Çocukluk

Yaklaşık on sene önce...

Ayakları demir pedalların üzerinde dururken, bazen onları hafifçe çeviriyor ama çoğunlukla kendini rüzgarın hoş esintisine bırakıyordu. Okul üniformaları olan süveteri ve pantolonu üzerinde, omuzlarına değmek üzere olan yeni yeni dalgalanan, o günlüğüne salık bıraktığı kahverengi saçları arkaya doğru uçuşuyor ve belki de yeni okuluna başlayalı ilk kez, kendisini bu denli özgür hissediyordu. Altında yatan farklı ya da yeni bir sebep yoktu oysa. Psikiyatristinin hormon tedavisini önermesinin üzerinden sadece birkaç hafta geçmişti. Ancak o zamanlar Merin, ailevi sorunlarından dolayı defalarca doktor değiştireceğinden henüz habersizdi. Daha başına gelecek onca felaketten de.

Kendilerine ait iki katlı müstakil evlerine geldiği zaman, bisikletini bahçedeki her zamanki aynı yere bıraktı. Aklında çok farklı planlar olduğu söylenemezdi aslında, odasına çıkıp biraz kitap okuyacak ya da alt kata inip annesine yardım ettikten sonra biraz televizyon izleyecekti. Ama babasının işte değilde evde olmasını girdiği anda fark ettiğinde, tüm planlarını rafa kaldırması gerektiğini biliyordu.

Mutfağın yanındaki oturma odalarının giriş kısmından, annesinin koltuğun uç kısmında kendi kendine sarılır bir halde ağladığını görebiliyordu. Tam yanına geçmek üzereyken mutfakta tek başına oturan babasını gördü. Başta kavga ettikleri için bu halde olduklarını düşündü. Sonra aklına küçük kardeşi River geldi. Odasında olmasını umdu. Tüm bunların ortasında kendini bulmak yerine yukarı çıkacakken, babasının elindeki şişeyi gördü. Babasının evde ilk kez alkol tükettiğine şahit olmuyordu ama yine de ne  zaman görse küçük kalbi  korkuyla atardı; tıpkı o andaki gibi. Annesine yapmış olacaklarından korkup ürkekçe titrer bir vaziyette yerinde kaldı. Her defasında, ne zaman ebeveynleri kavga etse aynı korkuyu yaşıyordu Merin. Babası onu fark ettiğinde, neredeyse korkuyla hıçkıracaktı.

"Harry." diye seslendi ona. Bakmak zorunda olduğundan başını kaldırdı. "Günün nasıldı?" Sesi aslında, kendi babasının sesiymiş gibi geliyordu. Ama Merin içten içe onun ne kadar sarhoş olduğunu biliyordu. "Okul nasıldı? Sana zorbalık yaptılar mı? Bundan sonra hiçbir şey kolay olmayacak demiştim." Boşlukta sallanan ellerini stresle sıkıp duruyordu yere bakarken.

"Bana artık Merin demen gerekiyor." Babasına, verdiği kararı günler sonunda söyleyebildiğinde, kendinden emin bir şekilde değil korkarak kaldırdı yüzünü ona karşı. "İsmim bu."

"Merin demek..." Matthew Styles iç geçirdikten sonra büyük şişeden sadece küçük bir yudum aldı. Yarısından çoğu neredeyse bitmek üzereydi. "Vay canına, ne kadar da tatlı bir isim. Tıpkı senin gibi." Uzaktan gözlerini kırpıp durmasından, eliyle burnunu silmesinden ağladığı anlaşılmıyordu aslında. Merin, sadece bunu ses tonundaki değişimden anlamıştı. Üzgünce kapı girişine yaklaştı, kirişlere tutundu. Babasına sarılmak istiyordu korkmasına rağmen. Ona hala ihtiyacı vardı. "Peki neden Merin?"

"Benim için doğru olan bu." Sessizce konuştu. Fakat zaten babası onu ağlamaktan duymuyordu.

"Peki ya beraber geçirdiğimiz onca anılara ne olacak? Seni ilk kez kucağımıza alışımızdan sonra ya da annenin kollarında bize bakarak "baba" demenden sonraki o anlar, seni havaya attığımda sen coşku içerisinde bağırırken bir anda annenin doğum sancısı geldiğinde ismini seslendiği o an... Tüm bunları nasıl yenileriyle değiştirebilirim Harry- Tanrım.. Üzgünüm." Matthew ağlamaktan konuşamayınca gözlerini hemen başka bir yere kaçırdı. "Tüm çocukluk anlarını, o fotoğraflarımızı nasıl aklımdan sileceğim?"

Artık Merin de ağlıyordu tüm bunları dinlerken. Ona değil, yerdeki renkli mutfak kilimlerine bakıyordu. "Üzgünüm ama benim için bunların hiçbir önemi kalmadı. Çünkü başından beri doğru gelmiyordu. O çocuk ben değildim, sen de biliyordun. Hiçbir zaman senin oğlun olamamıştım." Yaşlarla dolu yeşil gözlerini, çektiği acıya rağmen inatla babasına kaldırdı. "Baş edeceğine söz vermiştin baba." Ona isyan etmek istiyordu, çünkü bu kendisine yapılmış en büyük haksızlıktan bile beterdi. Babasının onu terk etmesini kaldıramıyordu. "Beni olduğum gibi kabul edeceğine söz vermiştin."

"Yüzünü kara çıkardım, değil mi?"

Islak gözleri o andan itibaren, masanın arkasında oturan babasına duyduğu dehşeti yaşların arkasında saklamaya bir süre daha devam etmek zorunda kalmıştı.

~

Kuzey Liverpool Lisesi'nde Louis için hala o korkunç cuma günü sürmekteyken, aslında Edebiyat Kulübü öğrencileri River ve Harley için aynı durum söz konusu olduğu söylenemezdi. Diğerleriyle birlikte Bay Tomlinson'ın derse gelmesini beklerken, Harley çekinmenin artık saçma olacağını düşünerek çantasını alıp River'ın yanındaki boş sıraya oturmuştu. Aslında tüm sandalyeler birbirine dönüktü bu yüzden çok fazla yalnız oldukları söylenemezdi. İkisi de böyle bir fırsatı kollamazdı zaten, en azından şimdilik.

"Hey." Harley, gergince kollarını birleştirerek ona seslendiğinde ancak River fark edip kulaklığını çıkartabilmiş, telefonunu hemen cebine sıkıştırmıştı. "Derste telefonla oynamak yasak."

"Evet ama bugün cuma ve ayrıca belli ki ders boş." River rahatça sırıttı. "Ve selam. N'aber?"

"İyiyim, yani iyi sayılırım. Tuhaf bir şekilde her şey yolunda gidiyor." Harley iç çekerek gözlerini sınıftaki öğrencilerde gezdirdi. "Sen nasılsın?"

"Her şey yolunda." Tıpkı onun gibi söyleyip başını salladı. "Babanın kulübe gelmeye niyeti yok herhalde. Okulda olduğuna emin misin? Belki gizli gizli bir yerlere gitmiştir." River eskilere gönderme yapsa da Harley o zamanlar ne yaşandığını, River'ın aslında onların nasıl bastığını bilmediği için anlamamıştı.

"Hayır, okuldaydı. Daha geçen teneffüste konuştuk." River anladığını belirtircesine başını salladığı zaman, Harley aklına gelmesiyle hemen çantasını kucağına çekti. Ona vermesi gereken bir şey vardı. "Sanırım bu sana ait. Bana Merin vermişti, son sayfadakileri onun yazmış olamayacağından sonradan sana ait olabileceğini düşündüm." Bu kadar uzun açıkladığı için Harley kendi kafasını dağıtmak istedi. Onun yerine, kendine sinir olmuşça başını hafifçe iki yana salladı. River'sa sadece gülmüştü.

"Evet, bu benim çizgi romanım. Merin odamdan kaçırıp sana vermiş. Ama istersen sende kalabilir." River almadan önce emin olmak isteyerek sordu.

"Üç kez bitirdim zaten, artık alabilirsin." Sonunda aldığında ise, şaşırarak tekrar ona döndü.

"Çizgi romanları sever misin?" diye sordu yeni bir merakla.

"Çok severim hem de. Filmlerinden daha çok."

Onların ikisi çizgi roman ve süper kahraman filmleri hakkında sohbet etmeye öylesine dalmıştı ki, haftanın son dersi bitmiş, okuldaki zil çalmıştı. Herkes bir anda toparlanınca, onlar da hangi ara okulun bittiğini anlayamadan çantalarını sırtlayıp beraber sınıftan çıkmışlardı.

River, babasının otoparktaki arabasının yanına gidene kadar Harley'e eşlik etmişti. Fakat ikisi de, Louis'in mahkeme duvarından daha beter bir halde olan suratını görünce duraksamak zorunda kaldı. River ne olduğunu anlamamış, Harley ise endişelenmişti. "Baba?" Harley hemen River'ı bırakıp babasına koştu. Louis River'ı fark etmeden kızına sıkıca sarıldı ve arabaya binmesini söyleyip, hızlıca sürücü koltuğuna geçti.

River olabilecekler hakkında kendi içerisinde teoriler üretirken kısa sürede tek başına kaldığı okul bahçesinde sessiz bir şekilde küfretti.

Şehrin ortasında her şeyden habersiz olan Merin ise, okuldan erken çıkıp sözleştikleri üzere arkadaşlarıyla buluşacakları mekana doğru yola koyulmuştu. İçinde tuhaf bir tedirginlik vardı ama bu Kuzey Liverpool Lisesi'ndeki dedikodularla alakasızdı elbette, çünkü asla River ya da Harley ona bunlardan bahsetmişti. Merin'in endişesi, şehirde bir yerde babasının varlığını bilerek beklemediği bir anda karşısına çıkmasıydı. Onu görmeye ya da onunla konuşmaya hazır değildi. Yine de, karşıdan karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını beklerken, babasını görme korkusuyla karşı kaldırımdaki kalabalıktan gözlerini belli belirsiz bir korkuyla uzak tutuyordu.

Üniversitedeki arkadaş grubunun ona söylediği adreste Meksika yemekleri yapan bir restorant bulunuyordu. Merin kapıyı aralayıp içeri adımını attığı anda, yüzüne çarpan ılık havayı ve kalabalığın gürültüsünü geçip arkadaşlarının oturduğu masaya yöneldi. Allison, biricik arkadaşını gördüğü anda sarılmak için sandalyesinden kalkmıştı. Merin, hiç düşünmeden sardı kollarını genç kadına. Allison hakkında bazı düşünceleri yerli yerinde duruyordu, fakat yine de onu sevmesine engel değildi bunlar. Sonuçta Ally, bu üniversitede onu olduğu gibi kabul edip hemen arkadaş olan ilk kişiydi, diğerlerinin aksine. Üstelik, Merin'in özendiği türden bir kadındı. Güzel makyaj yapabilen, topuklu ayakkabıyla her daim yürüyebilen ve takma tırnaklarına rağmen telefonunu kullanabilen biriydi. Merin'in onda hayranlık duyduğu sadece tek konu bu denli feminen bir kadın olması değildi elbette. "Senin yerine yemek sipariş ettik, merak etme bizimkisiyle aynı. Ne içersin?"

"Hafif bir şeyler olsun." Merin masada geri kalan arkadaş grubuna şöyle bir göz attı hemen.

"Staj nasıl gidiyor Merin?" Abigail yanındaki erkek arkadaşının kolundan ayrılmadan sordu. "Duyduğuma göre güzel bir okul bulmuşsun kendine."

"Evet küçüklerle ilgilenmesi her zaman benim için daha eğlenceli." Açıklarken gülümsüyordu.

"Baksana Merin, mezuniyete az kaldı ve kimsenin ortaya bir plan attığı yok. Biz de dedik ki, kendi aramızda bir parti düzenleyelim. Mutlaka katılan olur." Allison heyecanla sırıtarak anlatıyordu arkadaşına tüm planı. Merin pek de şaşırmadı. Allison'la tanıştığı ilk günden beri partileri ne kadar sevdiğini biliyordu.

"Edebiyat öğrencilerinin ne kadar sıkıcı olduğunu biliyorsunuz zaten." dedi Abigail. "Ama Allison'un yaptığı partiye herkes katılmak ister."

"Bence de iyi fikir." Merin, kolunu arkadaşının omzuna yasladı. "Benim katılacağımı biliyorsun."

"O zaman ilk fırsatında kendine gidip güzel bir elbise bulsan iyi edersin. Artık böyle mi takılıyorsun Merin? Kadife pantolonlar ve renksiz bluzlar?" 

Üstündeki kazağın renksiz olduğunu söyleyemezdi, sadece pastel pembesi havuç pantolonun üstüne daha renkli bir şey giymek istemezdi. Üstelik Louis'in ona geçenlerde ünlü bir mağazadan aldığı siyah yünlü ceketinin önüne geçecek bir üst de giyemezdi. Tüm bunlara ek olarak, bir süredir okulda küçük çocuklara danışmanlık yapıyordu. Artık kısa etekleriyle birlikte renkli ya da delik çoraplarını giyemezdi. Hem, kendisi de dahil herkes -özellikle de erkek arkadaşı- bu tarzına bayılmıştı. "Unuttun sanırım. İşten çıkar çıkmaz yanınıza geldim." Ne var ki, ekoseli eteklerini giymeyi özlediğini itiraf etmeliydi.

Allison başını salladı. Masada bir süre daha mezuniyet partisiyle alakalı konuşmalar dönmeye devam etmişti. O sırada, çoktan yemekle dolu tabakları ve içecekleri masaya eklenmişti. "Okulun birincisini merak ediyorum. Hocalar sır gibi saklıyor."

"Kesinlikle listede Merin de var." Allison söylediği zaman neredeyse dürümünden aldığı lokmayı boğazına kaçırıyordu. "Demedi demeyin."

"Elbette listede Merin var. Kendi tezini bitirip başkasınınkileri yapmış birinden bahsediyoruz." Arkadaşları gülmeye başlayınca Harry Merin kendini açıklamak zorunda hissetmişti.

"Artık bu işi yapmıyorum, biliyorsunuz."

"Evet ama yine de okulun en iyi öğrencileri listesindesindir. Şu tüm akademisyenlerin olduğu yemeğe davet edilirsen, gidecek misin?" Abigail kaşlarını kaldırarak sorunca, Merin bir anda ne diyeceğini kestirememişti.

"Böyle bir şeyin olduğunu bile bilmiyordum." Herkes onun cevabını bekliyordu meraklı gözlerle. "Bence gitmem gerek, öyle değil mi?"

"Onun için de kendine elbise alman gerekecek." Allison kulağına doğru kurnazca fısıldadı. "Ama daha usturuplu olması gerekiyor."  İkisi de kendi aralarında kıkırdarken, masanın öteki ucundaki sohbet konusu değişmiş, başka konular üzerinden konuşmaya devam etmişlerdi. Mekana yeni gelen arkadaşlarıyla kapıdaki zilin sesi duyulsa da, arkası dönük olan iki arkadaş da kimin geldiğini umursamadı. Fakat, Merin masanın ucuna gelen Ross'u gördüğünde kaşlarını çatmaktan geri kalmadan Allison'a döndü onun burada ne halt yediğini sorarcasına.

"Hey. Biraz geciktim. Yemekler gelmiş bile." Kendisine hemen bir sandalye çekip boş bir köşeye geçti ki bu Merin'in hemen sağ çaprazı oluyordu. Gözlerini rahatsızlık duyarak ondan uzak tuttu. Eski -sevgilisi bile sayılmayacak- flörtü, burada ne işi vardı ki? Ve Allison neden Ross'un da geleceğini Merin'e haber vermemişti?

"Renee çağırmıştı ama aranızda olup biteni bilmiyormuş. Ross gelmeyeceğini söylemişti ama belli ki plan değiştirmiş, üzgünüm." Allison arkadaşının kulağına fısıldayarak açıklasa da, bu durumu düzeltmiyordu. Merin kendini rahatsız hissediyordu halen. Geçmişi olan biriyle aynı masada oturmak normalleştiremediği bir şeydi, hele de o kişi Merin'in okul çevresinden birilerine pek de göstermediği yatak odasındaki halini görmüşse, daha da rahatsızlık duyuyordu. Üstelik, burada olmadığı halde Louis'le empati kuruyor ve eğer bilseydi ne kadar rahatsız hissedebileceğine dair kendi kendine kuruntular yaratıyordu. Telefonunu çıkarttı hemen, bu masadan kaçıp kurtulacak bir bahane bulmalıydı. River'ın cevapsız aramasını gördüğünde hemen ona geri döndü. Konuşmak için masadan kalktığında, görmediği halde Ross'un onu izleyen gözlerini üzerinde hissedebiliyordu.

"River." Hat açıldığı anda sabırsızca konuştu. "Neredesin? Eve geçtin mi?"

"Hayır. Ben de onun için aramıştım. Danny'le buluştuk. Onlarda kalsam olur mu?" Merin sorusuyla kaşlarını şaşkınca kaldırdı.

"Nereden çıktı bu? Her şey yolunda mı? Sesin biraz kötü geliyor." Stresle dudaklarını kemiriyordu kendi kendine. Konuşurken öteki kolunu göğsüne kavuşturmuştu.

"Her şey yolunda, ne olabilir ki? Bugün cuma, haftasonu biraz eğlenmek istiyorum."

Merin iç çekti. Haklıydı, neden bir anda bu kadar gerildiğini bilmiyordu. "Pekala. Seni seviyorum, dikkat et lütfen. Danny'nin annesine teşekkür etmeyi unutma."

"Tamam abla! Her defasında bunu hatırlatmana gerek yok."

Telefon kapandığında Merin kardeşinin ona bağırmasını umursamadı. Masaya dönüp ceketini ve çantasını alması gerekiyordu. River haklıydı, bugün cumaydı ve garip olan Louis'in sabahtan beri onu aramamış olmasıydı. Birkaç gündür sebebini bilmediği bir gerginlik vardı sanki ortada. "Benim çıkmam gerekiyor." Merin eşyalarını aldıktan sonra elini Allison'un omzuna koyarak haber verdi. "Size iyi eğlenceler."

"Daha bara gidecektik ama!" Allison arkadaşının elinden yakaladı. "Neden planı bozuyorsun?"

"Eve gitmem gerekiyor. Sonra görüşürüz." Elini kurtarıp hızlıca çeketini omuzlarından geçirdi, arkasına bakmadan mekanı da hızlıca terk etti. Ciğerleri temiz havayla dolduğu ilk anda, Louis'in numarasını çevirdi telefonundan. Birkaç kereden uzun çaldı. Kimse açmadığında yine denedi. Evde olmalarını umarak, kendi evine giden değil Louis'in mahallesine yakın yerden geçen metroya bindi.

Evin önüne gelmeden önce, sokağın başında gördüğü siyah yüksek arabası sayesinde derin bir nefes almıştı Merin. Hemen adımlarını hızlandırıp kapıya geldi. Birkaç kez çalmasının ardından kapıyı Harley açtığı zaman şaşırsa da, bunu belli etmedi. "Merhaba Harley." Gülümsemeye çalıştı endişeli haline rağmen. Bir yandan kendi kendine, çok mu delice ve panik davrandığını sorguluyordu.

"Hey." Harley sakince selamladı Merin'i, hiçbir şey demeden geçmesi için kapıyı biraz daha araladı.

"Baban evde mi?" Sorarken kendi kol saatinden saati kontrol etti. Aslında tam akşam yemeği vaktine yetişmişti. Harley'se sorusuna kafa sallayarak cevap verip salona ilerledi. Televizyon önündeki eski yerinde, battaniyesini üzerine atıp koltuğa kurulmuştu sonrasında, Merin'in evde ne yaptığını hiç de umursamadan.

"Şimdiden söyleyeyim, bugün keyfi pek yerinde değil. En son çalışma odasındaydı. Eğer kendini odasına kapatmadıysa."

Merin hemen koşar adımlarla yukarı çıktı. Büyük kızının söylediği gibi, çalışma odasında bilgisayarının önünde oturuyordu. Ekrana bakarken kemik çerçeveli gözlüklerini takmıştı. Merin'in geldiğini görse bile odağını dağıtmadan aynı ekrana bakmaya devam etti. Merin'se onu gördüğü için öyle içi rahatlamıştı ki, tüm endişelerini unutup üstüne atlayacaktı. "Hey, ben geldim. Kız arkadaşına hoş geldin öpücüğü yok mu?" Yakınına gelmesiyle, kambur duruşunu düzeltip onun için kucağında yer açtı ve bacağına oturmasına izin verdi. Dudağı yerine, şakağına sakin bir öpücük bıraktı. Gözleri hala ekranda açık olan sayfadaydı. "Ne yapıyorsun?"

"Bir haftalığına tatile çıkalım, burada uzaklaşalım demiştin. Hatırlıyor musun?" Merin'in kaşları hafifçe havalandı yüzünü yakından izlerken. "Bence bu hafta sonu gidebiliriz."

"Nasıl yani? Hemen mi? Kızlar ve River ne olacak?"

"Bilmiyorum Merin. Gelmek istemiyor musun, onu söyle." Louis sonunda ona döndüğünde, Merin ne diyeceğini bilmiyordu. "Evet ya da hayır de Merin."

"İzin bile almadık ikimiz de. Nasıl hemen cevap verebilirim ki?" Merin sevgilisinin üzerindeki garip telaşı fark etmiş ve sebebinin ne olduğunu anlayamamıştı. Yine de elini omzuna koyup ensesine ulaşan saçlarla oynamaya başladı. "Yoksa seninle gelmek istediğimi biliyorsun."

Mavi gözlerini sonunda gerçek anlamda onun yüzüne odaklayabildiğinde Louis derin bir nefes aldı. "Haklısın. Bugün konuşup izin al. Yarın biletleri ve rezervasyonları ayarlarım." Burnunu Merin'in göğsüne doğru salınan saçlarına yasladı ve kokusunu içine çekti. Merin'se hala şaşkınca onu izliyordu.

"Peki ya sen? Sen nasıl alacaksın izin?"

"Hallettim sayılır. Merak etme." Eliyle yanağını kavradı yavaşça. "Bugün arkadaşlarınla vakit geçireceğini sanıyordum."  Bir diğer eliyle de kucağında tuttuğu elini yakaladı ve tenini okşadı.

"Evet ama seni merak ettim. Neden telefonlarımı açmadın?" Merin gerçekten endişelenmişti, sesinden dahi anlaşılıyordu.

"Arabada unuttum." Cevabına karşın anlamayarak kaşlarını kaldırdı yeniden. Bu ilk defa olan bir şeydi ve Merin'in tuhafına giden bir cevaptı. Fakat yine de başını salladı anlam veremese bile. "Karnın aç mı? Bugünlük dışarıdan bir şeyler söyledim eğer açsan sana da söyleyeceğim."

Başını iki yana salladı. "Hayır, birkaç tane tako yedim. Hannah nerede?"

"Okul çıkışı Arnold'la birlikte eve gitti. Zaten bir süredir Cheryl'la vakit geçirmek istiyordu." Louis fark etmese de, Merin onu, cevaplarını ve hareketlerini baştan aşağı gözlemliyordu. Anlayamadığı bir şey vardı o gün Louis'de. Ya bir can sıkıntısı ya da bir panik. Ne olduğunu bir türlü kestiremiyordu ama.

"Akşam eve dönecek mi? Onu hemen özlüyorum." Böyle söylediği zaman Louis hafifçe gülümseyip kalkması için basenlerini hafifçe sıkmıştı Merin'in.

"Dönecek. Rosalind o kadar hamileyken ona iki çocuk emanet edemem. Ben duşa gireceğim." Merin başını sallayarak kalktı. Kenarda durup odadan çıkmasını beklerken masumca ellerini önünde buluşturdu.

"Sana katılmamı ister misin?" diye sordu, bilerek.

"Bugün değil Merin." Cevabı onu şaşırtmamıştı. Louis'in moralinin bir şeylere bozuk olduğunu daha ilk başta anlamıştı aslında. Gerek telefonlarını açmayışından, gerekse onu gördüğü andaki tepkilerinden. Ayrıca bir anda tatile çıkmak da neyin nesiydi? Louis'in bir şeylerden kaçmak istediği ortadaydı. Merin tek başına kaldığı çalışma odasında canı sıkkın bir şekilde içini çekti. Onu eskisi kadar mutlu edemediğini düşünmek için erkendi ama içine kurt düşmüştü bir kere.

Saat gece yarısına ulaşmak üzereyken Louis duştan çıkmış, yemekler çoktan gelmiş ve evdeki iki kişi karınlarını pizzayla doyurmuşlardı. Aurora Harley'in neredeyse bir haftadır görüldüğü üzere durgunluğunun Merin de farkındaydı ancak aynısını sanki biraz babasına da bulaştırmıştı şimdi. İkisi de, yemekleri boyunca hiç konuşmamış, sadece açık olan televizyon ekranına bakmışlardı. Merin ne olduğunu kavrayamıyordu. Okulda kavga etmiş olabilirler miydi? Böyle bir şey yaşansaydı eğer, Louis'in gelip kendisine anlatacağından emindi gerçi. Yine de içi rahat değildi.

Kapı çaldığında hızla atılıp açmak için kalkan Merin olmuştu. Açtığı gibi karşısında bulduğu Arnold ve Hannah'a kocaman gülümsedi ve ufaklığı kucağına aldı. "Merin!" Hannah uyku sersemi olmasına rağmen sıkıca sarılmıştı ablasına.

"Merhaba Merin." Arnold samimi bir şekilde gülümsedi. "Nasılsın? Bugün okul çıkışında seni göremedim."

"Dersim erken bitmişti." İkisi de başını salladı. Arnold gözlerini Merin'in berisinde kalan içeride arkadaşını bulmak için götürdüğünde kısa süreli sessizlik olmuştu.

"Ona bugünlerde biraz dikkat et, olur mu?" Merin, Arnold'un fısıldayarak belirttiği isteği üzerine kaşlarını çattı belli belirsiz. "Bugün beni aradığında bir şey olduğu belliydi. Ne olduğunu anlatmadı ama. İçim rahat etmiyor o böyleyken."

Arnold ona önerilerde bulunsa da, Merin'in geçmişte Louis'in depresif halindeyken başına neler açabildiğinden hiçbir zaman haberi olmamıştı. Sadece girdiği alkol komasını biliyordu. Boşanma sonrasındaki asıl çöküşünü Louis ona hiçbir zaman anlatmamıştı. Ya da, üniversite bitiminde öğretmenliğe başladığı ilk yılında babasını kaybetmesinde ne denli yıkıldığını ve ayağa kalkmakta zorlandığından bahsetmemişti. "Sanırım senin konuşman daha iyi olur Arnold."

"Hayır, hayır. Sadece göz kulak ol ona. Tamam mı?" Merin göz ucuyla omuzlarında uyuyakalan küçük kıza bakıyordu. Bir anda içinde bulunduğu durumu ve ortama anlam verememişti. Louis koskoca bir insandı sonuçta, neden ona göz kulak olması gerekebilirdi ki?

Kapı kapandığında dahi, Louis dalgınca televizyona bakmaya devam ediyordu. Merin onun izlemediğinin, boş boş baktığının farkındaydı. Konuşmak için kızların yatmasını bekliyordu sadece. "Ben Hannah'ı odasına çıkartıyorum."

Merdivenlere çıkmaktayken, Harley de peşinden gelmişti. İkisi de pek fazla konuşmadı. Sadece Hannah, yatmak üzereyken Merin'in elini bırakmamıştı. "Bu gece kalacaksın, değil mi? Sabah bana çikolatalı sandviçten hazırlar mısın?"

Merin hemen gülümsedi. "Elbette bebeğim. İyi geceler." Yanağına küçük bir öpücük bırakıp aynısını Harley'e de dilemeyi unutmadı. Yavaş adımlarını merdivenden alt kata yöneltti bu sefer. Kendini koltuğa atıp Louis'e sokulmak için uğraştı. Kolunun altına girip sıcaklığına eriştiğinde kendi kendine gülümsemişti. "Bugün yorucu bir gündü sanırım." Louis onaylayan mırıltılar çıkarttığında onu izlemeye devam etti. "Çok güzel kokuyorsun." Boynunu öptüğü zaman hafifçe gülümsedi. "Sanki bana anlatmadığın bir şeyler var gibi." Sonunda söyleyebildiğinde, merakla tepkisini bekliyordu.

"Sadece kötü bir gün geçirdim, hepsi bu." Elini tutup dudaklarına yasladı. "Endişelenmene gerek yok." Louis ona doladığı koluyla tamamen kendisine çekip sarılmak için uğraştığında Merin hemen mutlu olmuştu. Yanında olabildiği için kendini her daim şanslı hissederdi. İyi olduğunu bilmekse, kendisine verilen en büyük ödül olmalıydı. "İyi ki yanımdasın."

"Sen de Louis." Başını göğsüne bırakıp huzurla gözlerini kapattı. Elleri yeni giydiği temiz ev kazağının yumuşak kumaşında dolaşıyordu. "Odaya geçelim mi? Yorucu bir gün geçirmişsin, derin bir uyku eminim iyi gelir."

"Kalacak mısın?" Louis'in sorusuyla başını kaldırdı. Ses tonunda, ilk defa duyduğu garip bir şaşırma ifadesi vardı. "Bilmiyordum, yani emin olmak için sordum." Hemen dudaklarını öptü. "Sen geç, ben şu program bitince geliyorum."

"Hadi Louis. Tekrarını izleyebilirsin, benimle gel şimdi." Televizyon kumandasına uzanıp televizyonu tamamen kapattı ve elindek tutarak onu zorla odaya çıkarttı.

İkisi de birlikte Louis'in çift kişilik geniş yatağına girdi. Merin hiç bekletmeden bedenine sokulduğunda Louis kollarını sevgilisine doladı. Birkaç dakika geçmişti ki, yatak odasının kapısının aralandığını duyunca ikisi de başını kaldırıp gelene baktı. Hannah da, utanarak yatak ucunda durup onların ikisine bakıyordu. "Bu gece sizinle uyuyabilir miyim?"

Merin hemen gelmesi için yorganı kaldırıp ona babasıyla arasında koca bir yer açtı. Hannah ortalarına yattığında, yorganı güzelce üzerine geri örtmüştü. "Kabus mu gördün yoksa?" Diye sordu Merin. O sırada ufak kızın saçlarını okşuyordu.

"Hayır, sadece bu gece sizinle uyumak istedim Merin. Bana kızdın mı?" Merin bu masum soruya kıkırdadı.

"Elbette hayır. Yoksa uykun mu kaçtı?"

"Biraz." Yeşil gözlerini karşısında kalan maviliklere getirdiğinde, Louis'in sessizce onları izlediğini fark etti. "Merin, babamla evlenmek istiyor musun?" Ciddi kalıp düzgün bir şekilde soruya cevap vermesi gerekiyordu ancak daha ilk saniyesinde Merin ufak kızın tatlığından dolayı gülümsemeye başlamıştı. "Babam seninle evlenmek istediğini söyledi."

"Hannah, ileride demiştim." Louis gergince güldü.

"Evet, belki ileride evlenebiliriz. Bunu ister miydin Hannah?" Merin ufaklığın yanağını okşadı.

"Çok isterim!" Küçük kız diğer tarafında kalan babasına sarıldı. "Baba duydun mu? Merin ablam da istiyormuş. Bence ona evlilik teklifi etmen için doğru zaman." Hepsi gecenin karanlığında fısıldayarak konuşurken Merin kıkırdamalarını bastıramıyordu artık.

"Tatlım Merin ablanın önce okulunu bitirmesi gerekiyor. Hem, bu kararlar böyle acele bir şekilde verilmemeli."

"Peki evlendiğiniz zaman bebek yapacak mısınız?" Merin, yatakta kolunun üstünde yavaşça doğrularak Louis'in bir anda durgunlaşan suratına baktı. Elini yatağın üzerinde duran eline götürüp onu sıkıca tuttu.

"Bazı sebeplerden dolayı, bizim başka çocuğumuz olmayacak bebeğim-" Louis kızına açıklarken Merin bir anda onu bölmüştü.

"Ben istiyorum. Hatta ismini de Judith koymak istiyoruz. Judith Tomlinson." Louis'in elini sıktı gözleri hala birbirine tutunurken. Sevgilisinin canını ne denli yakıyor olduğundan son derece habersiz, saf ve hayal perest duygularla elini tutmaya devam etti.

Ancak bilmiyordu ki, Harry Merin ve kızı Hannah uykuya dalmışken Louis dönüp dursa da saat sabaha karşı olmasına rağmen gözüne bir damla uyku dahi girmeyecekti. İkisi birbirine sokulmuş bir vaziyette uyurken yataktan kalkıp gittiğinde de, Merin her şeyden habersizdi.

Ta ki, Harley onu baş ucuna gelip derin uykusundan uyandırana dek. "Merin." Fısıldayışlarının arasından ağladığını hemen fark edememişti. "Uyanman gerek." Çünkü öyle içten ve belli etmemeye çalışarak ağlıyordu ki, karanlıkta yaşlarını saklaması daha da kolay olmuştu. Merin ses tonundaki korkudan haz etmemişti en başta. Hızla gözlerini açtı, yanındaki ufak kız hala mışıl mışıl uyuyordu.

"Neler oluyor Harley? Sen iyi misin?" Onu omuzlarından tutup sakinleştirmeye çalışırken yatağın diğer ucuna bakıp Louis'in yokluğunu fark etmek aklına bile gelmemişti.

"Babamla konuşmalısın." Sessiz hıçkırığını duyduğu ilk anda, genç kızı odadan çekti ve elini hiç bırakmayacakmışçasına sıkı sıkı tuttu. "Mutfakta bir şeyler içiyor. Hepsi benim yüzümden oldu."

"Sshh. Sakin ol." Merin korkularının gerçekleştiğini birer birer fark ederken Harley'in sakinleşmesi için ona sıkıca sarıldı.

"Okuldaki söylentiler yüzünden bu halde Merin. Benim yüzümden oldu. Onu suçluyorlar."

Derin bir nefes aldı. Her ne kadar ne yapacağını bilmiyor olsa da, genç kızı o anda aksini söyleyerek sakinleştirmesi gerektiğinin farkındaydı. "Bak, ben her şeyi halledeceğim, tamam mı? Endişelenmene gerek yok. Söz veriyorum. Şimdi onunla konuşacağım." Harley hızlı hızlı başını sallıyor ve günlerdir içinde tutup sonunda akıttığı yaşlarını hemen silmeye çalışıyordu. "Şimdi, kardeşinin yanına dön ve odada bekle."

Harley ona son bir kez daha sıkıca sarıldı. "Özür dilerim Merin. Her şey için. Beni affet, lütfen."

Ne yapacağını bilememişti, hala uyku sersemi sayılırken olayların bu denli hızlı ve kötü gelişmesini kesinlikle beklemiyordu. Aurora Harley'in ne kadar endişeli olduğunun farkındaydı. Bu yüzden, onu daha fazla kötü hissettirecek bir şey söylemekten kaçınmalıydı. "Her şey yoluna girecek, konuşacağız, tamam mı?"

Sonunda onu odada bırakıp kapıyı tamamen çekti ve minik adımlarla mutfağa gitmek üzere merdivenleri indi. Büyük evde sadece mutfağın ışığı yanmaktaydı. Merin'in kapıdan gördüğü manzara bile dona kalmasına yeterdi aslında. Louis mutfaktaki sandalyelerinden birinde oturmuş, açtığı koli biralarını hızlıca bitiriyor ve yenisine geçiyordu. Önünde bir sürü çöp tenekesi vardı. Berbat bir görüntüydü. Ona istemediği çocukluk travmalarını hatırlattığı için daha ilk andan bu manzaradan nefret etmişti. Daha fazla kendisini tutamazdı, bir hışımla mutfağa girdi ve Louis'in elindeki kutu birayı alıp lavaboya dökmeye başladı. Konuşmasına izin bile vermemişti. Sinirden elleri titriyordu. "Merin, yapma."

Bunu, Merin'in Louis'e söylemesi gerekmez miydi? Göz ucuyla bakmasıyla tezgahtaki cam viski şişesini gördü ve ne kadar pahalı ya da dolu olmasını umursamadan onu tezgahın içinde parçalara ayırdı. Tüm alkol lavabo deliğinden akıp giderken, sakinleşmek için derin nefesler alıyordu mermere tutunarak. "Eğer bu evde, bir kez daha sözünü çiğnersen seni sonsuza dek hayatımdan çıkartırım. Ve bir daha girmene izin vermem." Hızlıca söyleyip, sakin bir şekilde ona döndüğü zaman arkasında bıraktığı adamı göz yaşlarıyla bulacağından son derece habersizdi.

"İşten ayrıldım." Başını ellerine yaslamış girdiği ağlama krizine rağmen konuşmaya çalışıyordu hıçkırıklarının arasından. "Nedenini öğrenmek ister misin? Çünkü beni pedofili olmakla suçladılar. Bu ne demek biliyor musun? Hayatım, kariyerim hiçbir şey önemli değil Merin. Ben ve gururum da öyle." Daha çok ağlamaya başladı. "Kızlarımı evimden almaya gelecekler."

"Hayır!" Bir anda omuzlarından itip dik durmasını sağladı. "Asıl ne zaman onları alırlar biliyor musun? Alkolik bir babaya dönüştüğünde. Kızlarını korkutan bir adam olduğunda. Sarhoşken kendini bilmez bir şekilde konuşup etrafı yakıp yıktığında."

"Özür dilerim." Louis, Merin'in ellerine tutunmaya çalıştı hala ağlarken. "Bu kadar çaresiz hissettiğim için özür dilerim. Ne yapacağımı bilmiyorum Merin."

Oturduğu yerden gövdesine kapanıp ağlamasına izin verdi. Merin'in kalbi bir anda param parça olmuştu. Öfkesi, isimsiz koca bir üzgünlüğüne dönüşmüştü. Yavaşça saçlarına dokundu. Louis'in sevgiye ve güvene ihtiyacı vardı. Birilerinin onu silkip kendisine getirmeye. "Neden bana söylemedin?"

"Çok utandım. Bunu birinin bana söylemiş olması bile midemi bulandırıyor. Hepsi çok ağır, Tanrım."

"Sen, hayatımda gördüğüm en mükemmel ve kusursuz babasın Louis. İnsanların seni tanımadan konuşmasını önemsemeden kendini bilecek kadar iyisin hem de. Sadece iki kızın değil, onlarca çocuğun var senin. Ve hepsine hayatı öğretiyorsun, onlarla ilgileniyorsun." Çenesini tutup yere değil, kendi yüzüne bakmasını sağladı. "Ve kalbin bana ait. Ve ben de o kalbin ne kadar temiz olduğunu biliyorum."

Louis'in ağlamaları dinmişti, daha fazlasını duymaya hala ihtiyacı varken kulakları gibi gözleri de merakla onu bekliyordu. "Ve biliyor musun? Sikerler. Pazartesi günü kendim gelip onlara bir yetişkin ve öğretmen olduğumu göstereceğim. Bakalım, o zaman ne diyecekler."

Merin erkek arkadaşının saçlarına sakinleştirici koca bir öpücük bıraktıktan sonra bile dudaklarını ordan çekmedi. Elleri, bedenini sarmış onu kendisine getirmek ve öncesinde olduğu gibi iyi hissettirmek için uğraşıyordu.

.
.

y/n: Sizinle paylaşmak istediğim benim için önemli birkaç şey var,
biliyorum çok uzun zaman oldu yeni bir bölüm atmayalı, öncelikle bunun için üzgünüm. Kendi adıma yeterli sayılacak bahanelerim vardı, örneğin  yeni bir işe başlamış olmam gerekse she bölümlerini yazması her zaman diğer hikayelerime göre gerçekten emek ve zaman istiyor olması. Bölümleri bilerek uzun tutuyor, ve severek yapıyorum bunu elbette. Ama uzun bölüm demek benim için dört beş gecemi tamamen hikaye yazmaya ayırmak demek. Ve tüm bunlara rağmen sorun değil, beni tanıdığınızı düşünüyor ve yazmayı ne denli sevdiğimi biliyorsunuzdur. Ancak son birkaç bölümde yorum ve okunma sayısındaki düşüş bende istemsiz bir motivasyon düşüklüğüne sebep oldu, özellikle de onca verdiğim emeğe rağmen. Bu yüzden, erkenden yazıp atmak için sabırsızlanamadım. Beni anlayabileceğinizi düşünüyorum. Ben de sizi anlıyorum, araya zaman girdikten sonra okumaya geri dönmesi zor oluyor.

Bunun dışında, belirtmek isterim ki SHE'nin sizdeki yeri gibi bendeki yeri de apayrı. İnsanların comfort hikayesi olsun istemiştim hep, her zaman mutlu ve kötü olaylar karşısında hep ayağa kalkabildikleri bir hikaye yazmak istedim. Toplumsal konulardaki görüşlerime hep yer verdim ve gerçekçi bir hikaye yazmak istedim, biraz olsun başardığım için de mutluyum.

Hesaplamalarım ne kadar tutar bilmiyorum ama 40. bölümün final olmasını umut ediyorum.. Zaten yaklaştıkça kesinleşecektir, içiniz rahat olsun birden final sürprizi yapmam :p Yazar notu bu kadardı, okuduğunuz için teşekkürler 💖

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top