Bölüm 4 ~Bir şeyler hep mi eksikti?
‘Sonunda.. Döndüm!’
İçten içe sevin çığlıkları atıyordu. Kendini mutlu hissediyordu ama yarımdı. Ne yapması gerektiğiniyse bilmiyordu. Kafasında her şeyin sırasını dizmişti fakat neyi nasıl yapacağını kestiremiyordu. Taksi evlerinin önünde durduğunda şöföre tutarı uzatttı. Para üstünü beklemeden hızla taksiden atladı. Koşar adım çocukluğunun geçtiği bahçeyi geçti. Görünürde kimsenin olmaması bir şanstı. Hazırlayacağı sürprizi eline patlayabilirdi. Verandayı bütün heyecanına rağmen sessizce tırmandı. Kapının önündeki ‘Hoş Geldiniz’ yazılı paspasın altındaki yedek anahtarları aldı, kapıyı usulca açtı.
İçerisi sessizdi. Olduğundan daha çok sessizdi. Belli ki daha annesi ya da babası uyuyordu. ‘Acaba ağabeyim burada mı?’ diye geçirdi içinden. Ses çıkarma maya özen göstererek merdivenleri tırmandı, sessiz adımlarla odasına ulaştı. Çantasını yatağına gelişi güzel fırlattıktan sonra hızla banyoya koştu. Kısa bir duşun ardından odasına dönerek kurulamaya koyuldu. Sarı renkli tişörtünü üzerine geçirdi, altına geçirdiği kısa beyaz bir şortla hazırdı. Yarım yamalak kuruladığı saçlarını tepesinde topladı. Şimdi geriye kalan kısmı halletmesi gerekiyordu. Sürprizi için şahane bir kahvaltı hazırlasa fena olmazdı. Merdivenlerden uçarcasına inerek mutfağa yöneldi. Peynirli ve sebzeli omlet yaptı. Mısır gevreği ve karışık meyve marmelatlarını çıkarıp masaya özenle yerleştirdi. Kahveyi de hazırladıktan sonra her şey tamamdı.
Parmak uçlarında salona geçerken yüzünü sinsi bir gülümseme sardı. Ses sisteminin yanına gidip açma düğmesine bastı. Sevdiği şarkıyı açarak ses seviyesini yükseltti. Annesinin çığlıkları ve babasının homurtusunu duyabiliyordu. Kıkırdayarak salondan çıktı, onların merdivenden inmelerini bekledi. Annesi önde babası peşinde merdivenlerden aşağı inerken Mandy’nin gülümseyen yüzü asıldı.
“Anlaşılan sürpriz bana yapılıyor,” diye mırıldandı düşünceli bir halde. Annesinin dağılmış saçlarına, sabahlığının açık yakasını tutan titreyen ellerine ardından kocaman açılmış şaşkın bakan gözlerine uzun uzun baktı. Kayla dudağını ısırıp kocasına yandan bir bakış atarken Caleb boğazını temizledi. Ağzını açıp bir şeyler söyleyeceği sırada dış kapı gıcırdayarak açıldı, içeri önde ağabeyi Martin ve çiçeği burnunda karısı Clara içeri süzüldü. Şaşırma sırası onlardaydı.
“Sen ne zaman geldin ve neden haber vermedin?” diyen Martin kardeşine sevecen bir bakış atarak sorguya başladı.
“Martin,” dedi bakışlarını ağabeyine çevirirken, “Erken gelmeye karar verdim. Bir de sürpriz yapmak istemiştim.” Gözlerine suç işlemiş küçük cocuklar gibi duran anne ve babasına çevirdi. “Ama asıl sürpriz bana yapıldı.”
“O ne demek şimdi?”
“Şu demek oluyor sevgili kardeşim. Sen evlendin ve gittin, eh ben de gittim. Anne ve babamız biz yokuz diye kendilerine yeni bir bebek yapıyorlarmış!”
Kayla gözlerini kısıp Mandy’e bir adım daha yaklaştı. “Ne saçmalıyorsun sen!” diye kızdı. Yanaklarını yayılan kızarıklık boynuna uzanmıştı.
“Bu haliniz-” diye başladığı sözünü tamamlayamadı. Caleb uzanıp kızını kolları arasına aldı. “Ben kızımı çok özledim,” dedi.
Martin ve Clara gülüşlerini saklayıp başlarını çevirirken Mandy babasının çıplak ayaklarına bakıyordu. “Ben de seni özledim baba.”
Yaklaşık bir yirmi dakika sonrasında hep birlikte mutfakta, masalarindaki yerlerini almışlardı. Kayla ve Caleb üzerlerine çeki düzen verdikten sonra kahvaltıda oturmuştu. Mandy halasının yanında koca bir yaz, neler yaptığını anlatırken arada Martin ona takılıyordu. Karnını bir güzel doyuran Mandy peçeteyle ağzını silerek hızla masadan kalktı. Clara'nın boynuna sarılarak yanağına kocaman sulu bir öpücük bıraktı. Sırasıyla herkesi öptükten sonra odasından çantasını almak için merdivenlere yöneldi.
Mandy'nin arkasından Martin “Sahiden üçüncü çocuğu mu yapacaktınız?” diye sordu. Clara dirseği ile dürterken annesinin öfkeli bakışlarına karşılık veriyordu. “Üstelik bir torununuz olacak.”
Caleb ellerini masaya vurdu. “Tamam, bu kadar yeter,” dedi. Masadan kalktı ve gözden kayboldu.
Bir Saat Sonra
“Ah! Mandy...” Sera içtiği kahve boğazına kaçmasına engel olamadı. “Se-senn ne zaman geldin..” peçeteyle dudaklarını sildi, şaşkın bakışlarla Mandy'e bakıyordu. Yüzündeki kocaman gülümsemesiyle Mandy sıkıca arkadaşına sarıldı.
“Bugün geldim. Orası pek kaba.. Sevemedim ben! Hrm burası cennetmiş ki aptallığıma ver, gitmekle büyük bir aptallık yaptım.”
Bakışlarını arkadaşının sıcak bakan kahverengi gözlerinden çekti. Cam kenarında oturmak Sera’nın fikriydi. Sıkkın bakışlarını yolda yürüyen insanlara çevirdi. “Hem de çok büyük bir aptallık...”
Ardından tanıdık bir çift mavi gözle karşılaşınca olduğu yerde dondu kaldı.
***
Uykusuz bir gecenin ardından yatağından huzursuzca kalktı Edmond. Annesinin onlar için seçtiği cezayı çekecekti. Kaçışı yoktu. Gloria'nın hiç merhameti yoktu. Zavallı Julia'yı da yaktığını kendine hatırlatarak huysuzlanmaya başladı.
“Günaydın kuzen..” kapının ağzında dikilmiş yalvaran bakışlarla bakıyordu Julia.
“Gün mü aymış? Ah! Beynim çatlıyor..” yüzünü buruşturarak yataktan doğruldu, bacaklarını aşağı sarkıtarak oturdu. İç çekti, ayağa kalkıp belini esnetti. Sarsak adımlarını kuzenine çevirerek yürümeye başladı.
“Uyuyamadın değil mi?” anlamaz bir şekilde Julia'ya baktı, yanından geçerek banyoya girdi.
“Julia, havamda değilim. Git annemle bugün yapacaklarınızın planını yap ve beni rahat bırak.”
Bonyoya kendini kapattı. Kafası öyle dağınıktır ki toparlamakta zorlanıyordu. Banyoda olabildiğince zaman harcamaya gayret gösterdi. Sabah sabah sıcak bir duş iyi gelir düşüncesiyle kendini suyun içine attı. Vücudundan süzülen sıcak suyun keyfini sonuna kadar çıkartarak bir kaç saat öylece kaldı. Ta ki parmaklarının uçları büzüşene kadar. Ayna karşısına geçerek her zamanki suratsız duran yansımasını izledi. Ardından dişlerini fırçalayarak beline doladığı havluyla odasına döndü. Kuzenini yatağına oturmuş sekildr bulmayı beklemiyordu. Sesini çıkarmadı, dolabına yöneldi. Julia ise Edmond’u bırakmaya niyetli değildi. Savas baltalarnı hazırlarken kaşları çatıldı, çenesini dikleştirdi.
“Başımı teyzemle belaya sokmuş olmana sesimi çıkarmıyorum. Bugün Joe ile olan buluşmamı senin yüzünden ertelemiş olmama da sesimi çıkarmıyorum. Ama Edmond, bu halinden nefret ediyorum! Farkındasın ya da değil, umurumda değil fakat bu durumun seni seven insanları da üzdüğünü bil, yeter artık. Kendine gel.”
Nefes nefese söyleyeceklerini dile getirdi Julia, daha sonra hızla yataktan kalkarak arkasına bakmadan odadan çıktı. Geride şaşkın, kızgın ve ne yapacağını bilmeyen bir Edmond bıraktığını bilmeden gitti. Gözlerini kısa bir süre kapatıp sakinleşmeye çalışan Edmond homurdanarak üzerini giyinmeye koyuldu. Üzerine geçirdiği beyaz tişört ve koyu renk kotuyla her zamanki yakışıklılığı üzerindeydi. Son anda karar değiştirerek. Gri uzun kollu bir sweat giyindi. Ayaklarına spor ayakkabılarını giyinerek sevdiği parfümü olan Jagler'i üzerine boca ederek odasından çıktı.
Mutfak kapısından içeri girerken sessizdi. Buzdolabının kapağını açarak içinden süt çıkardı. Kapağını açtı, tepesine dikti. Bu hareketinden hoşlanmayan aşçılarının sert bakışlarını görmezden gelerek arkasını döndü. Mutfaktan çıkıp koridora saptı, salona yöneldi.
“Herkes buradaymış,” dedi gülümserken. “Günaydın,” annesinin yanağına sevecen bir öpücük kondurup yanına geçti.
“Günaydın Edmond.”
“O çok kıymetli İran halını tek başına temizlemeciye götürmeyeceğim. Julia benimle geliyor, kendi istedi.” baş parmağı ile işaret parmağını birleştirerek burun kemiğini sıktı. “Bunu sana benim söylemem daha doğru olurmuş. Bizi hoş görmeni bekliyor ve gideceğimizi haber veriyorum anne.” annesinin yanağını öpüp kuzeninin koluna yapıştı.
İkili itiş kakış dışarı çıkarak arabaya yöneldi. İran halısını bagaja nazikçe(!) atarak dreksiyon başına geçti. Julia burnundan soluyarak yolcukoltuğuna yerleşti.
“Hatamı telafi etmek istedim,” dediğinde, Julia sinirle Edmond'un omuzuna bir yumruk attı. İçinde tuttuğu öfkeyi bastırmaya çalışarak konuşmaya başladı.
“Sıkı bir dayağı hak ettin sen Edmond! Gücüm yetse seni bir güzel döverdim.”
Yarım saatlik bir yolculuğun ardından Julia'nın özel şöförlüğünü yapmış, annesinin İran halısını temizlemeye bırakmıştı. Annesinin sorgulayan bakışlarından, kuzeninin düşük çenesinden kurtulmuş olmanın verdiği huzurla derin bir nefes aldı. Arabasını bıraktığı park alanına doğru sakin adımlarla ilerlemeye başladı. Çalan telefonunun sesi kulağına iliştiğinde duraksayarak elini kotunun cebine attı.
“Ne var?”
“Böyle mi cevap verilir, kaba herif! Kafanı kaldır, karşıya bak ve yanımıza gel.” Sean gür sesi ve arkasından gelen kahkahalar yüzünden telefonu kulağından çekti, yüzünü ekşitti. Kafasını kaldırarak arkadaşının dediği yere baktığında son zamanlarda aklından çıkmayan tek kişi ile karşılaştı. Ufak çaplı bir şaşkınlık yaşadı. Yaz başında terk eden sahte sevgilisi karşıdaydı, donuk bakışlarını Edmond'a kilitlemişti. Derin bir nefes alarak sırtını dikleştirdi.
Telefonu kulağına yaklaştırıp “Geliyorum,” dedi. Hızlı bir kaç adım sonrasında karşıdan karşıya geçmişti. Lokasyon caddesinde bulunan kafeye genelde gençler takılıyor, günün büyük çoğunluğunu mini bar Funny Space’te getiriyorlardı. Edmond çok nadir gelse de arkadaşlarının uğrar mekanlarından biriydi. Koşar adım kadının kapısından içeri girdi.
Hissizlik belkide buydu. Baktığı şeyi ya da kimseyi görmemekti. Yüzüne takındığı umursamaz gülümsemeyle içeri adım atığı anda, birçok meraklı bakışların kendi üzerine kilitleneceğini biliyordu. Yine de umursamadı. Önceleri olduğu gibi. Ufukta Sean, Benjamin ve bir kaç gereksiz insanın oluşturduğu gruba doğru adımlarını yönlendirdi. Mandy'de oradaydı. Yanı başında.
‘Demek hafta sonundan önce geldi.’
İç sesinin fısıltılarına kulak tıkayarak arkadaşının yanına ulaştı.
“Selam,” yüzüne yerleşen o kendini bilmez ifadesi ile birlikte yayılmaya devam eden yayvan gülümseyişiyle arkadaşlarını süzmeye başladı.
“Böyle nereden geldiğini söyleyecek misin? ‘Tazı’ yine iş başında mıydın?” Sean’ın köşeye sıkıştırma işlemi elinde patlarken Edmond çektiği sandalyeye yayılarak oturdu. Omuzlarını silkerek masum bir havaya büründü.
“Annemin iran halısını temizletmeye götürdüm,” verdiği yanıtla beraber gelen kahkahalarla gülümsedi. Çaktırmadan Mandy'nin olduğu tarafa bakarak eski sevgilisinin hayal kırıklığını net şekilde gördü. ‘Ne bekliyordu ki? Kollarına koşarak geleceğimi mi?’ sol omuzunda beliren şeytana dil çıkararak dik vaziyette oturdu.
“Yapma ama!” diyen Sean’a bakıp başını salladı.
“Bir parti vereceğim, benim eski evi boşaltıyorum. Yarın akşam ki partiye gelecekleri gelmeyecekleri ayarlama görevi sen de. Her şey hazır nasılsa.” kimsenin bir şey söylemesine fırsat vermedi, yerinden kalkarak çıkışla yöneldi. Sera ile istemsizce göz göze geldiğinde duraksayarak yanlarına doğru ilerledi.
“Merhaba.”
Sera afallasa da şaşkınlığını saklayıp gülümsemeyi başardı. “Merhaba Edmond. Nasılsın?”
Gülümsemesi iyiden iyiye yüzünü kaplayan Edmond “İyiyim,” dedi, duraksadı. “Olduğumdan daha iyiyim.” Bakışlarını Mandy'ye çevirdi. Edmond hiç olmadığı kadar soğuktu. Umursamaz bir hava katmıştı kendine. Tekrar konuşmaya başladı. “Döndün demek! Ne güzel.”
“Evet, döndüm. Gördüğün gibi burdayım,” güçlü görünmeye çalışıyordu Mandy. Ses tonunun mesafeli çıkmasına özen göstermişti.
“Sevindim,” diyebildi Edmond. Tam arkasını dönmüş gidiyordu ki aklına bir şey gelmiş gibi topuğunun üzerinde dönerek kızlara baktı. “Yarın evimde parti veriyorum. Kesinlikle davetlisiniz, böylece dönüşünü de kutlamış oluruz. Herkesin eğlenmeye hakkı vardır, değil mi?”
Edmond'un sözlerini dinlerken Mandy'nin içinden bir şeyler koptu. Kendi kaşınmıştı. Göstermiyor olsa da yaralıydı ve kendi yaralarını sarıp sarmalamak da ona düşmüştü. İçi acıyordu fakat yapabileceği başka bir şey yoktu. Sessizce Edmond'un uzaklaşmasını izledi. Parti veriyordu evinde ve eğlenmek hakkıydı. Söz söylemeye hakkı yoktu. Onu bırakıp giderken böyle olacağını bilmeliydi. Şimdilik elinden gelen tek şey Edmond'un arkasından bakmaktı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top