinde duramayan başını Aras eliyle kendisine çevirdi. Hala yüzü ifadesizdi. İçinde ki merak sönerken korku bedenini ele geçirdi. Sonra Aras gülmeye başladı. Erkeksi kahkahaları koridorda yankılanırken Dilhun ne olduğunu anlamadan ona baktı.
''Sorun yok. Kendini görmeliydin. Ne düşündün,sana bağıracağımı falan mı?'' Elini avcunun içine alıp kendisiyle birlikte aşağı indirdi onu. Dilhun'a karşı gizlemeyi başarsa da korkmuştu. Bir an onun o odaya girdiğini düşündü. İşte o zaman her şey boka sarardı. Melekler odasına girmesi demek aldığı izni değerlendiremeden onu Tanrı'ya geri göndermesi demekti.
Mutfağa geldiklerinde Dilhun oturdu fakat yüzünde garip bir ifade vardı. Aras salatayı yapmaya döndü ve aralarında ki gerilimi azaltmak adına,''domatesleri sen mi doğrasan?'' diyip onu yanına çağırdı. Dilhun eline bıçağı aldığında Aras masayı hazırlamaya başlamıştı. En son içecek seçmeye gelince dolabı açıp Dilhuna baktı. ''Kırmız şarap mı pembe şarap mı?'' Kaşları yukarda ona bakıyordu. Dilhun gülerek,''Kırmızı.'' diyince içi rahalatdı.
Salata bittiğinde masaya geçtiler. Aras servisleri yapıp içecekleri doldurdu. Dilhun'nun gözlerinin içine bakıyor ve yemek hakkında ne diyeceğini merak ediyordu. Dilhun pilavından bir kaşık alacaktı ki ona bakan Aras yüzünden yapamadı.
''Aras beni izleme. Yiyemiyorum.''
Sıkıntıyla söylediği sözler onu gülmsetti. Yemeğin geri kalanında Aras onun yemeği beğendiğini anlamıştı. Konuşmadan yemeklerini bitirdiklerinde ikisi de tıka basa doymuştu.
''Ellerine sağlık. Enfes olmuş!''
Dilhundan aldığı iltifat onu keyiflendirdi. Daha sonra kendisine bir kadeh daha şarap doldurdu. Dilhun'nun bardağına baktığında ise hala doluydu. Yavaş içmeyi sevenlerden sanırım diye düşündü.
Aras aniden masadan kalkıp salona geçti. Salonda ki eski gramofununda güzel bir tınısı olan eski bir şarkıyı açtı. Ağır hareket eden bu parça dans etmeleri için yeterliydi. Şarkı çalarken Mutfağa Dilhun'nun yanına gitti. ''Dans etmek ister misin?''
İri gözlerinin daha da irileştiğini görünce gülümseyip elini tutup onu ayağı kaldırdı. ''Ben dans etmeyi bilmem Aras,'' sıkıntıyla söylediği sözleri tabiki umursamadı.
İri ellerinden biriyle onun elini tuttu,diğerini ince beline yerleştirip bedenleri arasında ki mesafeyi kapattı. Şarkı ikisinin de kulaklarına dolarken bir nefeslik mesafe ikisinin de ruhunu çıldırtmaya yetiyordu.
''Ben öğretirim sana,''
Lacivert gözleri daha da koyulaşırken Dilhun'nun da ondan farkı yoktu. Aras,Dilhun'nun belindeki elini kaldırıp onun boşta kalan elini kendi omzuna koydu. ''İşte böyle,''
Eli tekrar yerine geçtiğinde hareket eden bedeniyle Dilhun'u yönlendiriyordu. ''Oluyor yani?'' Birbirlerinin gözlerinin içine bakarken sorduğu soru Aras'ı keyiflendirdi. ''Evet daha da güzel olacak,'' diyip onu kendi etrafında döndürüp kendisine doğru çekti. Dilhun'nun eli onun göğsündeyken suratında geniş bir gülümseme vardı.
''Yemek yapabiliyorsun,dansta iyisin,sanattan anlıyorsun. Bir kusurunuz var mı Aras Bey?''
Kaşları ona meydan okurcasına havalanmıştı. İçten içe buna güldü. ''Aynı soruyu ben size sormak istiyorum Dilhun hanım. Sizin bir kusurunuz var mı ben göremiyorum.'' Dudaklarını birbirine bastırdığında belinde ki elini sırtına çıkarıp orayı okşadı. Elleri onun tenini hissetmek için çığlık atıyordu. Bütün hücreleri bu anı iple çekiyor ve biran önce gelmesini ümit ediyordu.
Dilhun ise suskundu. Bu iltifat karşısında ne diyeceğini bilmiyordu. Gülümseyip başını utandığı için denk geldiği göğsüne yasladı. O anda
hissettiği şey kaşlarını çatmasına sebep oldu. Tişörtünün altında bir kabarıklık vardı daha öncede hissetmişti.
Durdu ve o an aklına gelen ilk şeyi yaptı. İlk defa düşünmeden hareket etmek istedi. Pişman olacağını bile bile yaptı.
Arastan uzaklaşıp o şok içindeyken tişörtünü yukarı kaldırdı. Gördüğü şeye ağzı aralık baktı. Aras kendisini geri çekmişti fakat geç kalmıştı. Sesli bir küfür savurup müziği kapattı.
''Ne oldu sana?'' endişe ile gelen bu soruya ne diyeceğini düşündü.
Çabuk düşün Aras çabuk!
İç sesi kendisine bağırırken avcunu kaşıdı. Mavi koltuğa oturup Dilhundan oturmasını isterken içinde şaşkınlık hüküm sürüyordu. Endişe ve korkuyla ona bakan Dilhun'nun önce yüzünü sonra ise saçlarını sevdi. Gözlerini kapatan Dilhun kendini kaybettiğinin farkındaydı. İçinden kendine bildiği bütün küfürleri etti.
''İki gündür neden ortada değildim biliyor musun?'' gözlerini açıp ona baktı.Bilmiyordu tabi ki fakat merak ediyordu. Nerede olduğunu,bu derin yaranın ne zaman olduğunu...
Başını hayır anlamında salladı. ''İki gün önce benim babam öldü Dilhun.'' Yutkunarak devam etti. ''Kardeşlerimden Aral ve annemle aram iyi değildir. Ufak bir,'' eliyle göğsünü gösterdi.'' Tartışma yaşandı. Aral kendini kontrol edebilen biri değildir ve bana saldırdı. Bu yarada onun izi,''
Yalanı sona erdiğinde ona baktı. Kaşları çatık ve düşünüyordu. Bir süre sustular. Sonra Dilhun,''Bana neden söylemedin?'' diye sordu.
Aklına ona söylemek gelmemişti ama bunu nasıl ona söyleyebilirdi ki? Cevap vermesini beklemeden Dilhun devam etti. Sinirli görünüyordu. ''Beni ne olarak istiyorsun Aras? Bana kusurumu sormuştun ben söyleyeyim:hep yanlış adamları seçerim. O yüzden içimde şüphe bırakma ve bana bir cevap ver,'' göz bebekleri büyümüş öfkeyle ona bakıyordu. ''Dilhun ben seninle oynamıyorum,'' dediklerinden anladığı bunlardı. ''Bana ailenden birini kaybettiğini söylemiyorsun hatta zarar gördüğünü bile gizleyip yemeğe çağırıyorsun,'' şuan da Gamze'nin hissettiklerini hissediyor ve onu anlıyordu. Aralarında ki fark Gamzeyle Batu sevgiliydiler. Aras ve o ise... Bunun cevabı henüz belli değildi.
''Dilhun benim yemek hazırladığım ilk kadın sensin. Benden istediğin şeyleri hemen yapamam çünkü bilmiyorum. Fakat öğrenirim,''
''O oda da ne var Aras?''
Dilhun sormaması gereken soruları soruyordu. Neden,neden o odaya bu kadar takmıştı ki? Onu o odaya sokarsa geri dönüşü olmazdı. ''Ben bir katilim kurbanlarımın cesetleri de o oda da Dilhun,'' ciddi bir ifade ile söylediği şakayla karışık gerçeğe Dilhun inanmışa benziyordu.
Gülmeye başladı.
''Sana inanamıyorum. Aklından geçenler bu muydu gerçekten?'' Aras ters psikoloji yapmış ona saldırıyordu.
''B-ben,''
''Sen biraz düşün istersen Dilhun. Açıkçası beni hayal kırıklığına uğrattın,''sinirlenmiş gibi davranıyordu.
Onu bir baba edasıyla azarlarken tepkilerinin işe yaradığını görüyordu. Dilhun yavaş yavaş suçlu gibi hissediyordu. ''Aras..'' lafını kesti. ''Tahsin seni evine bıraksın. İkimizin de biraz düşünmesi ikimize de iyi gelecek.''
Dedi ve Dilhun'u bile isteye evinden gönderdi.
******
Merhabalar!
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Beni soracak olursanız ben çok iyiyim öyle ki bölüm atmak için gün sayıyorumm.
Bu bölümü nasıl buldunuz?
Dilhun'nun Arasa karşı tavırları sizce nasıl?
Siz olsanız ne yapardınız?
Yorumlarınızı bekliyorum!
İNSTAGRAM HESABI: WATTPADSAKLİ
KENDİ HESABIM: PELİN.İD
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top