5.BÖLÜM:CENAZE

Ölüm.

Bu kelime insanın nevrini döndüren bir şeydi. Bu kelime duyulduğu anda kalbin hızlanmasına,avuç içlerinin terlemesine sebebiyet verirdi. Çok az insan ölümün insanlık için bir armağan olduğunun farkındaydı. Yaratıcıyla kavuşma anı diye düşündü Dilhun. Doğduğumuzda nasıl çırılçıplak dünyaya geldiysek yine aynı şekilde Tanrıya geri giderdik. Fakat tek bir farkla:

Doğduğumuzda günahsız bir melektik. Şimdi ise dünyaya gelmiş ve günahların kirinden uzak duramamış,ruhunda yara bere olan insanlardık. Ve o şekilde ebediyete giderdik. Yaratıcımız da bizi kollarını açmış iyimizle kötümüzle kabul ederdi.

Dilhun nasıl öleceğini merak etti. Acaba yatağında uyurken mi ölecekti yoksa kaza mı geçirecekti? Bunu bilemezdi. Tek bildiği şuan da ölümü aklına getiren Gamze'nin zor durumda olduydu.

Bugün Gamze işten izin alıp erken çıkmıştı. Arasla buluşmasından sonra onu ağlayarak aramış ve evde buluşmak istediğini söylemişti. Batuyla çok fena kavga etmişlerdi. Sık kavga eden bir çift değillerdi. Ama kavga ettiklerinde de birbirlerini feci yaralarlardı.

Batu dün gece arabayla kaza yapmış ve küçük bir operasyona maruz kalmıştı. Bu durumu Gamzeden endişelenmemesi için saklamış ve refakatçisi olan annesinden ona yalan söylemesini istemişti. Görünürde büyütecek bir sorun yoktu. Fakat Gamze'nin gözyaşları bunun tam tersini söylüyordu.

''Dilhun hatam varsa lütfen söyle. Ya ben senin kaç yıllık sevgilinim Allah korusun bir şey olsa benden gizleyecekler,'' deyip ağlamaya devam etti. Elleri konuşurken hararetli hararetli hareket ediyordu.

Dilhun onun omzuna dokunup,''Gamze iyi en azından buna mı odaklansak. Bak sen endişelenme diye söylemek istememiş,''

''Bana onu savunma!''

Bağırışıyla yerine sindi. ''Sonra ben haksızmışım gibi her olayı büyüttüğümden,onu anlamadığımdan belki de biraz ara vermemiz gerektiğinden bahsetti beyfendi. Ben ona bir şey oldu korkusuyla burada ölüp ölüp dirileyim o bana hem yalan söylesin hem de suçlu benmişim gibi ara verelim desin,'' ağlamaları kahkahaya dönüştü ama oluk oluk yaşlar gözlerinden akmaya devam ediyordu.

Anlattıklarına şaşırmadan edemedi Dilhun. Evet Gamze anlaşması zor bir kadındı ama bir yıldır anlaşan bu çifti abartılan bu kavga durumu mu ayıracaktı?

Gamze'yi kollarının arasına alıp sarıldı. Saçlarını okşarken,''her şey düzelecek. Pişman olacak Batu. Biliyorsun bırakamaz o seni.'' deyip sakinleştirmeye çalıştı. Kucağında bebek misali sakinleşmeye başlayan Gamze'ye daha sıkı sarıldı. Sonra yüzünü kendisine çevirip göz yaşlarını sildi. ''Ağlama, aklı başına gelir onun. Hadi elini yüzünü yıka da çay koyayım bende.''

Gamze başını sallayıp ayağı kalktı. Doğrudan banyoya girip aynada yüzüne baktı. Ağlamaktan gözleri kızarmış, rimelinde ki siyahlık yanaklarını kaplamıştı. Musluğu açtı,soğuk suyu bir kaç kere yüzüne vurdu. Yüzünü temizledikten sonra rahatlamak amacıyla boynunu ıslattı. Musluğu kapatıp kağıt havluyla yüzünü kurulayıp onu çöpe attı.

Derin bir nefes alıp hislerini yokladı. Daha iyi hissediyordu. Çok ağlamıştı ama ağlamak iyi gelmişti. Gözyaşları zehir misali akıp gitmişti. Uyuşuk adımlarla banyodan çıkıp mutfağa gitti. Oraya vardığında Dilhun çay demliyordu. Bir kaç kaşık çayı demliğe atıp üzerine kaynar suyu döktü. Sıcak suyun etkisiyle çayın kokusu havaya kalkmıştı. Burnunu buhara yaklaştırıp kokladı.

Dilhun'nun ne kadar güçlü olduğunu düşündü. Ailesini kaybettiğinde de böyle güçlü durmuştu. Aradan iki yıl geçmişti hala dimdik ayaktaydı. Bu kıza imreniyordu. O sesizce Dilhun'u izlerken Dilhun ona dönüp gülümsedi. ''Bak çayımızı da demledim. Demini alsın güzel güzel içeriz.'' Beraber oturma odasına geçtiklerinde Dilhun eline kumandayı alıp oturdu.

''Hadi Harry Potter izleyelim de neşemiz yerine gelsin,'' dedi. Bu iki arkadaşın bir geleneğiydi. Moralleri bozukken mutlaka seriden bir bölüm açılır izlenirdi. Dilhun geleneği bozmadan kafasına göre birini seçti.

Harry Potter Ve Meles Prens.

Filim başlarken televizyonun sesini biraz daha açtı. Sonra odasından ince bir örtü alıp geldi. Örtüyü ikisine denk gelecek şekilde örterken Gamzeyi kolunun altına alıp ona sarıldı. Şuanda onun ihtiyacı olan şey yumoş yumoş bir sevgi ve bolca Harry Potterdı diye düşündü.

Filimin ilerleyen dakikalarında çaylarını doldurup getirdi. Evde ki abur cuburlardan da önlerine koyup filimi izlemeye devam etti. Heyecanlı bir kaç saat sonra televizyonu kapattı. Artık Gamze'nin yüzünde bir kaç anlam taşıyan gülümsemesi vardı.

Kollarını aniden boynuna dolayan Gamze onu şaşırttı. ''Sen çok iyi bir arkadaşsın Dilhun,'' Dilhun onun sırtını sıvazlayıp burukça gülümsedi. İçinden hayatta umarım sadece sevgilinle olan sorunlarına ağlarsın dedi.

''Yeterince duygu seli yaşadık bugün ha? Ne dersin?'' Dudaklarını birbirine bastırıp ayağı kalktı. Üzerlerine örtmüş olduğu örtüyü katladı odasına doğru yol aldı. Arkasından da Gamze geliyordu. ''İçsek mi bu akşam ne dersin?''

Örtüyü yerine koyarken yüzünü buruşturdu. Çok sık alkol almazdı. Sadece davetler de ve kutlamalarda. Onun haricinde sevmezdi. ''Yaa benim için lütfen.'' Karşısında ki yatağa uzanmış ona dudaklarını büzerek bakan Gamze'ye dayanamadı. ''Ama çok içmem, içittirmem de sana,'' bununla beraber neşesi yerine gelen Gamze yatakta ellerini çırptı. ''Oley!'' Dilhun elini saçlarından geçirip şaşkınlıkla ona baktı. Ani duygu değişimlerine bir türlü alışamıyordu.

Gamze bir anda ayağı kalkıp gözüne kestirdiği koltuğun üstünde duran koyu renk cekete doğru ilerlemeye başladı. İşte şimdi soru tufanı başlıyordu.

''Dilhun! Bu ceket Aras'ın mı?'' Sesinde ki heyecan gözlerini devirmesine neden oldu. Sıkıntıyla uflayıp ceketi onun elinden alıp düzgünce kapısının arkasına astı. ''Evet onun,''

''Buraya mı geldi? Doğruyu söyle seviştiniz mi?''

Bu soru Dilhun'nun gözlerinin iri iri açılmasına sebep olurken kalbi de bunun düşüncesiyle hızla çarpmaya başlamıştı. ''Hayır tabii ki, gece soğuktu üşümeyeyim diye verdi. Hepsi bu,''

Gamze bir hım sesi çıkarttı. Bu sesten muziplik akıyordu. Küçük bir kıkırtıyla,''Isınman için başka bir şey yapmadı yani.'' dedi. Dilhun'nun hiç kızarmayan yanakları kızarmaya başladı. ''Hayır Gamze. Hepsi bu.'' deyip ufladı. Gamze ise alt dudağını dişleyip,''Hepsi bu olmasın der gibisin,'' dedi.

Avuç içleri soğumuştu. Ama bunun nedeni havadan kaynaklı değildi. ''Gamze yeter ama,'' deyip ona uyaran gözlerle baktı.

Dilhun özel hayatı hakkında şuan da konuşmak istemiyordu. İçinde ki bu isteksizliğin sebebi kafasında oluşan soru işaretleriydi. Fakat soru yağmurundan kurtulamayacağını biliyordu. Sevişmek tabi ki normaldi böyle bir şey olsaydı belki söyleyedebilirdi. Fakat şuan da ortada adı konulmuş bir şey yokken böyle konuşmak istemiyordu.

''Tamam canım kızma hemen,hadi içeri geçelim de bana yemeğin nasıl geçtiğini ve bugün ne yaptığınızı anlat.''

Derin bir nefes alıp içeri doğru yürüdü Bundan kurtulmanın tek yolu bir çırpıda neler olduğunu anlatmaktı.

******

Aras şirkete ilk girdiğinde etraftaki herkesi inceledi. Gördüğü herkesin keyfi yerindeydi. Yapılan anlaşma herkesin içini rahatlatmış Aras'a olan güvenlerini artırmıştı.

Bundan dolayı onunda içinde bir sevinç dalgası vardı. İnsanların tebriklerini kabul edip hızlı adımlarla odasına girdi. İşte görmek istediği paket masasının üstünde ona bakıyordu. Dikdörtgen şeklinde ki büyük kutu sanki babası gibi ona bakıp sinsice gülümsüyordu.

İşe yaramazın tekisin!

Paketin babası'nın ses tonuyla söylediği buydu. Burnu kemerini sıkıntıyla sıkıp koltuğuna oturdu. Kutu'nun kapağınında gördüğü isim babasınındı.

Engin Karabulut.

Kapağı yukarı kaldırıp yere koydu. İlk olarak karşısına çıkan şey beyaz bir paketleme kağıdının üzerine bağlanarak tutturulmuş siyah bir zarftı. Kaşları çatık bir halde zarfı ipleri çözerek aldı. Kalbi on yıl sonra babasından da olsa gelen bir şey üzerine hızlıca atmaya başlamıştı. Aptal kalp diye geçirdi içinden. Heyecanlanması için bir sebebi yoktu.

Zarfı açıp içerisinde ki beyaz kağıdı çıkarttı. Yazan şeyleri okurken yüzünde ki ifade gitgide soğudu,kalbi heyecandan attığı için kendine küfretti. Keşke dedi keşke bu son atışım olsaydı.

Benim on sekiz yaşında ölen oğlum merhaba,

Bu satırları babanın son arzularından biri olduğu için yazıyorum. Sana bu kutuyu hazırlamaya tahammül etmek zordu. Seni arayıp sesini duymaya tahammül edemeyeceğim için mektup yazmaya karar verdim. Bunlar baba'nın sana bıraktığı son şeyler. Baban öldü Aras. Gece, yatağında can verdi. Hastaydı ve öleceğini hissetmişti. Gariptir ki seni cenazesinde istediğini söyledi bana. Bende gelmez nasıl olsa dedim ona ve böyle bir durumda sana söylemenin gereksiz olacağını ekledim. O da beni dinlemeyip bana söz verdirdi söylemem için. Ben bir vasiyeti yerine getiriyorum. Sende beni haklı çıkart ve gelme Edirne'ye. Bunu yapacak erdemin olsun.

Beyaz Karabulut.

Zakkum meyvesinden bir ısırık almıştı. Ağzı acısa da hissetmiyordu. Bulunduğu yemyeşil cenneti hatırladı daha sonra yerin yarılıp cehenneme düşüşünü. İşte şimdi oradaydı. Kendisi isteyerek zakkum yiyor ve ateşin üzerinde umarsızca duruyordu. Etrafında zehirli sarmaşıklar vardı sanki. Bu sarmaşıkların dallarından biri boğazına yapışmış diğerleri ise bedenini sarmış iğnelerini batırıyordu. Elinde ki kağıt yere düştü. Sol eliyle ensesine dokunurken ruhu hala yazılanları sindirmeye çalışıyordu. Neydi yazılanlar?

Babası ölmüştü annesi onun sesini duymak istemiyordu. Gelme demişti,babanın cenazesine gelme. Erdemden bahsetmişti,erdemli olmaktan. Ayağı kalktı. Odasında ensesini okşayarak bir ileri bir geri volta atmaya başladı. Bir yandan da gülüyordu. Sesiz gülmeleri kahkahaya dönüştü. Geleni hissediyordu. Sinir krizi geliyordu ve bunun iş yerinde olmaması gerekiyordu. Fakat oldu. Hışımla masasının üstünde ne var ne yok yere attı. Saçlarını tutuşturup çekti. O sırada açıla kapıdan içeri Meltem girdi.

''Ben sana gir dedim mi? Çık dışarı!''

Sesi bütün şirkette yankılanırken kapı hızla kapandı. Yerde savrulmuş olan eşyalara baktığında yerdeki dosyalara bir tekme attı. Daha sonra kutuda ki hala açılmamış beyaz paketleme kağıdını kucağına alıp boş masaya bıraktı. O sırada içeri Mert girdi. Sabrı'nın sınandığını hissediyordu.

''Mert çık. Hemen!''

Mert şoke olarak dışarı çıktığında şirkette ki insanları sakinleştirmeye başladı. ''Herkes işine baksın! Patronu rahatsız etmeyin,'' herkes ne olduğunu merak etse de Aras'ın yanına bir daha kimse girmedi.

Aras beyaz paketi açarken karşısına ne çıkacağını tahmin etmeye çalıştı. Fakat başarılı olamadı. Paketi açtıktan sonra önüne ilk çıkan şey bir fotoğraf albümüydü. Aras şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. En son hatırladığı kadarıyla babası bu kadar duygusal biri değildi. Ya yıllar onu değiştirmişti ya da o yanlış hatırlıyordu. Emin değildi. Albümü paketten çıkarıp masada ki boşluğa koydu. Eline gözüne çarpmış olan eski model kırmızı volkswageni aldı. Ona hüzünle baktı. Gözlerinin önünden babası'nın bu arabayı ona hediye edişi geldi.

''Bugün çok iyi iş çıkardın Aras,aferin.'' Bir babadan oğula söylenebilecek en kıymetli sözdü aferin. Aras babası'nın işaret parmağını hiç bırakmadan zafer gülümsemesi yüzünde ilerliyordu. Bugün oynadıkları futbol maçında 4-1 yenmişlerdi. Ve gollerin üçü ona aitti. ''Koçum sensin baba!'' cıvıl cıvıl sesi babasını ustaca övdü. Altı yaşında ki bir çocuğa göre oldukça zekiydi. Babası büyük eliyle onun koyu kahve saçlarını dağıttı. ''Şımarmak yok hemen,'' Otoriter bir kişiliği olan Engin Karabulut oğlunu da kendisi gibi yetenekli ve otoriter yetiştirmek için elinden geleni yapıyordu. Zaten Aras da buna dünden razıydı. Işıl ışıl gözleri babası'nın tek sözüne bakıyordu. Bir aferin kaptın mı dünya onun oluyordu. Eve girdiklerinde,''Sana bir süprizim var.'' dedi babası.

Annesi'nin yanına gitmeden önce babasını takip eden Aras acaba süpriz ne diye düşündü. Annemden gizli çikolata pasta mı yiyeceğim,yoksa buz gibi kola mı içeçeyim? dedi kendi kendine.

Fakat babası ona süprizlerin en güzelini yapmıştı. Çalışma odasında Aras için aldığı volkswageni ona vermişti. Bu Aras'ın daha geçende istediği araba'nın aynısıydı.

Babası'nın boynuna küçük kollarını dolayıp,''teşekkür ederim baba.Seni seviyorum.'' dedi.

Bu anıyı asla unutmamıştı. Bu araba'nın yeri onda çok büyüktü. Dünyada ki zaferlerinin başlangıcı sayabileceği 4-1'lik maçın ödülü.

Koçtan aldığı ödül.

Babası'nın ona verdiği ödül.

Arabayı masasında ki çekmeceye koydu ve içindekileri yoklamaya devam etti. Gözüne bu sefer bir kıravat ilişti. Tamamen siyah olan kıravatı eline alıp baktı. Bu kravat babası'nın ona almış olduğu ilk kıravattı. Yanlış hatırlamıyorsa eve iş yerinden arkadaşları toplantıya geleceklerdi ve babası ona bir erkeğin her zaman şık olması gerektiğini söyleyip ona aldığı kıravatı bağlamıştı. O günden sonrada takım giyip kıravat bağlamak onun için alışkanlık olmuştu. Kafasının içinde ki mezara gömdüğü anıları bir bir gün yüzüne çıkmıştı. Her biri başını ağrıtırken elindeki kıravatı bırakıp üzerindekini bollaştırdı. Elini farkında olmadan yumruk haline getirmiş sıkıyordu. Sırayla çok oyalanmadan diğerlerine de baktı. Balık tutmaya giderken babası'nın ona aldığı oyuncak olta,ona marangozluğu öğretmeye çalışırken kullanmış olduğu oyma çakısı...

Anıları şu anda üstüne üstüne geliyordu. Yerine sandalyesine oturdu. Derin bir nefes alıp başını arkaya yatırdı. Bu hareketiyle adem elması belirginleşirken tam orada yıllardır hissetmediği yumruyu hissediyordu. Eli telefonuna gitti. Gözlerini açtı ve kardeşi Leyla'yı aradı.

Çaldı,çaldı,çaldı...

En sonunda telefonu ağlamaklı sesiyle Leyla açtı. ''Abi?''

''Beni neden aramadın?'' direk konuya girmişti. Bir diğer kardeşi Aral'ın aramasını beklemiyordu. Annesi belirttiği gibi aramamıştı zaten ama Leyla... Onun araması gerekirdi. ''A-abi,annem izin vermedi. Engel oldu.'' Dudaklarını yalayıp birbirine bastırdı. ''Ağlama,bende üzgünüm ama ölüm dünyada şüphe duyulmayacak tek gerçek.'' bunu söylemesi aralarında derin bir sesizlik oluşturdu. Sesizliği bozan Aras oldu. ''Anneme söyleme sakın ama gece geç saatte yola çıkıp geleceğim.''

Leyla endişeli bir sesle,''A-ama abi annem çok sinirlenir. Polisi arar sana zarar verir.'' dedi. Aras buna istemese de güldü. ''Leyla annem aile itibarına laf gelmesin diye hiçbir şey yapamaz. Bu yüzden sen endişelenme. Gece görüşürüz kardeşim.''

Telefonu kapattılar.

Leyla ailesinde onu kabul eden tek kişiydi. Hatta umarsızca vicdanının sesini susturan tek kişi. Abisinin nasıl bir adam olduğunu biliyor fakat bencil davranıp gerçeklere yüzünü dönüyordu. Sevgi çoğu zaman insana vicdanını susturmasını söylerdi. Leyla'nın da yaptığı bu olmuştu.

Aras masa'nın üstünde ki fotoğraf albümünü eline alıp önüne koydu. Kapağını çevirip sırayla bakmaya başladı.

İlk sayfada annesi babası'nın yanyana birbirlerine sarılırken çekildikleri fotoğraf ve hemen altında onun yeni doğmuş hali vardı. Çünkü fotoğraftaki bebek çok küçük görünüyordu. Albümün yan tarafında ise Leyla'nın ve Aral'ın fotoğrafı vardı. Bir sayfa daha çevirdi. Orada ise bir aile fotoğrafı vardı fakat bu aile dört kişiden oluşuyordu. Yaklaşık altı yaşında annesi'nin parmağını tutan kendisi,babası ve ölmüş olan Ablası Anber vardı. Anber'e olan bakışları buruk bir hal aldı. Onu hayal mayal hatırlıyordu. Meleklere benziyordu. Aile de sadece o kızıl saçlı ve çilliydi. Annesi ondan bahsederken hep büyük annanesine benzediğini söylerdi. Çok güzel küçük bir kızdı. Onun ablası ve kardeşlerin en büyüydü. Onu toprağa verdiklerinde ne olduğunu tam olarak kavrayamamıştı. Ölümün insanları aldıklarını biliyordu,ölen insanları bir daha göremediğimizi... Fakat ölüm kendi ailesinden birini bulunca kavrayamamıştı. Anlamak istememiş annesine bile bile ne olduğunu sormuştu. Annesi ise ona,''kardeşin melek oldu Aras. Tanrı onu yanına aldı. Üzülme. üzülürsen o da üzülür. Meleklerin üzülmesini istemeyiz değil mi?'' demişti. Beyaz Karabulut farkında olmadan küçük bir çocuğun ruhuna kara tohumlar ekmişti.

Aras albümü kapatıp yere düşmüş kutuyu aldı. Dışarı çıkarttığı eşyaları onun içine koyarken hızlı hareket ediyordu. Eve gitmeli,sakallarını kesmeli kutlama yemeğinden sonra ise Edirne'ye gitmeliydi.

Kutuyu hazırlayıp dışarı çıktı. Herkes çaktırmadan ona bakıyordu. O ise hiçbir şeyi umursamadan ''Meltem odayı toparlar mısın?'' dedi. Elindeki kutuyla Merti'n odası'nın yolunu tuttu. Kapıyı tıklatıp içeri girdi. Dudaklarını aralayan Merti bakışlarıyla susturup,''kutlama yemeği nerede ve saat kaçta bana mesaj atarsın.'' deyip odadan çıktı.

Şirketten olabildiğince hızlı çıkıp arabasının kapısını açtı. Birkaç saat önce şakırdayan yağmur durmuştu. İçeri girmeden önce elindeki kutuyu şöför koltuğunun yanına koyup arabayı hızla çalıştırdı. Eve gazı kökleyip giderken aklı yerinde değildi. Sağlıklı düşünemiyordu. Kulaklarında uğultu vardı. Kalbi yerinden çıkmak için göğüs kafesini zorluyor,direksiyonu tutan parmaklarını sıkmaktan boğumları beyazlamıştı. Duyduğu uğultu arttı ve ona sakinleşmesini söyledi. Sakin ol benim şanslı oğlum.

Bu ses her şeye değerdi. Ellerini gevşetti gazdaki ayağının baskısını azalttı. Sakin bir şekilde eve giderken her saniye onu gözetip kollayan Tanrı'ya şükretti. O olmasa sakinleşeceğine dair inancı yoktu. Neden bu kadar sinirli olduğunundan emin değildi. Babası ölmüştü,annesi onu istemiyordu. Babası'nın ölümü yeniydi ama annesi'nin onu istememesi yıllardır olan bir şeydi. Onun için ons ekiz yaşında ölen oğlum diye bahsetmişti. Bir anne için evladını öldürmek bu kadar kolay olmamalıydı.

Özellikle bu anne bir kere evlat acısı yaşadıysa hiç kolay olmamalıydı.

Eve geldiğinde arabayı park edip aşağıya indi. Hızlı hareketlerle odasına çıktı. Dolabını açıp üst bölmeden küçük bir bavul çıkarttı. İçine bir kaç eşyasını koyup onu hazır hale getirdi. Banyoya girip dikkatlice soyundu. Yüzüne tıraş köpüğü sürüp sakalarını tıraşladı. İşi bittikten sonra gevşemek adına yarasını jelatinleyip sıcak suyun altına girdi. Su damlaları bedeninden akıp giderken bir elini soğuk fayansa dayadı. Gözleri kapalı düşünüyordu. Onca yıl sonra annesini görmeye hazır mıydı? Onca yıl sonra babasının üzerine toprak atmaya hazır mıydı? Oğullar babaların üzerine toprak atmamalı diye geçirdi içinden. Fayansa dayalı olan eli farkında olmasa da yumruk halindeydi. Bu yumruk gelecek felaketlerin habercisi gibi alarm veriyordu. Bir siren sesi gibi kulakları sağır ediyordu.

Siren hışımla fayansa vuruldu. Yıllardır Arasın boğazına uğramayan yumru şimdi haykırmalar ve gözyaşları içinde onu ziyarete gelmişti. Aras Karabulut'un heybetli bedeni şimdi küvetin içine çökmüş ağlıyordu. Fakat ağlayan otuz yaşında ki Aras Karabulut değildi. Ağlayan altı yaşında babası'nın hediye ettiği volkswageni sevinçle eline alan Aras Karabuluttu.

******

Şampanyasını yukarı kaldırıp,''proje'nin başarılı müdürü Mert Kocademir'e!'' dedi. Onun bu dediğine masada ki herkes eşlik ederken Mert'in yüzünde gururla karışık bir utanma vardı. Ona bakıp göz kırptı. Şampanyasından bir yudum alıp arkasına rahatça yaslandı. Etrafına bakınırken kafası hala küvvette ağlama krizine girmiş olmasındaydı. Neden ağlamıştı ki? Halen bunu sorguluyordu.

''Dünya'nın en iyi patronu ve mimarına kaldıralım bence, haksız mıyım?''

Mert'in eğlenen sesiyle ona dönüp kahkaha attı. Masada ki hanımlar ve beyler onun için şampanya kaldırırken sadece gülümsedi. Önünde ki yemeğe dokunmamıştı. Yiyesi gelmiyor,aç karnına sadece içiyordu. ''Bir daha ki projede nereye açılacağız Aras bey,''

Didem'in sesiyle ona döndü. Kahverengi saçlarını ensesinden topuz yapmış kırmızı bir ruj sürmüştü. Üzerinde davetkar siyah bir elbise vardı ve bakışları elbisesi gibi davetkardı. ''Bir daha ki projede daha büyük bir yatırım ve plan düşünüyorum Didem. O zaman geldiğinde hepinize süpriz olmasını istiyorum.'' dedi ve aklındakileri açığa vermedi.

Bir süre herkes kendi arasında bir muhabbete dalmıştı. Herkesi neşesi yerinde olduğu için geceyi gün etmek istiyorlardı. Aras saatine baktı. Saat tam on birdi. Yola çıkması onun için iyi olurdu. Zaten odaklanamıyordu. Burada durmasının bir anlamı yoktu.

''Arkadaşlar,'' sesiyle herkes ona döndü. ''Hepinizin tekrardan emeğine yüreğine sağlık. Bu projede herkesin emeği büyük...'' Biraz duraksadıktan sonra devam etti. '' Babamı hepiniz tanırsınız Engin Karabulut.'' Herkes bu isimden sonra birbirine baktı. Aras sözlerine devam etti. ''Bugün onun vefat haberini aldım ve Edirneye gitmem gerekiyor. Kendisi babam ve Türkiye'nin en iyi mimarlarından biriydi. Hayatta bildiğim çoğu şeyi ondan öğrendim.'' Son söylediği cümleyi daha çok kendisine söyler gibiydi. ''Edirneye gitmek için erken ayrılacağım,'' deyip ayağı kalktı. Herkes taziyelerini sunarken Mert onunla dışarı kadar geldi.

Ona sarılıp,''Başın sağolsun.'' dedi. Arasda gülümseyip,''biliyorum işin yükü sende ama..'' lafı kesildi. ''Git sen merak etme.''

İçi rahat bir şekilde Tahsin'nin açtığı arabasına bindi. Kıravatını çözüp yanına koydu. Gözleri bir kaç kadeh şampanya'nın verdiği etkiyle mayışmıştı. Edirne'ye gidene kadar biraz uyuyabilirdi. iri bedenini koltuklarda yatma pozisyonuna getirdi. Omzu koltuktan taşarken ayaklarını cenin pozisyonunda kendine çekti. Lacivert içi hüzünle dolu gözlerini kapatıp yavaş yavaş uykuya daldı.

''Kendinden utanman lazım. Sana bakarken midem bulanıyor.''

Sırtına hızla değen kemer canını daha da yakacağım der gibi şak etti. Yerde sırtı kan içinde yatarken yerden kalkmak için ellerine bütün gücünü verdi. Çıplak bedenini dikleştirmeyi başardığında yirmi yaşında ki oğlan'nın yanaklarında iri yaşlar vardı. Gözleri sanki yirmi yaşında değil de yüz yaşındaymış gibi bakıyordu. Bir zamanlar idolü olan bu adam içindeki şeytanları susturmak için onun şeytan olduğunu söyleyip onu dövüyordu. ''Baba,'' bunu demesiyle yüzüne yumruk yemesi bir oldu. İkisinin de duyduğuna emin olduğu bir kırılma sesi yankılandı. Burnunda ki kan ağzına gelmiş ve acıyan burnundan dolayı sırtını hissetmiyordu. En azından sırtında ki acı geçmişti. ''Baban değilim. Senden tiksiniyorum.''

Karın boşluğuna bir tekme yedi. Bu sefer haykırdı. Artık sesizce acı çekemiyordu. Annesi gelip onu kurtarmalıydı. O da ondan tiksiniyor ama böyle dövülmesine izin vermezdi. En azından böyle umut ediyordu.

''İki yıl boyunca herkesi kandırdın iyileştim diye! Sen kendini zeki mi sanıyorsun!''

Bir tekme daha.

Bir tane daha.

Bir tane daha.

Ciğerler en fazla ne kadar nefes almadan dayanabilirdi? Kaç dakika? iki mi, beş mi? Bilmiyordu. Bildiği tek şey saatlerdir nefes alamıyor olduydu. Gözlerini kapattığı an gördüğü rüyalardan bıkmıştı artık. Tekmelerin sertliğini karın boşluğunda halen hissediyordu. Araba hala ilerliyordu. En az bir saattir uyuduğundan emindi. Telefonundan saati kontrol etmek istemedi. Sadece gözünü kırpmadan yukarı bakıyordu. Uzun yolculukları küçükken çok severdi. Büyüdükçe bundan soğudu. Uzun yolculuklar yorucu ve kabus dolu olmaya başladı. Ne kadar kısa sürerse yolculuk o kadar iyiydi onun için.

Araba durdu. Durduğu an Aras yerinde doğrulup üzerini düzelti. Farkında değildi ama dışarda yağmur yağıyordu. Bu sefer yağmur Tanrı'nın alkışları değil onun için indirdiği gözyaşlarıydı. Arabadan Tahsin'nin uzattığı şemsiyeyi almadan indi. Bedenine iri damlalar çifter çifter düşerken başını karanlık geceye kaldırdı. Ortamı aydınlatan tek şey bahçelerinde bulunan ışıklandırmalardı. Onlarda yeterli değildi sadece loş bir ortam sağlıyordu.

Yağmur içinde ki zehri alıp götürmüş gibi arkasında şemsiyeyle duran Tahsin'e gülümseyerek baktı. ''Hadi gidelim.'' deyip çocukluğunun geçtiği eve ilerlemeye başladı. Kocaman bahçesi olan bu ev müstakildi. Bahçelerinde incir ağacı,kiraz,erik ve daha nicesi vardı. Küçükken en çok incir ağacına çıkmayı severdi. Bunu incir ağacının yanından geçerken düşündü. Buruk bir gülümsemeyle ağacın gövdesine dokundu.

Kısa süren bu andan sonra evin verandasına baktı. O veranda da yerden-yüksek oyunu oynarlardı. Anılar birbir yeniden hücum etmeye başladı. Verandanın merdivenlerinden tırmanmadan önce koca eve baktı. Üst katta olan kendi odasını hemen buldu.Biraz daha incelediğinde ise fark etti ki siyahlara bürünmüş bu ev önceden siyahlığını hissettirmezdi. Şimdi ise karanlıktan başka bir şey değildi. Evin hanımı'nın adı Beyaz olsa bile,onunda beyazlıkla yakından uzaktan alakası yoktu.

Merdivenlerden çıkıp kapının önünde durdu. Islanmış elini kaldırıp zile bastı. Sırılsıklam kapının önünde beklerken dayanamayıp bir kere daha zile bastı. Kapıyı üzerinde beyaz sabahlığıyla açan annesi yıllar sonra yeşil gözleriyle ona bakıyordu. İkisinin de yüzünden şaşkınlık geçti gitti. Aras'ın gözlerinde özlem hakimken annesi ne hissediyor okuyamadı.

Onu en son bıraktığında daha az kırışıklığı vardı. Şimdi yorgun ama hala güzel gözlerinin etrafı kırışıklıklarla doluydu. Buna rağmen güzeldi. Kahverengi saçlarını o küçükken nasıl topuz yaparsa halen öyle yapıyordu. Aralarında bir kaç tane beyaz gördü. Daha fazla olmasını bekliyordu,muhtemelen saçını boyuyordur diye düşündü.

''Beni eve almayacak mısın anne?''

Anne.

Doğuran,büyüten,her ah demende yanında biten kadına anne denirdi. İnsan annesinin kokusunu unutur muydu? Aras unutmuştu. Onun kokusunu duymak istiyordu.

''Abi!''

Abi.

Babadan sonra evin reisi, küçüklerin koruyucusu,şefkati bol kişiye abi denirdi.

Islak olmasına aldırış etmeden boynuna atlayan Leyla'ya sarıldı. Annesi'nin çok az aralık bıraktığı boşluktan onu görmüş aradan sıyrılıp üzerine atlamıştı.

''Kardeşim,''

Kardeş.

Diğer yarın olan,arkanı kollayan ve her zaman güvenebileceğin sıcak bedene kardeş denirdi.

''Leyla,gir içeri.''

Ses tonu zelzele yaratabilir miydi? Yıkılmaz görünen bedeni bugün ikinci defa yıkılmıştı. Bunu sadece o görüyordu. Ya da öyle zannediyordu. Annesi onun gözlerine öyle bir bakıyordu ki sanki gözlerinden öteyi görebiliyordu.

''Abim?'' Leyla kollarını Aras'ın boynundan çekip annesine baktı. Annesi dudaklarını yalayıp başıyla dışardaki herkesin girmesini işaret etti. Islak paçalarından akan su parkeleri ıslatıyordu. Girişi şöyle bir inceledi. Duvarların boyası değişmiş ve yeni bir oturma grubu alınmıştı. Evin kokusu aynıydı. Ev hiç gibi kokuyordu. Evle ilgili hatrında kalan koku hiçti.

''Abi üşüteceksin. Hadi gel.'' Annesi ona bakarken o bakışlarından kaçıp Leyla'yı takip etti. Üst kata çıkarken Tahsin de arkalarından geliyordu. Elinde ikisinin küçük bavulu vardı. Onun aksine Tahsin kuruydu. Eskiden onun olduğu odasının katına çıktıklarında Leyla ona o odanın kapısını açtı. Fakat bıraktığı gibi değildi.

''Sen gittikten sonra annem burayı misafir odası olarak kullamaya başladı.'' Duyduklarına şaşırmamıştı.

''Leyla,Tahsin benim şöförüm. Ona bir yer ayarlar mısın?'' Tahsin'nin elinde ki bavulunu alıp odasına tam anlamıyla girdi. Önceden duvarlarında poster olan oda da buz mavisi boya vardı sadece. Dekoratif bir saat,ayna ve masa vardı. Banyosu olduğu gibi duruyordu. Yatak örtüsü olarak da buzmavisi bir nevresim takımı vardı. Onu sildikten sonra ona dair her şeyi silmek istemişlerdi.

Ceketini çıkarttı ve yere attı. Aynı şeyi siyah gömleğine de yapıp bavuluna yöneldi. Fermuarı açıp içinden tişört alacakken kapı pervazına yaslanmış olan Beyaz Karabulut'u görmesiyle durdu. Ona ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Bu bakışını biliyordu aslında. Bu ifadesiz bakışın anlamı bir açıklama bekliyorumdu.

''Neden geldin?''

Sesi sert ve temkinliydi. ''Babamı gömmeye geldim.'' Bunu dediği an Beyaz Karabulut onun üzerine atladı. Küçük elleriyle yaralı göğsüne yumruklar atarken neye uğradığını şaşırdı. Yarası acırken yüzünü ekşitti.

''Mutlusun değil mi? Hep bu an için dua ettin!''

Annesi'nin ellerini canını yakmamaya çalışarak tuttu. Ağlıyordu. Annesi'nin gözlerinden oluk oluk yaş akıyordu. ''Bırak!'' Ellerini kurtarmaya çalışan annesini sakince bıraktı. ''Ne olursa olsun o benim babamdı anne. O ölürken bunun farkındaydı umarım sende ölmeden önce oğlun olduğumu fark edersin.'' diyerek annesinin istemeyerekte olsa daha çok damarına bastı. Tam ağzını açmış bir şey söyleyecekti ki,''Tamam anne hadi gidelim.'' diyen kardeşi Aral'ın sesini duydu. Aral ona kısa bir bakış atıp annesinin ellerini tutup bedenini taşıdı. Odadan çıkarken bile annesi söyleniyordu. ''Nasıl gelir...''

Burun kemerini sıkıp üzerine tişörtünü giydi. ''Tahsin odasında abicim.'' Leyla'nın sesini duyunca kollarını açtı. Hemen göğsüne kapanan Leylası'nın başını öpüp saçını kokladı. ''Annem seni almayacak diye çok korktum.''

Kollarını ondan çekip yüzüne baktı. ''Neden aldı bende bilmiyorum.'' Leyla yanındayken pantolonunu çıkartıp bavuldan bir eşofman ve iç çamaşırı aldı. Banyoda üstünü değiştirip geldiğinde Leyla yatağın ucuna oturmuş onu bekliyordu. Onun yüzünü inceledi. Canlı ve etkileyici olan yüzü solmuştu. Mavi gözleri ağladığını belli edercesine kızarıktı. ''Ne zamandır hastaydı?''

Yanına oturduğunda merak ettiği ilk soruyu sordu. ''Bir buçuk yıldır.''

Bu ailede onun bilmediği birçok şeyin olduğundan emindi. ''Neydi hastalığı?''

''Doktorlar çözemedi. Yurtdışına bile gitti tedavi için ama fayda etmedi. O sürekli kan kusuyordu abi,sürekli...'' sonlara doğru sesi kısıldı. Gözünün önüne o sahnelerin geldiğine emindi. Bu duruma bir şey diyemedi. Sadece sustu. Susarak sesizliğinde sesi olduğunu birkez daha idrak etti. ''Odana git ve uyu Leyla. Yarın zor bir gün olacak.'' Gerçekten de zor bir gün olacaktı. Babalarını toprağa verip taziyeye gelen akrabalara bir arada dimdik görüneceklerdi. Leyla odasına gittikten sonra odanın kapısını örttü.

Yatağın örtüsünü açıp içine girdiğinde dışardan hala yağmur sesi geliyordu. Küçükken bu yatak cam kenarındaydı ve Aras en çok o zaman yağmuru dinlemeyi severdi. Şimdide yağmuru dinleye dinleye uykuya daldı.

*******

Herkesin kıyameti kendi ölümüdür. İnsan ölümü düşünmeden yaşar ve yaşadığı boş hayatı yaşamaktan sayar.

İnsan ancak ruhuyla baktığı zaman görürdü gerçeği. Örtünün altında duran kirli sırlar ancak ruhun aydınlattığı gerçeklikle ortaya çıkardı. Gözler ruhun örtüsüydü. Onlar aralanmadan ruh ortaya çıkmazdı. Fakat Aras annesine baktığında ruhu'nun kaybolmuş olduğunu düşünüyordu. Daha beş dakika önce üzerine toprak attığı babasıyla beraber o da oraya girmişti sanki. Onu sevdiğini biliyordu. Sadece bu kadar aşık olduğunu hiç fark etmemişti.

Mezarlıkta aile olarak sıraya girmiş taziyeleri kabul ediyorlardı. Herkes başın sağolsun derken düşündü. Ölen ölmüştü geride kalanların başı sağ olsa ne olurdu ki? Böyle durumlarda sabır dilemek daha ince bir hareketti. Özellikle dün üzerine saldıran annesi'nin başın sağolsun cümlesine sakince katlanması onu hayrete düşürmüştü.

''Oğlum başın sağolsun,'' Kısa boylu kamburu çıkmış,başını siyah bir örtüyle örtülmüş kadına baktı. Tanıdık geliyordu fakat bir türlü ismi aklına gelmemişti. Bunu fark etmiş olacak ki buruk bir gülümsemeyle,''benim Nadime halan,'' dedi. Halası olduğunu söylediğinde Aras iri kollarını genişçe açıp onun küçük bedenini sardı. ''Hepimize sabır diliyorum.'' dedi sarılırken. Halasıyla bedenleri ayrıldığında ummadığı bir şey oldu. Nadime hala buruşmuş elini göz yaşları içinde onun yüzüne koydu ve sevdi. ''Aranızda babana en çok benzeyen sensin. Yaşın arttıkça da onun gibi olmuşsun,'' İç çekti. ''Sanki biraz önce gömdüğüm kardeşim toprağın altından çıkmış karşımda duruyor.''

Halasının elini elinin içine alıp öptü. Bu veda öpücüğüydü. O gittiğinde sırada ki akrabasının da taziyesini kabul etti. Ve bu bir süre böyle devam etti.

Kardeşi Aral annesinin kolundan tutup zor da olsa onu eve getirdi. Leyla da onunla beraber gittiğinde mezarlıkta babası'nın başında dua okuyan hoca ve kendisi vardı. Ellerini yukarı doğru açıp bildiği bir kaç duayı okudu. Kuru toprağına bakarken düşündü. Bunca şeye değmiş miydi? Son arzusunda Arası yanında istemiş ona hatıralarını göndermişti. Fakat bunca acıya değmiş miydi? Şimdi orda soğuk ve karanlık toprağın altında yatarken ikisinin de uzun zaman sonra hemfikir olduğunu biliyordu.

Onca acı boşuna çekilmişti.

Sonkez toprağına bakıp yürümeye başladı. Mezarlığın çıkışına ilerlerken bedeni buradan kurtulmak ruhu ise ben de buraya aitim diye haykırmak istiyordu. Ağır adımlarla eve doğru ilerledi. Annesini bırakmak istemiyordu ama onun bu akşam evde kabul görmesi çok zordu. Sabah uyandığında onunla en küçük karşılaşmalarında bile onu bir çukur açıp içine atmak ister gibi bakıyordu.

Annesi ondan nefret ediyordu.

Eve girmeden önce kulağına Kuran-ı Kerim okunduğuna dair cümleler duydu. Ayetler babasının ruhunun kurtuluşuna ışık olsun diye dikkatle okunuyordu. Kimseye rahatsızlık vermeden dün gece kaldığı odasına çıktı. Annesi derin bir keder içindeydi. En azından dua okunurken onu görmeyip acısını rahatça çeksin diye düşündü. Fakat düşündüğü gibi olmadı. Annesi odasında yatağın üzerine oturmuş onu bekliyordu.

Şaşkın bedeninin içeri girdiğini fark edince konuştu. ''Küçükken de böyleydin üstünden çıkarttığını 'nasıl olsa annem toplar' diye yere fırlatıp atardın.''

Sesinde ki gizemi çözemedi. Çok zordu. Önceden olsa annesinin ne hissettiğini kelimesi kelimesine bilen Aras şuanda sadece tahminlerde bulunabiliyor onlardan da emin olamıyordu. Şaşkınlığıyla birlikte yerdeki kıyafetlerini alıp küçük bavuluna koydu. Annesi'nin bakışları yerdeydi. Çapraz bir şekilde bacaklarını birleştirmiş yüzünde ki buruk gülümseme ile yere bakıyordu sadece. ''Dün gece evime baban geldi sandım. O soğuk ve ürkütücü morgdan kalkıp bana sarılmaya geldi sandım,'' sesi sonlara doğru ağlamaklı çıktı. Aras eliyle ensesini okşadı ve yere annesi'nin hizasına çöktü. Elini elinin üzerine koymaya yeltendiğinde ise tutmaya çalıştığı el onun yüzüne darbe indirdi. Gözlerini kapattı ve başının sağa düşmesine izin verdi. Acımıştı fakat acıdan daha güzel olan bir şey vardı. Yıllarca tenini teninde hissetmediği annesi ona dokunmuştu. Unuttuğu kokusunu duyabiliyordu.

Misk gibi kokuyordu.

Cennet bahçesi gibi kokuyordu. Sanki bu koku bir çeşit kalkandı ve onu isterse bütün kötülüklerden koruyabilirdi. Dudaklarında bir gülümseme ile annesine döndü. Bu düşünceler onu keyiflendirip uyuşturmuştu fakat annesinin gözlerinde yine karşılaştığı nefret içinde ki öfke tufanını harekete geçirdi. ''Ben senin oğlun değil miyim? Beni sen doğurmadın mı?''

Sonlara doğru sesini kontrol edemedi. Küvette ağlarken sesi nasılsa burada da aynıydı. Annesi ona küçümseyerek baktı. Ayağı ile Arası yere itip ayağı kalktı. Aras yerde oturmuş ona bakıyordu. Annesi cam kenarına doğru ilerledi çok az kala durdu. Eliyle yeri gösterdi. Açık renk parkeye bakarken annesinin ne demek istediğini anladı. ''Benim oğlum burada birini öldürdü. Onunla beraber kendiside benim için öldü.'' Konuşurken tükürükleri etrafa saçılıyor,boşta kalan eli ise kendini kontrol etmek istercesine yumruk olmuştu.

Aras dudağının içini ısırdığında yanağına değen suyu hissetti. Ağlıyordu. İçinden kendisine küfredip ayağı kalktı. Annesi'nin hizasında karşısına dikilirken ona yüksekten baktı. ''Bugün eğer o toprağa sen girseydin ruhumda seninle birlikte oraya girecekti. Ben buraya senin için geldim. Babamı gömmeye ise sadece çocukluğuma olan saygımdan,'' Zorla da olsa annesinin elini tuttu ve yere çöktü. Başını yere eğdi. Annesinin bedeninin kaplayan şaşkınlığı hissediyordu.

Dolmuş gözlerini ve oluk oluk akan yaşlarını annesinin yeşil gözlerine çevirdi. ''Anne ne olur bir kez başımı okşar mısın?''

*****

Merhabalar! Nasılsınız? umarım iyisinizdir! 

Bölümü nasıl buldunuz? 

Arasın hayatının derinine indik bu bölüm açıkçası düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Yorum yapmayı ve küçük yıldızımızı parlatmayı unutmayın! 

Eğer hikayemizi beğeniyorsanız arkadaşlarınıza önererek bana destek olabilirsiniz! Sizi seviyorum! 

Unutmadan instagram hesabına herkesi bekliyorummm

iNSTAGRAM HİKAYE HESABI : wattpadsakli 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top