Bölüm 5 ~Zaman bitti.

Herkese merhaba, nasılsınız?
Geldim ben, bölümleri düzeltip her gün olmasa da iki günde bir paylaşıp bitirmeyi planlıyorum hikâyeyi. Okuyanlar hala var mı? Kaldı mı bilmiyorum ama beni yorum ve oylarınızdan mahkum etmeyin 🙌🙌
Seviyorum, sizi, kendinize iyi bakın!
Keyifli okumalar 😘😘
İletişimi koparmamak için 👇

İletişimi koparmamak için;
Facebook Yazar Sayfası: Hayat-I Roman
Facebook Okur Grubu: Nurhayat Turna Okurları
Twitter: @sonsayfasihayat
İnstagram: @sonsayfasihayat
...

Akıp giden zaman, durduğu yerde hiç kalmazdı. Avuçlarına bıraktığı kırıklarla can acısına, acı kattı. Yine de sevildiğini düşünmek onu mutlu ediyordu.
Edmond aynadaki yansımasına bakarken düşündü. Dünü, bugünü ve yarını düşündü. Düşündükleri hüzün saldı kalbine, vazgeçti. Bu ana odaklandı. Gözleri üzerinde gezindi. Olduğundan daha yakışıklı görünüyordu, bu iyiydi. Kumral saçları her zamanki gibi gözlerini gölgeliyordu. Dolgun kırmızı dudakları zevkle yukarı doğru kıvrıldı. Güçlüydü. Yemeyeceği hiçbir şey yoktu. Fikirlerine burnunu büktü, başını iki yana salladı. Kendiyle dalga geçer gibi neşeli bir kahkaha patlatarak üzerine giyinmeye devam etti.

İçine giyindiği beyaz yüzücü atlet bedenine yapışmıştı. Siyah gömleğiyse vücudunu saran kasları gizliyordu. Altına geçirdiği koyu renk kotuyla tamamdı. Ayaklarına spor ayakkabısını giyinerek hazırlığını tamamladı. Sevdiği kokuyu üzerine bolca sıkındı, neşeli bir ıslık diline dolanırken odasından çıktı.

Sean her şeyle ilgilenmişti. Davetliler listesi, mekan iç tasarımı, içkiler.. Sanki kendi evinde parti veriyormuş gibi bir havası vardı üzerinde. Her şey tamı tamına hazırdı. Edmond mutfağa yönelerek kendine bir bira açtı. Tepesine dikerek susuzluğunu gidermeye çalıştı. Sean sessizce yanına gelerek elini omuzuna koydu.

“Dostum erken başladın, yine,” yüzüne yayılan gülümsemeyle omuzunun üzerindeki ele baktı Edmond. Başını iki yana sallayarak sırıtmaya devam etti.

“Dostum, tek bir yudumla inan bana kafayı buldum.” Gözlerini devirdi. Ses tonu dakika bir şey, onun dalga geçtiğini belli ediyordu. Elindeki şişeyi bıraktı. Arkasını döndü ve kapıya yöneldi.

Adımlarını salona çevirdi, ilerlemeye başladı. Saat 19.30’du. Şimdiden ev tıka basa dolmaya başlamıştı. Müzik son seviyede, bangır bangır çalıyordu. Umut etmiyordu. Adı gibi biliyordu bu gece burada Mandy olacaktı ve onu kollarına alacaktı. Tıpki diğerlerine yaptığı gibi zevkle inletecekti. Sonrasında -onun yaptığı gibi- arkasını dönecek yüzüne bakmadan çekip gidecekti. Ah hayır o kadar acımasız değildi. Yüzüne bakardı ama alayla bakardı. İçini rahatlatarak kendini boş bulduğu koltukların birine bıraktı.

“Oturabilir miyim?” Gözlerini karşısında duran kıza dikti. Yer açarak davetkar bir gülümseme bahşetmişti kıza.

“Tabi. Keyfine bak.”

Saat ilerledikçe eğlence de yoğunlaşıyordu. Ev dolup taşan insanlarla kaynıyordu. İçkisini içenler, koyu sohbet edenler... Dip köşelerde öpüşüp koklaşan çiftler, dans edenler...

Müziğin ritmine kaptıran bedenler kıvrılırken mavi gözlerini çeken bir çift eritilmiş çikolata rengindeki gözlerle buluştu. Bakışları bir yırtıcının keskinliğine sahipti. Mandy üzerine giydiği ince askılı beyaz elbisesiyle nefes kesiyordu. Kahve bukleler omuzlarından aşağı dökülüyordu. Elbise bedenine göre dikilmişti. Sıkıca sarmaladığı diri göğüsleri ağız sulandırıyordu. Dizlerine inen elbise bacaklarının güzelliğini gözler önüne seriyordu. Ayaklarındaki gri conversele masum bir profil çiziyordu.

Mandy gergindi. Atmaca misali avına kenetlenen Edmond'un göz hapsindeydi. Bu gece her ne olacaksa yaşanacaktı. Korkmuyordu. Julia ve Sera’nın meraklı bakışlarına aldırmadan Edmond’a doğru yürümeye başladı.

Özlemişti. O kırmızı dolgun dudakların kendi dudaklarının üzerindeki baskısını özlemişti. Kokusunu, sıcaklığını özlemişti. Yüzüne takındığı tatlı gülümsemeyle iyice yaklaştı. Tüm gözler üzerindeydi, bunun farkındaydı. Ama umursamadı.

Birkaç adım sonrasında Edmond’un tam önündeydi. Gergince dudaklarını yaladı.
“Merhaba,” kızın gerginliği Edmond’un gözlerinden kaçmamıştı. Yayılarak oturduğu yerden toparlanarak Mandy’i süzdü.

“Merhaba Mandy,” dişlerini gösteren bir gülümsemeyle bakmaya devam etti. “Gelmeyeceksin diye endişe ediyordum ama yine sen beni yanılttın.” Mandy dudaklarını sıktı. Sakin bir nefes alırken kısa bir sessizlik oldu, ardından konuşmaya başladı.

“Sanırım konuşmamız gerekiyor Edmond.”

Kendinden emin duruşu sadece göstermelikti. Oysa ne yaptığından kendi de emin değildi. Ancak kendini kendinden bağımsız gelişen olayların gidişatına bırakmıştı. Gergindi, her geçen saniye daha çok geriliyordu. Dudağını istemsizce yalaması Edmond'un gözünden kaçmamıştı. Gözleri Mandy'nin her hareketini takip ediyordu. Yoğun bakışlarda boğulduğunu hissetti, yanlızca bir an. Gülümsemeye başladi. Oturduğu yerden doğruldu, kalktı.

“Ne konuşacaksın ki benimle?” diye sorarken kaşlarını kaldırarak Mandy'i süzmeye başladı. Gerginliği her halinden belli oluyordu. Avuç içlerini elbisesinin etek uçlarına sürtüyordu. Kalın kahve bukleler omuzlarından aşağı dökülüyordu.

Mandy toparlanarak çenesini dikleştirdi.
“Anlatmam gerekenler var. Neden gittiğimi mesela ya da...” Edmond'un güçlü kahkahası hem Mandy'nin lafını tamamlamasına fırsat vermemiş hem de çalan son ses müzüği bıçak gibi kesmişti.

“Ya da ne? Mandy ne? Neden geri döndüğünü mü açıklayacaksın bana!” Kahkahası giderek azalmış, yerini bitmek bilmez bir öfkeye bırakmıştı. Hızla ileri atılarak kızın kolunu yakaladı. “Komik olma lütfen. Yalanlarını dinleyecek zamanım yok benim.”

Öfkesini dizginleyemiyordu. Canı tahmininden çok yanmıştı ve aynısını yaşatmakta kararlıydı. Yine kendi canının yanacağını bilse de bunu yapacaktı. Mandy kolunu kurtarmak gibi bir girişimde bulunmuyordu. Edmond'un öfkesinin farkındaydı. Bu denli onu yaralayabileceğini tahmin etmemişti. Birkaç ufak adımla aralarındaki dağlar kadar mesafeyi kapatmıştı. Hala Edmond’u  güçlü ellerinde cılız kolu vardı. Yüzünü kaplayan acı bir tebessümle o öldüğü okyanus gözlere baktı. Atladığı bir şey vardı. Partideki tüm davetlilerin gözleri üzerlerindeydi ki davetsiz gelen Amanda bile nefesini tutmuş onlara bakıyordu.

“Evet. Ama dinlemen gerekenler var. Ben hata yaptım haklısın, ama dinle. Tamam... Bağır, çağır, kır, dök ama lütfen beni bir kez olsun dinle...” Gözleri dolmuştu ve akmak için çabalayan yaşları güçlükle tutuyordu.

Edmond işittiği sesin titremesini, beyninde yankılandığını hissetti. Akmayan yaşların pırıltısını sevdiğinin gözlerinde görmenin canını yaktığını fark etti. Bir an, sadece bir anlık yumuşamayla sıktığı kolu bıraktı. Mandy put kesilmiş gibi kıpırdamadan Edmond'un ağzından dökülecek kelimeleri bekliyordu. Tek kelime etmeden kızın yanından geçerek mutfağa yöneldi. Mandy kararlıydı, pes etmeyecekti. Arkasından mutfağa yönelerek peşinden gitti.

“Konuşma sakın!” Edmond dolabın kapağını açarak kendine içmek için bir şeyler baktı. Gözüne kestirdiği şişeyi kaparak dolap kapağını kapattı. Kendine yeni bir içki şişesi açarak tepesine dikti. Tek dikişte yarısına kadar içti. Mandy ufak adımlarla takibini sonlandırırken tam arkasında durdu. Onun varlığını hissetmişti. Şişeyi tezgaha bırakarak soluklandı.

“Edmond,” ağlamaklı çıkan ses tonuna içinden sayısız kez küfretti. Edmond derin soluklar alırken kendi acizliğine lanet okudu. Kulaklarına dolan müzikle yerlerinde sessizce kaldılar. Çalan şarkı onlarındı, sanki Pixie Lott bu şarkıyı onlar için çalıyordu. Mandy'nin Broken Arrow eşliğinde yaptıkları ilk dansları geldi aklına. Silkelenerek Edmond'un omuzundan tutarak kendine çevirdi.

“Lütfen.”

İşte bu an her şeyin yitip tükendiği andı. Edmond daha fazla dayanamayarak o özlediği bedene sıkıca sarıldı. Kollarına alarak kokusunu içine çekti. Kelimelerin nadiren anlamını yitirdiği anlardan birindeydi. Mandy'nin kalbi kuş gibi çırpıyordu. Sanki kafesine kapatılmıştı ve açık bir yol bulsa kanatlarını özgürce çırpacaktı. Yutkundu. Geri çekilerek Edmond'a baktı. Eli akla gelmiş gibi kendiliğinden hareket ediyordu. Nefeslerinin birbirine karışacağı yakınlıktaydılar.

“Üzgünüm. Ben. Bensiz daha mutlu olursun sanmıştım,” kelimeleri özlediği dudaklara doğru fısıldadı. “Ben. Ben hayatından gidersem sorun olmadan yaşarsın sanmıştım. Ben. Ben sensiz yaparsam sen de yaparsın sanmıştım. Ama olmadı Edmond, yapamadım, özür dilerim.”

Uzandı, mesafeyi kapatacak adımı attı. Dudakları mühürlendi. Yaşamak buydu belki de. Nefes almak buna denirdi. Kollarının arasındaki hayatına sıkı sıkıya tutundu. İnce belini güçlü kollarla sarmıştı. Mandy ise kollarını Edmond'un boynuna doladı. Gittikçe derinleşen öpücüğün yakıcı etkisine kapılmıştı. Her şey donmuştu. Zaman akmaktan vazgeçmiş iki aşık kalp için saygı duruşundaydı. İçin için yana yana öptu Mandy'i, sıkıca daha da sıkıca sarıldı. Zorlanarak o özlediği dudaklardan kendini ayırdı.

Sonun başlangıcıydı belki.
Edmond yutkunarak dokundu özlediği tene. Kendine has yaban gülü kokusunu doyasıya çekti içine.

“Durdur beni Mandy, durdur.”

Mandy yaprak gibi titriyordu. Sevdiği çam özü kokusunu içine kana kana çekti. Duygu yoğunluğundan koyulaşan mavi gözlerini kızın eritilmiş çikolata rengindeki gözlere kitledi.

“Durdur beni!” Mandy düşünmesi gerektiğini hatırlattı kendine. Dağılmıştı yine. O öldüğü okyanus gözlerde bir kez daha boğulmuştu. Yutkunarak gözlerini yumdu. Derin nefeslerle kendine gelmeye çalıştı.

“Durmak istemiyorum Edmond. Ait olduğum yerdeyim. Olmam gereken yerdeyi. Edmond. Ben.. Ben...”

Tam herş ey belki de yerli yerinde olacağı zamandı fakat yine beklenmedik bir unsur oluşmuştu hayat denen sahnede. Arkalarından yükselen sesle her ikiside ilkildi. Omuzunun üzerinden baktı Mandy. Amanda tehditkar bir gülümsemeyle ikiliye bakıyordu. Edmond ise kasılmıştı. Sert bir bedeni vardı fakat şu an resmen kayadan bir adamdı. Başını iki yana sallayarak kollarını gevşetti ve Mandy'i bıraktı.
Gülümseyerek mutaktan çıktı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top