Yeni Kararlar

Şubatın kaçına geldiklerini bilmediği günlerin birinde, her zamanki kadar toplu ancak artık favorisi olmadığı mutfaktaki sandalyelerin en köşede olanında oturmuş masanın üzerinde duran şişeden kendini ve gözlerini uzak tutmaya çalışıyordu tek başına. İçindeki sarısı ne kadar alacalı gelse de gözüne, stresle ve sabırsızca salladığı bacağına rağmen buna son vermesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden, daha da geç olmadan kaldırdı dakikalar önce yine kendisinin çıkarmış olduğu viski şişesini. Kendince çok fazla sebebi vardı ve her biri geçerli bahaneler sayılabilirdi Louis için. En başından, üst kattaki büyük kızı yüzünden tüm bu olanlar için içebilirdi. Kabul etmek istemese de, Louis başlarına açılan sorunların sebebinin Harley olduğunu biliyordu. Onun canını sıkan yalnızca bu da değildi; hiçbirine anlam veremiyordu. Harley'e bu kadar değer verirken, babası olarak kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyordu. Louis bunu hak etmemişti sahiden de. Ne öğrencisi tarafından o hakaretleri işitmeye, ne de ayrılık acısına... Ne zaman Merin'in kendisine söylediklerini düşünse derinliklerinde hançerle kesilmiş derin sızıyı ve oluk oluk akan kanı hissediyordu. Hatalar ve uygunsuzluk. Louis bu sözleri onunla geçirdiği hiçbir saniye için sarf edemezdi. Aklının ucundan bile geçmezdi. Nasıl geçebilirdi ki? Merin başına gelmiş en güzel şeyken, üstelik. Olması gerektiği kadar kalbi kırıktı.

Yine de, düşüncelerinden en ağır olanın altında ezilirken bile onu suçlayamıyordu. Merin'in yaralarından ötürü yere düştüğünü biliyor ve kaldırmak yerine, bir anlığına üstüne gitmiş olmaktan korkuyordu. Onu incitmek, yalnızca Louis'in kabuslarında görebileceği bir şeydi. Bu yüzden, kızgın değildi sadece üzgündü olanlardan ötürü. Keşke dediği çok fazla zaman vardı.

Şişe ortadan kalkınca, onun yerine kendine çay yapmaya karar verdi. Sadece, eğer yine burada olsaydı Merin'in ne kadar hoşuna gideceğini düşünmeden edemiyordu. Çaya düşkün olmadığı halde, onunla birlikte isimlerini aklında tutamayacak kadar çeşitte çay denemiş ve hepsini, sırf Merin'le birlikte içtiği için sevmişti Louis. Yine o günlerden birindeymiş gibi düşündü sadece. Ayrıca, birkaç gün önce doğum gününde onu arayamadığı için kendisine kırgındı da. Fakat o günü hatırlıyordu da, son konuşmalarından sonra Merin'i nasıl arayabilirdi yine de? Louis iç çekti. Hediyesi için evine gittiğinde ve ayrıldıklarını öğrendiğinde kendini aptal olmakla suçlamıştı dürüst olması gerekirse. Çünkü, evine gitmesi ve River'la o konuşmaları yapması büyük bir hataydı. İleri gittiğini biliyordu ve pişman da olmuştu. Merin'i o halde gördükten sonra canı daha fazla yanmıştı üstelik. Ayrıldıklarından sonra girdiği buhrandansa bahsetmek bile istemiyordu. Elindeki koca tuvalle eve dönüp, hediye pakedini büyük bir hayal kırıklığıyla yırtmış ve yaptığı resme bakarak birkaç paket sigara bitirmişti. Ancak böyle geçirebilmişti kendisine olan kızgınlığını.

"Sen hala uyumadın mı?" Annesinin kızlar uyuduğu için sakinlikle çıkan sesine rağmen Louis pek de huzurlu hissetmedi. Başını kaldırmadan iki yana salladı ve fincanındaki poşetin içindeki kurutulmuş çiçek yapraklarına benzeyen parçaları incelemeye devam etti.
"İstersen sana uyku ilaçlarımdan verebilirim." Margaret oğluna yaklaşıp omuzlarını sardı.

"Uyumak istemiyorum." Sessizce mırıldandı. İçtiği çayın onu sakinleştirmesini umarak büyük bir yudum aldı. Bira ya da diğerleri kadar etkili olmayacağını biliyordu elbette. Ancak, bir söz vermişti. Aralarının bozulması, ona verdiği sözünün de bozulacağı anlamına gelmezdi. "Kendimi kötü hissederken ve boş bir yarına uyanmak istemezken, uyumak istemiyorum. En azından, belki zamanla düşüncelerim kendiliğinden susar."

Louis ve Harley'in arasının açılmasından ötürü birkaç gündür onlarla birlikte kalan Margaret, gecikmeden hafifçe eğilerek oğluna sarıldı. "Bunu kendine yapma Louis."

Sıkıca tutundu annesine. Bir anlığına yaşını ve diğer tüm sorumluluklarını unutup hüngür hüngür ağlayacakken, kafasının içinde bağırmaya başlayan sesleri susturdu. "Benim suçum. Böyle olmak benim suçum." Margaret oğlunun gittikçe uzayan saçlarını okşuyordu onu dinlerken. "Hayal edemeyeceğim kadar güzeldi. Kendimi kaptırmam benim suçumdu. Her defasında..."

Louis başını annesinin üstündeki yumuşak kumaşa iyice bastırırken, aslında kafasında canlanan anılarından kaçmak istiyordu. Hayatına girdiği ilk andan beri, sabahından kendini bilmediği gecesine kadar mutlu olmuştu her gün. Her uyandığında, onu göreceği için ruhu çocukça bir sevinçle heyecanlanmış ve gözlerini kapattığı her an, onunla olduğunu bilmenin huzuruyla uykuya dalmıştı. Hiç bilmediği sokakları onunla koşarken gençliğinde bile yaşamadığı eğlenceli anları Merin'le birlikte tatmıştı Louis. Yaşını ve kim olduğunu unuttuğu zamanlar kadar, onun yanındayken ilk kez tamamlandığını da hissetmişti. Sanki o ve her parçası, yalnızca Louis'in en sevdiği kitabın işaretli satırlarında gizliydi. Tümünü keşfettiği için, Merin'i bulabildiği için kendini şanslı sayıyordu. Hayatta rastlayabileceği en güzel kimseye rastlamıştı.

Ve şimdi, artık o kimse yoktu. Gülüşü yoktu. Sevimli nazikliği ve düşünceliği yoktu. Enerji saçan aurası yoktu. Uzun cümleleri, sesi yoktu. Renkli kıyafetleri ve çiçek kokulu parfümü yoktu. Kestane kumralı dalgalı saçları yoktu yüzüne düşen. Tutmak istediğinde eriştiği soğuk elleri de yoktu. İnce ve hep gülümseyen, tutkuyla öptüğü dudakları yoktu. Ona gizli kaçamak eriştirdiği yeşil gözleri de yoktu bilakis. Louis hep yalnızdı aslında, ancak tüm bunlar olmadan kendisini daha da yalnız hissediyordu.

"Hiçbir suçun yok senin." Annesinin sesiyle dahi kendine gelemedi. "Aşık oldum dediğinde, dürüst olmak suç değildir. Güzel sevmek de öyle. Ve sen, çok güzel seviyorsun Louis."

"Onu özledim anne." Duyduğu sözler ve düşünceler Louis'i dayanamaz hale getirdiği zaman, itiraf etti. "Ama ona zaman vermem gerekiyor."  Zaman vermesi gerekiyordu çünkü tüm bunların gerçekleşmesinden ne kadar korktuğunu içten içe biliyordu Louis, Merin hiç sözünü etmese dahi. Aslında bunca zamandır  sırf onun için dikkat etmişti ya. River'ın öğrenmesinden Louis korkmuyordu ve kızların tepkisinin üstesinden geldiği gibi River'ınkinden de gelebilirdi. Ancak, Merin'in kaldıramayacağını biliyordu. Üstelik, River'ın öğrenmesi Louis'in hesap ettiğinden bile daha kötü sonuçlara mal olmuştu.

"Kendine de öyle." Başını kaldırıp gözlerini Margaret'e çevirdi. "Bu kadar düşünmek ne zaman bir halta yaradı Louis?" Oğlunu oturduğu sandalyeden kaldırdı beline sarılan kollarından tutarak. "Yatağına git ve uyu şimdi. Sadece her şeyin düzeleceğini düşün."

"Pekala." Düşünceleri zorlukla susturabildiğinde yeniden sarıldı annesine. "İyi geceler anne. İyi ki buradasın." Margaret'i geçip kapıya yürüdü.

"Sana geri döneceğini biliyorsun, değil mi?" Margaret oğlunun yarım bıraktığı çayı yudumlarken söylediği şeylerden ötürü oğlunu durdurmuştu. Louis yavaşça döndü. "Sana söylediği şeyler. Gerçek bir ayrılık bahanesi bile değil Lou."

"Nereden biliyorsun?" Annesine inanmak istemiyordu çünkü bir kez daha hayal kırıklığını kaldıramazdı.

"Sen de söyledin. O, sadece her şeyden korkmuş bir çocuk. Sadece birbirinize zaman verin." Louis söylediklerine sadece başını salladı ve annesinin dediği gibi uyumak üzere odasına çıktı.

Sabah olduğunda ise, herkesten daha geç uyuduğu halde en erken kalkan yine Louis olmuştu. Evdekiler için dört kişilik kahvaltı hazırlayıp sonrasında tek tek herkesi uyandırmıştı. Annesi mutfaktan içeri girdiğinde telefonuna gelen bildirimleri kontrol ediyordu. "Günaydın. Dün gece uyuyabildin mi?" Margaret genelde Louis'in yeri olan baş köşesine oturduğunda merakla ve gülümseyerek sordu.

"Evet, öncekilerine göre oranla daha iyi en azından." Telefonunda farklı bir bildirim görmeyince, düşünmeden onu eşofmanının cebine attı. Hannah mutfağa iner inmez babasına sabah kucaklamasını vermeyi ihmal etmemişti. "Günaydın bebeğim. Senin için bu sabah sosis kızarttım."

Harley'se, her zamanki gibi sessizlikle oturmuştu o esnada masadaki yerine. Louis Hannah'ı kucağından sandalyesine indirdikten sonra, sonunda boş kalan bir sandalyeye geçebilmişti. Babasının Merin'le ayrılmış olduğunu bildiğinden beri, planladığının aksine hiç de mutlu olmamıştı Harley. Çünkü, Louis River'ın onları basması sayesinde her şeyi öğrendiğinden beri kızına kırgındı. İstemese de, aralarının açılmasına neden olmuştu tüm bunlar. "Ee, bugün haftasonu. Bir planınız yok mu?"

"Büyükanne, bugün seninle yeni açılan oyun parkına gidebilir miyiz?" Hannah masadaki soğuk havaya rağmen hevesle sorduğunda elbette Margaret bekletmeden sorusunu onayladı.

"Güzel. Siz birlikte dışarı çıkın. Ben de Arnold'la görüşmeyi planlıyordum zaten." Louis tabağındakilerden yerken gözlerini hiçbir aile üyesiyle buluşturmuyordu, ancak bilerek yaptığı bir şey değildi.

"Pekala. Siz ne yapacaksınız?" Margaret oğlunun günler sonra okul dışında bir yere gidecek olmasından mutlu olarak sormuştu.

"Bilmem, herhalde maç oynamaya gideriz. Dün soruyordu gelecek misin diye."

"Ben de seninle gelebilir miyim?" Harley bir anda sorduğunda, bunu beklemediği için Louis başını kaldırıp kızına baktı.

"Hayır." Louis bu cevabın ne kadar kırıcı olacağını bilse de, kesin bir şekilde söyledikten sonra çayına uzandı. "Onunla konuşmam gereken bir şeyler var. Hem, Cheryl gelmiyor. Sen de bugünlük kardeşin ve büyükannenle gez."

"Parktan sonra birkaç kitapçıya gideriz." Margaret Harley'in bozulan suratı yüzünden, ortamı yumuşatmak için elinden geleni yapıyordu. "Olmaz mı Harley, canım? Babanların erkek erkeğe konuşması gereken meseleleri var belli ki."

Margaret oğlunun kırıcılığını gözüne çarpmak istercesine masanın altından ayağına bastığında, Louis aniden kaldırdı başını ve Harley'in dolmak üzere olan gözleriyle titreyen dudağını gördü. "Ah, evet. Tabii öyle de denebilir. Hem, eminim babanın ne kadar canının sıkkın olduğunu bilmek istemezsin."

"Ben hiçbir şey yapmadım!" Günlerden beri soğukluktan dolayı artık patlamıştı bir anda. Aurora Harley masadan kalkıp gitmek üzereyken, Louis son anda durdurmuştu onu.

"Her şeyin üstüne yalan söylemen çok yanlış bir davranış Aurora Harley Tomlinson." Yaşlı gözlerini hızlıca sildi genç kız. Louis ellerini kızının kolundan aynı naziklikle çekti. "Şimdi lütfen kahvaltını bitir."

Sakince oturdu ve kimsenin yüzüne bakmadan kahvaltısını etmeye devam etti. Bazen, babasını gözleriyle kontrol ettiği de oluyordu ama bir şey deme cesaretini kendinde bulamıyordu. Hannah yemeğini erkenden bitirip masadan kalktığında ve büyükannesi de hazırlanmak içi peşinden gittiğinde, yalnız kaldıkları için sessizce mırıldandı. "Ben sadece ona ablasına dikkat etmesini söyledim. Seninle birlikte olduğunu söylemedim. Yemin ederim baba. Anlayacağını düşünmemiştim."

"Neden peki? Merin sana ne yaptı Harley? Babanı sevmesi miydi seni rahatsız eden? Söylesene."

"Korktum." Konuşurken göz yaşlarını tutamıyordu. "Yeniden üzülmenden ve içki içmeye başlamandan."

Louis konunun eskilere gelmesinden dolayı hışımla kalktı sandalyesinden. "Bir işe yaramadı korkun. Sonuç olarak yine üzdün beni." Kendini sakinleştirdikten sonra yeniden döndü ağlayan kızına. Onu oturduğu sandaldayeden kaldırıp sakince sarıldı. "Her neyse. Ağlama artık. Olan oldu. Bir daha içmeyeceğimi ve sizi yüz üstü bırakmayacağımı biliyorsun. Ne olursa olsun, tamam mı?" Harley başını babasının tişörtünden kaldırdığında, Louis ona yaşları için peçete uzattı. "Maça gider miyim bilmiyorum, ancak nefes almaya, biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var Harley."

"Bugünlük Hannah'la takılabilirim sanırım." Yüzünü sildikten sonra, babasının önüne gelen kahkülleri dağıtmasına izin verirken hafifçe gülmüştü. "Beni affettin mi?"

"Kızıma küs kalamam, öyle değil mi?" Louis küçük kızın çenesini nazikçe tutup, saçlarına küçük bir öpücük kondurdu. "Sadece, bir daha asla böyle davranmayacağına söz ver bana. Ve sonrasında, benim size verdiğim sözü tuttuğum gibi sen de o sözü tut."

"Söz veriyorum." Harley huzurla gülümsedi. Elbette, muhtemelen kafasının içinde babasının Merin'le yeniden barışacakları fikri yoktu. İkisi birbirine biraz daha gülümseyerek baktıktan sonra, her şey eskisi gibi normal düzenine geri dönmüştü.

Evdekilere göre biraz daha geç çıktı evden. Spor çantasını yanına aldığı halde, yine de rahat haliyleydi arabaya binerken de. Sonuçta şık giyinmesi için geçerli bir sebebi yoktu. Haftasonu ve günlerden cumartesiydi. Liverpool'da şubat ayının ilk haftaları hala yaşanırken hava buz gibiydi ve Louis eşofmanlarından ya da paspal halinden gayet memnundu. Tamamen olmasa da, yeniden eski haline dönüş yaptığının henüz farkında değildi. Okullar somestir tatile girdiği için son birkaç gündür tıraş da olmamıştı aynı zamanda. Ama Louis bundan da rahatsız değildi. Nasıl olsa, uğraşması ve göz önünde bulundurması gereken daha önemli meseleler vardı. Böyle olduğunda, Louis asla görünüşünü önemsemez ve her zamanki gibi kendi kafasındakilerinin derdine düşerdi.

Tek başına çıktığı, çok da keyifli olduğunu söyleyemeyeceği araba yolculuğundan sonra otoparkta her zamanki yerine park etti. Telefonunu sigarasıyla aynı ceket cebine attı. Arnold'a haber vermişti bu yüzden onu kapıda görünce şaşırmadı. "Maç yokmuş bugün. Boşuna geldin."

Kapıda durup nefesini sıkıntıyla verdi. Biraz kafasını dağıtabileceğinden emindi oysa ki. Sigarasını çıkartıp yakmak üzere içinden bir dal aldığında, bu sefer diğer ceplerinde çakmak aramakla uğraştı. Neyse ki arkadaşı imdadına koşup ona kendi çakmağını fırlatmıştı. "Neden bir işim rast gitmez ki?" Kendi kendine söylendikten sonra sigarasını yaktı. İçerken arkadaşının gözlerinin üzerinde olduğunu daha yeni fark ediyordu.

"Önden gelip haber verebilirdim ancak evden çıkmam uzun sürdü benim de." Louis başını sallıyordu. Böyle bir durumda arkadaşına kızmak zaten aklına gelecek son seçenek olurdu. "Senin neyin var böyle?"

Louis en yakın arkadaşı olan adama sırtını dönüp boş beton alanda yürümeye başladığında, sigarasını eline indirmişti. Arnold hemen peşinden gitti. "Hiçbir şey. Sabah Harley'le atıştık biraz."

"Aynı meseleden dolayı mı?" Dudaklarını götürdüğü sigarayı içine çekerken başını salladı. "Ergenler, Louis. Neden o kadar kafana takıyorsun ki?"

Öncelikle, kafasını takması gereken çok fazla nedeni vardı ancak Louis birçoğunu takmıyordu bile. En azından bunun için elinden geldiğince savaşlar veriyordu. Annesinin ona defalarca nasihatlediği gibi zamana bırakmıştı bir çoğunu. Ancak, sabah kızının ona söylediği daha çok yeniydi ve Louis yeni olmasına rağmen o kadar fazla ötelemişti ki, bir anda kendini büyük bir boşlukta bulmuştu. Bunun ortası yok muydu? Kızını yeniden içmekle korkutmak onu öldürüyordu aslında içten içe. Ve yalnızca bu da değildi. Louis, yeniden o günlere dönüp Constance'ı hatırlamış ve tüm bu üzüntülere neden olanların ortak bir noktası olup olmadığını sorgulamıştı ki; bu en kötüsüydü. Bunu düşündüğü için kendini yargılıyordu. İkisini, bir saniyeliğine bile aynı kefeye koyamazdı çünkü Louis. Daha ilk andan kendinden nefret etmişti bunu düşündüğü için. 

Dakikalar gibi geçen saniyelerden sonra zorlukla yanıtladı. "Bilmiyorum. Sanırım bir zamanlar berbat biri olduğumu hatırladığım için."

"Bak, her şey geride kaldı. Bırak artık şunları düşünüp durmayı. Tertemiz bir sayfa açtın Louis." Arkadaşı onu telkin etmeye çalışsa da, bir işe yaradığı yoktu.

"Ve onu da berbat ettim." Arnold, Louis ve Merin'in ayrıldığını biliyor ve bu yüzden çok fazla zorlayarak yarasını deşmek istemiyordu.

"Berbat falan etmedin." Karşısına geçip onu bir anda durdurdu. "Dostum, yüzlerce dram kitabı okuduğun halde nasıl öğrenemedin bilmiyorum ama insanlar kavga edip ayrılabiliyor. Şimdiye dek üstesinden gelmen gerekiyordu." 

Louis ona ciddi misin bakışlarını yollarken aynı zamanda gözlerini de deviriyordu. "Bir halt bile bilmeden konuşma." Arkadaşını geçip sinirli sinirli arabasına giderken dahi, takip edilmişti.

"Bilmiyorum çünkü çok fazla anlatmıyorsun ve özel hayatına müdahale edilmesinden ne kadar nefret ettiğini biliyorum Louis. O yüzden, şimdi anlat bana." Arabanın yanında durdu ikisi de. Louis ciddice ona döndü.

"Ayrıldık, çünkü erkek kardeşi bizi yatakta bastı. Hani şu üçüncü sınıflardan öğrencim olan." Louis gözlerini utançla kapattı. "Hayatımın en barbat on saniyesiydi. Hiç böyle hissettirdiğini düşünmemiştim."

Arnold eliyle ağzını kapattı önce. "Kahretsin."  Memnuniyetsizce dudaklarını kıvırıyordu.

Sabırsızca devam etti. "Ve bana söylemişti. Defalarca söyledi hem de Arnold. Kardeşinin öğrenmesinden ne kadar korktuğunu. Şimdi benim yüzümden, berbat bir haldeler."

"Ne oldu peki sonra?" Louis sigarasının sonuna gelmişken arkadaşı da artık içme konusunda ona eşlik ediyordu.

"Krize girdi. Kapıyı falan kırdı. İkimize de hakaretler savurdu. En çok da ablasına. Söylediklerini benim zerre umursamayacağımı biliyordu. Bu yüzden, ablasına oynadı." Sıkıntıyla verdi sigara dumanını. "Tanrım, Merin'in o halini aklımdan atamıyorum. Korkudan tir tir titriyordu." Louis olanları an ve an hatırlarken gözlerini gökyüzünde tutuyordu. "Berbat bir gündü." diye itiraf etti yavaşça gözleri aşağıya kayarken.

"Ergen bir erkek kardeşe yakalanmanız kötü olmuş cidden. Muhtemelen ömrü boyunca seni her gördüğünde aklına çıplak hallerin gelecek." Arnold sona doğru güldüğünde Louis için aynısını söylemek imkansızdı. "Başta da dediğim gibi, ergenlerin ne kadar sorunlu olduğunu yıllardan beri biliyoruz Louis. Bunun için üniversite okuduk. Şimdi kızına ya da o çocuğa, böyle oldukları için kızamazsın."  Hiç geciktirmeden ikinci sigarasını yaktı ve arkadaşını dinledi uzun bir süre. "Ve açıkçası, iyi bir kızdı. Kendine ya da ona çok fazla yüklenme bu konuda."

"Baksana." Omuz silkti. "Hiçbir şey yaptığım yok."

"Evet, bahsettiğim de bu ya. Her şey iyiydi Louis. Şimdi yine tüm gemileri yaktın." Louis arkadaşlarının dürüstlüğünden dolayı ona şaşkınca bakıyordu. "Merin'i tanımıyorum, ama onu sevmemin sebebi buydu. Eski arkadaşımı yeniden görmeye başlamıştım. Hem de, yıllar önceki arkadaşımı. Anlatabiliyor muyum?"

Yeniden, yavaşça döndü önüne. Sırtını yüksek siyah arabasına yaslamışken, suratına aptal bir gülümseme yayıldı. Tek sebebi de, aklına Merin'i getirmiş olmasıydı. "Gerçekten de, fazla iyiydi..." diyerek iç geçirdi sessizce.

"Tahmin edebiliyorum." Arnold sırıtarak döndü arkadaşına ve omzuna geçirdi hafifçe. "Resmen en yakın arkadaşını unutmuştun." Louis de gülerek başını iki yana sallıyordu. "Hentbol maçı izlemeye gidelim mi?"

"Hentboldan nefret ettiğimi biliyorsun." İkisi de sırıttı.

"Kesinlikle. Bu yüzden teklif ediyorum ya." Louis arkadaşının yanından ayrılıp arabanın öteki tarafına geçişini izledi. "Önden gidiyorum. Arabanla beni izle."

Louis, arkadaşının arabasına bindiğini görene kadar gülümsemeye devam etti. Akşama kadar silinecek olsa bile, bardağın dolu tarafını görebildiği için rahatlamış hissetmişti.

~

Her kışın ortası, şubatın onuncu günü Hannah'ın doğum günüydü ve bu seferki yaş günü, kendi evlerinde değil Bromley ailesinin evinde kutlanıyordu. Ablasından sonra kendine en yakın gördüğü kız arkadaşı Cheryl ile birlikte,
Rosalind'in onlara aldığı kostümleri giymişlerdi. Hannah peri kanatlarından birini takıyorken, arkadaşı ise vampir pelerini giyiyordu. Aralarında en büyükleri sayılan Harley, bu partide evden getirdiği kedi kadın maskesiyle idare etmek zorunda kalmıştı. Çünkü artık çocuk kategorisinde bile sayılmıyordu yetişkinlerin arasındayken. Aynı zamanda asla büyüklerin etrafındayken de rahat edemiyordu. Bu yüzden, doğum günü sabahından itibaren halinden pek de memnun olduğu söylenemezdi. Yine de çok sesi çıkmıyordu kalabalığın içindeyken.

Çocuklar içerideki alanda beraber vakit geçirirken, Rosalind büyük masayı hazırlamakla uğraşıyor ve yardımcı olmak için fazladan mesaiye kalan Gloria da renkli balonları şişiriyordu. Eğlenceli doğum günü parti fikri tamamıyla Rosalind'e aitti ve Louis, elbette küçük kızının buna ne kadar mutlu olacağını bilerek kabul etmişti. O dakikalarda her ne kadar kızlarla ilgilense de, arkadaşı alışveriş için evden ayrıldığında Rosalind ve Gloria'nın yanına geçti yardım etmek için. "Bardakları ve çatalları mutfaktan buraya getirebilirsin."

Louis arkadaşının dediklerini yerine getirirken, bazen göz ucuyla Gloria'ya baktığı oluyordu. Belki aralarında ufak da olsa bir konuşma geçer diye. Örneğin, Merin'in nasıl olduğu hakkında konuşmasına ihtiyacı vardı çünkü onu merak ediyordu. İyi miydi, veyahut finallerini verebilmiş miydi? Kardeşiyle arası düzelmiş miydi? Ancak konuşmadığı gibi, Gloria genelde gözlerini kaçırarak sık sık ortamdan uzaklaştığı için, Louis'e de soru sorması için fırsat tanımıyordu. Ağzını açmadı bu yüzden. Ayrıca bugün küçük kızının doğum günüydü. Onuncu yaş gününde, yeniden tatsız durumlar yaşansın istemiyordu. Özellikle de son olandan sonra.

Arnold kısa süre içerisinde eve döndüğü zaman Louis hemen yardım etmek için poşetleri elinden aldı. "Sessiz ol. Pasta burada." Beraber mutfağa geçtiler. Arnold kontrol için pastanın kağıdını kaldırdığı zaman Louis de hemen peşinde bitmişti. "Güzel duruyor, değil mi? Söylediğin gibi tamamı çikolatalı."

"Evet, evet. Hannah çikolatalı pastaya bayılır." Her ne kadar gülümseyerek söylediyse bile, sonradan aklına gelenlerden ötürü yüzü yavaşça düştü. "Arnold." Uzaklaşmaması için kolundan tuttu ve sessiz harflerle sordu: "Gloria Merin hakkında hiç size bir şey söyledi mi?"

"Pek sanmıyorum." Arnold, kızının doğum gününe rağmen Louis'in yüzündeki keyifsizliği fark etmesinden ötürü kaşlarını çattı. "Neden onu da arayıp doğum gününe davet etmiyorsun? Hannah ona bayılıyordu sonuçta, öyle değil mi? Eminim ufaklığa kıyamayıp gelir."

"Evet benim de aklıma geldi ama..." Louis yutkunup yavaşça çekildi. "Ya gelmezse ve onu da kötü hissettirirsem?"

"Sadece soracaksın Louis. Neden kötü hissettiresin? Hem, arkadaşı da burada." Rosalind içeriden eşine seslenince, Arnold mutfaktan çıkıp Louis'i tek başına kendi haline bırakmıştı. Yavaşça tezgaha yaslandı ve cebindeki telefonu eline alıp Merin'in numarasının yazdığı sayfaya girdi. Aramak, sesini duymak ve bunların üstüne onunla günler sonra konuşmak Louis için çok zordu. Sanki, daha arayamadan paniklediğini hissediyordu. Bu sebepten ötürü, aramaktan hemen vaz geçti ve onun yerine, mesaj kısmına gelip hızlı hızlı yazdı. Eğer sormazsa içinde kalacağını biliyor, aynı zamanda mesajının üstünde çok durursa en sonunda yine vazgeçip mesajı yollamayacağını biliyordu. Ve sonuç olarak gelemeyeceğini de. "Louis: Bugün Hannah'ın doğum günü. Kutlama için arkadaşlarımın evinde toplandık. Gelmek ister misin diye sormak istedim. Hannah seni görünce çok sevinir."

Gelecek mesajı merak ediyor ama yine de sabırsızlığından ötürü ekrana daha fazla bakamıyordu. Telefonu hemen cebine sıkıştırdı ve masayı hazırlama yardımlarına geri döndü.

Bir saatten daha hızlı süre içerisinde tüm hazırlıklar tamamlandığında, Rosalind büyük çikolatalı pastayı özenle hazırlanmış masanın en ortasına koydu. Kızlar oyuna öyle dalmıştı ki, içeride olup bitenden haberleri dahi yoktu. Bu yüzden Louis Hannah'ı elinden tutarak masanın önüne getirdiğinde, heyecanla zıplamaya başlayan bacaklarıyla babasının onu kucağına alması için uğraştı. Louis minik kızını kollarıyla havaya kaldırdığı zaman pastanın üzerinde yazan yazıyı okuyabilmişti. Sonra hepsi bir ağızdan, aynı şeyi söylemeye başlamıştı. "İyi ki doğdun Hannah!"

Pastanın üzerine yerleştirilmiş on adet mumu söndürmek için babasının onu biraz daha pastaya yaklaştırması gerekmişti. Tüm gücüyle üflediği pasta mumlarının sönmesiyle herkes küçük kız için alkış tutmaya başladı. Hannah yaşadığı sevinç ve ufak çaplı bir utançla babasına sığınınca Louis anın heyecanıyla sıkıca sarıldı kızına. "Doğum günün kutlu olsun bebeğim. İyi ki benimlesin."

Babasının kucağından iner inmez, hemen yanında duran ablasına sarıldı sonra. Tüm bu anların fotoğrafını, bu defa Rosalind çekiyordu ve yanında duran Gloria tıpkı diğerleri kadar mutlulukla gülümsüyordu onlara. "Tanrım, ne kadar da çabuk büyüyorlar." Herkes küçük kızla kucaklaşırken Rosalind karnını tutarak duygulu duygulu konuştu. "Birkaç sene sonra, aynı partiyi Cheryl için yaparken kardeşi çoktan yürümeye başlamış olacak bile."

"Belki geç yürür." Arnold Hannah'ı kucakladıktan sonra cebinde beklettiği hediyeyi gecikmeden ona verdi.

"Hey! Hediyeler pastadan sonraydı! Neden kimse bu kuralı bilmiyor?" Harley de babasının kolunun altındayken isyan ederek konuştu.

Rosalind gülerek katıldı ona. "Harley haklı Arnold."  Hannah elindeki minik pakedi açmakla uğraşırken, Louis gözü her ne kadar kapıya dalıp dursa da kendini ana odaklamaya çalıştı. Aslında düşünüp durduğu, Merin'in gelmeyecek olmasıydı ve bu gerçeği yedirebilmesi tahmininden daha uzun sürecekti. Louis canını sıkmamaya çalışarak, yanında duran genç kızının yanağıyla oynadı dalgınca. Hannah da çoktan kucaktan inmiş ve ilk hediyesini açmıştı. Zincir bilekliğine bakarken, Arnold ve Rosalind'e teşekkür etmeyi ihmal etmiyordu.

Girişteki poşetlerin birine gizlice sakladığı hediyesini almak için parti grubundan ayrılıp kapının oraya gitti. Küçük kızıına, yıllardan beri istediği ancak düşmesinden korktuğu için güvenemediği renkli patenleri almıştı. Louis paketlerin arasından kendininkini ararken, bulamayacağı konusunda öyle bir endişeye kapılmıştı ki içini; bulduğu zaman rahatladığı için derin bir nefes aldı. Ancak dibindeki kapının çalmasından ötürü, aldığı nefes boğazına takılıp geri çıkmayacaktı. Pakedi hemen eski yerine bırakıp, kapı kulbuna uzandı. Saçlarını ve üstündekileri kontrol etmeye zamanı bile olmamıştı. Kapıdakini daha fazla bekletmemek için, heyecanına rağmen açtı kapıyı. Beklediği gibi Merin'i karşısında bulduğu zaman, dudakları hiç bilmediği bir mutlulukla aralanmıştı. Gülümsememek için kendini tutuyordu resmen. Merin ise, tıpkı ilk kez onu kapıda karşıladığındaki gibi dağınık ve ıslak saçlarıyla Louis'e bakıyordu. "Hey." Sade bir şekilde gülümsedi ellerini hırkasının cebinden çıkarmadan. Islak kapüşonu, omuzlarına düşmüştü. "Yağmur yağmayacağını düşünerek bisiklete binmiştim ve..." Bir elini cebinden çıkartıp alnına yapışan ıslak perçemleri çekmek için uğraştı.

Dakikalardır onu kapıda beklettiğini son anda fark edip, sonunda içinde tuttuğu nefesini verdi. "Hey, merhaba. İçeri geçsene." Kapıyı geçmesi için biraz daha araladı. "Biz de, mumları yeni üflemiştik." Kapıyı kapattıktan sonra holde tamamen ona döndü. Sanki ikisi de, birbirini gördüğü halde ne diyeceğini bilmiyor ve şaşkınca sadece birbirlerine bakıyorlardı. "Islanmışsın. Üstündekini çıkar istersen."

Merin dediğini fark edip, hırkasını Louis'e verdi. "Merin! Gelmişsin!" Hannah onu görmesiyle birlikte heyecanlı bağrışlarıyla hemen Merin'e koştu. Dizlerinin üstüne çömelerek sarılmıştı küçük kıza. Louis aynı yerinde kalıp onları izlerken yeniden içi tuhaf hislerle doldu. Mutluluk ve ölüm arasında bir yerde, boşlukta hissediyordu yine kendini. Doğum günü için bilerek seçtiği çiçekli kot pantolonunu ve renk renk çizgili kazağını bile özlediğini yeni fark ediyordu sanki. "Doğum günün kutlu olsun Hannah." Hala kollarını ayırmadan söyledi Merin. "Bugünü kaçırmak istemedim."

"İyi ki geldin Merin." Hannah gülümseyerek çekildiğinde, Merin de doğrulmuş ve evde kalan diğer yetişkinleri gülümseyerek karşılamıştı. Onlar da, elbette hoş geldin demekte geç kalmamışlardı.

Elini bırakmadan, küçük kızın onu içerideki koltuklara götürmesine izin verdi. İkisi de yan yana oturduğu zaman, önce koluna geçirdiği bilekliği gösterdi. "Bunu Arnold amcam almış hediye olarak." Sonra eliyle ilerideki kutuyu gösterdi. "Orada da ablamın hediyesi var."

Arkasında kalan çantasını yanına alıp, kendi hediyesini çıkardı hemen. "Aslında, bugün çok kalamayacağım Hannah. Ben de sana aldığım hediyeyi vermek istiyorum bu yüzden bir an önce." Genç kızın hayal kırıklığı içerisinde yüzünün düştüğünü görse bile, onu neşelendirmek için büyükçe gülümsedi. Üstelik, Cheryl da yanlarına eklenince Hannah hediyesi için iyice heyecanlanmıştı. Çantasından çıkarttığı pakedi bekletmeden Hannah'a uzattı. Pakedi açtığı anda, anlamayan mavi gözleri hemen masumca Merin'e ulaşmıştı. "Günlük, bir kızın her zaman en yakın arkadaşıdır." Çantasından çıkarttığı kalemi de ona uzattığında, küçük kız hemen gülümsedi.

"Teşekkür ederim Merin. Sen yokken hep anlatmak istediklerimi buraya yazacağım." Hannah yeniden sarıldı ablasına. Küçük kız, onun bir daha evlerine gelemeyeceğinden haberdardı ve ilk gidişinden beri aslında çok üzgündü. Yine de, Merin burada olduğu için ne kadar mutlu olduğunu belli ediyordu gülüşleriyle. Kollarından ayrıldığı zaman, bu sefer yanında babasını ve elinde tuttuğu hediyesini görünce şaşırmıştı. "Bu da benim hediyem." Hannah Merin'den babasına döndü. Kutu, küçük kızı şaşırtacak kadar büyüktü. Bu sefer içinden patenler çıkınca, gözlerine inanamıştı. Onların ikisi, bugünlüğüne sayamayacaklarının üstüne bir kez daha sarıldıklarında ise, Merin kalktı koltuktan. Bunca insanın içinde kaçıp giderse ne kadar tuhaf hissedeceğinin farkındaydı bu yüzden sadece yetişkinlerin tarafına geçmekle yetindi.

Gloria ve Rosalind pasta kesimiyle uğraşıyordu.  "Hemen gidiyor musun?" Rosalind'in sorusuyla Merin arkadaşına baksa dahi bir şey demedi. "En azından pastadan ye, bir şeyler iç."

"Bu kadar uğraşmışsınız. Öylece gidersem yakışıksız olur, öyle değil mi?" Merin gülümsemek için uğraştı. Arkasında bıraktığı manzaraya yeniden göz attığında, Louis ve Hannah'ı, bir de yanlarına eklenen Harley'i görmüştü. Eskisi gibi olamadıkları için üzülen yalnızca Louis değildi o dakikalardan sonra. Merin asık suratıyla önüne dönse de, sessizliğini sürdürdü.

Pasta tabakları ve servisler için herkes genişçe yayılmış koltuklara geçtiği zaman, Harley ve Hannah babasının yanından ayrılmamıştı. Yardımlarının bitmiş olmasına rağmen  mutfak kapısının önünden çekilmeyen ve koltuklara geçmediğini gören Gloria, arkadaşının yanına gitti içeridekilere çaktırmadan. "Ne yapıyorsun burada?"

"Gitsem iyi olacak Gloria. Burada pek iyi hissetmiyorum." En az arkadaşı kadar sessizce konuştu. Söylediği gibi, gitmesi için geç bile kalmış sayılırdı ona göre.

"Gerçekten benden kıçına bir şaplak yemek istemiyorsan bir pasta tabağı al ve boş bir yere otur. Böyle yaparak işleri daha da tuhaflaştırıyorsun sadece."

"Bu odadaki herkesin bizim birkaç hafta önce bir ilişki içinde olduğumuzu bilmesine rağmen mi- Ah!" Gloria boştaki eliyle bacağını cımırdığı zaman kendini tutamamış ve minik çığlığıyla içerideki birkaç kişiyi -Harley de dahil- kendisine çevirmişti. "Sen kazandın." Sinirle fısıldadı ve dediği gibi kendine bir tabak alıp boş bir köşeye yerleşti.

Tabakta duran pastayı yerken çok fazla acele etmiyor, aynı zamanda konuşulanları dinlerken insanlara çok da bakmamak için uğraşıyordu. Özellikle de, karşısında oturan adama. "Okulun bitti, değil mi Merin? Finallerin nasıldı?"

Soru beklemediği bir anda Rosalind'den geldiği zaman, çekingence başını kaldırdı. "Evet, bitti. Finallerim tahmin ettiğimden daha iyi geçti. Yani, biraz ortalamamı düşürmesinden korkuyordum ama sorun olmadı."  Yine çok fazla konuştuğunu fark edip dudağını ısırdı, kendini susturması için. "Yani güzeldi. Sadece staj için bir yer bulmam gerekiyor."

"Nasıl yani? Nerelere başvuracaksın?"

Konuşmaktan her ne kadar o an rahatsız hissetse de, açıklamaya başladı. "Bir okul ya da psikolog kliniği olabilir. Tezimi yazabilmem için de önemli bu staj. Çocukları gözlemlemeyi seviyorum bu yüzden okul olursa, benim için daha iyi olur diye düşündüm."

Gloria da yanına oturunca, kendini biraz daha rahat hissetmişti. Üzerinde hissettiği bakışlara rağmen hala Louis'e bakmıyordu. "Baksana. Bence Arnold sana staj konusunda yardımcı olabilir. Çalıştığı okulda müdürle arası baya iyi." Rosalind sözü kocasına atarken bakışlarını da aynı kişiye çevirmişti.

"Evet, elbette." Arnold gülümsediğinde, Merin şaşkınca kaşlarını kaldırdı. Bu kadar çabuk halledileceği hiç aklına gelmemişti.

"Sahiden mi?" İnanamayarak sordu bu yüzden.

"Bu akşam konuşup sana haber veririm Gloria ile. Tabii sen de istersen. Yani aslına bakarsan, Hannah ve Cheryl'ın okuduğu okuldan bahsediyoruz. Doyamayacağın kadar yaramaz çocuk var." Arnold gülerek söylediğinde, ağzı açık kalmıştı.

"Elbette isterim." Merin hızlıca ve heyecanla gülümserken başını sallıyordu ne kadar istekli olduğunu daha da gösterebilirmişçesine.

"Merin bizim okulda mı öğretmenlik yapacak?" Hannah'ın sesini duyunca bakışlarını o tarafa çevirdi ve ister istemez, Louis'inkilere yakalandı.

"Sayılır tatlım." Merin gülümsedi.

"Mumları üflerken bile bunu dilemek aklıma gelmemişti!"  Hannah önemli haberin getirdiği mutlulukla babasına döndüğünde, Merin yeşil gözlerini çok da ikisinde tutmadan tekrardan Arnold'a döndü.

"Ben çok teşekkür ederim, Bay Bromley. Bu yaptığınız iyilik için size minnettarım şimdiden." Derin bir nefes aldı. Aslında, öyle rahatlamıştı ki daha şimdiden dudaklarından fırlayıp giden cümlelere engel olamıyordu. "Günlerdir kara kara bunu nasıl halledebileceğimi düşünüyordum." Merin fırsatı olduğu sürece, o ikisine durmadan teşekkürlerini iletebilirdi. Ancak karşısında sessizce oturan ve bakışlarını hissettiği adamın varlığını hatırladıkça, kendini daha da fazla mahcup hissettiriyordu.

Önce Louis ve kızları, sonra da Arnold oturdukları yerden kalktığında salonda çok daha az kişi kalmışlardı. Rosalind mutfağa gitmek istediğini söylediği zamansa, Gloria hızlıca hamile kadına yardım etmek için yanından kalkıp ayaklandı. Rosalind'in karnı her geçen gün daha hızlı büyüyordu sanki. Merin de peşlerinden gitti, hem belki bir şeylere yardım ederse kendini daha az tuhaf hissederdi. "Kaç aylık oldu?"

"Altıyı doldurmamıza az kaldı sanırım." Elindeki tabağı mutfağa götürmek yerine dağınık masaya koyduğu zaman, gözü ister istemez mutfak tarafına gitmişti. Louis'in arkadaşıyla bir şeyler konuştuğunu görebiliyordu. Gözlerini kendi olduğu alana çevirdi sonra hemen. "Evde oradan oraya adım atamayacak hale gelmedim henüz ama, artık kalkarken belim tutuyor."
Rosalind konuşurken bahsettiği gibi belini tutuyordu. Merin'in dalgın bakışlarını fark etse de, bir şey söylemedi. "Neyse ki arkadaşın Gloria bana her konuda yardımcı oluyor."

Gloria gülümseyerek omuz silktiğinde, Merin odağını toplayıp karşısındaki iki kadına gülmemek için uğraştı. "Baba! Yağmur durmuş. Patenleri deneyelim mi?" Gloria ve Rose kendi aralarında sohbete devam ederken, Merin yanından koşar adımlarla geçip babasına giden Hannah'ın sözlerine kulak kesilmişti. Louis hemen kızının dediğini onaylamış ve beraber arka bahçeye çıkmıştı. Aralarındaki duvardan ötürü artık onları göremediği zaman, iç çekerek kendi bardağına biraz daha meyve suyu aldı.

Aslında bugün onları bu kadar mutlu görebildiği için onlar adına sevinmesi gerekiyordu Merin'in. Üstelik, Harley artık babasıyla aralarındaki buzları tamamen kırmış gibi gözüküyordu. Tıpkı, Merin her şeyi bozmadan önceki hallerine dönmüşlerdi. İki kadını masa tarafında bırakıp yeniden salona geçti ve bahçeyi gören koltuklara oturdu. Kendi kendine birazdan gidebileceğinin hesabını kafasında yaparken, beyaz tüllerin gerisindeki camdan onları gördü. Hannah bir yerlere tutunarak ayağına geçirdiği tekerlekli patenlerle düşmeden kaymaya çalışıyor ve biraz da olsa başarıyordu da. Louis ve Harley ise kenarda durmuş küçük kızı seyrediyordu. Genç kızın kollarının babasına sarılı olduğunu görebiliyordu Merin. Herkesin yüzü gülüyordu sahiden de. Pür bir mutluluğa sahipti hepsi. Ve Merin, tüm bunların Louis'in sayesinde olduğunu çok iyi biliyordu. Hayallerini gerçekleştirebilen bir adam olduğu için Merin ona birçok konuda imreniyordu. Ayrıca, mükemmel bir babaydı. Eline bir şans verilseydi, kesinlikle iki kıza da bunun ne kadar değerli bir şey olduğunu göstermek için elinden geleni yapardı. Louis'e ve kurduğu aileye hayrandı Merin. Bu yeni olan bir şey değildi, ancak orada oturup üçünü izledikçe daha da çok fark ediyordu sanki Louis konusunda içine sinen detayları. Sadece değer vermesi ve önemsemesi bile, Merin için öyle kıymetliydi ki...

Bardağındakini hızlıca bitirdi. Ayağa kalktığındaki ilk planı buradan çekip gitmekti ilk başta. Tıpkı aylar önce, ilk kez bu eve geldiğinde bir anda üstüne çullanan hislerden sonra yaptığındaki gibi, işi çıktığını söyleyerek gidebilirdi. Sonra, gözleri yeniden Louis'e takıldı camın berisinde. Kızların üçü de bir köşeye geçmişti. Rosalind ve Gloria da çıkmıştı üstelik bahçeye; fakat Louis herkesten uzaklaşıp bahçenin başka bir ucuna gitmiş ve orada sigarasını içmeye başlamıştı. Uzun tahta çitlere yaslandıktan sonra, eve doğru çevirdiği başını gördü Merin. Aralarındaki mesafeye ve duvarlara rağmen ilk kez göz göze geldiklerinde, heyecanla irkildi bedeni. Dakikalardır kalabalığın içinde yalnızlığı tattığı bedeni, birkaç saniyelik bakış kırıntılarıyla sanki tüm her şeyde olduğu gibi, bunu da atlatmayı başarmıştı. Louis, Merin'i sadece bakışlarıyla tutuyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordu, ancak bu hissin özlemi bile Merin'in içini ısıtmıştı.

Kenarda duran, çoktandır kurumuş hırkasını alıp diğerleri gibi bahçeye çıktı. Daha birkaç dakika önce gitme kararından vazgeçmişti aslında. Ancak, onlara ne diyeceğini de bilmiyordu. "Merin, gidiyor musun yoksa?"
Hepsi Rosalind'in sorusuyla bir anda Merin'e dönmüştü.

Louis'in sigarasını atıp yanlarına geldiğini görünce, kalabalığı ve sorularını es geçip gözlerini hızlıca onunkilerle buluşturdu. "Biraz konuşabilir miyiz?"

Karşısındaki adam hemen başını salladı. Diğerleri hala sessizliğini korurken, birlikte bahçenin yine uzak bir köşesine geçmişlerdi daha rahat konuşabilmek için. Louis önden giderken, Merin de onu takip ediyordu. Sonunda bir yerde durduğunda, arkada bıraktıklarına bakmadan direkt olarak Merin'e döndü. Yeniden, hem de bu sefer daha yakından göz göze gelmelerinden ötürü tuhaf bir heyecandı deneyimlediği Merin'in. "Aslında, ben sadece Hannah'ın doğum gününü kutlamak için gelmiştim. Amacım ikimizi de tuhaf bir duruma düşürmek değildi." Konuşurken gözlerini dalgınca Louis'in üzerindeki kırmızı kareli gömleğinde ve yine içine giydiği desenli siyah tişörtlerinden birinde tutuyordu.

"Sorun değil Merin." Ona bakarken sözlerini daha dikkatli seçmek için çabalıyordu. Merin'i kırmaktan ölesiye korkar hale gelmişti. "Geldiğin için tuhaf hissetmedim, aksine mutlu oldum dürüst olmamı istersen." Karşısında dururken kendine hakim olabilmek için mi bilinmez, kollarını göğsünde birleştirdi ve ellerini tenine kilitledi. Tutup ona sıkıca sarılmayı öyle içten diliyordu ki çünkü. Karşısındakinin de aynısını istediğini bilmeden. "Bu yüzden, sen de kötü hissetme lütfen."

Yeşil gözlerini o konuşurken arada sırada maviliklerle buluştursa bile, çoğunlukla etrafta tutuyordu. Orada durup daha çok konuşmaya, sesini duymaya ihtiyacı vardı bu yüzden aklına gelen ilk konuyu açtı. Kötü bir bahane sayılsa bile, yine de işine yarardı. Merin'in tek kaçamak seçeneği buydu. "Aslına bakarsan, senden istediğim bir şey var." Başını sonunda Louis'e çevirse bile, nasıl açıklayacağını düşünüyordu. "Biliyorsun, sadece bir şeyleri yoluna koymak için çabalıyorum ve..." Hemen açıklamanın bir yolunu bulmalıydı. "İkinci dönem dersine girmeni istemiyor." Hızlıca söyleyip, vereceği tepkiyi bekledi kaygıyla.

"Pekala, okul başlamadan önce hallederim. Merak etme." Louis demek istediğini hemen anlayıp başını salladı. Merin, yine bu kadar kısa sürede çözülmesinden ötürü şaşkınca onu izliyordu. "Aranız düzeldi mi?" Maviler yeşillerle buluşunca, Merin sorunun getirdiği ağırlıyla yeniden başını indirmiş ve sakince iki yana sallamıştı. "Üzgünüm." Gerçekten öyleydi de. Louis tüm suçu kendine yüklerken, aynısını Merin de kendisine yapıyordu. İkisi de fazlasıyla üzgündü olanlardan dolayı.

Merin, erkek arkadaşının içerlenerek konuşmasından dolayı -zaten içinde tuttuklarından beri hassastı- daha da üzüldü. Günlerdir, kendine ve en çok da etrafına verdiği zararları düşünürken, aslında Louis'e yaptıklarını düşünmek bile istemiyordu. Oysa bir suçu yoktu ikisinin de. Birden bire en altlara sakladığı ve kapağını zor zar kapattığı büyük hisler sandığın patlamak ve kırılmak üzere olduğunu anlamasından ötürü dudaklarını kemirmeye başladı. Daha fazla tutamayacağını biliyordu artık. "Hala, olanları ve seni düşünüyorum Louis." Gözlerini yüzüne kaldırdıktan sonra itiraf etti. "Keşke başka yollardan olsaydı ve tüm o söylenen kötü sözleri işitmeseydin." Dudakları titremeye başladığında, Louis kollarını serbest bırakıp Merin'i karşısında bu halde gördüğüne inandırmaya çalıştı kendini. Öyle şaşırmıştı ki, dudakları farkında olmadan şaşkınca aralandı. Söylediklerine gerek olmaksızın, hali her şeyi anlatıyordu aslında Louis'ye. "Sanırım sadece ne kadar kötü biri olduğumu düşünmenden korktum. Çünkü beni ne kadar tanıyorsun ki? Ben bile bazen kendimi tanıyamıyorum." Yaşlar akmaya başlamadan, hızlıca sildi gözlerini. Biraz daha konuşmaya devam ederse, muhtemelen Louis'i de ağlatacaktı. Hızlıca geçen kısa süreli bir sessizlikten sonra, Merin ilk kez duygularından korkmadan konuştu. "Nereden bilebilirsin ki? Çünkü önce kendim bilmem gerekiyordu, sana gerçekten aşık olduğumu ve korktuğum halde bağlandığımı."

Louis hiç düşünmeden sardı onu kollarıyla. Omuzlarından beline kadar, tüm gövdesine sarmıştı ellerini. Saçlarına geçen kokusunu içine çekiyordu ve ne kadar özlediğini hatırlatıyordu kendine. Merin de, yeniden kollarının arasında olmanın getirdiği şanslılığı bir kez daha tadıyordu sanki. Ona ve aşıladığı güven duygusuna ihtiyacı vardı. Sanki kendisini yeniden sevebilmesi için bile, Louis'in aşkına gerek duyuyordu. Ellerinin yanağına ulaştığını hissetti sonrasında. O zaman başını omuzlarından çekip yüzüne doğru kaldırdı ve gözlerinin içine bakmaya başladı. "Ben sadece bana gösterdiklerinle bile yetinebilirim." Sıcak elleri yanağına sürtmeye devam etti. "Sadece senin gerçekliğinde." Şakağına bıraktığı öpücükten sonra, Merin diğer yanağından kayıp giden göz yaşını bu sefer yakalayamamıştı.

"Onları söyleyerek seni üzdüğüm için o kadar pişmanım ki. Doğru düşünemiyordum tüm o söylenenlerden, olanlardan sonra." Louis yeniden sıkıca sarıldı Merin'e. Bu sefer belinden geçirdiği elleriyle onu olabildiğince kendi bedenine bastırarak özlemini gidermek için uğraşıyordu. Boynuna mutluluk dolu bir öpücük bırakmıştı o an. Merin de, sıkı sıkı tutunuyordu omuzlarına ve az önce konuşulanların aksine, gülümsememek için zor duruyordu nemli gözleriyle.

"Kötü hissetme artık. Kafanı toparlamaya ihtiyacın vardı, biliyorum. Evine gelmemeliydim. İkimizi de kötü hissettiren bendim." Yüzünü omuzlarından çekip alnına yasladığında, Merin huzurla gözlerini kapatmıştı. "River'ın sana öyle konuşmasına izin vermemeliydim. Sanırım sadece, birinin bizi o halde görme fikri bocalamama sebep oldu." Fısıldayarak açıklarken ikisi de başını hafifçe sallıyordu. Aslında bu kadar dudaklarının yakınında dururken, konuşulanlara rağmen öpmesini istemek bile adil değildi. Merin söylediklerini dinlemeye devam etti. "Sözümü tutmalıydım. Kendini suçlama artık. Bir daha bunların olmasına izin vermeyeceğim." Gözlerini açıp Merin'e bakmaya başladı. Eliyle çenesini tutuyordu. "Yalanlar yok, birilerinden kaçmak yok artık. Her şeyi düzelteceğiz beraber."

Dudaklarına yoğun bir öpücük bıraktıktan sonra, yavaşça açılan yeşil gözlere baktı ve ikisi de gerçek anlamda, rahatça gülümsedi. "Çünkü sen benim başıma gelmiş en güzel şeysin Merin." Sonunda itiraf ettiğinde, gözü önünde belirginleşen gamzesini gördü ve kendini tutamayıp mutluluk içerisinde gülmeye başladı. İçeri girmeden önce, ona doyabilmek için bir süredir yalnız kaldıkları bahçede içinden geldiği kadar ona sık sık sarılmaya devam etti.

Beraber verdikleri yeni karara göre davranacaklardı. Bu yüzden, mutfak kapısından içeri girerken dahi elleri hiç ayrılmamıştı. Louis, Harley'in tepkisinden çekinmiyordu çünkü zaten bir söz verilmişti. Hem, Harley de öpüşmeleri de dahil her şeyi salon penceresinden görmüştü, tüm detaylarıyla. "Sonunda!" Rosalind onları görünce mutlulukla şakıdı. "En başından beri görmek istediğimiz halleriniz. Siz çifte kumruların birbirinizden uzak durmaya gücünüzün olmadığı her halinizden belliydi."

"Uzun tebrikler mesajın için teşekkürler Rose." Louis söylenenlerle utanan kız arkadaşının arkasında kalıp kollarını onu korurcasına omuzlarına sarmaktan çekinmedi. "Hannah ve Harley nerede? Masa kalkmadan fotoğraf çekilelim. Merin'in kızlarla hiç fotoğrafı yok."

"Buradayım!" Hannah isminin geçmesiyle mutfağa koştu. Merin ve babasını birlikte dip dibe gördüğü anda gözlerini büyütmüştü büyük bir sevinçle. "İnanamıyorum, barışmışsınız! Yaşasın!" Merin Louis'in elini bırakıp hemen Hannh'ın elinden tuttu ve söyledikleri gibi fotoğraf çekilmek üzere masanın olduğu açık yemek alanına geçti.

Harley ise, sonradan istemeyerek gelmişti yanlarına ayaklarını sürüye sürüye. "Onların ikisi çekilsin. Nasıl olsa Hannah'ın doğum günü."

Louis ciddi bir yüz ifadesiyle kızının davranışlarını takip ediyordu ve Harley de bunun farkındaydı. Kızgın bakışları üzerinde hissettiğinde sadece yutkundu. "Evet ama baban da onlarla çekiliyor." Harley fotoğrafa girmek istemediği konusunda diretirken kollarını birleştirmişti. Rosalind ortamın daha çok kızışmaması için genç kıza omzundan destek itişi yaptı. "Hadi Aurora Harley. Sıra senin de doğum gününe gelecek."

Genç kız bıkkınlıkla yenilgiyi kabul edip masanın aynı tarafına, babasının yanına geçti. Fotoğraflar çekilirken sırf kötü çıkmamak için yalandan da olsa gülümsedi. Louis ise, sandalyede oturan doğum günü kızının arkasında, bir elini kızlar konusunda kendini rahat hissetmesi için Merin'in belinden geçirmiş, diğer elini de büyük kızının omzuna koymuştu. Fotoğraflar çekildiğinde, huysuzlaşan kızına rağmen fazlasıyla mutluydu. Ne de olsa, sevdiği ve değer verdiği herkes yanında, yakınındaydı.

~

Partideki herkesi bırakıp, planladıkları gibi Merin'in evine geldiklerinde araba her zamankinden daha sessizdi. İkisi de River konusunda aynı karara varmışlardı. Sıra sadece kararı uygulamaya geldiğinde, aynı şeylerin yeniden tekrarlanmasından korktuğu için geriliyordu Merin. Louis anahtarı çekip aldığında bekletmeden ona döndü. "Her şey yalnızca böyle düzelebilir. Saklayarak neler olduğunu gördük. Öyle değil mi?" Merin başını sallasa da, gergin olduğu için dalgınca elleriyle oynuyordu. "Hadi ama, gel buraya ufaklık." Merin'i böyle çağırdığında, vereceği tepkiyi biliyordu. Kaşlarını kaldırarak ona döndüğü anda uzanıp dudaklarını yakaladı. Ona ve kendisi için bir nevi şans öpücüğüydü. "Üstesinden geleceğiz."

Arabadan inip beraber aynı merdivenleri çıktılar. Louis biraz geride dursa bile, Merin kapıyı çalarken de orada beklemeye devam etti. Umdukları gibi kapıyı River açtığında, önce gözleri Merin'e ilişmiş, sonra da öğretmenini görünce saçma bir tepkiyle kapıdan çekilmeye kalkmıştı. "River. Konuşabilir miyiz biraz? Baş başa." Kapı önüne yeniden döndüğünde, Merin'in içeri geçip yanlarından ayrılmasına ses etmedi River. Saatin akşama ulaşmış olmasına rağmen yeni uyandığı söylenebilirdi. Belki de tüm tepkisizliği bundan kaynaklanıyordu. "Merin bana isteğini söyledi. Ne kadar zor olsa da, bunu senin için yapacağım. Benden nefret ettiğini biliyorum. Tüm bunlar senin için River."

"Biliyor musun, onunla ne yaptığın umurumda değil. Sadece kendi sinir ve ruh sağlığım için seni görüp durmak istemiyorum." River bir eliyle kapı kulbunu tutarken, diğer kolunu da kirişlere yaslamıştı. Louis sakince dinledi onu. "Yeniden barıştınız demek. Bir dahaki ayrılışınızı da umarım bu kadar kolay atlatabilirsiniz Bay Tomlinson."

"River." Louis ciddi bir yüz ifadesi takındı konuşmaya başlamadan önce. "Ablanı seviyorum. Ve belki birkaç aydır tanıdığı. dışarıdan bir adam olarak bunu söylemeye hakkım yok ama, onu üzmeni istemiyorum. Anladın mı beni? Eğer, en başta onu üzeceğimden korkarak bize saldırdıysan, sana bir haberim var. Onu çok üzdün. Bir daha bunun gerçekleşmesine izin vermeyeceğim."

River stresle şakaklarını kaşıyıp, dağınık saçlarını biraz daha karıştırdı. Öğretmeninin dediklerini zerre umursamadığını böyle anlatıyordu. "Kapıma gelmiş şimdi de beni tehdit mi ediyorsun?"

"Hayır River." Kapıya doğru bir adım daha attı. "Ablanın mutluluğu söz konusuysa senin için, bana bir şans vermeni istiyorum. Eğer benim yüzümden üzülürse, istediğini yapabilirsin. Beni şikayet mi edeceksin? Hiç durma. Ama sadece bir şans ver."

"Olmayan bir şeyi istemek aptalca." River hızlıca konuştu.

"Beni sevmek zorunda değilsin. Ama Merin'i seviyorsun. Ve o da beni. Neden sadece anlayış göstermiyorsun?"

"Bir düşünelim." River duruşunu dikleştirdi. "Bir: Öğretmenim olduğun için. İki: Merin'den yaşça büyük olduğun için. Üç: İkinizi de çıplak bir halde üst üste yatakta bastığım için. Dört: Lanet olası boşanmış bir adam olduğun için! Git ve kendine göre dul ve çocuklu bir kadın bul ve ablamın peşini bırak!" Kapı beklemediği bir anda suratına kapandığında, yeniden onu ikna etmek için sıralayacağı sözlerden ötürü ağzı tümüyle açık kalmıştı.

Lanetler savurup kapıya vurmadan önce, Louis'in sabırlı olmak için tüm şansını kullanması gerekiyordu.

.
.

y/n: her geçen bölümler uzuyor.. korkuyorum artık bsjxırkdk

normalden daha erken yayımladım evet, (1 güncük) önceki bölüm Merin'in açısındandı ve bu bölümü planladığım gibi Louis'in açısından yazdım, umarım önceki bölümde merin'e hissettğiniz kızgınlık biraz da olsa azalmıştır.. bu bölümle ikisini de anlayacağınızı düşünüyorum

ve sanırım, eski eğlenceli ve soft bölümlere düşündüğünüzden daha yakınız!! (with a little bit drama ;) )

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top